Tasavvuf  ve  Büyük Patlama

 

 

 

 

 

 

Büyük Patlama Nedir?

  Büyük Patlama ya da Big Bang, evrenin yaklaşık  13,7  milyar yıl önce aşırı yoğun ve sıcak bir noktadan  meydana geldiğini tasavvur eden, 1920 lerde ortaya atılan bir teoridir.

  1929 da E. Hubble  tarafından, evrendeki galaksi  kümeleri arasında  uzaklığın gitgide artmakta olduğunu, yani  evrenin zamanla genişlediği fikri ortaya atılmıştır. Bu genişleme fikrinden hareketle, zamanla geriye doğru gidildiğinde,  evrenin geçmişteki  belirli bir zamanda  sıcak ve yoğun bir  başlangıç durumundan   itibaren genişlemiş  olduğu düşünülmüştür. Bu düşünce önceleri  ‘ilk atom hipotezi’  olarak adlandırılmış,  günümüzde ise  ‘büyük patlama teorisi’  adıyla yerleşmiştir.  Bu fiziksel modelin temeli Einstein’ın  genel görelilik kuramına  ve  kozmolojik  prensibine dayanmaktadır.

  Big Bang  modeli  homojen olan evrenin geçmişte bugünküne nazaran daha da homojen  bir yapıda olduğunu varsayar. Buna göre astrofiziksel yapılar (galaksiler, galaksi kümeleri)  Big Bang’in ilk döneminde mevcut değildir. Sonradan yavaş yavaş oluşmuşlardır.

  Bu  teoriye göre,  Big Bang’in ilk döneminde gözlemlenebilir evren  bölgesinde  hüküm süren koşullar her yerde  aynıydı. Buna karşılık  maddi unsurların evrenin genişlemesi olgusuyla birbirlerinden hızla uzaklaştıkları  görülmektedir.  Büyük Patlama terimi, bu genişleme hareketinin şiddetini ifade etmek üzere, bir terim olarak önerilmiştir.

  Big Bang’in bir merkezi ya da  özel bir yönü yoktur.  Evrenin geçmişte nasıl olduğunu ancak  evrenin uzak bölgeleri  gözlemlenerek anlaşılabilmektedir.  Günümüzde gözlemlenebilen, doğrudan doğruya Big Bang’in ilk döneminin  kendisi değil,  evren tarihindeki bu sıcak aşamanın  ışıklı yansıması olan  ‘kozmik arka plan’ ışımasıdır. Bu ışıma esas olarak tek biçimli olup her yönde gözlemlenebilmektedir. Bu, Big Bang’in gözlemleme olanağı bulunan  bölgelerde son derecede homojen bir tarzda meydana geldiğini göstermektedir.

  Genel kanının aksine Big Bang,  herhangi bir yerde  olmuş bir patlama değildir.  Big Bang  kimilerin  adını ilk duyduğunda düşündükleri gibi, günümüzdeki galaksileri oluşturan maddeyi  dışarı fırlatıp atan, herhangi bir  noktada  meydana gelmiş  bir patlama değildir.  Bu teori yalnızca evrenin yoğun ve sıcak bir dönemden geçmiş  olduğunu gösterir. Bu yoğun ve sıcak evreyi  betimleyen  çeşitli kozmolojik modeller vardır.

  Big Bang’in ilk döneminden 300.000  yıl sonra  evren bir ‘elektronlar ve atom çekirdekleri plazması’ndan  oluşmaktaydı. Günümüzde tanıdığımız elemanter  parçacıklar  söz konusu sıcak ve yoğun dönemde oluşmuşlardır. Sonraki süreçlerde evrende  gözlemlediğimiz  tüm yapılar  oluşmuştur.

  İçinde yaşadığımız evren  sürekli genişlemektedir. Bu demektir ki çok uzun bir zaman önce  (» 13,7 milyar  yıl önce)  evren çok küçük bir noktadaydı (bir atomdan daha küçük) .  Yapılan hesaplamalar, sıfır zamandan sonraki saniyenin on binde bininde  bugün gördüğümüz evrenin  içeriği atom çekirdeği yoğunluğunda  çok sıcak  bir madde  yığınına sıkıştığını gösteriyor. Ama bu noktada şimdiki fizik kurallarımız işlemez  oluyor. Dolayısıyla  günümüz fiziği ‘başlangıcı’ açıklayamıyor.  Günümüz fiziği  kesinlikle  evrenin büyük patlama ile başladığını söylemez.  Sadece zamanda  13,7 milyar yıl geriye gittiğimizde atomdan  daha küçük ve çok sıcak  bir evrenle  karşılaşacağımızı söyler.

  Evrenimiz, şimdiki zamanda geçmişteki  haline kıyasla son derece az yoğun (şimdilerde evrende  metreküp başına  bir kaç atom düşmektedir) ve soğuk  (2,73  kelvin, yani – 270 santigrad)  haldedir.

  Big Bang teorisi ile ilgili modellerin   kozmolojiye  yeni sorunlar  getirmiş  olduğu görülmektedir. Bu sorunların bazıları şunlardır:

  ·  Teori  evrenin homojen ve izotrop olduğunu  önermiş, fakat niçin böyle olması gerektiğini  açıklamamıştır.

  ·  Evrenin birbirinden  son derece  uzak  iki bölgesinin  esas olarak  aynı özellikleri  gösteriyor olması  nasıl  açıklanabilir ? Geçmişte  bu bölgeler birbirlerine çok yakın olmuşlarsa da  aralarında herhangi bir bilgi alış verişi olup olmadığını  nasıl  anlayabiliriz ?

  ·  13,7 milyar yıl  boyunca evren niye  aynı fizik  kurallarına göre davransın ?  Bugünkü  fizik kurallarının  bu kadar  uzun bir sürede aynı kalabileceğini  nasıl  bekleyebiliriz?

  Bu sorunlar teoriye bir çok yeni parametrenin eklenmesiyle aşılmaya  çalışılmaktadır.

  Bu teorinin,  evrenin yaratılışçı fikrine uygun görüldüğü  filozofların bir kısmı tarafından  kabul edilmiştir.  Bunlara göre  temel fikir,  Yaratılışçılığın  önerdiği  ‘Başlangıçlı Evren’  ile uyuştuğu  üzerine geliştirildi. Bir kısım bilim insanı, astroloji ve kozmolojik verilerin, herhangi bir felsefe  veya teoloji ile  örtüşmeyeceğini ifade etmişlerdir. Buna karşılık  bazı astrofizikçiler,  konunun Tanrı’nın varlığı ile ilişkilendirilebileceğini savunmuşlardır.  Örneğin  astrofizikçi  Hugg Ross konuyla ilgili  şu açıklamayı yapmıştır:

  ‘Zaman, olayların meydana geldiği boyut olduğuna göre, eğer madde, Big Bang ile ortaya çıkmışsa, o halde  evreni ortaya çıkaran sebebin evrendeki  zaman ve mekandan  tümüyle  bağımsız olması gerekir . Bu da bize  Yaratıcı’nın  evrendeki tüm boyutların üzerinde olduğunu  göstermektedir.’

Biz,  Büyük Patlama teorisini  bu makalede tasavvufî  açıdan  ele alacağız. Bunun için önce  doğanın  varlıksal  (ontolojik) yapısını inceleyeceğiz. Sonra da, teori ile tasavvuf  arasındaki  benzerlikleri ve çelişkileri  anlatacağız. Bu makalemizin,   konuya ilgi duyan dostlarımıza  faydalı olacağını ümit ediyoruz. Başarı  Allah’tandır.

 

 

 

Doğanın varlıksal (ontolojik) yapısı         

 

 

Büyük patlamanın konusu,  insanları evrenin başlangıç noktasının  bulunmasına  yöneltmiştir.  Biz de  aşağıda bu konuyu tasavvuf  açısından  ele alacağız.

Bugün insanlarının çoğunun anladığı doğa  kavramı, duyularla ve akıl ile algılanabilen  bir evren anlayışından  ibarettir.  Ancak gerçek böyle olmayıp, duyu ve akıl ile algıladığımız  tabiatın (doğanın) dışında da mevcut  olan alemler  vardır.  Bu alemler,  duyu ve akılla  algınamazlar.  Bunları algılayabilmek için önce iman, sonra ilim ve sonrada  tasavvuf  gerekir (Bkz. Üç Güzellik: İman, İlim, Tasavvuf adlı makalemiz). Yani bu alemleri  anlamak  son noktada tasavvuf ile mümkün olmaktadır.  Ancak insanın bu son noktaya gelebilmesi için iman nuru ve  ilim gereklidir.  Bunları kalbine yerleştirmesinden sonra  tasavvuf ile işin içine girebilir.  Bu da sırlar ilmine vakıf olmak demektir.  Sırlar ilmine vakıf olanlar, keşif yöntemiyle  alemlerin bazı sırlarını anlayabilirler.  Ancak bu sırların bir kısmı keşife kapalıdır. İnsanın alemin bütün sırlarına erişmesi mümkün değildir, çünkü alemin yapısında  uluhiyet (tanrısal) unsurları vardır.

  Biz aşağıda, keşif ehli insanların alemin varlıksal yapısı ile ilgili bizlere naklettiği bilgileri sistematik bir tarzda  ifade etmeye gayret göstereceğiz.

Bugün tabiatta duyularla algıladığımız şeyler ve nesneler aslında, onların  gayb (bilinmeyen) alemindeki  hakikatlerinin birer sureti (yansıması)dır.  Örneğin gördüğümüz bir bitkinin veya  bir hayvanın gayb aleminde  hakikatleri  vardır. Bu hakikatlere  onların ayan-ı sabitesi  de denir. Dolayısıyla önce doğadaki eşyaların   gayb aleminde  hakikatleri (ayan-ı sabite)  yaratılmış, daha sonra  varlık alemine çıkarılmışlardır.  Buna göre başlangıç gayb aleminde  ele alınmalıdır.  Gayb alemindeki başlangıcın nasıl olduğunu  anlamak için,  yaratılışın başından itibaren ele alınması gerekir. ‘Tasavvufta Varlık’ adlı makalemizde  anlattığımız gibi, gayb alemi ile ilgili  bir  hadis ile işe başlayabiliriz.

  ‘Allah var idi ve O’nunla beraber başka hiç  bir şey  yoktu. O, şimdi de  olduğu gibidir.’ (Hadis)  Bu hadisin anlamı  Allah vardı ve O’nunla  birlikte ,  özü gereği  varlığı zorunlu  başka bir şey yoktu.

Yazı ve tedvin (kitap haline getirme) alemindeki ilk yaratılan varlık  İlk Akıl dır.  O,  örneksiz olarak ilk yaratılan şeydir.  Sonra, bir zaman aralığı olmaksızın,  bu ilk akıldan  türeme ve çıkma yoluyla  nefis yaratılmıştır.  Nefis, kıyamete  kadar  bu alemde  meydana gelecek herşeyin  kendisine yazıldığı  korunmuş levhadır (Levh-i Mahfuz).  O, yaratıklar hakkında Allah’ın bilgisidir. Nefis, nuranilik ve  mertebe  bakımından  ilk akıldan  aşağıdadır.  Nefisten  Hebâ  cevheri  yaratılmıştır.  Hebâ  kendisinde ışık bulunmayan  karanlık  cevherdir.  Hebâ’nın hakikati  Bir ile beraberdir (Tevhid).  Allah Teâlâ,  nefis ile hebâ arasında  doğa mertebesini yaratmıştır.  Doğanın  mertebesi  mevcut değildir ancak akledilebilir.  Buna göre doğanın bir varlığı  yoktur, ancak  akıl ve düşünme  yoluyla algılanabilen  bir  mertebededir. Bundan sonra Allah, doğaya  sebepleri  ve  hikmetleri (bilinmeyen nedenler)  koymuştur.  Ayrıca  alemde   nurların  ve  karanlıkların   varlıklarını  düzenlemiştir.  Bunları  Zahir ve Batın’ın  gereğine göre   yapmıştır.  Aynı  şekilde başlangıcı  ve  sonu   eşyalara  belirli bir süre ile  onların miktarlarına  yerleştirmiştir.

  Allah alemi, sebepler ve sonuçlarla birbirine bağlamıştır. Allah’ın doğaya koymuş olduğu sebeplerin  kaldırılmaları artık mümkün değildir. Sebepler için hükümler koymuş, rededilmeleri mümkün değildir.  Bugün  doğada geçerli olan fiziksel  nedensellikler  işte bu sebepler ve hükümlerdir.

Allah, kendisinden bir tecelli ile  tüm cismi  hebada bir cevher  olarak  yaratmıştır. Doğada gördüğümüz bütün cisimler bu cevherin birer farklı suretidir. Cevher tek bir hakikat olmakla beraber, suretler birbirlerinden  farklıdır.

Allah Teâlâ  herşeyi  belirli bir sebep  vesilesiyle  yaratmıştır. O   şey  de, varlığına  özgü  özel bir  tecelli ile  var olmuştur.  Sebep  bu tecellinin  mahiyetini  bilemez.  Sebebin  vesile olmasını  şöyle anlayabiliriz: Sebebe yönelme  esnasında  Allah’tan bir ilahi tecelli ve  rabbani  bir  yönelme  oluşmuştur  ve böylece eşya varlık kazanmıştır.  Bu tecelli ve yöneliş olmasaydı  varlık  oluşmazdı. Eşya gerçekte bir varlıktan başka bir varlığa çıkmıştır.  Yani eşya bilgi varlığından dış varlığa çıkmıştır.

  Keşif bilgisi  maddi her şeye manevi bir ruhun bağlandığını söylemektedir. Allah’ın alemde yaratmış olduğu bir suret ortaya çıktığında, dışta yaratılmış o varlığın bir ruhu vardır. Bu ruh o surete eşlik eder. Bir eşyada duyularla algılanabilen yön, onun duyusal-maddi suretidir. Eşyada bulunan manevi-ilahi ruh ise batınındaki değerlendirilmesidir.

  Doğada herşeyin canlı olduğu  Kuran-ıKerim'in   ayetlerinden  anlaşılmaktadır. Bu canlılık bazen deneylerde kendini göstermektedir (Dolanıklık özelliği gibi). Eşyaların birbirlerini etkilemeleri, birbirleriyle iletişim halinde olmaları bu canlılık nedeniyledir. Ancak bu canlılığın yapısını tam anlamak, gerek keşif ve gerekse akıl yoluyla mümkün değildir. Bununda nedeni eşyadaki Yaratıcısına yönelik yüzün tam bilinemeyeşidir.

  Allah ezeli  bir ilme göre ve alem  hakkında  hüküm sahibi münezzeh (bir sıfatla nitelenmeyen) ezeli bir  iradenin belirlemesiyle alemi zaman, mekan, olgular ve renklere sahip bir şey olarak var etmiştir. Dolayısıyla varlıkta  Allah’tan başka gerçek anlamda irade sahibi yoktur. Alemdeki olguların   ve  eşyaların gerçek  sebebi,  ilahi mertebelerin  hakikatleridir. Bu hakikatler  Allah’ın  güzel isimleri  (Esma-il Hüsna)    ve yüce nitelikleri  (sıfatları)  dır.   Birlik  halinde ve ayrıntılı olarak  varlığa  her  baktığında , tevhidin (Allah’ın birliği) varlığa eşlik ettiğini ve ondan asla ayrılmadığını  görürsün.

  Alem zatı yönünden yokluktur. Varlık kazanması onun kabul edici (pasif, edilgenlik) olması yönündendir. Bu onun mümkün oluşundan kaynaklanır. Mümkün özü gereği yokluktur. Mümkünün yaratılış kabul etmesinin nedeni, Allah’ın  yokluk  halinde  yaratmayı  irade ettiği eşyaya  en-Nur ismi ile tecelli etmesidir. Bu tecellinin nurları o varlıklar üzerinde parıldar ve onlarda yaratılışı kabul etmek üzere  istidat (kabiliyet) kazanır.

  Ezelde yoklukla nitelenen ayan-ı sabiteler (eşyanın hakikatleri) üzerine Allah’ın varlığı, onların istidatlarının gerektirdiği bir şekilde yayıldı. Bunun sonucunda mümkünlerin varlığı peşi sıra ve birbirini takip ederek açıldı. İşte başlangıç budur. Başlangıçdaki bu model, bu yorumla tüm ayan-ı sabiteye eşlik eden ve herbiriyle bilfiil bulunan kesintisiz bir şeydir.

  Allah’tan ayan-ı sabitiye dönük  meydana gelen nispet tektir. Buna göre başlangıç sürekli ve daimidir. Mümkünlerden her biri başlangıçta öncelik sahibidir. Sonradan, mümkünlerin birbirlerine nispet edildiklerinde, birbirlerine göre öncelik ve sonralık ilişkisi ortaya çıkar.

  Allah vardı ve O’ndan başka özü gereği varlığı zorunlu olan başka bir şey yoktu. Mümkün ise , O’dan dolayı varlığı zorunlu olandır. Çünkü mümkün O’nun mazharıdır, yani O’nun zuhur ettiği (ortaya çıktığı) yerdir. Allah, onun vasıtasıyla zuhur etmiştir. Mümkün varlık ise, kendisinde zuhur eden  Hakk ile  örtülmüştür. Bu şekilde bu zuhur imkan ile nitelenmiştir.

  Mümkün, varlığında ve yokluğunda Yaratıcısı ile irtibatlıdır. Bu irtibat, var oluşundaki O’na muhtaçlık irtibatıdır. Yaratıcısı onu var etmiş olsa bile, mümkün daima imkan (olabilirlik) halindedir. Yok olsa bile imkan halinden ayrılmaz.

  Hakk, sürekli ve daima  sırf varlık iken, alem sürekli ve  daima   imkandır. Ayrıca sürekli ve daima sırf yokluk vardır. Buna imkansız denir.  Sırf varlık, ezelde ve ebedde yokluğu kabul etmez. Sırf yokluk ise , ezelde ve ebedde varlığı kabul etmez. Sırf imkan, ezelde ve ebedde bir nedenle yokluğu ve bir nedenle varlığı kabul eder.

  Bu konularda  keşif  yoluyla görülen şeyleri hayalde canlandıracak  söz kalıplarına sokmak imkansızdır. Buradaki güçlüğün nedeni, İlk Sebep’i  bilememektir. İlk Sebep, Hakk’ın  Zâtıdır. Bu nedenle, gerek keşif ve gerekse akıl yoluyla yaratılışın bütün sırlarını anlamak  olanaksızdır.

 

Büyük Patlama’nın tasavvuf  açısından incelenmesi

 

1) Büyük Patlama teorisi ortaya atıldığında, insanlar, evrenin  yaratılışındaki gizemin fizikçiler tarafından  tamamen ve kesin bir biçimde çözüleceğine inançlarını yitirmişler  ve  çıkan sonuçlardan tekrar  Allah’a  yönelmenin gerekli olduğuna kanaat getirmişlerdir. Çünkü insanlar teorinin ortaya çıkışının başından beri varılan deneysel sonuçların, hepsinin İslam inancı  içinde mevcut olduğunu görmüşlerdir.

  Hubble, evrenin genişlediğini 1929 da deneysel olarak ispat edince, insanın ilk aklına gelen, Kuran’daki Zariyat Suresinin 47. ayetidir. Bu ayette Allah Teâlâ  şöyle buyurmaktadır:

  ‘Göğü gücümüzle Biz kurduk, şüphesiz Biz (onu) genişleticiyiz.’ (Zariyat Suresi, ayet 47)

  Bu ayetteki ‘mûsi’ kelimesi, takat anlamındaki ‘vüs’ kelimesinden türemiştir. Mûsi infaka muktedir manasındadır.  Ayetin manası ‘gökyüzünü genişleten’ olması muhtemeldir. Ayetin Hubble deneyini destekleyen bir mesaj vermesi, müslümanları Big  Bang teorisini takip etmeye ve onun ortaya attığı iddia ve yorumları anlamaya çalışmaya sevk etmiştir.

  2) Teori  bu deneysel sonucu zaman içinde geriye götürmek suretiyle, evrenin çok eski zamanlarda çok küçük bir yapıda olduğuna hükmetmiştir. Teori » 13,7 milyar yıl geriye giderek evrenin bu zamanda aşırı yoğun ve sıcak bir yapıda olduğunu, bu yapıda evrenin tüm içeriğinin sıkıştığını düşünmüştür. Bu ortamda elemanter taneciklerin oluştuğunu ve sonradan bunlar sayesinde elementlerin ve bileşiklerin oluştuğunu iddia etmişlerdir. Ancak, evrenin daha da küçülüp tek bir başlama noktası olabilecek  bu noktayı açıklamaktan geri durmuşlardır. Bu da insanları  bu sıfır noktasındaki olayın ancak  ilahi bir  güçle olabileceği düşünmeye sevk etmiştir. Bu düşünceler insanları tekrar tanrının varlığını ve ilk yaratma olayını anlamaya yöneltmiştir. Bu da müslümanlara Bakara suresinin 117. ayetini hatırlatmıştır. Bu ayet mealen şöyledir:

  ‘O, gökleri ve yeri yoktan var edicidir. Bir işin olmasını murat edince, ona yalnızca ‘ol’ der, o da hemen oluverir.’ (Bakara suresi,ayet 117)

  Bu ayete göre yaratma ancak ve ancak Allah Teâlâ’nın eseridir. O’nun yaratması da bir anlık bir iştir.

  3) Fizikçilerde evrenin başlangıç noktası olarak , geriye doğru gidişteki son sıfır noktası olduğu kanaatı genel olarak hakimdir. Fakat bu kanaat yanlıştır. Çünkü İslam inancında, evrenin önce yoklukta bir hakikat olarak Allah tarafından yaratılıp, sonra varlık alemine yine Allah tarafından çıkarıldığı kabul edilir. Dolayısıyla evrenin yaratılışının başlangıcı sıfır noktası değil, yokluktaki ilk yaratılışıdır. Bu yaratılışın nasıl olduğu yukarıda detaylı olarak anlatılmıştır. Bunu teyid eden bir çok ayet Kuran-ı Kerim’de mevcuttur. Bunlardan bazıları şunlardır:

‘O, gökleri ve yeri yoktan var edicidir. Bir işin olmasını murat edince, ona yalnızca ‘ol’ der, o da hemen oluverir.’ (Bakara suresi,ayet 117)

  ‘De ki:’Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat kendisi beslenmeyen Allah’tan başka dost mu tutayım?...’(En’am suresi, ayet 14)

  ‘...Ey gökleri ve yeri yoktan var eden Rabbim!...’(Yusuf suresi, ayet 101)

  4) Fizikçiler evrendeki cisimlerin oluşmasını, ilk elemanter parçacıklardan başlayarak yüksek sıcaklık ve aşırı yoğunluğun altında çeşitli safhalarla meydana geldiğini tasavvur etmektedirler. Tasavvuf ise, evrende ortaya çıkan her cismin hakikatinin (ayan-ı sabite) daha önce yokluk aleminde yaratılmış olduğunu ve bunların varlık tecellisi ile daha sonra zaman içinde doğada varlık kazandığını kabul eder. Yani Allah Teâlâ doğada gördüğümüz cisimleri zamanı gelince varlık tecellisi ile var etmektedir. Biz onların doğada var edilmelerinden hemen sonra, onları duyularımızla algılayabiliyoruz. İslam inancına göre, Allah evrende yaratmayı daima tekrarlamaktadır. Bu gerçek bazı ayetlerde şu şekilde dile getirilmektedir:

  ‘Allah yaratmayı ilkin yapar, sonra da çevirir, onu yeniden yapar...’(Rum suresi,ayet 11)

‘Hem yaratmayı ilkin yapan O’dur. Sonra, onu çevirip yeniden yapacak olan da O’dur ki bu O’na çok kolaydır.’(Rum suresi, ayet 27)

  Bu ayetlere göre yaratılış evrende tekrarlanmaktadır. Yani CERN deki iki proton çarpıştırıldığında, ortaya çıkan yeni parçacıklar Allah’ın tekrar yaratması ile oluşmaktadır. O parçacıklar daha evvelde yaratılmıştı ve bizim tarafımızdan bilinmekteydi. Bu parçacıkların deney yapılarak tekrar ortaya çıkması, onların Allah tarafından tekrar yaratılmaları ile olmaktadır. Atom altı boyutlarda, elemanter taneciklerin birbirleriyle etkileşmeleri sonucu başka taneciklerin ortaya çıkması da bağlamdadır.

  5) Büyük Patlama olayının homejenlik gösterdiği, yani evrenin her tarafında vuku bulduğu fizikçiler tarafından ifade edilmektedir. Onlara göre evrenin her noktasında büyük patlama olayı yaşanmıştır. Yani Büyük Patlama’nın oluştuğu özel bir nokta evrende yoktur. Bu tasavvur, paralel evrenler kavramını da beraberinde getirmiştir. Paralel evrenler bu güne kadar deneysel olarak gözlenebilmiş değildir. Ancak tasavvufta, bizim duyularla algıladığımız evrenimizin dışında birçok başka alemlerin  var olduğu kabul edilmektedir. Bunların sayısının, bir hadise dayanarak 18.000 olduğu ifade edilmektedir. İçinde bizim bildiğimiz tarzda hayatın olduğu, insanların yaşadığı başka alemlerin var oldukları, bazı mutasavvıflar tarafından dile getirilmiştir. Bu alemlere kendilerinin bizzat gittiklerini ve orada neler görüp karşılaştıklarını anlatmışlardır. Bu mutasavvıflara örnek olarak İbn Arabî Hazretlerini ve yakın zamanda yaşamış olan Hakkı Şiştar (ks)’ı verebiliriz. (Hakkı Şiştar (ks)  için ‘Bir Kamil-i Mürşit’in Menkibeleri’ adlı makalemize bakılabilir.)

İbnî Arabî Hazretleri, Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabının 1. cilt, 8. bölümünde (s.363), ‘Hakikat Arzı’ diye isimlendirilen bir alemin sırlarını ve garipliklerini anlatmaktadır. Bu açıklamalarından bazıları şöyledir:

  ‘Hakikat arzı, kendi alemi ya da özellikle bize ait ruhlar aleminin dışında, beşeri doğadaki tabii cisimlerden hiç bir şeyi kabul etmez. Dolayısıyla arifler oraya bedenleriyle değil, ruhlarıyla girer. Binaenaleyh o aleme girerken beden heykellerini bu dünyada bırakıp soyutlanarak oraya girerler... Arif içeri girince içlerinden birisi, arife koşar ve makamına göre ona bir elbise giydirir, elinden tutar, onu bu arzda dolaştırır... Bir taşla ya da ağaçla veya herhangi bir şeyle konuşmak isterse tıpkı arkadaşıyla konuştuğu gibi onunla konuşur... Hakikat arzının denizleri birbirleriyle karışmaz... Onun yaratıkları tenasül olmaksızın diğer bitkiler gibi orada yetişir...Binekleri sürücünün isteğine göre büyür veya küçülür... Bu arzda nur şehirleri denilen şehirler vardır...Bu hakikat arzının insanları Allah’ı en çok bilen kimselerdir...’

  6) Büyük Patlama teorisinin yönlendirdiği araştırmalar, giderek artan  sayıdaki deney sonuçlarıyla, zayıf ve güçlü elektromagnetik kuvvetlerin tek bir etkileşim kuvvetinin farkı görünümlerinden ibaret oldukları fikrinin yayılmasına neden olmuştur. Bu durum ‘Büyük Birleşik Teorisi’ ile ele alınmaktadır. Bu tek etkileşimin  10E29 derecenin üzerindeki ısılarda ortaya çıktığı sanılmaktadır. Dolayısıyla evren, bu teorinin bir uygulama alanı bulduğu bir evreyi geçirmiş olmalıdır. Bu aslında tasavvuf açısından da doğru bir yaklaşım olabilir.  Çünkü bütün fiziksel etkileşim kuvvetlerinin hakikati gayb aleminde tektir. Bu tek hakikat varlık alemine çıktığında da tek bir etkileşim kuvveti olarak etki eder. Ancak zamanla varlık aleminde suretler başkalaşmaya uğradığından, bu tek etkileşim kuvveti de başkalaşmaya uğrayarak çeşitli etkileşim kuvvetlerine dönüşebilir.

  Sonuç

  Evrenin genişlediği düşüncesinden hareketle oluşturulan Büyük Patlama teorisi, evrenin bir sıfır noktasında ortaya çıktığını,  fakat fizik biliminin bu sıfır noktasını  anlamaya yetmediğini ifade etmiştir. Bu görüş, insanları bir Yaratıcının olması gerektiği fikrine götürmüştür. Bu görüş aslında İslam inancında mevcuttur. Bununla beraber teorinin iddia ettiği, evrenin yaratılışının o sıfır noktasında başladığı tasavvuru yanlıştır. İslam inancına göre, yaratılış önce gayb aleminde başlamış, sonra dış alemde bir varlık tecellisi ile ortaya çıkmıştır. Evren,  fizikçilerin tasavvur  ettiği gibi  o sıfır noktasında yaratılmış değildir. Evrenin ve bütün alemin yaratılış süreci tasavvufta anlatılmaktadır. Ayrıca doğanın varlıksal yapısı da tasavvufta detaylı bir şekilde açıklanmaktadır. Biz gerek bu makalede ve gerekse daha önceki makalelerde, bu detayları elimizden geldiği kadar anlatmaya gayret ettik. Konuyla ilgilenenlerin  yayınladığımız diğer makaleleri de incelemelerini tavsiye ederiz.

  Doğru inanca sahip olmak ve doğru düşünmek her müslümanın görevidir. Bu nedenle, bilim dünyasında ortaya atılan her türlü teori ve düşünceleri, İslam inancının ölçüleriyle anlamaya çalışmak her müslümanın  yapması gereken zorunlu bir davranıştır. Bizim de amacımız müslüman kardeşlerimize bu konuda yardımcı olmaktır. Yayınladığımız makalelerle dostlarımıza  faydalı olabildiğimizi ümid eder, bütün dostlarımıza Salat ve Selam  olmasını Allah Teâlâ’dan niyaz ederiz.

  Faydalanılan eserler:

 ‘101 Soruda Kuantum’, K.W.Ford, Alfa, İstanbul, 2011

‘Ariflerin Halleri’, İmâm-ı Rabbanî, Sufi Kitap, İstanbul, 2010

‘Büyük Patlama’, https://tr.wikipedia.org/wiki/Büyük_Patlama

‘Biraz Kuantumdan Zarar Gelmez’, M. Chown, Alfa, İstanbul, 2011

‘Fütûhat-ı Mekkiyye’, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2012

‘Manevi Yolculuk’,  İmâm-ı Rabbanî, Sufi Kitap, İstanbul, 2010

‘Marifet ve Hikmet’, İbn Arabî, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011

‘The Creator and the Cosmos’, H. Ross, NavPress, Colorado, 1995

 

Yorum ve eleştirileriniz için:  yorum@ilimvetasavvuf.com

Anasayfa        Makaleler 

 

 

 

 

 

 

 

 

Space warp travel trough universe

Yayımlama Tarihi: 08.10.2015