Ahlak Nedir?

İnsanın iyi veya kötü olarak vasıflandırılmasına yol açan manevî nitelikleri, huyları ve bunların etkisiyle ortaya konan iradeli davranışların bütününe ahlâk denir. Tasavvufun gayesi de, kötü niteliklerden arınmak ve iyi huylarla bezenmektir. Bu bağlamda tasavvuf ehli, güzel ahlâk ile tasavvufu değişik şekillerde birbirleriyle ilişkilendirmişlerdir. Bunlardan bazıları şunlardır:

 

Ebu Muhammed Grîrî: “Tasavvuf, her güzel huyu benimsemek ve her kötü huydan sıyrılmaktır.”

Ebu Bekir Kettanî: “Tasavvuf ahlâktır. Ahlâki açıdan senden üstün olan safa ve manevi temizlik açısından da üstündür.”

Ebu Muhammed Murtaış: “Tasavvuf güzel ahlâktır. Tasavvufun konusu “tahalluk ve tahakkuk”dur. Tahalluk, tasavvufun nefs tezkiyesi ve kalb tasfiyesi tarzındaki eğitim boyutu; tahakkuk ise manevi yükselişten sonraki ledünnî sırlara erişmek olan keşif bilgi boyutudur. Tahalluk, İslam ahlâkını öğrenip benimsemek demek olduğuna göre tasavvuf ile ahlâk ilmi iç içedir. Tasavvuf ıstılahaları incelendiğinde özellikle “makamlar” olarak ifade edilen kavramların sabır, şükür,  rıza ve kanaat gibi ahlâki ilkeleri içerdiği görülür.

 

Tasavvuf ve Ahlâk

Tasavvuf gerçekte ahlâki bir yaşam tarzıdır. Bu anlayışa göre ahlâk bakımından üstün olan tasavvufta önde olur. Tasavvuftaki ahlâk anlayışı, insanın Yaratanına benzemesidir. Bunun için insan, Allah’ın güzel isimleriyle ahlâklanmalıdır. Bu şekilde insan ilah karşısında temizlenmiş bir ahlâka sahip olur. Allah’ın isimleri sonsuzdur. Bunların en güzeli ise, özellikle Allah karşısında yerine getirilen huylardır. Eğer insan bu huyları iyice öğrenip yerine getirirse, onları varlıklara karşı nasıl uygulayacağını da öğrenir. Böyle biri hiçbir zaman yanılmaz ve aynı zamanda boş yere bir davranışta bulunmaz.

Tasavvuf ilah karşısında temizlenmiş bir ahlâk olduğundan, bütün tasavvuf bir hikmettir. Dolayısıyla, tasavvuf ehli olmanın koşulu hikmet sahibi olmaktır. Eğer kişi hikmet sahibi değilse, kişinin kalbinde tasavvuftan bir pay ve nasip yoktur.

Tasavvuf ahlâkının kişide olgun hale gelmesi için, kişinin tam bir marifete, üstün bir akla, gaflette olmamaya ve kendisi için sağlam bir ağırbaşlılığa ihtiyacı vardır. Ancak bu şekilde, nefsanî gayeler insanı hükmü altına almaz. Bu durumda olan kimseler, Kuran-ı Kerim’i kendilerine önder yapanlardır. Bu kimseler, kendilerinin Kuran’da hangi özelliklerle tasvir edildiklerine bakarlar ve bu özelliklere göre davranırlar.

Tasavvufu bu şekilde ele alanlara bu yol kolaylaştırılır. Bu durumda olanlar kendiliklerinden bir takım hükümler ortaya atmazlar. Bu hususta, Allah’ın Kuran’da belirttiği ölçülerin dışına çıkmazlar. Çünkü ayetlerden kendiliklerinden hüküm çıkaranlar aşağıdaki ayetlerin hükümlerine muhatap olurlar:

De ki, Amelleri en çok boşa gidenleri size bildirelim mi? Onların dünya hayatında çalışmaları boşa gitmiştir. Oysa onlar güzel işler yaptıklarını sanıyorlardı.” (Kehf Suresi, ayet 103-104).

Allah’ın Kuran’da koyduğu ölçülerin dışına çıkarak kendiliklerinden hüküm çıkaranlar için kıyamette terazi konmayacaktır. Yani onları affettirecek başka amelleri veya Allah’ın af etmesi gibi yardımlar göz önüne alınmayacaktır. Bu kişiler kendi yaptıklarından başka bir şeyle azap edilmeyeceklerdir.

… iyilik altında yaptıkları bütün ameller boşa gitmiştir. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız.” (Kehf Suresi, ayet 105)

Bugün maalesef, Kuran ayetleri hakkında kendiliklerinden hüküm çıkaranlar mevcuttur. Örneğin “Kabir azabı yoktur”, “Hurilerle evlenme diye bir şey yoktur”, “Şefaat diye bir şey yoktur” diyenler, yukarıdaki ayetlerin hükmüne muhatap olacaklarını unutmasınlar. Onun için, yol yakınken, yaptıklarından tövbe ederek doğru yola yönelmelidirler.

Tasavvuf, Allah’ın güzel isimleriyle ahlâklanma olduğuna göre, bu yolun ehli olan Sûfî’nin de ahlâkı, Allah’ın yaratıkları karşısında, Kuran’da Hakk’ın belirlediği ölçülere göre davranma olmalıdır. Buna göre, Sûfî için Kuran ile ahlâklanma esastır. Bu şekilde Sûfî, sınırda durmasını bilir ve nefsani hastalıklardan kurtulur. Bu bağlamda tasavvuf onun için,  Kuran’dan başka bir şey değildir. Allah Teâlâ’nın Kuran’da koyduğu kuralların dışına çıkılmamalıdır. Çünkü bu kurallarda birçok hikmetler vardır. Bu hikmetler mümin için şifa ve rahmettir.

Biz Kuran’dan iman edenler için şifa ve rahmet kaynağı olan ayetler indiriyoruz. Zalimlerin de ancak zararını arttırır.” (İsra Suresi, ayet 82)

Sûfîler güzel ahlâk sahipleridir. Onlar güzel ahlâka sahip olmada ve uygulamada yarışırlar. Çünkü biliyorlar ki “Senden daha ahlâklı olan kimse, tasavvufta senden öne geçmiştir.” Sûfîlerin makamları tek bir kalp üzerinde toplanmıştır. Onlar hiçbir şeye sahip olmayı istemezler. Bu nedenle şu üç sahiplik ifade eden kelimeyi kullanmazlar: “lî” (benim için), “indî” (bende), “metaî” (benim malım). Sûfîler Allah’ın yarattıklarına karşı herhangi bir mülkün sahibi değillerdir. Örneğin İbn Arabî (ks) Hazretleri, kendisinin iki elbise kullandığını, fakat bunları bir arkadaşından ödünç aldığını söyler. Elbiseler eskiyince parasını arkadaşına öder ve yenisini ödünç alır. Böylece kendisine ait parayla satın aldığı bir eşyası olmaz.

Sûfîler üstün ahlâk sahibi insanlardır. Onlar temiz insanlara karşı güzel ahlâklı olmayı prensip edinmişlerdir. Bu temiz insanlar, peygamberler, nebiler ve insan ve cinlerdeki velilerdir. Sûfîler, güzel ahlâklı davranmayı, insan ve cinlerin kötülerinin dışında kalan bütün hayvan ve bitkilere yaymışlardır. Bununla beraber, insan ve cinlerin kötülerine karşı da güzel ahlâkla davranmanın yollarını aramaya gayret göstermişlerdir. Bu da, uygulamasına izin verilen güzel ahlâktan sayılır. Ancak doğru tanıklık yapmada veya ceza uygulaması söz konusu olduğunda gerekeni yapmaktan çekinmezler.

 

Hz. Peygamber (sav) ‘in Ahlâkı
Peygamberimiz (sav) güzel ahlâkı tamamlamak üzere gönderilmiştir. Allah Teâlâ şöyle buyurmaktadır: “
Sizin için Allah’ın peygamberinde güzel örnek vardır.” (Ahzap Suresi, ayet 21). Hz. Peygamber (sav) hayatında yalnız Allah ile ilgilenmiştir. Her yaptığı eylem, O’nun emir ve yasaklamasının hükmüyledir. Dolayısıyla, Peygamberin ahlâkı Kuran ile birebir örtüşmektedir. Nitekim Hz. Aişe (rah)’ye Peygamberimizin (sav) ahlâkından sorulunca şöyle demiştir. “Onun ahlâkı Kuran idi.” Allah Teâlâ da, Kuran’da kendisini överek şöyle buyurmuştur: “Sen elbette yüce bir ahlâk üzerindesin.” (Kalem Suresi, ayet 4).

Hadis, siret ve şemail kitaplarında Hz. Peygamber (sav)’in güzel ahlâkı anlatılır. Bu anlatılanlara göre, Hz. Peygamber (sav) kendi nefsi için hiçbir zaman kızmamış ve intikam almamıştır. Eşleri, çocukları ve sahabiler onun ahlâkının güzelliklerini anlata anlata bitirememişlerdir. Hz. Peygamber (sav)’e çocukluğundan itibaren on yıl hizmet eden Hz. Enes (ra) şöyle ifade etmektedir: “On yıl boyunca ona hizmet ettim. Bu süre içinde bana hiçbir zaman kızmadı ve yaptığım veya yapmadığım bir işten dolayı beni azarlamadı. Yapmadığım işler için ‘Niçin yapmadın?’ diye sormadı.” Hz. Peygamber (sav) Uhud savaşında yanağı yarılıp, dişi kırıldığında kendisinden beddua etmesi istenmiş, fakat o bunu reddederek şöyle buyurmuştur: “Ben lanetçi olarak gönderilmedim. Ben ancak davetçi ve alemlere rahmet olarak gönderildim.”

Hz. Muhammed (sav), kendisinin güzel ahlâkının Rabbinin te’dip (terbiye etmek) ve terbiyesinin eseri olduğunu ifade etmiştir. Çevresinde bulunan insanlar onun güzel ahlâkından etkilenerek nefislerini onu örnek alarak terbiye etmişlerdir. Peygamber ve Veliler gibi ilim ve irfan sahibi kişilerin güzel ahlâkı, etrafındaki insanları etkisi altında bırakırlar. Böylece bu insanlar da, bu güzel ahlâkın sirayet etmesiyle güzel ahlâklanırlar. Gazzalî (ks) “Haller saridir” sözünü bu anlamda söylemiştir. Tasavvuf bir hal ilmidir. Dolayısıyla tasavvuf ehlinin halleri bulaşıcıdır. Kim onlarla beraber bulunursa, onların güzel ahlâkından nasiplenebilirler.

Enes  (ra) diyor ki: “Resulallah (sav) bana şöyle buyurdu: ‘Oğulcağızım, sen kalbinde hiç kimseye karşı kin ve düşmanlık beslemeden bulunmaya güç yetirebildiğin sürece öyle yapmaya devam et’ ve ekledi: ‘Oğlum, bu benim sünnetimdir. Benim sünnetimi ihya eden (yaşatan) beni ihya etmiş sayılır. Beni ihya eden de cennette benimle beraberdir.

Sûfîler, Resulallah (sav)’ın sünnetini ihya etmişlerdir, yani onları yaşatmışlardır. Başlangıçta Resulallah (sav)’ın sözlerini, yolun yarısında onların anlamlarını içselleştirerek, sünnet olan fiilleri yaşatırlardı. Hallerinin sonuna doğru, onun ahlâkı ile ahlâklanarak eylemlerinin semeresine ererlerdi. Hz. Muhammed (sav) ‘in varisleri arasında, kimin ahlâkı Kuran olur ve Resulallah(sav) ‘ın sünnetlerini yaşatırsa, hiç kuşkusuz Hz. Muhammed (sav) ‘i kabrinden diriltmiş olur. Bu anlamda, Hz. Muhammed (sav) ‘in vefatından sonraki hayatı, onun sünnetinin yaşatılması demektir.

 

Arif’in Ahlâkı

Arif, Allah’ın güzel isimleriyle ahlâklanmış bir kişidir. Arif, marifete ulaşmış ve cem’ halinde Hakk ile beraber olmuş bir kimsedir. Onun himmeti bütün varlıklara etki eder. Bunda herhangi bir sınırlama yoktur. Bununla beraber, Arifin niteliği ve özelliği, alemdeki insan, cin, melek, hayvan gibi varlıklar tarafından bilinemez. Arif zikir halindedir ve bu hali sırlıdır yani gizlidir. Arif’in Allah’ın varlıklarına dönük genel bir şefkati vardır. Hakk ile tartışmaz ve karşı koymaz. Hakk’ın iradesi ile hareket eder. Bunun nedeni, çirkin huylara karşı güzel ahlâkı nasıl uygulayacağını bilmesidir. “Bismillah” kelimesi ile istediği her şey bu alemde meydana gelir. Bu onun himmetindendir. Allah’a karşı saygılı olduğundan hiçbir zaman “ol” kelimesini kullanmaz. O daima Hakk ile beraberdir. Her şeyin bilgisi onda zevk yoluyla elde edilmiştir. Kemal nitelikleri ona aittir. Beş sayısının korumadaki makamını kendisi ve başkaları için kullanır. Hakk Teâlâ’nın “Her yaratığa yaratılışını verdi.” (TaHa Suresi, ayet 50) ayeti gereğince, yaratılışını aşmaz. Onun bilgisinin nuru karşısında cehalet karanlığa kalmaz. Bütün işleri ilahi bir ifadeyle açıklar.

Arifin güzel isimlerle ahlâklanması, her ismin özelliğini insanlara karşı olan davranışlarda göstermesidir. Bir arifin ahlâkı, kazanımın dışındadır ve gayretle elde edilemez. Allah onlara bu ahlâkı bir ayrıcalık olarak verir.

 

Ahlâkın Kısımları

Ahlâk üç kısıma ayrılır. Birinci kısmı, bir varlığa karşı ahlâklanılabilen şeylerdir. Örneğin er-Rahim ismi böyledir. Bu isimle ahlâklanan kimse, varlıklara karşı acıyan, şefkatli ve merhametli olur. İkinci kısım ise hem Allah’a hem de yaratılmışlar karşısında ahlâklanılan huylardır. Örneğin el-Gafur böyledir. Bu isimle ahlâklanan kimse, örten ve bağışlayan bir kişidir. Allah Teâlâ, kullarına karşı kıskançtır. Onların kendisinin dışındaki şeyleri kalplerine koymasına razı değillerdir. Bu bakımdan el-Gafur ismiyle ahlâklanan kimse, Allah’ın kıskançlık duyabileceği şeyleri örter. Aynı zamanda varlıkların yaptıkları hataları bağışlar. Üçüncü kısım ise, özellikle Allah ile ilgilidir. Bunların sayısı ise üç yüz tanedir. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurur: “Allah’ın üç yüz ahlâkı vardır. Onlardan biri ile ahlâklanan kimse cennete girer.” Bu üç yüz ahlâkın biri ile ahlâklanmış olan veliler hakkında “Onlar Adem (as)’ın kalbi üzerindedir.” demiştir. Bunu şöyle de ifade edebiliriz: Onlar, Allah’ın Adem (as)’a ihsan ettiği ahlâk üzerindedirler. İnsanlardan yaratılışı kemâl olgunluğuna erişmiş herkes bu üç yüz ahlâkı kabul edicidir. Adem (as)’ın kemâli gibi bir olgunluğa erişmemiş olanlar ise, kendilerine verildiği ölçüde bu ahlâkı elde eder. Bu bağlamda, bazı kullar kâmil iken bazıları daha kâmildir.

Bu ahlâka ait cennet yalnız bu ahlâk sahiplerine aittir. Bu cennetteki tecelliler diğer cennetlerde yoktur. Bunlar için bu ahlâk, insanın kendisiyle kokulandığı bir kokuya benzer. Bu koku temiz bir şeyden çıkan kokudur. Bu kokuda, onunla sürünenin bir etkisi yoktur. Söz konusu olan koku, kendisinin özünün bir gereği olarak ortaya çıkar. Genel olarak ahlâklanma, ahlâkın gerçekleşmesi için gayret göstermeyi gerektirir. Fakat burada böyle bir şey söz konusu değildir. Burada yapılan övgü, kokunun üzerinde bulunduğu kişiye yapılmış bir övgü değildir. Bu övgü kokunun kendisinedir. Bu özellikte olan her ahlâk, bu üç yüz ahlâktan birisidir.

Bu huylara aşağıdaki örnekleri verebiliriz. Cömertlik (kerem), Allah’ın huylarından biridir. Kul onunla, yani kerem ile ahlâklandığında kerîm diye övülür, çünkü kul cömertlik ile nitelenmiştir. Rahmet ile ahlâklanan kula rahîm denilir. Çünkü kul merhametli olma ile nitelenmiştir. Yukarıdaki örneklerde gördüğümüz gibi, bu huylar ile nitelenen kullara fail ismi verilmez. Onun yerine nitelenen kimse adı verilir. Çünkü kulun bu ahlâkın oluşu ile ilgisi yoktur. Bu ahlâk, Allah’ın güzel isimlerinden olan el-Vehhab isminin bir ihsanıdır.

Bir başka rivayette, “Allah’ın Yüz On Yedi Ahlâkı vardır” denir. Bu ahlâk peygamberlere aittir. Peygamberlerin dışındaki kimseler bu konuda herhangi bir zevk sahibi olmasa da, onların mahiyetini bilebilirler. Bu huylardan birisi, tefriki (ayrım) delalet eden cem’ (birlik), tefriki içeren cem’ ve cem’i içeren tefriktir. Bu ahlâk ile tekte çokluk ve çoklukta da tek idrak edilir. Bu ahlâk, izzet, direnç, kerem ve hikmet mertebelerinde ortaya çıkar.

Bu huylara başka bir örnek, “örtülü nur” huyudur. Bu ahlâk marifetlerin en çetinidir. Nurun örtülü olması mümkün değildir. Nur özü gereği perdeleri parçalar ve yakar. Öyleyse “örtülü nur” daki nuru perdeleyen örtü nedir? Mutasavvıflar, bu örtünün sen olduğunu söylüyorlar. Nitekim bir arifin bu konudaki şiiri şöyledir:

 

Sen gaybının sırrından kalbin perdesisin

Sen olmasaydın, ona mühür basılmazdı

 

Bu huylardan biri de, ait olduğu kimseye özgü eller ve kuvvet ahlâkıdır. Ayrıca bunlardan biri de, sebepleri varlıklarda yok etme ahlâkıdır. Bu söz konusu huylar en kâmil bir şekilde, ancak o bölgeye hakim olan ruhanilikte bulunur. Tasavvufta biliniyor ki, yeryüzünün her parçasının kendisine has ulvî bir ruhaniliği vardır. Bu ruhaniliği o bölgenin kutbu temsil eder. O bölgede hakim olan bir hakikat, o bölgeye yardım eder. İşte bu hakikat ilahi ahlâk olarak isimlendirilir. Bu bölgede bulunan ve bu ilahi ahlâkla ahlâklanan kişiler o bölgenin direkleridir. O bölge, bu kişilerin manevi yardımıyla ayakta kalırlar.

Bu huyların bir takım mertebeleri vardır. Bunlardan herbirinin cennette bir derecesi vardır. Bu dereceye ancak bu ahlâkla ahlâklanmış kişiler ulaşabilir. Bu huyların bazıları sadece peygamberlere, bir kısmı velilere, bir kısmı nebilere ve bir kısmı müminlere aittir. Bunlardan on dört tane huyu ise sadece Allah bilebilir.

 

Nebîlik  Nedir?

Nebîlik, Allah’ın belirlediği bir menzildir. Kul iyi ahlâk sahibi olarak ve insanların çoğu tarafından beğenilen iyi işleri yapmakla o makama yerleşir. Yapılan işleri kalpler tanır, nefisler yadırgamaz, akıllar tarafından gösterilir, amaçlara uygundur ve hastalıklı davranış ve düşünceleri ortadan kaldırırlar. Bu mertebe “ilahi bildirim” mertebesidir. Hakk, bu mertebeye ulaşan kişiye halife ve naip (vekil) yapma gözüyle bakarsa, “emrinden olan ruhu” bu halifenin kalbine haber vermek üzere gönderir. İşte bu teşrî nebiliğidir. Nebîlik kıyamet gününe kadar yaratılmışlara yayılmıştır. Ancak şeriat getiren nebîlik kesilmiştir. Yukarıda ifade edilen teşrî nebîlik, şeriat getiren nebîliğin bir parçasıdır. Çünkü Allah Teâlâ’nın haber ve bildirimi alemden kesilmez. Çünkü alemin bekası için, onu besleyen gıda gereklidir.

 

Deki: ‘Eğer Rabbimin sözlerini yazmak için deniz mürekkep olsa, Rabbimin sözleri tükenmeden önce, deniz muhakkak tükenecekti, bir mislini daha yardımcı getirsek bile.” (Kehf Suresi, ayet 109)

Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah’ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman Suresi, ayet 27)

 

Allah bir şeyi var etmek istediği zaman, ona “ol” demesi yeterlidir. İşte bu, Allah’ın tükenmeyen kelimeleridir ve bütün varlıkların gıdasıdır. Bunun anlamı, Allah Teâlâ, bütün varlıklar için sürekli olarak yeni şeyler yaratmakta ve yeni yaratılışlarla alemin bekası sağlanmaktadır. Her asırda gönderilen ve İslam dinini zamanın koşullarına göre anlatan müceddidler (yeni şekil ve biçim veren) bu bağlamda anlaşılmalıdır.

 

Ahlâkın Terbiye Edilmesi

Nefislerin riyazat vasıtasıyla temizlenmesi ahlâkın terbiye edilmesidir. El-Kuddus, Allah’ın güzel isimlerinden biridir. Bu isimle temizlik, bütün temiz şeylere yayılmıştır. Her varlığın temizliği, kendi zâtının (özünün) gereği olan temizliğe göredir. Buna göre, manevî ve maddî temizlik söz konusudur. El-Kuddus isminin temizliğinin bir yönü manevî, diğer bir yönü duyular alemindendir. Bazen temiz olan duyusal sebepler manevî temizlik meydana getirirler. Bazen de temiz olan manevî şeyler maddî temizlik meydana getirirler.

O sırada size,  yine katından bir güven ve esenlik olmak üzere bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın vesvesesini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.” (Enfal Suresi, ayet 11)  ayeti birinci durum için bir örnektir.  Buradaki manevi temizliğin sebebi, gökten suyun inmesidir. İkinci duruma örnek olarak şu hadisi verebiliriz: “Ebu Hureyre (ra), cenabet olduğu için, saygı gereği elini Hz. Peygamber (sav)’den uzak tutunca, Peygamber şunu söylemiştir: Mümin necis olamaz.” Bundan dolayı, müminin artığı ve teri temizdir. Bu da manevî temizlikten elde edilen maddî temizliktir. Diğer bir örnekte, şeytanın bulunduğu her vadinin necis olmasıdır. Mümin o vadide, şeytanın var olması nedeniyle hayır elde edemez. Hz Peygamber (sav) bir yer hakkında “Burası şeytanın bulunduğu bir vadidir” demiştir ve burada konaklamayıp başka bir yere gitmiştir.

 

Güzel Ahlâk ile ilgili bazı İsimler

 

1) el-Hayiu, Allah’ın isimlerinden biridir. Allah Teâlâ’nın

 

Muhakkak ki Allah bir sivrisineği, hatta ondan daha üstünü de misal getirmekten hayâ etmez. İman edenler bilirler ki, o şüphesiz haktır. Rablerindendir.” (Bakara Suresi, ayet 26)

 

ayetinde bahsettiği Hayâ, imanın ve müminin niteliklerinden birisidir. Allah’ın isimlerinden birisi de el-Mümin’dir. Öyleyse hayâ sahibi anlamında el-Hayiu müminin bir özelliğidir. Çünkü bir rivayete göre hayâ imandandır ve bütünüyle iyiliktir. Buna göre hayâ ancak iyilik getirebilir.

 

2) Yapılan iyilikleri başa kakmamak ilâhi bir ahlâktır. Çünkü

 

Ey iman edenler! Sadakalarınızı, Allah’a ve ahiret gününe inanmasına rağmen insanlara gösteriş için malını dağıtan adam gibi başa kakmak, gönül kırmakla boşa gidermeyin.” (Bakara Suresi, ayet 264)

 

ayetinde bu husus açıkça ifade edilmektedir. Başa kakmamak ilahi bir ahlâktır. Çünkü Allah Teâlâ, bizi var etmiş ve bize ilim öğretmiş ama bunu başa kakmamıştır.

 

3) Fütüvvet (cömertlik) göstermek de bir ilahi ahlâktır. Nimet ve ihsanları dile getirirken, bunları başa kakmak yanlıştır. Çünkü Allah, bunu kullarına yapmamıştır. Dolayısıyla kul, yaratılmışlara karşı Hakk’ın bu huyuyla ahlâklanarak, fütüvvet göstermelidir.

Gerçek fütüvvet, insanın Allah’tan gelen bilgileri kendi istek ve aklına karşı yeğlemesidir. Yani gerçek feta, Şâri’nin getirdiği tüm şeriatı tam olarak öğrenerek ve uygulayarak,  kendi fikir ve teorik aklının verileriyle hükmetmekten vazgeçmektir. Fütüvvet sahibi olmak bu demektir. Böyle bir kul, din bilgisinin önünde kendi aklî bilgilerini terk ederek, kendini bir ölü yıkayıcısının eline teslim edilmiş bir ölü gibi görmelidir. Eğer aklın sana başka bir şey gösterirse onu bir kenara koy ve dini bilgilerle hareket et.

 

Güzel ve Kötü Ahlâk

Güzel ve iyi ahlâk hem yaratıklarda ve hem de Allah’ta bulunur. Kötü ve değersiz ahlâk ise, Allah karşısında ve toplum hayatında insanı başarısız kılar. Kulda bulunan başarısızlık, onun bilgisizliği, şeriatın koyduğu kuralları ve sınırları aşarak kendine karşı hata yapmasından kaynaklanmaktadır. Allah için bir iş yapıldığında bu işin başarısız olması imkânsızdır. Bunun nedeni, Allah’ın  kendisi için çalışan kimseye başarısızlık vermemesidir.

Resulallah (sav) “Güzel ahlâkı tamamlamak için gönderildim” demiştir. Ahlâkta eksik olanlar, değersiz ahlâk olarak nitelendirilmiştir. Bir kimsenin ilahi emre ve peygamberin belirlediği sınırın dışına çıkan nefsani gayeleri terk etmekle elde ettiği bütün huylar güzeldir ve değerlidir.

Kötü huylardan uzak durmak ancak şeriatın yasakladığı sınırlardan uzaklaşmakla mümkündür. Bu noktada, topluma göre iyi sayılan bazı şeyler dine göre iyi sayılmaz.  Bu nedenle yol gösterici Kuran ve Hadisler olmalıdır. Eğer Allah ve Resulü sana bir şeyi yasaklamışsa ondan uzaklaş; eğer emrederse o emri uygula. Eğer serbest bırakılırsan, Allah’a en sevimli gelecek olan işi yap.

Kim şeriatı hakkıyla uygularsa, muhakkak ki Allah’ın ahlâkıyla ahlâklanmış demektir. O’nun velileri bu durumda olan insanlardır. Bu kişiler bu edepleri sayesinde bütün hayırı ellerinde toplamışlardır. Allah Resulü (sav) Rabbine şöyle hitap etmiştir: “Bütün hayır senin elindedir.” Bu anlamda hayır, bütün güzel ahlâkın toplamıdır.

Kul Allah’a yaklaşırken kendi ismi ile nitelenir. Kul’un Hakk’a olan yakınlığında bu isim asıldır. Bu isim, kulun ahlâklanırken isimlendiği ilahi isimdir. Bir rivayette, Ebu Yezîd (ks); Allah’a yaptığı bir münacatında, O’na neyle yaklaşması gerektiğini sorar. Allah da, Ebu Yezîd’e şöyle cevap verir: “Bana ait olmayan bir şey ile yaklaş!” Bunun üzerine Ebu Yezîd, “Ya Rab! Sana ait olmayan şey nedir ki?” diye sorunca, Allah “horluk ve yoksulluktur” demiştir. Bunun sebebi, kulun aslının zorunlu olarak nedenli olmasıdır. Yani kulun varlığı için bir nedene ihtiyaç vardır. Kulun nedenliği onun özü gereğidir. Her nedenli ise, bir nedene ihtiyacı olduğundan, yoksul ve hordur. Bu nedenli olma hastalığından kurtulmak mümkün değildir. Bu, kulun kendi özüdür. Bu nedenle, horluk ve yoksullukla Allah’a yaklaşmak, zâti ve aslî bir yaklaşmadır.

 

İbn Arabî (ks)’in Ahlâk Anlayışı

İbn Arabî (ks) Hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında güzel ahlâk ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“Güzel ahlâk, Allah’ı belirli bir farzda öfkelendirmediği sürece, arkadaşı uğruna kendi amacını ve davranışı terktir. Yani güzel ahlâk, farz ibadetlerini hakkıyla yerine getirdikten sonra, kendi isteklerini Allah yolundaki arkadaşının lehine terk etmesidir. Aynı şey insan dışındaki varlıklar için de geçerlidir. Buna örnek olarak, insanın sahip olduğu hayvanlara, ağaçlara ve sahip olmasa bile insanın beraber olduğu şeylere karşı davranışı verebiliriz. Söz gelişi suya muhtaçlığı nedeniyle kuruyan bir ağaç görebilir insan. Bu esnada sahibi orada değildir ve ağaç ile arkadaşlığı olan insan onu sulama imkânına sahip olabilir. Bu arkadaşlık, ağacın altında gölgelenmek ya da yorgunluktan dinlenmek amacıyla ağaca dayanmak veya kendisine ilişen bir meşguliyet nedeniyle bir süre ağacın yanında durmak tarzında bir arkadaşlık olabilir. Bütün bunlar bir sohbettir. Kişi bu esnada suya sahip ise, arkadaşlığın hakkını gözetmek için –başka bir neden için değil– ağacın sulanmasını gerektirir... Aynı şey, eziyet gören ve görmeyen hayvanlar için geçerlidir. Kısaca sıkıntıyı gideren her işte bir ücret ve sevap vardır. Bu konuda Hz. Peygamber (sav)’den gelen hadisler rivayet edilir. Örnek olarak, kötü yola düşmüş bir kadının köpeğe su vermesi karşılığında Allah’ın onu bağışlamasını verebiliriz. Başka bir örnekte Buhara valisidir. Vali zalim biriymiş. Allah ise onu, üç gün boyunca iyi davrandığı bir köpek nedeniyle bağışlamış. Sonra da kendisine şöyle hitap edilmiş: “Sen bir köpek idin, bir köpek nedeniyle bağışlandın.”

Allah’ın Kuran ile gönderdiği şeriatın bir yönü de, Allah’ın dışındaki kimselere nasıl davranılacağını öğretmiş olmasıdır. Bunlar, bir melek, bir peygamber, bir halife ya da arkadaş, eş, yakın, çocuk, hizmetçi, binek, hayvan, bitki ve cansızlardır. Allah kendi Zâtı ve sahip olduğu mülkü hususunda nasıl davranılacağını öğretir. Güzel ahlâk ile ahlâklanan insan, zikrettiğimiz hususlarda gerçek arkadaşını gözeterek davranır. Her davranışını Rabbinin karşısında yaptığını düşünür. Bu konumda bulununca, Peygamber için söylenen “Sen üstün bir ahlâk üzeresin” (Kalem Suresi, ayet 4) ayetinin hükmü onun hakkında da geçerli olur.”

 

Mevlânâ (ks)’nın Ahlâk Anlayışı

Mevlânâ (ks) Hazretleri kendisini Kuran’ın hadımı (hizmetçi) ve Hz. Peygamber (sav)’in yolunun bir tozu olarak ifade eder. Yani Mevlânâ (ks), Hz. Peygamber (sav)’in yolunun takipçisidir. Ona göre toplumsal kurtuluşun ancak ahlâki değerleri uygulamakla mümkün olacağını belirtmiştir.  Kötü huylardan arınmak için dini ve tasavvufî eğitim alınması gerektiğini Mesnevi’sinde dile getirmiştir. “Ben insanların çalışıp çabaladıkları, didinip durdukları bu arayış dünyasında, iyi huydan daha iyi bir ehliyet görmedim.” diyerek güzel ahlâkın önemine işaret etmiştir. Mesnevi’sinde örnek olarak anlattığı her hikâyeden güzel ahlâkla ilgili öğütler ortaya konmuştur. Ancak, güzel ahlâk gösterişte kalmamalı ve gönüllerde yerleşmelidir.

O’na göre, insanlığın hayvanlara mahsus sıfatlardan arınabilmesi için, ahlâkî bir olgunluğa erişmesi gerekir. İnsan, nefsinin kötü duygu, düşünce ve davranışlarını terk etmedikçe, ideal bir insan olamaz. Bu bakımdan nefs’i firavuna benzetir: “Sen de bu dünyada katır gibisin, hem de nefsin aklına üstün gelmiştir. Ey kendine tapan, yani nefsinin isteklerine uyarak hayvanlar gibi yaşayan gafil, sende insanlıktan çok hayvanlık sıfatları vardır.” Nefsin isteklerine uymanın bir çeşit puta tapmak olarak niteleyen Mevlana (ks), her fırsatta nefsin yok edici, zedeleyici yönünü aktarırken, nefsine göre davrananları hayvan olarak nitelemiştir. Nefsin kçtü huyları olarak hasedi, gururlu olmayı, şehvetli ve mevki makam sahibi olmayı istemelerini göstermiştir. Bu huyların insan ve toplum hayatında tehlikeler yaratacağına işaret etmiştir.

Mevlânâ (ks), ahlâklı olabilmek için, insanın İslamî değerlere uygun bir yaşam sürmesi gerektiğine inanmaktadır. Kuran ve Sünnet insan için birer kılavuzdur. Kötü huylardan kurtulmak için Kuran ve Sünnet yolunda mücahede etmek gerektiğini dile getirmiştir.

 

Sonuç

Tasavvuf bir ahlâk anlayışıdır. Bu ahlâk anlayışı Kuran ve Sünnet’e dayanır. Tasavvuf ehli olabilmek için, insanın Kuran ve Sünnet’te tanımlanan ahlâk anlayışına uyması gerekir. Bu ahlâk anlayışı ayetlerde ve hadislerde açıklanmıştır. Tasavvuf ehli olmak aynı zamanda iyi bir Müslüman olmak demektir. Dolayısıyla bir Müslümanın güzel ahlâklı olması şeriatın koyduğu emir ve yasaklara uygun olarak yaşaması demektir. Tasavvuf bu uygun yaşamayı, nefsin kötü ve yanlış isteklerinden uzak durmasını temin ederek sağlar. Bunun için çeşitli riyazat yöntemleri vardır.

İslama uygun ahlâkın yaşanması hem kişi ve hem de toplum için zorunlu bir durumdur. Bugünkü toplumların ve insanların olumsuz ve kötü şartlarda yaşamalarının asıl nedeni, yaşadıkları ahlâkın, İslamî ahlâka uygun olmamasıdır. Şeriata aykırı yaşam tarzları toplumun parametrelerinin olması gerektiği dengeli durumu bozmaktadır. Bu bir anlamda toplumun entropisinin (kaos durumu) yükselmesine sebep olmakta, dolayısıyla toplumlarda her türlü kötü ve zararlı davranışların ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bütün savaşlar, anarşi ve terör olayları bunun sonuçlarıdır. Entropinin büyümesi aynı zamanda tabiat olaylarını da olumsuz etkilemektedir ve deprem, sel baskınları ve tayfunlar gibi felaketlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Çünkü evrendeki dengeler insan davranışlarından etkilenmektedir. Tasavvufta insana küçük alem gözüyle bakılır. Bununla beraber, insan büyük alemin bir suretidir. Bu nedenle, insanın yaşam parametrelerinin bozulmasının evrenin dengesini bozmasını düşünmek doğru bir yaklaşımdır. Bu konu ileride “Tasavvuf ve Entropi” adlı başka bir makalede inşallah ele alınacaktır.

 

 

Faydalanılan  Eserler

 

Fütûhât-ı Mekkiyye”, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008

“İslâm Ansiklopedisi”, Türkiye Diyanet Vakfı, İstanbul, 1998

“Marifetname”, İbrahim Hakkı, İbrahim Hakkı Camii Derneği, İstanbul, 1980

“Mektûbât-ı Rabbânî”, İmam Rabbânî, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2008

“Mesnevî”, Mevlânâ, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013

“Tasavvuf ve Ahlâk”, Hasan Kâmil Yılmaz, Altınoluk Dergisi,1994, sayı 103

 

 

Yorumlarınız için :      yorum@ilimvetasavvuf.com

 

 

Ana Sayfa              Makaleler

 

 

Tasavvufta Ahlâk Anlayışı

Yayımlama Tarihi:  24.01.2017

ahlak ile ilgili hat yazıları ile ilgili görsel sonucu