Aile toplumumuzda, yapısal olarak dayanışma ve istişarenin, sevgi ve saygının, kültür ve inancın yaşayarak öğrenildiği kadim bir mektep, mikro bir devlet ve kutsal bir kurumdur. Bu nedenle aile bireylerin yetişmesinde, toplumların ve devletlerin yaşamında özel bir konuma sahiptir. Aile ahlakı medeniyetlerin ortaya çıkmasında en önemli etkendir. Ailenin ve ahlakının böyle önemli konumuna rağmen siyasi, ideolojik ve küresel nedenlerle aile kurumu günümüzde çok ciddi bir şekilde yıpranmalara maruz kalmıştır. Özellikle 19. yüzyıldan itibaren dünyada yaşanan gelişmeler, batının kültür değerleri ile bütünleşerek emperyalist bir tahakküme dönüşmüştür. Kapitalist sistemin pazar anlayışı ile aileler ve bütün insanlık alemi bir ahlaki buhran ile karşı karşıya kalmıştır. Bunun sonunda bireysel, toplumsal ve medeni yaşamda, temel değerlerin göz ardı edildiği yeni bir aile anlayışı ortaya çıkmasına neden olunmuştur. Aile kavramı zaman içinde faizci, kapitalist, emperyalist anlayışın bir ürünü olarak kutsal bir kurum olmaktan çok, çıkar birlikteliğinin temel alındığı bir yapıya dönüşmektedir. Aile içindeki kadın ve erkeğin rol ve görevlerinde, toplumsal ve kültürel yapıyı bozucu değişimleri yaşamaktayız. Kadın çalışma alanına hunharca itilmiştir. Erkek ise aile meşguliyetinden farklı gündemlere çekilmiştir. Bunun sonunda aile içindeki geleneksel dengeler alt üst olmuş ve aile bireyleri arasındaki bağlar zayıflamıştır. Aile yapısında günümüzde yaşanan bozulmanın en önemli nedenleri, insanların yaşam felsefelerinin değişimi ve aile kurumundan beklentilerinin önemli ölçüde değişikliğe uğramasıdır. Bunun nedeni modernizmin dayattığı ilkelerdir. Bireyler modernizmin getirdiği yaşam anlayışını benimsemişler ve böylece kendilerinden başkasını önemsemeyen, başkaları için fedakarlık yapmayan ve kendi özgür yaşamını amaç edinen kişilere dönüşmüşlerdir. Bu da insanlar için, “eş”,”anne”, “baba” yani “aile” olmanın anlamlarını yitirmesine neden olmuştur. Yaşam felsefesindeki bu değişiklikler, evlilik ile ilgili beklentileri de farklılaştırmış ve bu da aile kurumunun bozulmasına neden olmuştur. Moderniteden önceki dönemde evlilik, çok güçlü sosyal ve kültürel bir bağlılığı ifade ederken, günümüzde bu değerler zayıflamıştır. Son iki asır boyunca, gelenek ile modernite arasındaki çatışma, geleneksel yapılara büyük hasar vermiştir. Çünkü özellikle küresel sömürü sistemi, arzu ettiği yeni insan ve yaşam modeli karşısında duran her türlü yapıyı itibarsızlaştırmaya çalışmaktadır. Geleneksel yapılar bir çeşit gericilik olarak vasıflanmakta ve bu yapıların uygar ve çağdaş olmadığı vurgulanmaktadır. Bunun da delili olarak batının maddi zenginliği öne sürülmektedir. Bu delile inananlar, emperyalist kapitalizmin ön gördüğü modern hayatı benimsemekte ve böylece medeni ve ilerici olduklarını zannetmektedirler. Oysa sonuçta kapitalist düzenin bir sömürü objesi olmaktan kurtulamamaktadırlar. Bugün karşımızda ahlaki olan her şeyin kaybolduğu, ahlaka dair olanın tahrip edildiği ve ahlaklı bireyin ve dolayısıyla ahlaklı ailenin yok edilmeye çalışıldığı bir dünya durmaktadır. Çünkü modern hayat tarzı, ahlaki değerlerin altını oyarak yok etmekte, erdemli bir hayat sürmeye çalışan insanların ahlaki değerlerden uzaklaşmalarına neden olmaktadır. Modernizmin insan hayatına pek çok kolaylıklar geçirdiği inkar edilemez. Ancak bununla birlikte birçok olumsuz gelişmelere de sebep olmaktadır. Örneğin insan ve kutsal değerler arasındaki bağ kopartılmış veya zayıflatılmıştır. İnsanın manevi değerlere yabancılaşmasına neden olmuştur. İnsan çevresinde yalnızlaşmıştır. Bunun sonunda insanlar ticaret ve tüketim metaı haline getirilmiş, fuhuş ticareti artmış, alkol ve uyuşturucu bağımlılığı çoğalmıştır. İnsanlar arasındaki ilişkilerde çıkarcılık egemen olmuş, ırkçılık hortlamış, insanlar birbirlerini dışlayıp düşmanlaşmış, savaş ve terörün tahribatı korkunç boyutlara ulaşmıştır. Modernizm insanın manevi tarafının olduğunu unutturmuştur. İnsana hayatın amacının yalnız madde ve maddi zevkler olduğu empoze edilmiştir. İnsanlar ahiret ve hesap günü gibi düşüncelerden uzaklaştırılarak, madde ve akıl ilahlaştırılmıştır. Bunun sonunda insanlar Tanrıyı dünyevileştirmiş ve kendilerini bir bakıma Tanrı yerine koymaya başlamışlardır. Böylece bütün kutsal denilen şeyler yok edilmeye çalışılmıştır. Modern dünyada ahlak anlayışı sekülerleşmiştir, yani din insan hayatından dışarıya itilmiş ve dinin günlük hayattaki etkisi kaybolmuştur. Seküler ahlak sistemini benimseyen modern insan, her şeyin ölçüsünün kendisi olduğuna inanan, her şeyi elde etme güdüsünün temelini oluşturan güçlü bir egoya sahip, hedonist, makyavelist ve Tanrıya ihtiyaç duymayan bireyler haline gelmiştir. Bütün bunlara rağmen seküler ve modern yaşamı benimseyen insanların kalpleri tatmin olmamaktadır. Çünkü “Kalpler ancak Allah'ı zikretmekle mutmain olur” (Rad, 13/28). Dolayısıyla Allah'ı terk eden kalpte, her zaman tatminsizlik ve doyumsuzluk hakimdir. Modern ve seküler insan tatmin olmak için daha fazla madde peşine düşer, fakat daha fazla madde elde ettikçe tatminsizliği daha çok artar. Bu durum şu hadiste çok güzel anlatılmaktadır: “Dünya malı tuzlu su gibidir, ondan içen insanın susuzluğu artar”.
İslam Ahlakında Aile Aile bir erkek ve bir kadının bir araya gelmesinden oluşan bir sosyal kurumdur. Peygamberimiz (sav)’in bir hadisinde “Aileyi oluşturan erkek ve kadın bir bütünün iki eşit yarısıdır” olarak belirtilmiştir. Dolayısıyla erkek ve kadının biyolojik açıdan farklı özelliklere sahip olması, iki cinsten birinin diğerine üstün olduğu anlamına gelmez. İslam'da tek üstünlük ölçütü takvadır (Hucurat, 49/13). Kur'an-ı Kerim'de, aileyi oluşturan erkek ve kadının birbirlerinde huzur bulması için yaratıldığı ve kalplerine eşlerine karşı sevgi ve rahmet yerleştirildiği belirtilmiştir (Rum, 30/21). İslam'da evlilik teşvik edilmiştir (Nur, 24/32). Ancak kadın ile erkeğin birlikteliği aile kurumunun oluşumu için her zaman yeterli değildir. Bu birlikteliği aile haline getiren unsur nikahtır. Aile oluşumu ve devamı için karşılıklı sevgi ve saygı ortamının olması çok önemlidir. Çünkü sevgi ve saygının olmadığı ortamlarda ailenin varlığını koruyabilmesi mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'de aile bağları ile ilgili anahtar kavramlar sevgi, merhamet ve huzurdur (Rum, 30/21). Aralarında sevgi ve merhametin olmadığı bireylerden oluşan aile içinde hiçbir zaman huzur olmayacaktır. Bu huzursuz aileler hem yakın çevrelerinde ve hem de toplumda bir sorun kaynağı olacaktır. Bunun böyle olduğunu toplumumuzda her zaman gözlemlemekteyiz. Boşanmaların artması, aile içi şiddetin ve hatta cinayetlerin artması bu sevgi ve merhametsizliğin bir sonucudur. Aile içinde erkeklerin hanımlarıyla güzel geçirmeleri konusunda özellikle uyarılmaktadırlar (Nisa, 4/19). Bu geçinmede dinin meşru gördüğü, akl-ı selimin onayladığı ve Müslüman toplumunun benimsediği davranış tarzları esastır. İslam ahlakında birlikte karar verme anlamındaki istişare/danışma da temel bir davranış ilkesidir (Şûrâ, 42/38). Bu açıdan aileyi ilgilendiren her konuda eşlerin karar verme sürecine katılmaları gereklidir. Bu konuda Peygamberimiz (sav)’in şu hadisleri çok önemlidir: “En hayırlınız hanımlarına karşı en hayırlı olanınızdır”, “Hanımlarınız konusunda Allah'tan korkun. Çünkü siz onları Allah'ın emaneti olarak aldınız”. Fakat günümüzde bu ahlaki değerlere uymayan birçok olaylara şahit oluyoruz. İnsanlarımız seküler yaşam tarzını benimsediklerinden, İslam'ın bu uyarılarını göz ardı etmekte ve sonuçta aile içi yıkımlara uğranılmaktadır. Aile içi geçimsizlik ve şiddetin asıl nedeni buradadır. Eşler arasındaki ilişkinin ahlaki niteliği hem çocukların şahsiyetlerinin şekillenmesinde hem de toplumun sağlıklı bir şekilde oluşmasında birinci derecede etkendir. Eşlerin birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Bu husus şu ayette ifade edilmektedir: “Erkeklerin kadınlar üzerinde hakları olduğu gibi kadınlara da erkekler üzerinde hakları vardır” (Bakara, 2/228). Eşler arasındaki insani ilişkilerde göz önünde tutulması gereken ilke Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilmiştir: “Mümin erkeklerle mümin kadınlar birbirlerinin dostlarıdır. Onlar iyiliği emrederler, kötülükten alıkoyarlar, namaz kılarlar, zekat verirler. Allah ve Resulüne itaat ederler. İşte onlara Allah rahmet edecektir” (Tevbe, 9/71). Aile içindeki hak ve sorumluluklar eşler tarafından maruf bir ölçü ile paylaşılmalıdır. Eşler arasındaki ilişkilere “öfke” kontrolü tavsiye edilmektedir (Ali İmran, 3/134). Aile içi problemlerin çözümünde karşılıklı olarak konuşup anlaşma yolu tavsiye edilmiştir (Nisa, 4/34,128). Konuşurken güzel, doğru, tatlı, gönül alıcı ve yumuşak olmak İslam ahlakının ilkeleridir. Bu ilkeleri en güzel anlatan Peygamberimizin hayatıdır. Hz. Peygamber (sav) kimseye karşı şiddet dilini kullanmamıştır. Bu bağlamda eşlerini döven erkeklere: “Gece birlikte olduğunuz hanımlarınızı nasıl döversiniz?” diyerek kınamıştır. Kur'an-ı Kerim'de eşler arasındaki sorunların ailenin birliğini tehdit etmesi halinde, her iki eşin ailesinden güvenilir kimselerin hakemliğine başvurulması tavsiye edilmiştir (Nisa, 4/35). Hakemlik yapan kişilerin de adaletle davranmaları istenmiştir. Bunlar aile birliğinin hemen yıkılmaması ve sorunların giderilmesi için bütün imkanların kullanılmasının istenmesidir. Çocuklar Yüce Allah'ın anne ve babaya bağışladığı birer hediyedir (Şûrâ, 42/49,50). İslam ahlakına göre dünyaya gelen her çocuk temiz bir yaratılış üzerindedir. Sonra anne ve babası onu kendi inanç ve kültürüne göre yetiştirir. Çocuklarını İslam inancına uygun olarak yetiştirmeyen aileler büyük bir günah işlemektedirler. Çünkü İslam’ı bilmeyen ve onu yaşamayanlar hem dünyada hem de ahirette hüsranda olacaklardır. Çocuğun kız veya erkek oluşu arasında bir ayırım yapılmamalıdır. Kız ve erkek çocuklar arasında ayrım yapmak bir kültürel problemdir. İslam bu konuyu onaylamaz. Bu durum Kur'an-ı Kerim'de şöyle ifade edilmektedir: “Onlardan birisi bir kızı olduğu müjdelendiğinde içi gamla dolarak yüzü simsiyah kesilir. Kendisine verilen kötü müjde yüzünden halktan gizlenmeye çalışır. Onu utana utana tutsun mu yoksa toprağa mı gömsün? Ne kötü hükmediyorlar” (Nahl, 16/58,59). Bu durum İslamiyet’ten önceki Arap toplumlarındaki kültürel yanlışlığı anlatmaktadır. İslam geldikten sonra bu yanlış düşünceleri ortadan kaldırmış ve doğru olan ilkeleri insanlara kabul ettirmiştir. Bununla beraber toplumumuzda bazı kesimlerde hala erkek ve kız çocukların aralarında farklılık olması, özellikle miras konusunda erkek ve kız çocuklar arasında farklı düşünülmesi İslam'a tamamen aykırı olup Müslümanların bu türlü hususlarda dikkatli olmaları gerekmektedir. İnsanın yeryüzündeki varlığının sebebi olan anne ve babanın katlandıkları fedakarlıklar olmasa, çocuğun hayatta kalmasını düşünmek zorlaşır. Çocuğun yetişmesi, iyi bir eğitim ve terbiye alması için anne ve babanın gayretleri ve katkıları başka hiç bir şeyle karşılaştırılamaz. Bu nedenle bireyin anne ve babasına karşı olan görev ve sorumlulukları Kur'an-ı Kerim'de son derece açık bir şekilde dile getirilmiştir (İsra, 17/23,24). Anne ve babadan sonra insana en yakın olan kişiler kardeşlerdir. Aile içinde yetişen, anne ve babanın sevgi ve şefkatini gören kardeşler arasında kuvvetli bir duygusal yakınlık vardır. Bu nedenle İslam dini kardeşler arasındaki ilişkinin kesilmemesini emreder. Kur'an-ı Kerim'de anne ve babaya iyilikten sonra akrabalara iyilik zikredilmektedir (Nisa, 4/36). Kur'an-ı Kerim'de Nisa suresi 34. ayette ifade edildiği üzere, aile içinde erkek kadın üzerinde kavvam olarak tanımlanmıştır. Bu tanımın anlamı erkeğin ailede kadın üzerinde koruyucu ve yönetici olmasıdır. Aile de bir topluluktur. Bu topluluğun da bir yöneticisi olmalıdır. Bu yöneticinin erkek olduğunu Hakk Teâlâ bu ayetle bildirmektedir. Bu aslında yaratılıştan gelen bir özelliktir. Çünkü erkekler kadınlara göre daha soğukkanlı ve daha güçlüdürler. Kadınlar kararlarında daha duygusal davranırlar. Bu nedenle ailede sorumluluk erkeğe verilmiştir. Erkeğin yönetici olmasının nedeni ayetin devamında şöyle açıklanmaktadır: “Bu da Allah'ın kimini kimine üstün kılması ve bir de erkeklerin mallardan sarf etmeleri sebebiyledir”. Buradaki üstünlük Allah katındaki üstünlük değildir. Çünkü Hucurat suresinin 13. ayetinde “Allah katında üstünlük ancak takva iledir” buyurulmaktadır. Yukarıdaki ayette geçen üstünlük ise erkeklerin aileden, karısından, çocuklarından ve onların geçimlerinden ve korunmasından sorumlu olması nedeniyledir. Erkek daha güçlü ve dirayetli olarak yaratılmıştır. Bu nedenle ailede otorite erkeğin elinde olmalıdır. Fakat bu erkeğin kadına tahakküm etmesi anlamına gelmez. Erkek aile üyelerine sevgi, saygı ve merhametle davranmak zorundadır. Yanlış davranışta bulunanları düzeltmek ve onlara doğru yolu göstermekle görevlidir. Erkek bu işlerinde İslam'ın emir ve yasaklarıyla hareket etmek zorundadır. İşte bu durum, İslam'ın aileye önemli bir bakış açısıdır. Bu görüşe itiraz edenler ve kadın da erkeği yönetebilir diyenler yanılmaktadırlar. Çünkü dünya hayatı birçok acımasız darbelerin insanların başına iş açtığı olaylarla doludur. Aile dış dünyadan birçok olumsuz ve tehlikeli etkilere maruzdur. Bunlara karşı ailenin dayanması ve güçlü olabilmesi için onun korunabilmesi gerekir. Bu da ancak güçlü ve soğukkanlı olan insanların yapabileceği bir iştir. Kadının duygusal ve narin yapısı buna manidir. Bütün bunlar kadının değerini küçültmez. Kadının da erkeğe üstün olan birçok vasıfları vardır. Kadın aile içinde kocasına meşru işlerde itaat etmesi görevidir. Bu itaat onun değerini azaltmaz. Bir hadisinde Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Bir kadın kocası kendisinden razı olarak vefat ederse cennetliktir”. Bu konuda şeytana uyarak aceleci bir hüküm vermeden önce İslam'ın açıklamalarının hepsinin birden göz önüne alınması gereklidir. O zaman Allah Teâlâ'nın bu emrinin ne kadar yerinde olduğu açıkça anlaşılır. Aile Ahlakının Yozlaşması Toplumumuzdaki ahlaki çöküntü maalesef her bakımdan zirveye tırmanmaktadır. Bu ortamda aile kurumu da çatırdamaya başlamıştır. Bu nedenle boşanmalar artmıştır. Ahlaki yozlaşmanın artması sonucu edep, haya, ar ve namus çok hasar görmüştür. Nikahsız birliktelikler ve zina suç olmaktan çıkarılmıştır. Aileyi yıkan yasalar ve projeler hayata geçirilmiş, aile içi şiddet olayları artmıştır. Bunun sonunda dramatik olaylar meydana gelmiş ve sonu ölüme giden şiddet olayları çoğalmıştır. Giyim, kuşam berbat bir hal almıştır. Kadınların çıplaklığı medeniyet, ilericilik ve özgürlük olarak insanlarımıza empoze edilmiştir. Kadının tesettürsüz oluşu aile hayatının mahremiyetine gölge düşürmüştür. Oysa yakın tarihlere kadar bu bozulmalar çok azdı. Kadınlarımız, hanımlarımız ve bacılarımız bir saç telini bile kimseye göstermezdi. Vücut hatlarını belli eden elbiseler giymezlerdi. Böylece kadının mahremiyeti ailenin mahremiyetini temin ediyordu. Ancak bugün kadının kişisel mahremiyeti İslami ölçülere göre korunmadığından, aile mahremiyeti de bozulmaktadır. Aile ahlakının yozlaşmasını tetikleyen birçok faktör vardır. Bunlar içeriden ve dışarıdan bilinçli ve planlı bir şekilde desteklenmektedir. Asıl amaçları toplumu ayakta tutan aileyi bitirmek ve bu müesseseyi ortadan kaldırmaktır. Aile ahlakı ortadan kalkarsa ülkemizde çocukların İslami eğitimle yetiştirilmeleri mümkün olmayacaktır. Emperyalistlerin istedikleri de budur. Bu amaçlarını gerçekleştirmek için televizyon ve internette birçok müstehcen ve sapık davranışları içeren film ve videolar yayınlanmaktadır. Bu yayınların etkisiyle toplumumuzdaki aile hayatı İslami ilkeleri terk etmeye zorlanmıştır. İstenilen şey ailedeki ahlak ilkelerinin İslamiyet'e uymaması ve seküler/dünyevi ahlak ilkelerinin benimsenmesidir.
Aile Hayatında İslami İlkeler Terkedilmiştir İslam aile hayatını düzenleyen birçok kurallar koymuştur. Şeriatın bu emirleri aile hayatının sağlıklı, güvenilir bir şekilde devamı için gerekli olan en önemli hususlardır. Çünkü insanı yaratan Allah Teâlâ onu en iyi tanıyandır. Onun dünya ve ahiret mutluluğu için neyin gerekli olduğunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle şeriatın emirleri insanlar için en önemli yol göstericidir. Ancak bu kurallar uygar olmak, çağa uymak adı altında terk edilmektedir. Tamamen batı kültürünün etkisi ile oluşan bu görüşler maalesef toplumumuzdaki bireyleri İslam dışı hayat sürmeye itmiştir. Bunun sonunda da aile hayatını ayakta tutan dinamikler yozlaşmaya başlamıştır. Bu yozlaşmaların bazılarını aşağıda ele alıyoruz. 1) Aile mahremiyeti terk edilmiştir. İslam'ın aile anlayışında aile mahremiyeti çok önemlidir. Çünkü aile içinde olup bitenler yalnız ve yalnız orada yaşayan insanları ilgilendirir. Başkalarının bunları bilmeleri ailedeki birliği bozar. Aile içindeki problemleri başkalarının bilmemesi gerekir. Fakat bugün görüyoruz ki eşler birbirleri aleyhine sosyal medyada veya arkadaş çevrelerinde konuşmaktadırlar. Bu dedikodular yayılmakta, böylece aile fertleri arasında düşmanlıklar ortaya çıkmaktadır. Bu düşmanlıklar da ailenin temelini sarsmakta, sonuçta ayrılıklar ve şiddet ortaya çıkmaktadır. Her ailede problemler olabilir. Fakat bu problemler aile içinde veya yakın akraba çevresinde halledilmelidir. Bir atasözümüz bu durumu çok iyi anlatmaktadır: “Kol kırılır, yen içinde kalır”. Bu nedenle aile içi problemlerin dışarıya yansıtılmaması gerekir. Bununla ilgili Kur'an'da ayetler ve Peygamberimiz (sav)’in hadisleri vardır. Buradaki kurallara riayet edilmesi ailenin geleceği ve selameti bakımından önemlidir. Bu problemlerin her tarafa yayılması ve bu konuda dedikoduların artması aile bireylerinin sinir sistemlerini yıpratır ve bunun sonunda aile birliği de yıpranmış olur. Bunlardan çekinmek ve uzak durmak her Müslümanın görevidir. Aile mahremiyetinin bir göstergesi de evlerdeki kapı ve pencerelerin, evin içi dışarıdan görülmeyecek şekilde perdelerle örtülmesidir. Bir hadis-i şerifte, “Bir evin penceresinden içeri bakan bir yabancının gözlerinin çıkarılması caizdir” buyurulmaktadır. Ancak günümüzde evler yabancı bakışlara karşı korunmamaktadır. Perdeler açıktır ve dışarıdan evlerin içleri rahatlıkla görülmektedir. Bu davranış İslam'a aykırıdır. Çünkü perdeler açık olursa, evin içinde daha serbest kıyafetle gezen insanlar dışarıdan rahatlıkla görülür. Bunlar edebe, hayaya ve aile mahremiyetine aykırıdır. 2) Aile içinde yenilen ve içilenler sosyal medyada yayınlanmaktadır. Bu anlayış yanlıştır. Çünkü insanların kendi aralarında yiyip içtiklerini başkalarına göstermesinin hiçbir anlamı yoktur. Bu başkalarına gösteriş yapmaktır. Aynı imkana sahip olamayanlarda haset ve düşmanlık hislerinin ortaya çıkmasına neden olur. Bu da toplum açısından sağlıklı bir şey değildir. Burada ayrıca kul hakkı ve göz hakkı da ortaya çıkmaktadır. İslam kültüründe eskiden Müslümanlar yaptıkları alışverişleri bile diğer insanlardan gizlerlerdi. Çarşıda satın alınanların içine konulduğu ve dışarıdan içinin görülmediği torbalara “zenbil” adı verilirdi. Yani yaptığı alışverişi başkasının bilmemesi, yalnız sen bil diye düşünülmüştü. Bunun nedeni o maddeleri alamayan insanların mevcut olduğu ve burada insanların göz hakkının ortaya çıkması nedeniyledir. Göz hakkı olan yerde paylaşım gereklidir. Kul hakkı söz konusu olmaması için bu paylaşım önemlidir. Aksi halde yediğini, içtiğini, satın aldığını başkalarına gösterildiğinde, onları temin edemeyen insanlar bunları görürse ortaya göz hakkı ve dolayısıyla kul hakkı ortaya çıkar. Bununda hesabı bir gün insana ahirette sorulacaktır. Dünya hayatı bir imtihandır. Dünya insanların yiyip içip keyif sürmesi için yaratılmamıştır. İnsanların birbirlerine karşı sorumlulukları vardır. Bunlardan biri de kul hakkıdır. Bu nedenle Peygamberimiz (sav)’in şu hadisi önemlidir: “Komşusu aç iken tok yatan (insan) bizden değildir”. Ancak bu İslami ilkeler bugün toplumumuzda göz ardı edilmekte ve aileler yedikleri içtikleri her şeyi sosyal medyada, toplum içinde, herkesin önünde göstermektedirler. Bütün bunlar sorumluluk gerektiren şeylerdir ve insanlara bunların hesabı sorulacaktır (Tekasür, 102/8). 3) Aile kurumu bir çıkar ilişkisi olarak görülmektedir. Eşler evlenirken mal paylaşımı için ön anlaşma yapmaktadırlar. Bu aslında birbirlerine güvenmemenin bir göstergesidir. Daha yolun başında birbirine güvenmeyen insanların aile hayatı hiçbir zaman güven ve huzur içinde geçmez. Aile hayatının temelinde karşılıklı güven vardır. Bu güven olmazsa aile hayatı sonunda bozulur. Bu düşünce tarzı tamamen Batı kapitalist anlayışının bir ürünüdür. Çünkü her şeyde madde hakim olunca, ailede de en temel unsur madde olmaktadır. Ailede maddi hayat sekteye uğrayınca eşler derhal birbirlerini terk etmekte ve boşanmalar olmaktadır. Oysa aile karşılıklı fedakarlık isteyen bir sosyal kurumdur. Toplumumuzda aile hayatında çok gördüğümüz şeylerden biri de ailedeki eşlerinden birisi amansız hastalığa tutulunca diğer eşin onu terk etmede veya eşlerden birinin maddi kaynakları bitince diğer eş onu hemen terk etmektedir. Bunlar evlenen kişilerin maddi çıkar için evlendiklerinin bir delilidir. Fakat evlilik bu değildir. Buradaki gayri ahlaki durum, aileyi bir çeşit ticaret ortaklığına indirgemektedir. Bu ise eninde sonunda bu evliliğin bozulacağının bir işaretidir. İnsanların maddi kazançları her gün aynı olmayabilir, hayat inişli çıkışlıdır. İslam bu gibi durumlarda sabrı tavsiye etmekte ve Allah'tan bir çıkış yolunun beklenmesi emredilmektedir. “Para bitti, aileye paydos” prensibi ile hareket etmenin hiçbir ahlaki değeri yoktur. Bu anlayışlar bireyleri ve toplumları hiçbir zaman huzur ve refaha ulaştırmaz. 4) Ailede yaşlı insanlar dışlanmaktadır. İslam kültüründe evin yaşlıları, yani büyükanne ve büyükbabalar ailenin bir güzelliği ve bereketi olarak değerlendirilir. Bunun için de büyüklere saygı ve sevginin gösterilmesi, hatta onlara “öf” bile denilmemesi emredilir (İsra,17/23). Bu, ailenin küçük büyük bütün fertlerinin birlik, sevgi ve saygı ortamında olmalarını sağlar. Böyle bir ortam ailede huzur ve güvenin teminatıdır. Bugün toplumumuzda bu kültür terk edilmekte ve yaşlılar yalnızlığa itilmektedir. Onların aile içindeki varlıkları gençleri rahatsız etmekte, dolayısıyla aile dışında bir yerde, örneğin huzurevlerinde oturmalarına sebep olmaktadır. Huzurevleri, çoluk çocuğu olan yaşlılar için, diri diri mezara girmek gibidir. Bu insanların ne kadar mutsuz ve çaresiz olduklarını düşünmek hiç de zor değildir. Bunlara sebep olan gençlerin bir gün aynı şeyin kendi başlarına da gelebileceğini düşünmeleri gerekir. Kendileri de bu duruma düşünce acaba ne yapacaklardır? Şimdi gençken dünya hayatının tadını çıkarabilmektedirler. Fakat yaşlanınca onların da bir köşeye terk edileceklerini akıllarına hiç gelmemektedir. Bu dünya “Etme bulma”, “Ne ekersen onu biçersin” dünyasıdır. Ancak insan nefsi ve şeytan insanları bu ikazlardan uzak tutmakta ve hem dünya hem de ahiretteki kötü sonlarını hazırlamaktadırlar. Çünkü İslam bu türlü davranışları kesinlikle yasaklamış ve bunu yapanların hesabının muhakkak ahirette sorulacağı ifade edilmiştir. Bu düşünce ve davranış şekli eskiden toplumumuzda söz konusu değildi. Yaşlılar ailenin baş tacı idiler. O yüzden toplumda huzur ve bereket vardı. Ne zaman ki toplumumuzda batı kültürü, modern ve seküler kültür hakim oldu, bu güzellikler terk edilmeye başlandı. Aileler küçüldü ve herkes kendi hayatını yaşamaya başladı. Böylece insanlar yalnızlaştırıldı ve mutsuzlaştı. Ancak bu mutsuzluklarının sebebini anlayamadıkları için, dünyanın maddi güç ve zevklerine daha çok dalarak mutlu olmaya çalışıldı. Fakat sonuç daima daha kötü oldu. Çünkü bu düşünce ve davranış biçimi insanın fıtratına, yaratılış amacına uygun değildi. Bugünkü insanların mutsuzlukları, tatminsizlikleri ve sevgisizlikleri modernist ve seküler hayat tarzının olumsuz sonuçlarıdır. Uygar olmak için seküler hayatı kendilerine yol olarak seçenler, sonunda hüsrana uğrayacaklardır. Bunu her gün toplumumuzda gözlemek mümkündür. İnsanların bunları fark ederek İslam kültürüne dönmeleri kendileri için tek kurtuluş yoludur. 5) Nikahsız birlikte olmalar artmaktadır. İslam, evliliği insanlara tavsiye eder. Ancak bunun resmi bir nikah anlaşması ile topluma duyurulması şarttır. Bunu yapmadan birlikte yaşayanların sayıları toplumumuzda devamlı artmaktadır. Bunun da başlıca nedeni Batı modern kültürünün kendi uygulamalarını bizlere sevimli ve insancıl göstermeye çalışmasıdır. Batıda nikahsız birlikte yaşamak yaygındır. Onlar bu ilişkilere sadece cinsel tatmin açısından bakmakta, bireyler her bakımdan özgür olmayı tercih etmektedirler. Böylece birlikteliklerinin kısa bir süre sonra sona ermekte, insanlar başka birlikteliklerin peşinde koşmaktadır. Herkes istediği yer ve zamanda karşı cinsle birlikte olmayı tercih etmektedir. Bu onlara modern bir ilişki olarak gözükmektedir. Fakat bu yaşam tarzı hayvanların yaşadığı bir yoldur. Çünkü hayvanlar için aile kavramı yoktur. Onlar herkesin önünde çiftleşirler ve sonra birbirlerini tanımazlar. Ancak insan bütün yaratılmışların en şereflisidir (eşref-i mahlukat). Bu şerefli olmak onun aile hayatına sahip olmasıyla ilgilidir. İnsan eğer aile hayatına önem vermeyerek yaşarsa bir sürü ve hayvan hayatı yaşamış olur. Bu türlü yaşamların yaygın olduğu toplumlarda cinsel sapıklıklar, uyuşturucu ve alkol kullanmalar tabii hale gelir. Böyle toplumlar bir felaketle yok olmaya mahkumdurlar. Tarihte bunların birçok örneklerine rastlanmaktadır. Nikahsız birlikteliklerden dünyaya gelen çocuklar için dünya hayatı bir zindan olmaktadır. Çünkü bir aile yuvasının sıcaklığını duymayan bu çocuklar, toplumda kendilerini daima dışlanmış olarak hissederler ve toplumsal ilişkilerinde hep problemler yaşarlar. Bu da toplumun huzurlu ve güvenli olmasını bozan bir faktördür. Yani bu hem çocuk bakımından hem de toplum bakımından bir zarardır. Resmi nikah yapmadan bir hoca yardımıyla dini nikah yaptırarak kurulan evlilikler de temelde İslam'a aykırıdır. Evliliğin aslı bu nikahın bütün topluma duyurulmasıdır. Dini nikahlar genelde toplumdan gizlenmektedir. Dolayısıyla İslam'ın evlilik anlayışı ile bağdaşmaz. Bu türlü toplumlardan gizlenen dini nikahlarla yapılan evlilikler aslında zina ile aynı değerdedir. Zina ise İslam'da en sert şekilde yasaklanan bir fiildir. Zina edenlerin ağır sosyal ve hukuki cezalara muhatap oldukları Nur suresinde anlatılmaktadır. Bazı İslam ülkelerinde muta nikahı denilen, para karşılığı geçici nikahlar yapılmaktadır. Bunlar da İslam açısından yasaktır. İslam şeriatına göre geçici nikah zina mertebesindedir. 6) Çocukların terbiyesi İslami kurallara göre yapılmamaktadır. Çocukların ahlaklı yetişmesi ancak mutlu bir aile içinde mümkündür. Çocuğun ilk eğitimini veren ve ona ahlaklı olmayı öğreten anne ve babadır. Anne ve babanın görevi, çocukların İslami ahlak ile ahlaklanmaları için onlara İslam'ı ve İslam ahlakını öğretmeleridir. Çünkü çocuğun fıtratına en uygun ahlak İslam ahlakıdır. Özellikle çocuklar 6 yaşına kadar İslam ahlakının prensiplerine muhatap olarak yaşamalıdırlar ki İslam ahlakı onların zihinlerinde yerleşmiş olsun. Günümüzde bu terbiye tarzı maalesef birçok ailede terk edilmiştir. Çocuklara kendi çıkarlarının en önde geleceği ve hayatın amacının dünyayı yaşamak olduğu empoze edilmektedir. Bu da çocuğun fıtratında olan paylaşma, sevgi, saygı ve merhamet melekelerini dumura uğratmaktadır. Bu meleklerden yoksun çocuklar maddi dünyanın esiri olmakta, bütün ilişkilerinde maddeyi ön planda tutarak madde ile tatmin olmaya çalışmaktadırlar. Fakat bu yöntemlerle hiçbir zaman tam tatmin olmaları mümkün olamamaktadır. Bu durum onların dengesiz bir hayatın içine girmelerine neden olmaktadır. Bunun sonucunda toplumda huzursuzluk ve güvensizlik atmaktadır. Böyle bireylerden oluşan toplumlar hiçbir zaman uzun süre huzurlu olarak ayakta kalamazlar. Böyle toplumlar menfaat için kavga çıkarırlar ve diğer toplumları sömürmek için uğraşırlar. Bunun sonucunda çalkantılar, savaşlar ve anarşi ortalığı kaplar. Bu ise herkesi karanlık geleceklere mahkum eder. Tarih bunun birçok örnekleri ile doludur. 7) Kadınların tesettürsüz olmaları eşlerin karşılıklı sevgilerini ortadan kaldırır. Kadın ve erkek için en önemli düşünce, eşinin sevgisinin ve beğenisinin yalnız kendisi için olmasıdır. Bunun için kadın ve erkeğin vücutlarının latif olan yerlerini başkalarına gösterilmesini İslam yasaklamıştır. Bugün plajlardaki, eğlence mekanlarındaki çıplak görüntüler İslam'ın emirlerine aykırıdır. Eğer eşlerden biri çıplaklığını başkalarına seyrettiriyorsa, bu diğer eşin kıskanması ve eşine olan sevgisinin azalmasına neden olur. Çünkü vücutlardaki güzelliklerin sergilenmesi ancak kendi mahremi olan eşi karşısında olursa bu güzellik eşler nezdinde sevgi bağı oluşturur. Eş bu güzelliğin yalnız kendisine ait olduğunu düşünür. Bu da eşine olan sevgi ve saygısını artırır. Bugün maalesef evli insanlarda bile çıplak görüntülerinin sergilenmesi ortalığı kaplamıştır. Hatta insanlar çıplak görüntülerinin başkaları tarafından beğenilmesi için gayret göstermektedir. Bütün bunlar aile mutluluğunu kökünden sarsar. Kendilerinin uygar ve çağdaş olduğunu düşünen bu insanlar bu etkinin farkında değildirler. Ancak eşleri ile olan kıskançlık, geçimsizlik gibi durumların temelinde bu husus yatar. Bir kadın şundan emin olsun ki, eğer vücudunu diğer erkeklerin önünde sergilerlerse nikahlı eşleri tarafından sevilmeyeceklerdir. Bu ise ailenin içindeki mutsuzluğun temel bir nedenidir. Cinsel teveccühler vücutların latifliği gizli ve mahrem olduğu sürece daha güçlüdür. Bu nedenle bir kadın eşi tarafından sevilmediğini hissederse, bunda kendisinin davranışlarının payını göz önünde tutmalıdır. Hiçbir erkek eşinin vücut güzelliğinin başkaları tarafından seyredilmesinden hoşlanmaz. Bu durum onda kıskançlık ve huzursuzluk yaratır. Aile içinde geçimsizliği tetikler. Bu olumsuzluk dünyaya gelen çocukların üzerinde de etkisi vardır, yetiştirilen çocuklar üzerinde de etkisi vardır. Tasavvufta bu hususlar uzun uzun anlatılmaktadır. İnsanlar aile hayatlarının mutlu ve sağlıklı olmasını istiyorlarsa, kendilerini en iyi bilen Allah Teâlâ'nın bu konudaki emir ve yasaklarına harfiyen uymalıdırlar. Dünya ve ahiretteki gerçek saadet bundadır. 8) Eşlerin birbirlerini aldatması özenti haline gelmiştir. Batı kültüründe eşlerin birbirlerini aldatması normal karşılanmaktadır. Özgürlük mantığı ile hareket eden batılı, cinsel tercihlerini çeşitlendirmeyi tercih etmektedir. Bu anlayış batılı toplumlarda yadırganmayabilir, ancak bu anlayışın birçok olumsuz sonuçları vardır. Çünkü eşleri birbirlerini aldatan ailede huzur, sevgi ve güven oluşmaz. Aile üyeleri tamamen mekanik olarak birbirlerine bağlı olurlar. Aralarında hiçbir duygusal bağ kalmaz. Böyle ailenin fertleri yalnızlaşırlar ve zamanla birbirlerinden koparak dağılırlar. Bu tabii bir sonuçtur. Bu nedenle İslam zinayı yasaklamıştır. Aile kurumunun güven, huzur ve sevgi ortamı oluşturması için eşlerinin birbirlerine sadık olmaları ve birbirlerini aldatmamaları gereklidir. Birbirlerine her bakımdan sadık olan eşlerin oluşturdukları aileler sağlam kaleler gibidir. Hiçbir olumsuz etki onu yıkamaz. Bu ailedeki büyükler ve küçükler birbirlerini desteklerler ve dayanışma içinde olurlar. Bu türlü ailelerden oluşan toplumda sevgi, muhabbet, paylaşım ve dayanışma melekeleri daima zinde kalır. Bu canlılığına bir de İslam imanı ve ameli eklenirse, bu insanların hem dünya hem de ahiret hayatlarında mutluluk elde edeceklerine kesin gözüyle bakılabilir. Televizyon ve internetteki film ve videolarda bu aldatma konusu insanlara özellikle özendirilmektedir. Bu yayınlar isteyerek veya cahilce İslam aile ahlakını yok etmektedir. Buna karşı Müslümanlar uyanık olmalı ve çoluk çocuk seyrettikleri film ve dizilerin konularında çok seçici davranmalıdırlar. Haram olan şeyler insanın nefsine daima hoş gelir ve merak edilir. Bunların bir defa uygulanmasının zararı yoktur gibi düşüncelerle insanın zayıf tarafı yakalanarak kandırılabilir. Bu nedenle İslam “Zinaya yaklaşmayın!” (İsra, 17/32) diye uyarır. Çünkü zinaya yaklaşınca içine düşmek çok kolay olur. Bu insanın nefsinin en zayıf tarafıdır. Zina bireysel ve toplumsal ahlakı bozan en önemli faktörlerden biridir. Bu konuda Kur'an'da birçok müeyyide ifade edilmiştir. Zina eden insanların zina etmeyen insanlarla evlenmesi yasaktır, onlar ancak zina edenlerle evlenebilirler (Nur, 24/3). Ancak günümüzde insanlar bunun önemini anlayamamışlardır. Çünkü seküler/dünyevi ahlak anlayışı ile her şeye maddesel olarak bakılmakta ve insanın manevi tarafı ihmal edilmektedir. İnsanın manevi tarafının ihmal edilmesi insanın ruhsal düzenini bozar. Bu da insanın ruhsal dengesizliklere ve depresyonlara düşmesine neden olur. Bu durum da bireylerin ve toplumsal hayatın dengesiz ve hastalıklı olmasına neden olur. Böyle bir toplumda kimse mutlu olamaz. Böyle bir durumdan insanları sömürerek maddi kazanç elde edenler karlı çıkarlar. Fakat bunların ahiretteki hesaplarının çok çetin olacağını insanlara Allah Teâlâ bildirmiştir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com |
Toplumumuzda Aile Ahlakının Yozlaşması |
Yayınlanma Tarihi : 26.05.2021 |