Türk tasavvuf edebiyatının ve düşünce dünyasının önde gelen simalarından biri Yunus Emre’dir (1240-1320). Onun şiirlerinde ortaya koyduğu fikirler insanların tarih boyunca düştükleri buhranlara ışık tutacak niteliktedir. Onun 13. yüzyılda ifade ettiği fikirler hala canlılığını ve tazeliğini korumaktadır. Bundan sonra da bu durum devam edecektir. Bu nedenle Yunus Emre’nin İslam tasavvufunun çerçevesinde ortaya koyduğu fikirler evrensel niteliktedir. Bunun da nedeni İslam tasavvufunun zaman ve mekana bağlı olmayıp ilahi kaynaklı olmasıdır. İslam tasavvufu Dil’allah’tır. Yani Allah Teâlâ’nın Gönlü’dür. Yunus Emre de bu Gönül Bahçesi’nde açan bir çiçektir. Türk tasavvuf edebiyatı sahasında kendine has bir tarzın kurucusu olan Yunus Emre, Ahmed Yesevî ile başlayan tekke şiiri geleneğine özgün bir söyleyişle Anadolu’da yeniden ortaya koymuş ve Rumeli coğrafyasında gelişen tasavvuf edebiyatı ondan büyük ölçüde etkilenmiştir. Yunus tasavvufî düşünceyi derinden kavrayıp yaşamış, ilâhilerinde samimiyeti, heyecan ve aşkıyla derinlikli, akıcı bir üslûba ulaşmış, bütün insanlığı ilâhî aşka, kardeşliğe, merhamet ve şefkate davet etmiş, insan olmanın, kendini bilmenin, Cenâb-ı Hakk’a ulaşmanın şartlarını ve yollarını anlatmıştır. Onu panteist, mistik veya hümanist kabul etmek yahut bu düşüncelerin temsilcilerine yakın görmek isabetli değildir. Her şeyden önce Yunus’un tasavvuf anlayışı Kur’an ve Sünnet’e, kendisinden önce yaşayan mutasavvıfların düşüncelerine ve tecrübelerine dayanır. Gerçekte Yunus’un sevgi temeli üzerine kurulu düşünce dünyası insanı sevme noktasında kalmayıp Allah sevgisine uzanır. Ondaki sevgi kademe kademe zerreden küreye bütün varlığı içine alan ilâhî bir sevgiye dönüşür. Şiirlerinde çevresinden, tabiattan, insanî değerlerden bazı örnekler verse de Yunus hiçbir zaman maddî unsurları amaç edinmemiştir. Her şeyin özünde mevcut mutlak varlık olunca varlıklara ve insana verilen değer de Allah için olmaktadır. Onun tarif ettiği insan Hz. Peygamber (sav)’in şahsında temsil edilen “İnsân-ı kâmil”dir. Bu insan yaratılış gayesi olan ilâhî ahlâka ulaşmış, üstün özelliklerle donanmıştır. Yunus’a göre ahlâk, insana yakışmayan davranışları terkedip ilâhî yaratılıştaki asla (fıtrat-ı asliyye) yönelmektir. Ahlâkî olmayan davranışlar Yunus’un dilinde hayvanî nefse ait “yaramaz” kelimesiyle ifade edilir. Yaramaz davranışların yararlı hale dönüştürülmesi İnsân-ı kâmil olmanın esasıdır. Kâmil insan aşk ile Allah’a ulaşmış, ilâhî ahlâkla ahlâklanmıştır. (TDV, İslam Ansiklopedisi) İslam tasavvufunun temel kavramları olan ve İslam’ın bütününü kuşatan Şerîat, Tarîkat, Marîfet ve Hakîkat, Yunus Emre’nin Dîvân’ında ele aldığı konulardandır. Yunus Emre şiirlerinde bu dört kapının hem tanımını yapar hem de aralarındaki ilişkiyi anlatır. Ayrıca bunların İslam diniyle olan ilişkisini açıklar. Gerçek ve kâmil bir mümin olmanın dört ana unsuru olan bu kapılara ulaşan sufilerin özellikleri Yunus’un şiirlerinde anlatılmaktadır. Tasavvuf edebiyatında sufilerin “dört kapı ve kırk makam” kavramının önemli yeri vardır. Bu kavram İslam tasavvufunun irfan boyutunu temsil eder. Yunus’la yaklaşık aynı çağda yaşayan Hacı Bektâş-ı Velî (1209-1270) Makâlât adlı eserini “dört kapı ve kırk makam”ı açıklamak için yazmıştır. Dört kapıdan maksat, şerîat, tarîkat, marîfet ve hakîkattir. Kırk makam ise, bu kapılardan girilerek aşılması gereken adımlardır. Bu makamlardan onu şerîat, onu tarîkat, onu marîfet ve onu da hakikat ile ilgilidir. Bu kırk makam bazı yerlerde birbirinden az çok farklı bir şekilde ifade edilmektedir.
Şerîat’ın on makamı: 1.İman getirmek, 2. İlim öğrenmek, 3. Zekât vermek ve oruç tutmak, 4. Helal kazanmak ve faizi haram bilmek, 5. Evlenmek, 6. Hayız ve nifas halindeki kadınla cinsel ilişkiye girmemek, 7. Sünnet-i cemâat, 8. Şefkat, 9. Temiz ve helal yiyip giymek, 10. Marufu emredip yaramaz işlerden sakınmak. Tarîkat’ın on makamı: 1.El alıp tevbe etmek, 2. Mürid olmak, 3. Saçları tıraş etmek ve tarîkata uygun elbise giymek, 4. Cihad aşkıyla yanmak, 5. Hizmet etmek, 6. Korku, 7. Ümitle yaşamak, 8. Hırka, zenbil, makas, seccade, tesbih taşımak, 9. Nasihat ve muhabbet sahibi olmak, 10. Aşk, şevk ve fakirlik. Marîfet’in on makamı: 1.Edep, 2. Korku, 3. Perhizkârlık (aşırı istekleri sınırlamak), 4. Sabır, 5. Utanma, 6. Cömertlik, 7. İlim, 8. Miskinlik, 9. Marîfet, 10. Kendini bilmek. Hakîkat’in on makamı: 1.Teslim olmak, 2. Yetmiş iki milleti ayıplamamak, 3. Elinden geleni men etmemek, 4. Dünya içinde yaratılmış her şeye güven vermek, 5. Mülkün mutlak sahibi Allah’ın huzurunda eğilip itibar bulmak, 6. Sohbet ve hakîkat sırlarını söylemek, 7. Manevi yolculuk (seyir), 8. Sır, 9. Allah’a yakarış, 10. Halkı Hak’ta görme ve Allah’a ulaşmaktır.
Yunus Emre yakın çağlarda yaşayan mesela, Hacı Bektaş-ı Veli gibi mutasavvıflarla aynı yolu izleyerek velâyet makamının yollarını keşfetmeğe koyulmuştur. Bunun için bu makama bir anda ulaşılamayacağını, belirli aşamalardan geçip belli dereceleri kat etmenin gerekli olduğunu savunmuştur. Ona göre dört kapı, kırk makam ve yüz altmış menzili aşmadan velâyet makamına ulaşılamaz. Velâyet makamı, en olgun müminin ulaştığı makamdır. Bir kul kesp ile ancak bu makama ulaşabilir. Bundan daha üstte bulunan makam nübüvvet yani peygamberlik makamıdır ki, oraya kesp ile ulaşmak mümkün olmayıp o makam vehbî yani ancak Yüce Allah’ın ikramıyla olur. Peygamberleri Allah seçtiği için kulun peygamber olmak diye bir ideali olamaz. Ancak kul planında kesp ile ulaşılan velilik makamı her müminin ideali olmalıdır. Zor olsa da bu makama ulaşmak imkânsız değildir. Bu ideal yolun şerîat, tarîkat, marîfet ve hakîkat gibi ana kapıları, dereceleri ve durakları vardır. Velâyet makamına herkes çıkamasa da çalışmasına göre bu makamlardan birinde kalır. Yunus Emre Dîvân’ında hem bu makamları, bunların birbiriyle ilişkisini ve bunların din ile ilişkisini kurup her bir makamın özelliklerini sıralamaktadır. Şerîat, tarîkat, marîfet ve hakîkat arasında kurduğu güçlü ilişki Yunus Emre’nin müteşerri’ yani sabit ayağı şerîatte olan bir mutasavvıf olduğunu göstermektedir. (Prof. Dr. Abdullah Kahraman, Yunus Emre Dîvân’ında Şeriat, Tarîkat, Hakîkat ve Marîfet (Dört Kapı))
Şerîat, Tarîkat, Marîfet ve Hakîkat Kavramları Şerîat: Kitap ve Sünnet’ten anlaşılan ve Rasulullah (sav)’e indirilen tevhîd, fıkıh (hukuk) ve tasavvuf ilmine dair hükümlerdir. Yani şerîat, kulluğa (ubudiyyet) yönelme konusundaki emirlerdir. Tarîkat: “Gidilecek yol, izlenecek usul” anlamında bir terimdir. Allah’a ulaşmak isteyenlere mahsus “hal ve davranış” olarak tanımlanır. Tarîkat, manevi menzilleri kat ederek Allah’a ulaşmayı isteyenlerin takip edecekleri yolu gösterir. Buna göre tarîkat, azîmete riâyet edip gevşeklik ve tembellikten uzak olarak şerîatla amel etmek ve dini hayatın bütün gereklerini yerine getirmektir. Tarîkat, şerîatın hak olduğu gerçeğine ermenin yoludur. Kısaca tarîkat disipline edilmiş bir dini hayat demektir. Marifet: “Bilmek ve kavramak” anlamına gelir. Marifet, Yüce Allah’ı isim ve sıfatlarıyla tanımaktır. O’na karşı olan görevlerinde sıdk ve ihlas üzere bulunmaktır. O’ndan başka hiçbir şeye kulluk yapmamaktır. İlahî kudretin tasarruflarının nasıl cereyan ettiğine dair olan sırları bilmek marifettir. Bu durumda olan kimseye arif denir. Marifet ilhamdır, arif ise ilhama mazhar olan veli ve sûfî demektir. Bir Müslümanın tam kâmil bir insan olması için, bu dört kapıdan geçip, sonunda hakikate ulaşması demektir. Böylece Allah Teâlâ hakkında tam bir marifet sahibi olur. Bu ise hem dünya hem de ahiret hayatında tam bir kurtuluşa ermek demektir. Hakîkat: İmanın kemâle ermesi, şerîatın, hakîkatin ta kendisi olduğunun müşâhedesidir. Kuşeyrî’ye göre hakîkat, rububiyyeti temâşa etmektir. Hakikat mutlak gerçektir. İnsanın görebileceği en son şeydir. Hakikat ile insan Rabbini en iyi bir şekilde tanır. Hakikat bütün ilimlerin nihayetidir.
Yunus Emre’de Dört Kapının Özellikleri Yunus Emre’ye göre, dervişin dört yanında dört ulu kapının olması gerekir. Bu kapılara varan derviş nereye baksa gecesi gündüz gibi aydınlık olur. Bu makamlara eren derviş iki cihanın sırrını keşfetmiş olur. Dört kapı ve kırk makamın yüz altmış menzili vardır. Bunlara eren velilik derecesine ulaşmış olur. Dervîşün dört yanında dört ulu kapu gerek Kancaru bakarısa gündüz ola gicesi Ana iren dervîşe iki cihân keşf olur Anun sıfatın öger ol hocalar hocası
Yunus Emre, aşağıdaki mısralarında bu Dört Kapı’nın özelliklerini toplu olarak anlatmaktadır: Şerî‘at-Tarîkat yoldur varana Hakîkat-Ma‘rifet andan içerü --- Evvel kapu şerî‘at emr ü nehyi bildürür Yuya günâhlarunı her bir Kur’ân hecesi İkincisi tarîkat kulluga bil baglaya Yolı togrı varanı yarlıgaya hocası Üçüncisi ma‘rifet cân gönül gözin açar Bakma ‘nîsarâyına ‘Arş’a degin yücesi Dördüncüsi hakîkat ere eksük bakmaya Bayram ola gündüzi Kadîr ola gicesi Bu şerî‘at güç olur tarîkat yokuş olur Ma‘rifet sarplık durur hakîkatdür yücesi Dervîşün dört yanında dört ulu kapu gerek Kancaru bakarısa gündüz ola gicesi Ana iren dervîşe iki cihân keşf olur Anun sıfatın öger ol hocalar hocası Dört hâl içinde dervîş gerek siyâset çeke Menzile irmez kalur yol eri yuvacası Kırk kişi bir agacı tagdan indürimeye Yâ bunca mürîd muhib Sırât niçe geçesi Küfür okın atarken îmân unurma sakın Yilüp sıyasın güçin sebl ola güvecesi Dört kapudur kırk makâm yüz altmış menzili var Ana irene açılur vilâyet derecesi ‘Âşık Yûnus sözlerin muhâldiyü söylemez Ma‘nî yüzin gösterür bu şâ‘irler kocası. ……. Vücûd bir binâ durur sırr-ı hikmet içinde Gönül bir bünyâd durur nakd ol bünyâd içinde Gönül sultân hâkim cân cümle iş ana kurbân Dil dahı bir tercemân yürür kudret içinde Gönül oturur tahta hükmider Kâf ’dan Kâf ’a Nefis durmış ırakda meyli ‘işret içinde Ol nefs kim câna uyar ma‘nîden sanma duyar Her dem ana uymayan bil ‘inâyet içinde Evvel kapu şerî‘at geçse andan tarîkat Gönül evi ma‘rifet ‘ışk hakîkat içinde Şerî‘at şîrîn olur işidene hoş gelür Ne kim dilerse kılur ol şerî‘at içinde Tarîkat cân yoldaşı cân ile olur işi Tarîka giren kişi dün-gün ‘ibret içinde Ma‘rifet gönül ile dün ü gün zârıyıla Söylesem gelmez dile sırr-ı sıfat içinde Hakîkat ‘ışkdur ‘ıyân görsün ol şebih beyân Hakîkat donın geyen agır hil’at içinde Şerî’at sûret evi tâ‘ate girer kavî ‘Âleme çıkdı çavı ‘ubûdiyyet içinde Tarîkat câna gelür tâ‘atına cân kılur Girmeyen ziyân kılur iş bu devlet içinde Hakîkate irenler hakîkati bulanlar Ne bahtludur cânları hep mahabbet içinde Her kim şerî‘at bile hem okıya hem kıla Ol gerek kim er ola dün-gün tâ‘at içinde Ger tâ‘at kılmazısa üstâda varmazısa Şer‘iden olmazısa adı la‘net içinde Şerî‘at ana eydür ana ‘abes ol addur Anun makâmı oddur şol âhiret içinde Her kim tarîka gire gerek mâl terkin ura Yola togrıcânvire bu tarîkat içinde Ger togrı turmazısa mâl terkin urmazısa Yola cân virmez ise tuymaz sohbet içinde Tarîkat anun degül ol kılmış yolın melûl Hak kılmaz anı kabûl bulmaz rahmet içinde Ger bahrî olmazısa denize dalmazısa Seyrânun bilmez ise yokdur kıymet içinde Ma’rifet gönül şehri makâmun bulur fakrı Bahrî gerekdür bahrî bu ma‘rifet içinde Ma’rifet andan ırak anun degüldür durak İşi olsa da yavla kanun bu ad içinde Her kim hakîkat süre kahrı lutfı bir göre İş aça togrı dura bu hakîkat içinde Ger togrı turmazısa yolına irmezise Kahrı hoş görmezise adı yok ad içinde Anun de gül hakîkat ol devlet ol nasîhat Evvel âhir ‘âkıbet bulıncamât içinde Bu dört menzildür utan ledün makâmun tutan Oldur menzile yiten tamâm murâd içinde Ol menzile yitenün dört nişânı var anun Ol nişânı kılanunyiri rahmet içinde Sûretün halka düze Hakk’un yolında ize Çıka seyir eyleye ol semâvât içinde Tevekkül işi ola kanâ‘at aşı ola ‘İnâyet başı ola nûr-ı rahmet içinde Kıyl u kâlemecâl yok ol hâldür ana kâl yok Hergiz ana ecel yok ezel-ebed içinde İşdür bunca âvâzlar didü gümma‘nî sözler Tapduk Yûnus’ı gözler bu vilâyet içinde. (Mustafa Taşçı, Yunus Emre Divanı)
Yunus Emre, bu Dört Kapı’nın her birinin özelliğini şiirlerinde aşağıdaki şekilde anlatmaktadır: Şeriat Kapısı Yunus Emre’ye göre şeriat, denizdir, tarîkat gemidir, hakîkat ise denizdeki incidir. Yani ne ararsan şeriat denizinde arayacaksın yoksa bulamazsın, ararken de ancak tarîkat gemisiyle arayacaksın yoksa boğulursun. Fakat gemi de sağlam olmazsa gemi sarpa vurur, o vakit sen karaya, kayaya çarparsın ve helak olursun. Yunus Emre’ye göre şeriat bu dört kapının temeli ve ilkidir. Buna göre şeriat hakîkate açılan ilk kapıdır. Hakîkat sınırsız bir deniz hükmündedir. Bu denizde seyretmek için güçlü ve ileriyi gören bir yol göstericiye ihtiyaç vardır. Bu da şeriattır. Aslında şeriat sadece yol gösteren bir rehber değil, geminin bizzat kendisidir. Yunus bunu şu mısralarla anlatmaktadır: Şer’ile hakîkatün vasfını eydem sana Şerî’at bir gemidür hakîkat deryâsıdur Evvel kapu şerî‘at emr ü nehyi bildürür Yuya günâhlarunı her bir Kur’ân hecesi
Yunus’a göre şeriatın “şart” olması “hıyanet” ehli içindir, hakikat ehli şeriatı zaten vazife olarak kabul eder. Şeriat ehlinden olmayan, gidip bir mürşide itaat etmeyen kişiler bir hıyanet içindedir. Şeriatı bilen kişi, gece gündüz mürşidine itaat eder. Her kim şerî‘at bile hem okıya hem kıla Ol gerek kim er ola dün-gün tâ‘at içinde Ger tâ‘at kılmazısa üstâda varmazısa Şer‘iden olmazısa adı la‘net içinde
Yunus’a göre dine şeriat kapısından girmek şarttır. Ancak orada kalmak amaçlanan değildir. Zira şeriat kapısında kalıp hakikat kapısına ulaşamayan kişi kapıda kalır, yani marifet ehli olamaz. Şerîat suret yani şekildir, hakikat ise özdür. Suretten öze gidilmesi gerekir. Şerîat oğlanları bahis dava kılurlar Hakîkat erenleri dâviye kalmadılar.
Tarikat Kapısı Yunus Emre’ye göre tarikat hakikat yolunun ikinci kapısıdır. Hakikate ulaşmak isteyen tarikat kapısından da geçmek zorundadır. Onun dilinde tarikat, “hak yolu, doğru yol, dost bağı, dost bahçesi” gibi mecazi ifadelerle anlatılmaktadır. Ayrıca o, tarikat bağlamında, “yola gelmek, yoldan gitmek, hak yola gitmek” ifadelerini de kullanmaktadır. Yunus’a göre her tarikatın başında bir mürşit veya pir bulunur. Bu pir hakikate ulaşmak isteyenlerin yol göstericisidir. Hakikate ulaşmak isteyen ondan el almalı ve eteğini tutmalıdır. Yunus bunu şu mısralarla anlatmaktadır: N’itdi bu Yunus n’itdi bir toğrı yola gitdi Pirler eteğin tutdı Allah görelüm neyler --- Alun evliyanun elin toğru varun Hakk’un yolın Ma’nî budur bellü bilün bildüm diyen bilmeyiser --- Toğı yola gitdünise er eteğin tutdunısa Bir hayır da itdünise birine bindür az değül Yûnus bu sözleri çatar sanki balı yaga katar Halka metâ‘ların satar yüki güherdüz tuz degül
Yunus’a göre hakîkate ulaşmak için tarikatte doğru yol izlenmelidir. Mürşide harfiyyen uyulmalıdır. Bu yolda tarikatın on makamı yaşanmalıdır. Her kim tarika gire gerek mal terkin ura Yola toğrı cânvire bu tarîkat içinde. --- Her kim bize taş atarsa güller nîsar olsun ana Çırâğu makas didenüm Hak yandursun çıragını.
Yunus’a göre tarikat ehlinin gönlünde kibir ve kin olmaz ve o dedikodu yapmaz. Tarikat ehli bir mürşide bağlıdır. Bir mürşide bağlı olan aynı anda başka bir mürşide bağlanamaz: Kimse bâğına girmegil kimse gülini dermegil Var kendi maşukunıla bağçede al-alış yüri
Yunus’a göre tarikat yolu bir irfan yolu olup menzili uzak ve zorluğu çoktur. Bu kapıyı geçmek için bir mürşide boyun eğip teslim olmak gerekir. Şeyh-i kâmil hizmetinde farig olma iy Yunus Kulluk itmek pirine erkânı dur âşıklarun.
Marifet Kapısı Marifet, Allah’ı bilmektir. Kalbin Hakk ile hayat bulması, diri olmasıdır. Bunun için kalbin Hakk’ın haricinde kalan şeyden yüz çevirmesi gereklidir. Allah’ı marifet için, O’nun ilahi isim, fiil ve sıfatlarını bilmek gerekir. Bu ise ancak nefis terbiyesiyle mümkün olur. Buna göre marifet için, nefsi terbiye etme yoluyla ilahi bilgilerle donanmaktır. Böylece Allah’ı idrak etmek mümkün olur. Bu idrak, “zevkî” bir makam olup kalpte tecelli eder. Yunus Emre şiirlerinde marifet üzerinde dururken onu bir cevhere benzetir. Bu cevher maddi ve manevi fedakarlıklarla elde edilir. Sadece zâhiri temizlemekle gönül ve kalp temiz olmaz. Bu husus Yunus şu mısralarla ifade eder: Bu ummanda delim dürlü güher vardur ele girmez Bâhâsuz inci bulunmaz câna başa kıyan gelsün Suret nakşın gidermekle gönül mülki temiz olmaz Akar rahmet suyı çağlar gönül kirin yuyan gelsün!
Yunus’a göre marifet, Allah’ın kula bahşettiği bir nimettir. Ancak “fakr” makamına erişenlerin kalbi marifet ile dolar. Hakikate erişen kahrı ve lütfu bir arada görür: Marîfet gönül şehri makamın bulur fakrî Bahrî gerekdür bahrî bu marîfet içinde
Her kim hakîkat süre kahrı lütfı bir göre İş aça togrı dura bu hakîkat içinde
Marifet erenlerle bir arada olmakla elde edilir. Marifet dil ile olmaz, amel ile olur. Dil ile marifet söyleyen ile gönlünde marifeti tadan arasında fark vardır. Marifet bir gönül hazinesidir. Bu hazine aşk ile elde edilir. Gerçek ârif, Allah’ı bilen ve O’ndan haber alan kişidir. Yunus’un şiirleri de aslında onun marifet ehli olmasının sonucunda söylenmiştir. Erenlerin sohbeti arturur marîfeti Bî-derdleri sohbetden her-dem süresüm gelür --- Yunus sözin tak kılan görmedi münkir olan Ömrin zulmete salan marîfet yohsulıdur. --- Sûfiyem halk içinde tesbih elimden gitmez Dilüm marîfet söyler gönlüm hiç kabul itmez. Boynumda ‘icâzetüm riyâyıla tâ’atüm Endîşem ayruk yirde gözüm yolı gözetmez Söylerem marîfeti saluslanuram katı Miskinliğe gitmeğe gönlümden kibir gitmez. --- Kalma fâni sagınca kasd eyle baki gence Yüz bin cihanda bâtın hazinesin bulasın. --- Şâhumsenün ‘ışkun odı düşdi gönül deryâsına ‘Aceblemen kaynayu banma‘rifetler bitdügini. --- Turmış ma‘rifet söyler erene Yûnus Emrem Yol eriyle yoldadur yolsuza yoldaş degül.
Hakikat Kapısı Yunus Emre’ye göre, marifet gibi hakîkat da bir hazineye benzer. Hakikat makamının yeri aşk deryasıdır. Hakikat makamına erişen kişi her şeyi dış ve iç olmak üzere iki yönden değerlendirir. Şeriat zahiri düşmanı görüp onunla mücadelenin yollarını ve yöntemlerini ortaya koyarken, hakikat esas ve içerdeki düşman olan nefsi görüp onunla mücadelenin yollarını arar. Hakîkate bakarısan nefsün sana düşmân yiter Var imdi ol nefsünile vuruş-tokuş savaş yüri Nefsdür eri yolda koyan yolda kalur nefse uyan Ne işün var kimseyile nefsüne kakı buşyüri.
Yunus’a göre, hakikat söz ancak ehline söylenip nâdâna söylenmez. Hakikat makamının sultanı Allah’tır. Hakikat makamının yedi kapısı vardır ki bu kapılardan her biri nefsin yedi mertebesine işaret eder. Yunus’a göre bu makam velâyet makamıdır. Yunus, velâyet makamında olan erenlerin hakikat donu giydiğini söyler. Şerî‘at-Tarîkat yoldur varana Hakîkat-Ma‘rifet andan içerü --- Hakîkatdür Hak şârıyi didür kapuları Dergâhında yüz dürlü gerek kudret göresin Evvelki kapusında bir kişi durur anda Sana eydür teslîm ol gel miskînlik bulasın İkinci kapusında iki arslan vardur anda Niçeleri korkutmış olmasın kim korkasın Üçüncü kapusında üç evren vardur anda Sana hamle iderler olmasun kim dönesin Dördünci kapusında dört pîrler vardur anda Bu söz sana rumûzdur gör kim delîl bulasın Beşinci kapusında biş ruhbân vardur anda Dürlü metâ‘lar satar olmasun kim alasın Altıncı kapusında bir Hûr oturur anda Sana eydür gel berü olmasun kim varasın Çün kim anda varasın ol Hûrîyi alasın Bir vâyeden ötürü yoldan mahrûm kalasın Yidinci kapusında yidiler otrur anda Sana kurtuldun dirler gir dost yüzin göresin Çüniçerü giresin dost yüzini göresin Ene’l-Hak şerbetini dost elinden içesin Şu didügüm keleci vücûddan taşra degül Tefekkür kılurısan cümle sende bulasın Yûnus işbu sözleri Hak varlıgından eydür İsterisen kânını miskînlerde bulasın --- Hakîkat ‘ışkdur ‘ıyân görsün ol şebihbeyân Hakîkat donıngeyena gır hil’at içinde Hakîkate irenler hakîkati bulanlar Ne bahtludur cânları hep mahabbet içinde.
Hakîkat ehlinin en esas özelliği kanaat etmeyi kendilerine yâr etmiş olmaları ve nefsin isteklerinden el çekmiş olmalarıdır. Hakikate erenlerin canları muhabbet doludur. Bu makama erenler lütfu ve kahrı bir görür, “lütfun da hoş, kahrın da hoş” derler. Hakîkatün ma’nîsin şerh ile bilmediler Erenler bu dirligiriyâ dirilmediler Hakîkat bir denizdür şerî’atdur gemisi Çoklar gemiden çıkup denize talmadılar Bular geldi tapuya şerî‘at tutdıturur İçerü girübeni ne varın bilmediler Şerî’at oglanları bahis da’vî kılurlar Hakîkat erenleri da’vîye kalmadılar Dört kitâbı şerh iden ‘âsîdür hakîkatde Zirâ tefsîr okuyup ma’nîsin bilmediler. --- Kanâ‘ati yar idin uyma nefs dilegine İresin hakîkat eyirün buldun tur indi. --- Hakikate irenler hakîkati bulanlar Ne bahtludur canları hep muhabbet içinde. --- Her kim hakîkat süre kahrı lütfu bir göre İş aça toğru dura bu hakîkat içinde.
“Çıktım Erik Dalına” Yunus Emre’nin şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarını remizli bir şekilde anlatan önemli bir şiiri vardır. “Çıktım erik dalına” diye başlayan bu şiirin sadeleştirilmiş halini aşağıda sunuyoruz. Bu şiir hakkında birçok şerh yazılmıştır. Bu şiirde anlatılanları ancak hakikat makamına ermişler tam olarak değerlendirebilirler. Çıkdım erik dalına, anda yedim üzümü
Kerpiç koydum kazana poyraz ile kaynattım
İplik verdim çulhaya sarıp yumak etmemiş
Bir serçenin kanadın, kırk kağnıya yüklettim
Bir sinek, bir kartalı salladı vurdu yere
Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı
Kaf Dağından bir taşı şöyle attılar bana
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Yunus bir söz söylemiş, hiçbir söze benzemez
Şiirin Şerhi Bu şiiri şerh edenlerden biri Niyazi-i Mısrî’dir (1618-1694). Mısrî, Malatya’da doğmuş ve 17. yüzyıl tasavvuf şairidir. Halveti tarikatının Mısriyye kolunu kurmuştur. Bursa’da bu tarikatın şeyhi olmuş, Limni adasında ölmüştür. Yaptığı şerh hakkında Mısrî şunları söylüyor: “Bu fakir, biçare Mısrî’den Yunus Hazretlerinin bu dokuz beytini şerh ve beyan etmeyi, bazı dostlar istemişlerdi. Yazılıp, evrak arasında, sekiz ay kadar şöyle perişan kalmıştı. Sebebi o idi ki: Acaba Aziz’in (Yunus Emre’nin) muradı üzre oldu mu, olmadı mı? Bir gece rüyamda Yunus Hazretlerini gördüm. Bu fakire güler yüz ve hoşnutlukla iltifat gösterip buyurdular ki. Benim o sözlerime yazdığın şerhi ortaya çıkar, fukara sebeplensin (fakir, bilgi arayıcı kimseler istifade etsinler)” Şerh’in sonunda ise Mısrî, şiire olan hayranlığını şu sözlerle ifade etmektedir: “Haddizatında, Yunus Emre’nin bu sözü gibi bir söz, gelip geçmiş şeyhler tarafından söylenmemiştir. Gerçi görünüşte alay ve istihzaya ve çocuk eğlencesine benzer. Ama içyüzüne gelince: Allah’ın gelinleri olan İlâhi sırların ve hakikat ma’nası olan bakirelerin, yüzlerini nâmahremden (yabancıdan) örtmek için çekilmiş duvak ve nikap gibidir. Tâ ki nâmahrem gözü görmeye ve eli ermeye.. Yunus Emre’nin şu beytinde söylediği çok doğrudur: “Her bir âşık bu yolda bin türlü nişan vermiş
Buzağının burnuna kirpi derisinden burunsaklık bağlarlar… Hani, anası tepsin, emzirmesin diye. İşte bu şiir de öyledir. Nâmahrem olanlar (ham ruhlular) her beytin sütünü emmek istedikçe, onlara hakiki sütünü vermez, reddeder. Bu kaside (şiir) gariplerin en garibidir. Benzeri gelmediği için de ancak Yunus Emre’ye mahsus olabilir. Allah o aziz’in sırrım takdis etsin!”
Yukarıdaki şiirin bir şerhini, Türk Edebiyatçı ve Yazar Ahmet Kabaklı (1924-2001) 23 Kasım 1975 tarihinde Tercüman gazetesinde yayınlamıştır. Kabaklının bu şerhini aşağıda ifade ediyoruz: “Şiirin tasavvufi olduğu kadar, insanlığı da anlatan sonsuz manaları, hayret verici mizahı, çarpıcı Türkçesi, bu Türkçeye verilmiş sonsuz bir ifade ve terkip gücü vardır. Gazel, Yunus divanında 13 beyit görünüyor. Fakat meşhur olanı dokuz beyittir. Nitekim Niyazi-i Mısrî de bu dokuz beyit üzerinde durmuştur. Şiirin tasavvufi manalarını anlatırken Niyazi’nin bu şerhinden istifade edeceğim. Şiirde başka değerler de bulmaya çalışacağım.
Çıkdım erik dalına, anda yedim üzümü
Bu ilk beyit, bütün şathiyenin anahtarıdır. Daha iyi anlamak şu beytini de hatırlayalım: Şeriat, tarikat yoldur varana İşte bu beyitte “erik” (sırf dışı yenildiği ve içinde kocaman bir çekirdek bulunduğu) şeriât’ı, zahiri (dış) bilgiyi temsil eder. “Üzüm” tamamı yenildiği ama yine de içinde ufacık bir yabancılık çekirdeği bulunduğu için tarikatlı, bâtıni (iç) bilgiyi anlatır. Ceviz (koz) ise, dış kabuğu atılıp özü yendiği için sırf hakikate misaldir. Burada anlatılan şey: Bir insan şeriattan giderek tarikatla veya tarikatten yürüyerek marifet ve hakikate (kolayca) ulaşamaz. Bunların her biri ayrı yollar, ayrı yöntemler ister. Şu halde, erik dalına çıkıp üzüm yemeğe kalkan kişi gülünç olur. Onunla da kalmaz, başkasının hakkına tecavüz etmiş sayılır. Nitekim “hakikat bahçesinin” sahibi olan “mürşid-i kâmil”, böyle bir kimseye kızarak, “sen ancak erik veya üzüm yemeğe ehliyetli olduğun halde benim kozumu ne hakla yiyorsun?” diye onu azarlar. Tıpkı hukuktan diploma alan birinin muayenehane açarak hasta bakmasına izin verilmeyeceği gibi.
Kerpiç koydum kazana, poyraz ile kaynattım
Bu beyitte, üşütücü, soğuk kelimeler, bir sıcaklığı, hattâ muhabbeti taklit yoluyla yapmak isteyen kişiyi yermek ve kınamak için kullanılmıştır. ’’Kerpiç” çamurdur, yenmez: yiyeni hasta da eder. “Poyraz” yemeği pişirmeye değil ancak soğutmaya, dondurmaya yarar. Böyle olduğu halde… Bir işin (tarikat ve hakikatin da) yolunu yordamını öğrenmeden kendi kendine ustalık taslamaya “ermeye” kalkan kişi, işte böyle gülünç, münasebetsiz duruma düşer. Kazana koyduğu çamuru poyraz ile kaynatarak bir şeyler yapmış görünür. “Ne o, ne pişiriyorsun?” diyene de ermiş gibi davranarak bir parça tattırır. Çünkü bir insan hüneri ne ise, ne yapabiliyorsa, karşısındakini de onunla kandırabileceğini zanneder. İnsan kendi kendisini aldatmasın bir kere… Bu beyitte, Allah’ın ilhamı, mürşidin irşadı, ustanın bilgisi olmaksızın emeksiz, gayretsiz ve çilesiz çalım satmaya kalkışan ham ruhlu kimseler taşlanmaktadır.
İplik verdim çulhaya, sarıp yumak etmemiş
Bu beyitte “Çulha-bez dokuyucu” kâmil olmadığı halde, mürşitlik peşinde koşan, kendini etrafa öyle yutturan kişinin çevreye verdiği zarar ve ümitsizlik anlatılmaktadır. Burada “iplik” olgunlaşmak üzere, mürşide, üstada gönderilen aday (talip)tir. Üstad geçinen kişi onun, dağınıklığını derleyip tek’e (vahdet) ulaştıran bir “yumak” yapacağına… Bunu kabiliyeti olmadığı için onu bol keseden “olmuş, ermiş” gibi göstermektedir. Talipleri Allah’a bağlamak (ipliği yumak yapmak) sonra “insan-ı kâmil (dokunmuş bez) haline getirmek iddiasında iken, onu boş yere oyalayan, sonra da vakti gelmeden ( becit becit) sen Tanrıya ulaştın” diyerek dervişini şımartan bir şeyhin (hocanın-ustanın) burada taşlandığı görülüyor.
Bir serçenin kanadın, kırk kağnıya yüklettim
Bu beyitte serçenin kanadı, ermiş, yücelmiş kişileri temsil eder. Kırk kağnı ise, onu anlayamayan, çekemeyen, ham ruhlu, dar görüşlü kimselerdir. Hakikat ehli, kanatlıdır, “melekût âlemine” doğru uçan kanattır. Toprakta kalıp yürümeye, gıcırdamaya mahkûm olan ise vergisiz fakat iddialı yaratıklardır. Burada “serçe kanadı” manevi değerin, cevherin sembolüdür. Bir elmas cevheri ile sözgelişi seksen kağnı yükü kereste alınabilir. O zaman da (maddî manada) kırk kağnı (veya katır) serçe kanadının bahası olan bu yükü, gerçekten çekemez.
Bir sinek, bir kartalı salladı vurdu yere
Bu beyitte, Sinek (veya arı) hiç dikkati çekmediği halde büyük olgunluk ve cevher taşıyan ermiş, olgun, Tanrı sevgilisi kişi için misâlidir. Kartal ise, yüksek mevki sahibi, çok zengin, gösterişçi, âlim geçinen, üstelik de olgun, ergin (fakir, perişan kılıklı) tarikat, hakikat ehlini hor gören kimseleri anlatır. Nitekim arı, bal yapan, kartal ise, gösterişine rağmen “leş yiyen” bir hayvandır. Sineğin, kartalı nasıl yere vurduğu sorulursa: Bir ilim ve hakikat bahsi açılmış, yapılan tartışmada o fakir kılıklı olgun ve yetkin derviş gösterişçi (kartal) zatı, yerinden kalkamayacağı bir şekilde yenmiş, bilgisizliğini ortaya koymuştur.
Bir küt ile güreştim, elsiz ayağım aldı
Bu beyit, arif ve olgun kişinin kendi nefsi ile mücadelesini ve bütün gayretine rağmen ona yenilişini ifade eder. Şehvet, para, mevki, gurur, refah gibi hırslara kaynak olan nefis, sürekli denetlemediği ve ezilmediği takdirde en kâmil insanları bile yerden yere vurabilir. “Elsiz” dediği ise, ateşten, hırstan yaratılmış şeytandır. Onlar, irade ile güreşmekte ve bazen üstün çıkmaktadırlar. Yunus onları hakkiyle başaramadığı için, yüreğinin yandığını samimiyetle söylemektedir.
Kaf dağından bir taşı şöyle attılar bana
Bütün yüce veliler gibi Yunus da, Allah’ın ilhamı ile (bazen) mânasını herkesin kolayca anlayamayacağı sözler söylemektedir. Çoğu evliya gibi, bu yüzden canı yanmış, anlayışsız kimselerin maddi, manevi taşlan, kendisine atılmış olabilir. Her çağda olduğu gibi, o zaman da, kendisini âlemin nizamını korumaya yetkili sanan ham ervahlar bulunmuş ve her düşünceyi, her hikmeti yasak etmeye çalışmışlardır İşte Yunus “Kaf Kafdağı” diye, burnu Kafdağı’nda olan bu beylik çiftlik bekçilerini alaya alıyor. Bunlar, bana da gurur dağlarından bir taş fırlattılar ama denk getiremediler. Taşları “öğlelik” (öğle güneşi savunmak altında) apaydınlık yola düştü. Neredeyse kendimi kalmadı için “sır açmaya” mecbur edeceklerdi fakat lüzum kalmadı. Yüzümün perdesi sır hicabı bozulmadı.
Balık kavağa çıkmış zift turşusun yemeğe
Beyitte vergili bir Allah yakını olmadığı halde kendisini öyle göstererek halkı aldatmaya çalışan, riyakâr ve cahil “mürşit” taslağının hali anlatılmaktadır. Balık, Allah bilgisi ve sevgisidir. Fakat onun yeri “birlik, vahdet” denizi olmak gerekirken burada “kavağa çıkmıştır.” Kavak sadece gösteriştir; boy pos demektir. Sahte mürşit (kavağa) kendini göstermeye çıkmış, orada “zift turşusu” yemektedir. Yani, hem kendine, hem de halka hoş gelmeyen, samimiyetsiz, temelsiz, basit şeyler söylemektedir… Bu adamın halini Yunus “leyleğin, koduk (sıpa) doğurmasına benzetmekledir. Tasavvuf derinliği ve zevki ancak leylek gibi meçhule sefer eden ulu kuşlara yaraşır. Oysa bu teşbihte, onun yerine bir sıpa (koduk) almaya kalmaktadır. “Bakın şunun sözüne!“ diye eğlenmektedir.
Yunus bir sor söylemiş, hiçbir söze benzemez
Bu beyit, bütün şiir için bir açıklama, ipucu vermektedir. Yunus, her sırrın, herkese açıklanamayacağını belirterek, bu şathiyedeki gibi üstü kapalı (sembolik) konuşmayı tercih ettiğini söylemektedir. Bu üslup “erenler meclisi” ne uygun düşmekte ve münafıkların şerri de böyle önlenmektedir.”
Yorum ve Eleştirilerimiz için: oryanmh@gmail.com |
Yunus Emre’de Dört Kapı |
Yayınlanma Tarihi: 02.02.2025 |