Allah ilk cismi var ettiğinde kendisine bir şekil gerekli olmuştur. Çünkü şekil cisimlerin özelliklerindendir.  Cisimde ortaya çıkan ilk şekil dairedir ve o şekillerin en üstünüdür. Çünkü daire bütün şekilleri içerir. Daire şekiller arasında, harfler arasındaki elif harfi gibidir. Yani bütün şekiller daireden elde edilebilir. Bir daire içine, köşeleri  dairenin çevresi üzerinde olacak şekilde her türlü şekil çizilebilir. Ama tersi doğru değildir. Her şekil içine bir daire çizilebilir diyemeyiz.

 

Varlığın Dairesel Modeli

 

Tasavvufta varlığın dairesel bir yapıya sahip olduğu ifade edilmektedir. Bu yapıyı İbn Arabî  Hazretleri Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında (Cilt 12, s.320) aşağıdaki şekilde göstermektedir.

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

 

İbn Arabî Hazretlerine göre, dairenin merkezinde Hakk vardır. Yani merkez noktada bütün alemlerin Rabbi vardır. Dairenin çevresinin dışında ise imkansız olan Yokluk vardır. Dairenin merkezi ile dairenin çevresinin dışında kalan yokluk arasında bütün mümkünler vardır. Yani bütün alemlerin varlıkları daire merkezi ile daire dışındaki yokluk arasındadır. Dairenin yarıçapı Allah Teâlâ’nın yaratmasının genişliğidir. Geometrik olarak daireyi tanımlayan onun merkez noktasıdır. Dolayısıyla daire bir noktayla ortaya çıkmıştır. Bunun anlamı ise bütün mümkünlerin Hakk sebebi ile ortaya çıktıklarıdır.

Nokta çevrenin varlık sebebiyken, çevre noktanın bilinme sebebidir. Çünkü bir dairenin oluşması için önce onun merkez noktasının bilinmesi gerekir. Dairenin çevresi bilinirse dairenin merkezi de bilinmiş olur. Bu geometrik olarak kolaylıkla bulunabilir. Dairenin iki kirişinin orta dikmelerinin kesim noktası merkezi verir.

Bu yapıda bir dualite mevcuttur. Şöyle ki, nokta çevrenin varlık sebebiyken, çevre noktanın bilinme sebebidir. Buna göre nokta Hak ve halk, çevrede Hak ve halktır. Çünkü, nokta ve çevre  birbirleriyle karşılıklı olarak ilişkilidir.

Tasavvuf açısından, dairenin çevresi bilgi bakımından noktayı korurken, nokta (merkez) varlık bakımından çevreyi korur. Bunların hepsi görülen ve görendir. İnsan indirilmiş zikirdir. Öyleyse korunan sensin. Zikir ancak seninle indi. Öyleyse koruyanda sensin. Bu dualite şu ayette dile getirilmiştir: ‘Şahid ve meşhuddur’ (Buruc suresi, ayet 3).

Dairelerin sayısı ne kadar çok olursa olsun, bir daire ortaya çıktığında, daireleri ortaya çıkaran ilk daire, ortaya çıkan dairede bilinmeden ve idrak edilmeden gizli bir şekilde kalır. Çünkü kendisinden uzak veya yakın olsun. Her daire onun suretindedir. Sonradan ortaya çıkan dairelerin sayısı cinslerin hazinelerinin sayısı kadardır.  Her daire hakkında ‘gördün – görmedin’ hükmü vardır. İşte bu şehadet içinde gaybdır. Yani her eşya varlığı boyunca bir dairesel hareket yapar. Varlığı boyunca eşyanın bir görünen zahiri tarafı, bir de görülmeyen batını tarafı vardır.

Varlığın dairesel modelinden şunları söyleyebiliriz: Bu modelde, başlangıç ile son birbiri ile bağlanmıştır. Başlangıç ile son arasında bağlayıcı bir sebep ve geçerli – tutucu bir bağ olmasaydı  daire tamamlanmazdı. Başlangıç ve son arasındaki  bu bağ ile, birisi diğeri vasıtasıyla bilinmiş  ve son başlangıcın hükmüne göre sabit denilmiştir. Buna göre son başlangıcın aynısıdır. Bu zorunlu ve doğru bir hükümdür.

İnsan türeyen cinslerin içinde en sonuncusudur. Bu itibarla, yukarıdaki daire modeline göre insan, aklın benzeridir ve ona bağlanmıştır. Çünkü dairenin başlangıcı İlk Aklın var olmasıdır. Bir rivayette, ilk aklın Allah’ın  yarattığı ilk şey olduğu bildirilmiştir. Şu halde ilk akıl ilk cinstir ve cinslerin yaratılması insan türünde sona ermiştir. Böylece daire tamamlanmış ve dairenin sonu başına bitişip daire meydana geldiği gibi, insan da ilk akılla bitişmiştir. Söz konusu dairenin iki ucu arasında ise Allah’ın yaratmış olduğu alemin bütün cinsleri bulunur. Bu iki uç aynı zamanda kalem olan ilk akıl ve son varlık olan insandır.

Bir şey için doğruluk, vaad edildiği sebebin dışına çıkmamak demektir. Hakk’ın yolunun doğruluğu ise daireseldir. Dairesel doğruluk, tam bir daire olmak demektir. 

 

 

Felekler

 

Cismin kabul ettiği ilk şekil dairedir. Bu şekile felek denmiştir. Felek daire demektir. Feleklerin hareketinden cisimler alemi ortaya çıkmıştır. Yıldızların feleklerde hareketleri vesilesiyle alemdeki rızıkların yaratılması için rükünlere (temel unsurlara) tesirler ve yağmurlar oluşur. Çünkü Arapçada sema (gök) aynı zamanda yağmur anlamına gelir.

Cisimler aleminde meyilsiz çizgi, yalnız varsayımsal olarak ve vehimde bulunabilir. Fiilen meyilsiz olmayan, yani doğrusal olan bir çizgi yoktur. Buna göre cisimler varlıkta hiçbir zaman doğrusal hareket etmezler, onlar daima dairesel bir hareket yaparlar.

İnsanların Kabe’yi tavaf etmeleri dairesel bir harekettir. Bu dairesel hareketteki hikmet, tavafın felekler makamından olmasıdır. Tavafta Kabe etrafında 7 defa dönülür. Felekler de yedi kat göklerden ibarettir. Kabe etrafında 7 defa dönmekle, yedi felek meydana gelir. Böylece insan yedi gökten ibaret olan felekler makamına yükselmiş olur. Bunun nedeni, Kabe etrafındaki dönüşün, feleğe özgü dairesel bir şekle sahip olmasıdır.

İlk cisim olan tümel cisim dairesel bir surette ortaya çıkmıştır. Çünkü Allah Teâlâ onunla boşluğu doldurmak istemiştir. Boşluğun her yerinin dolması ancak dairesel hareketlerle mümkündür. Bunun böyle olmasının nedeni de, eşyanın Allah’tan çıkıp tekrar Allah’a dönmesini temin etmektir. Çünkü bir varlığın Allah’tan çıktığı yoldan tekrar O’na dönmesi mümkün değildir. Bunu anlamak bugünkü fizik bilgileriyle mümkündür. Eğer cisim doğrusal bir hareketle Hak’tan çıksaydı, tekrar O’na geri dönmesi için ters yönde bir kuvvetin cisme etki etmesi gerekirdi. Halbuki dairesel harekette, cisme daima etki eden merkezcil kuvvet sayesinde başlangıç noktasına dönebilir. Bu merkezcil kuvvet, eşyanın yaratılması anından itibaren kendisini varlık aleminde ayakta tutan varlık tecellisidir. Aynı zamanda, kendisine yönelen her şeye  Allah’ın Rahmetinin ulaşmasıdır.

Hakkın bütün yaratılmışlara nispeti de (bağı da) aynı nispettir. Burada asla bir başkalaşma söz konusu değildir. Bütün eşya, çevrenin parçalarının merkez noktaya bakması gibi, Hakk’a bakar ve kendilerine verdiği şeyi alır.

Felekler etkin, unsurlar ise zuhur ve tekvinin (yaratılışın) gerçekleştiği yerdir. Bu itibarla felekler kendilerinde ortaya çıkan türeyenlerin anneleridir. Felek dairesel hareketten başka bir şekilde hareket etseydi, onun hareketiyle boşluk dolmaz, pek çok tabii mekan boşlukta kalırdı. Böyle bir hareketten de iş tamamlanmazdı. Tabii mekanların hareketle dolmasının eksik kaldığı ölçüde işin kendisi de eksik kalırdı. Bu ise Allah’ın dilemesine ve sebepleri koymasındaki hikmet ile uyuşmazdı.

Alemde devirler ve dönmeler olsa bile, alemde tekrar yoktur. Bütün bunlar yönelme ve gitmekten ibarettir. Geriye dönüş yoktur. Bu yaratılışın zenginliğindendir.

Allah insan sayesinde gökleri yok olmaktan korur. Bu nedenle insan evrenin direğidir. İnsan sureti yok olup, yeryüzünde nefes alan bir insan kalmadığında gök parçalanır ve bu şekilde yok olur. Aynı şekilde insanın yok olmasıyla dünya da yok olur. İşte kıyamet budur. Bu ifadelerden şunu anlıyoruz ki, Allah’ın alemdeki gerçek maksadı, gerçek halifesi ve ilahi isimlerinin ortaya çıkma mahalli insandır. Bu nedenle insan, alemin bütün hakikatlerini kendinde toplar.

 

 

Hareket ve Durağanlık

 

Tasavvufa göre hareketler, intikallerin ve yer değiştirmelerin  kendilerinde  meydana geldiği anlamlar ve sebeplerdir. Tasavvufa göre hareketler nispetlerdir. Bu nispetler, kendisine mensup olduğu şeye göre hükümler verirler.

Durağanlık hareketin yokluğu, yokluk ise onların aslıdır. Durağanlık asıl üzere kalmak yani sabit olmak demektir. Bu ise mutlak anlamdan hareket etmeyen varlıkların yokluğa geri gidecekleri anlamına gelir. Yani mutlak anlamda hareket etmeyen bir varlık yok olur. Bu nedenle evrende her cisim hareket halindedir. Bu hareketlilik hem mikro düzeyde hem de makro düzeyde gözlemlenmektedir. CERN deki deneylerde iki proton çarpıştırıldığında bu iki tanecikten enerji oluştuğu ve bu enerjiden başka taneciklerin ortaya çıkmasını bu bağlamda şöyle anlayabiliriz. Çarpışan protonlar tamamen merkezcil bir çarpışma yaptıklarında kütle ve hızları aynı olduğunda durma noktasına gelirler. Böylece yok olurlar. Bu anda  Allah Teâlâ, kendi irade ve kudretine göre yeni tanecikler yaratır.

Gerek mikro alemde ve gerekse makro alemde cisimlerin hareketleri lokal olarak eğriseldir. Ancak her eğrisel yörünge üzerindeki ufak bir parça bir dairesel hareketin parçasıdır. Dolayısyla aslında cisimler anlık olarak daima bir dairesel hareketin içindedirler. Yani eğrisel yörüngeler aslında birçok dairesel yörünge parçalarının bir kombinasyonudur. Cisim, insanlara doğrusal hareket ettiği algısını verse bile bu hareket aslında evrenin tümüne göre daireseldir. Örneğin dünya üzerinde hareketsiz gibi algılanan bir cisim,  dünyanın eğrisel bir yörünge çizerek hareket etmesi nedeniyle, evren içinde eğrisel bir yörünge üzerinde hareket etmiş olur. Cisimler  evrende eğrisel  yörüngeler çizerken, aynı zamanda kendi eksenleri etrafındaki hareketleri nedeniyle de bir dairesel hareket yapmış olurlar. Dolayısıyla cisimlerin daima dairesel bir yörüngede hareket ettiklerini söylemek yanlış olmaz. ‘…onların her biri kendi yörüngesinde yüzerler.’ (Yasin suresi, ayet 40)  ayeti bu anlamdadır. Burada yörünge kelimesi felek kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Bu ayette yüzme kelimesinin kullanılması, evrenin içinde boşluğun her yerini doldurmuş bir maddenin varlığını gerektirir. Çünkü yüzme fiili boşlukta olmaz, ancak bir ortamda olur.

Hareketin büyük bir otoritesi vardır. Hareketin hükmü cisimlerde ve onların ayrılmaz özelliklerinde görülürler. Ayrıca anlamlarda ve tanımı bilinmeyen şeylerde ise akledilir olarak bulunur. Buna göre hareket varlıklarda tam olarak yayılmıştır. Allah’ın dışındaki her şeyde, hareketin ilk hükmü, sabit hakikatin ilahi ilimden dışa çıkması ve yokluk halinden varlık haline geçmesidir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Alem ilahi bir hareketle var edilmiştir. Bu hareket, açılış esnasındaki anahtarın hareketidir ki bu da dairesel bir harekettir.

Herhangi bir varlığın istikrarda olması mümkün değildir. Yani varlıklar sabit ve değişmez bir durumda kalamazlar. Çünkü istikrar durağanlık, yani hareketsizlik demektir. Halbuki bütün varlıklar sürekli olarak bir durumdan başka bir duruma intikal etmektedir.

Tasavvufa göre hareket, ilahi emirle bir takım sırları ortaya çıkarmak için doğal-ihtiyari harekettir. İlahi  emir oluş alemine yönelir ve hareket ettirir. Örneğin elektronların  çekirdek etrafındaki dairesel   hareketlerinin nedeni atomu oluşturmaktır. Ayrıca çekirdekteki yüksek enerjinin dışarı çıkmasını engellemektir. Dünyanın gerek kendi ekseni etrafında ve gerekse yörüngesindeki hareketi, mevsimlerin oluşması, gece ile gündüzün meydana gelmesi gibi olguların temin edilmesi nedeniyledir. Havanın ağaç dallarını hareket ettirmesindeki amaç, atmosferde meydana gelen bozuk buharları ortadan kaldırmaktır. Bunun da amacı, alemde hastalıklara yol açacak durumları engellemektir. Yani rüzgar havayı pisliklerden arındırır ve havayı temizler. Öyleyse rüzgar, neticesinde etkin olan  bir sebep değil, amaçlanan bir sebeptir. Etki, sebepleri koyan ve Allah’ı bilmede yaratıklar arasındaki üstünlük ortaya çıksın ve Allah’a şirk koşanın O’nu Birleyenden ayrışsın diye, onları kendisini örten perde haline getirene yani Allah Teâlâ’ya aittir.

 

Sonuç

 

Evrende gerek mikro ve gerekse  makro düzey de gözlemlediğimiz cisimlerin birer eğrisel yörünge üzerinde hareket ettikleri saptanmıştır. Cisimlerin bu şekilde eğrisel bir yörünge izlemeleri onların varlık olma özelliğinin bir sonucudur. Bu da, varlığın tasavvuftaki dairesel yapısı ile ilgili tasavvurun gerçekçi olduğunu göstermektedir. Cisimlerin eğrisel yörüngelerde hareket etmeleri, onların sahip oldukları sırların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu nedenle evrende hareketsizlik söz konusu olamaz. Çünkü her varlık bir hikmet ve sebep ile bu alemde var edilmiştir. Yaratılışta hiçbir şey tesadüfi ve sebepsiz değildir. Bu  nedenle, varlığının işlevi sona eren  cisimler hareketlerini kaybederek yokluğa yani kendi sabitliklerine tekrar geri dönerler.

Bu hikmetlerde, bugünkü müspet bilimciler için birçok düşündürücü  hususlar vardır. Onların bilimsel çalışmalarını sürdürürken islam tasavvufunun görüşlerini de dikkate almalarını tavsiye ederiz. Çünkü tasavvuftaki keşif yoluyla elde edilen bilgilerin, evrendeki birçok olayın anlaşılmasında yardımcı olacağını düşünüyoruz.

 

Makalenin hazırlanmasında faydalanılan eserler:

‘Ariflerin Halleri’, İmâm-ı Rabbânî, Sufi Kitap, İstanbul, 2010

‘Fütûhât-ı Mekkiyye’, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2010

‘İlahi Nefhalar’, Sadreddin Konevî, İz Yayıncılık, İstanbul,2004

‘Rabbanî İlhamlar’, İmam-ı Rabbanî, Sufi Kitap, İstanbul, 2011

‘Sadreddin Konevi’de Bilgi ve Varlık’, Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, İstanbul,2005

‘Varlık Ağacı’, İbn Arabî, İz Yayıncılık, İstanbul, 2010

‘Yazışmalar’, Sadreddin Konevî,İz Yayıncılık, İstanbul, 2007

 

Yorum ve eleştiriler için : yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Anasayfa      Makaleler

 

 

Oval:

                 Hak

 

Mümkünler

Yokluk

Varlığın  Tasavvuftaki  Dairesel  Yapısı

Yayımlama  Tarihi: 16.10.2015