Kötülük probleminin tasavvuf açısından incelenmesi, bu konuda zihinleri meşgul eden ayrıcalıkları çok daha güzel bir biçimde ortadan kaldıracaktır. Çünkü tasavvuf, alem ile insan arasındaki ilişkiye tamamen farklı bir açıdan bakmaktadır. Bu bakış açısı ile kötülük problemi problem olmaktan çıkacak, yerini hikmet dolu bir durum alacaktır.

Tasavvufun kötülük problemine bakışı, alem ile insan arasında bir bağ ve ilginin bulunmasına dayanmaktadır. İbn Arabî (ks) Hazretlerinin, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında anlattıklarına göre, insandan alemdeki her şeye uzanan bir bağ vardır. İnsan ile alem arasında bulunan bu bağlar vasıtasıyla, Allah’ın alemdeki eşyalara bıraktığı durumlar insana ulaşır. Bu bağlar vasıtasıyla alemdeki olaylarla insanlar arasında bir iletişim kurulmuştur. Buna göre, alemde insanda eseri bulunmayan bir şey olmadığı gibi, insanın eserinin bulunmadığı herhangi bir şey de alemde mevcut değildir. Alem ile insan arasındaki bağları ancak Sır İlimlerini bilen insanlar keşif yoluyla bilirler ve onların bilgisine sahip olurlar.

İnsan ile alem arasındaki bu bağlar nurun ışınlarına benzerler. Bu nur ışınları, insanlarla alem arasındaki bağlantının taşıyıcılarıdır. Kâmil insan bu bağlarla alemdeki şeylere istediğinde tesir eder. Bu tesir etmenin ilmi Ledunnî İlmin içindedir.

Tasavvufa göre, bir şeyin kötülük olması, o şeyin kendi hakikatinde değil, Allah’ın ondaki hükmüdür. Bu bağlamda yokluk mutlak kötülüktür. Hakk ise, hiçbir şekilde kötülüğün bulunmadığı mutlak iyiliktir. Hakk, alemi yokluk halinde bilmiş ve kendi bilgisindeki surete göre onu var etmiştir. Bütün alem, sebep ve sonuçlar, neden ve nedenliler olarak birbirlerine bağlanmıştır. Allah Teâlâ, hikmetini sebeplerin varlığına bağlamıştır.

Allah, alemi yaratmasını kendi nefsine zorunlu kıldı. O’nu buna zorlayan, Hakk’ın alem hakkındaki bilgisinin ve alemin varlığının kemale ulaşmasını dilemesidir. Bu nedenle Sufiler, “Alem bütün varlık hükümlerinde, Hakk’ın suretine göre ortaya çıkmıştır.” derler. Allah Teâlâ, doğa alemi kendisiyle hayat bulsun diye insanı onun içine indirmiştir. Çünkü tabiat aslı bakımından cansızdır. Rahmanî nefes olan insan tabiata indirilince, tabiat onun vasıtasıyla hayat bulmuştur.

Dünyada oluşan kötülükler, aslında tabiat aleminin Allah’tan gelen bilgi ve tecelli nurlarını algılayamamasının sonucudur. Bunun sebebi ise, dünya üzerindeki insanların İslam şeriatına aykırı fiillerinin yarattığı kirliliktir. Bu kirlilik, insandan aleme uzanan bağlar vasıtasıyla, insanın işlediği günâhların alemin diğer noktalarına taşınması ile oluşur. Şeriata aykırı işlerle alemde oluşan kirlilik, bilgi ve tecelli nurlarının dünya üzerinde kabul edilmesini engellemektedir. Bunu, ilahi emirlerin feleklerden geçerek yeryüzüne varıncaya kadar, unsurlara indiğinde oluşan tortunun artması olarak düşünebiliriz. Bu artış, engelleyen bir perde oluşturuyor. Bu da, tabiattaki kötülüklerin oluşmasına neden oluyor. Yani kötülükler, Allah’ın rahmetinin ulaşmadığı olgulardır.

Eğer Allah Teâlâ bir nimet verir de nimetlendirirse, bu O’nun ihsanıdır. Şayet sıkıntı verir ve azap ederse, bu da O’nun adaletidir. Allah başkasının mülkünde tasarruf etmemiştir ki, haksızlık ve zulüm yaptığı söylenebilsin. Allah’ın karşısında hürriyet, onların Hakk’ın boyunduruğundan değil, sadece yaratıkların boyunduruğundan kurtulmaları demektir. Tasavvuf açısından hürriyetin anlamı budur. Her kim Hakk’ın yoluna bağlanırsa, eşyanın ona hakim olmasından kurtulur ve bizzat kendisi eşyaya hakim olur. Hastalıkların ortadan kaldırılması için bu yöntem kullanılır. Bu nedenle yaratılmış olana sağlık, Allah’ın kendisini sevdiğinde ilişir. Bu bakımdan Allah’a iman güçlü bir perdedir. Kul iman sahibi iken, belanın ona ulaşması ve etki etmesi mümkün değildir.

Bir toplumda sıkıntılar ve kötülükler çoğaldığında, gerçekten iman sahibi bir Müslüman için iki seçenek vardır: Ya böyle bir kötülükler ortamında ölür; bu takdirde şehit olmuş olur ki, bu onun için yüce bir makamdır. Ya da yaşarsa, zarar görse bile hezimete uğramaz. Sahip olduğu iman nuru onun hezimete uğramasını engelleyen bir perdedir. Bu nedenle saadet ve mutluluk bilgide değil, imandadır. Kemâl ise bilgidedir. İman ve bilgiyi bir araya getirenler, ardında başka bir gayenin bulunamayacağı bir mertebeye ulaşmışlar demektir. Bununla beraber, iman nuru ilahi bir vergidir, onda kazanma ve delillerin etkisi yoktur. Ayrıca iman, bilginin verdiği kesinliği ve aşikârlığı vermediği sürece iman değildir. Bilgilerin nurları iman nurunda içkindir. Bilgi kuşkuların hükümlerini ortadan kaldırır, iman nuru ise bu kuşkular hakkındaki gerçek yorumu insana gösterir. İman nuru İslam şeriatının emri demektir.

 

Kötülük problemi hakkında İslam mutasavvıflarının görüşleri

 

İbn Arabî (ks)

İbn Arabî (ks) Hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında iyilik ve kötülük için şunları ifade etmektedir:

“Hz. Peygamber (sav) iyiliği ‘âdet’ (avdet etmek, sahibine dönmek) diye isimlendirirdi. Bu müjde, nefsin özü gereği iyi olması demektir. Nefis kötülüğü ancak sözgelişi arkadaşının ısrarı tarzında bir hacet nedeniyle kabul eder, yoksa kötülük nefsin zatından değildir. Bu nedenle Hz. Peygamber (sav) ‘iyilik âdet, kötülük ısrardır” buyurur. Dost nefsi zorlayarak, Allah’ın emrine ve yasağına karşı gelmek anlamındaki kötülükte ısrar edince, nefis bu ısrara ve baskıya direnemez. Hakk, nefse ‘tebdil’, yani kötülüklerin iyiliğe değiştirilme mertebesini ve yükümlülerin işlerinin rahmete varacağını göstererek, şu ayetleri okur:

Allah onların günâhlarını iyiliklere çevirir.” (Furkan suresi, ayet 70).

Allah’ın rahmetinden ümit kesmeyin. O bütün günâhları bağışlar.” (Zümer suresi, ayet 53).

Bu nedenle kötülük, ilahi bir müjde olarak ‘ısrar’ diye isimlendirilmiştir. İyilik ise ‘âdet’ (alışkanlık) sayılmıştır, çünkü nefis, babası temiz ruh olduğu için, özü gereği iyidir. Başka bir ifadeyle nefsin doğası iyiliktir. Öyleyse insanın iyiliği zatî ve özü gereğidir. Kötülük ise dolaylıdır; bir süre sonra olsa bile ortadan kalkar. Çünkü Allah’ın rahmeti herşeyi kuşatmıştır.”

 

İmam Rabbânî (ks)

İmam Rabbân (ks) Hazretleri, Mektubat adlı kitabında kötülük problemi konusunda şunları söylemektedir:

* Eğer dünyada elem, musibet ve hastalık bulunmasa onun arpa tanesi kadar kıymeti olmazdı. Bir takım musibet ve belalar sayesinde dünyanın karanlığı bir nebze olsun kalkmaktadır. Belaların acılığı tıpkı hastalığa iyi gelen faydalı ilaçların acı olması gibidir.  (c.1, 64. mektup)

* “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etmeleri için yarattım.” (Zariyat suresi, ayet 56) ayeti gereği ibadet önemli, ancak ibadet Allah’a karşı tevazu ve boyun bükmekten ibarettir… Dünya Müslümanların zindanıdır. Zindanda iyi bir geçim aramak akla mantığa sığmaz. O halde mutlaka insanın mihnet ve meşakkatlere göğüs germesi gerekir. (c.1, 64. mektup)

* Elem ve sıkıntı muhabbetin gereklerindendir. Fakirliği (dervişliği) seçene elem ve gam mutlaka lâzımdır. (c.1, 150. mektup)

* Dünya, altın kaplı bir pislik ve de şekerle kaplı bir zehirdir. Böyle olmasına rağmen akl-ı selim sahibi kimseler, bu alçak dünyanın çirkinliğini anlayabilmekte, Allah Teâlâ’nın razı olmadığı bu dünyanın kötülüğünü görebilmektedir.  (c.1, 215. mektup)

* Musibetler yara gibi görünmelerine rağmen, gerçekte merhemdir ve manevi yükselişlere vesile olurlar.

Veba hastalığı bizden önceki ümmetler için azaptı, benim ümmetim için o şehadet kılınmıştır.” (Hadis)

Veba salgınına yakalanan kimseler öyle huzur ve teveccüh haliyle ölüyorlar ki durumları insanı imrendiriyor (c.2, 17. mektup)

* Musibetlere karşı Allah’tan afiyet dilemeli ve Allah’ın gazabından yine kendisine sığınmalıyız. Zira, Allah’ın rızası kulun duasındadır.

Rabbiniz dedi ki, dua edin kabul edeyim.” (Mümin suresi, ayet 60). (c.2, 88. mektup)

İmam Rabbânî (ks)’ye göre zorunsuz varlıkların hakikati yokluktur ve bu yokluklara akseden yetkinliklerdir (ayan-ı sabite). Bu yokluklar bütün kötülükler ve eksikliklerin kaynağıdır. Bil ki yokluk varlığın karşıtıdır. Öyleyse bütün kötülük ve eksikliğin kökü odur. Nitekim varlık da toplu halde bütün iyilik ve yetkinliğin aynıdır.

Bütün alem ilim makamında Allah’ın isim ve sıfatlarının üzerine yansıdığı yokluklardan ibarettir. Bu yokluklar sözü edilen yansımalarla beraber hariçte, gölgesel bir varlıkla Allah’ın yaratmasıyla var olmuşlardır. Böylece alemde zatî ve fıtrî bir çirkinlik zuhur etmiştir. Hayır ve kemâl ise yüce Allah’a aittir.

Başına her ne iyilik gelirse bu Allah’tandır. Her ne kötülük de gelirse bu senin nefsindendir.” (Nisa suresi, ayet 79).

 

Bediüzzaman Said-i Nursî (ks)

Said-i Nursî (ks) Hazretleri kötülük problemi konusunda şunları söylemektedir:

* Halk-ı şer, şer değildir; kesb-i şer, şerdir. (Lem’alar, s.77).

Bu ifadeye göre, kötülüğü insanlar ister ve kazanır. Hakk da onu yaratır. Dolayısıyla kötülüğün kaynağı esas olarak insanın kendisidir.

* Şu dar-ı dünya, meydan-ı imtihandır ve dar-ı hizmettir; lezzet, ücret ve mükafat yeri değildir. (Lem’alar, 2. Lemma).

Yani, bu dünya evi bir imtihan yeridir. Bu imtihan yerinde ancak ibadet ve hizmet söz konusudur. Bu dünyada lezzet almak, yaptıklarına karşılık herhangi bir ücret ve mükafat beklemek boşunadır ve anlamsızdır. Dünya hayatının amacı Allah’a ibadet ve kulluk yapmaktır. Asıl lezzet ve mükâfat yeri ahirettir. İnanan buna göre hayatını yönlendirmelidir.

* (Savaşlarda, doğal afetlerde) maktul masumlar şehid olup veli olurlar; fâni hayatları bâki bir hayata tebdil ediliyor ve zâyi olan malları sadaka hükmünde olup bâki bir malla mübadele olur. (Kastamonu Lahikası, s.69).

Burada anlatılmak istenilen, dünyada kötülüklere maruz kalarak hayatını ve malını kaybeden mümin için aslında bir kayıp yoktur. Çünkü eğer bir kötülüğe maruz  kalıp ölürse şehid olup, velilik mertebesine ulaşır; kaybettiği mal da kendisi için sadaka olur ve karşılığını ahirette alır.

 

Mevlânâ (ks)

Mevlânâ (ks) Hazretleri kötülük problemi hakkında şunları ifade etmektedir:

“Tanrı mutlak iyi ve mükemmeldir. O’nun takdir ettiği her şey iyiliğe yöneliktir. İnsanları kötülüğe sevk eden sebepler ise şeytan, nefis, aklı kullanmama ve kötü çevredir. Mutlak anlamda kötülük diye bir şey yoktur. Kötülük kavramı görecelidir. Kötülük imtihan için olabilir; sınırlı bilgiden dolayı iyilikler kötü sayılabilir; hikmeti kavrayamamaktan kötülük zannedilebilir; iyiliğin kıymetinin bilinmesi için kötülük olabilir; ruhi olgunluk için kötülük olabilir. Bunlara göre, Allah’ın kötülükleri halk etmesi çelişme gibi gözükse de, O’nun kemâl’indendir.”

Mevlânâ (ks) Hazretleri yukarıdaki görüşlerini Mesnevi adlı eserinde çeşitli beyitlerle dile getirmiştir:

* Görüyorsun ya, dünyada mutlak olarak kötü bir şey yoktur. Kötü, buna nispetle kötüdür.

* Âlemde hiçbir zehir yahut şeker yoktur ki birine ayak, öbürüne ayak bağı olmasın!

* Evet… Birine ayak olur, öbürüne bukağı, Birisine zehirdir, öbürüne şeker gibi tatlı!

* Yılanın zehiri yılana hayattır, insana ise ölüm!

* Uyumlu bir mizacın alçalış ve yükselişi bazen sağlık bazen inleten hastalıktır.

* Dünyanın bütün işlerini böyle bir kıtlık ve kuraklık, barış ve savaş imtihandan dolayıdır.

* Bu dünya bu iki kanatla havadadır; canlar, bu ikisinden korku ve ümit yurdundadır.

* Böylece dünya diriliş ve ölümün hoş ve zehirli rüzgârında yaprak gibi titrer.

 

Yunus Emre (ks)

Yunus Emre (ks) Hazretlerinin yaşadığı çağ Anadolu’da, önce dışarıdan gelen Moğolların istilası, sonra da içteki Selçuklu Beylerinin kavgalarıyla sosyal yapının çöktüğü, birliğin dağıldığı bir çağdır. Bu hengâme içinde toplumda adalet fikri kaybolmuş, hukuk ortadan kalkmış ve güçlü zayıfı ezer hale gelmiştir. Böyle bir ortamda İslam’ın en büyük şairlerinden biri olan Yunus Emre (ks) Hazretleri ortaya çıkmıştır. Bütün dünya varlıklarını ve mevkilerini terk ederek dervişan bir hayat sürmüştür. En büyük mutasavvıflardan, en büyük velilerden olmasına rağmen sırf bir rütbe olması nedeniyle şeyhlik dahi yapmamıştır. Kendisini sadece Hakk aşığı olarak tanımlamış ve yaşamıştır.

Yunus’un gözünde iyilikler Hakk’tan, kötülükler ise insanın cüzî iradesindendir. Yunus kötülük problemi konusunda “hayır ve şer” ifadesini kullanır; bu problemi bir çeşit cevr’ü cefa, başka bir ifadeyle acı ve ıztırap olarak görür. Bu acılar Hakk aşığı için bir gıdadır ve onunla kemâle erer:

* Türlü türlü cefanın adını aşk vermişler. Bu cefaya katlanan dosta halvet etmişler.

* Yüz bin eğer cevr-ü cefâ oğrar ise sûretime. Hiç eksilmez Şadîliğim cümlesin yur seni sevmek.

Yunus’a göre kötülüklerin kaynağı dünya sevgisidir. Onun için dünya tuzağından uzak durmak gerekir:

* Bu yol yavlak uzaktır dünya ona tuzaktır. Bu tuzağa oğrayan komaya kılavuzun.

* Öldür nefsin dileğini ilet teneşir üstüne. Yoksa keksiz ölüceğiz fermân olur  sana gassal.

Dünyaya inanırsın rızka benimdir dersin.  Niçin yalan söylersin çün sen dediğin olmaz.

Yunus, dünya sevgisinin nefisleri azdırdığını ve insanları zulüme götürdüğünü düşünür:

* Miskin Âdemoğlu nefse zebun olmuştur. Hayvan canavar gibi otlamaya kalmıştır.

* Beyler azdı yolundan, bilmez yoksul halinden. Çıktı rahmet gönlünden nefs gölüne dalmıştır.

* Yunus sözü âlimden zinhâr olma zalimden. Korkaduran ölümden cümle doğan ölmüştür.

Yunus, Hakk’ın cefayı sevdiklerine verdiğini düşünür. Bu aşıklar için Hakk’tan bir lütûftur:

* Ey Pâdişah ey Pâdişah, her dem işin düzedurur. Dünya onun bostanıdır sevdiğini üzedurur.

* Yunus şikâyet eyleme yardan cefâ gördüm diye. Cümle âşıklar hâceti maşûka katında biter.

Yunus, bu cevr-ü cefâ’yı sabır ile karşılamak gerektiğini düşünür:

* Kimden öğüt istesem sabrı gösterir bana. Sabır sermayesini muhabbet odu yaktı.

* Sabırla benim işim nasıl varısar başa. Canıma can bağışlar şol dostumun nüvahtı.

Yunus için aşk bir nimettir. Dolayısıyla onun kahırlarına katlanmak gerekir:

* Aşk bir ulu nazardurur âşık canlar erenlerdir. Aşka düşmeyen gönül virandurur şar olmadı.

* Aşkta kahırlar çok olur aşıklara gayret gerek. Yunus âşık oldun ise âşıklarda âr olmadı.

 

Sonuç

Batıdaki insanlar kötülük problemi diye birçok şikâyet ve düşünceler ortaya atarken, İslam mutasavvıfları kötülük diye bir problemin mevcut olmadığını düşünmüşlerdir. İnsanların kötülük olarak nitelendirdikleri olgular, aslında Allah tarafından insanlara sunulan rahmet ve hayır vesileleridir. Tabii ki önemli olan bu probleme bakış açısıdır. Müslümanlar kötülük olgularına Hakk’tan bir rahmet ve hayır olarak bakarlarken, Müslüman olmayanlar onlara birer musibet ve kahır olarak bakmaktadırlar. Dolayısıyla kötülük olgularının değerlendirmeleri aslında görecelidir ve aynı zamanda bir imtihan vesilesidir. Bu imtihanda başarılı olmak ancak ve ancak İslam inancına sahip olmakla mümkündür. İslam inancına sahip olabilmek ise, ancak kişinin Hakk’a yönelmesi ve Allah Teâlâ’nın da onu nasip etmesiyle mümkündür.

 

 

Kaynaklar:

 

Divân-ı Kebîr”, Mevlânâ, T. İş Bankası Yayınları, İstanbul, 2008.

“Fütûhât-ı Mekkiyye”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008.

“İslam Felsefesi”, H. Ziya Ülken, Ülken Yayınları, İstanbul, 2004.

Kastamonu Lâhikası”, Said Nursî, Sözler Neşriyat, İstanbul, 2015.

Lem’alar”, Said Nursî, Sözler Neşriyat, İstanbul, 2014.

Mektûbat-ı Rabbânî”, İmâm Rabbânî, Yasin Yayınları, İstanbul, 2008.

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi”, Mehmet Sofuoğlu, İrfan Yayınevi, İstanbul, 2003.

Yunus Emre, Divanı ve Hayatı”, Hüseyin Arif, Hicret Yayınları, İstanbul, 1977.

 

Anasayfa       Makaleler

 

Yorum ve eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Tasavvuf  ve  Kötülük  Problemi

Yayımlama  Tarihi:  09.08.2018

En Güzel Tasavvuf Resimleri