İlahi isimlerin genel özellikleri

İlahi isimler, var olan şeylerin, maddelerin ve mümkünlerin asıllarıdır. İsimler olmadan hiçbir şey zuhur edemez. İmkan aleminin kuralları ancak isimler vasıtasıyla, onlara dayanarak sabit olabilirler. Evrendeki bütün fiziksel olayların tabi oldukları yasalar da bu bağlamdadır. Yani bu yasalar ilahi isimlerin zuhur etmesinden ibarettir.

Allah’ın isimleri, tıpkı mümkünler gibi, sonsuzdur. Çünkü onlar Allah’ın mülkünü içeren mertebelerden ibarettir. Söz konusu olan mülk ise mümkünlerin hakikatleridir. Bu hakikatler ise sonlulukla nitelenemez. Çünkü onlar, Hakk’ın şe’nlerinin (işlerinin) aynısıdırlar. Hakk’ın şe’nlerinin ise, ne dünyada ne de ahrette bir nihayeti söz konusu değildir. Ancak bu şe’nlerden meydana gelen şeyler sonludur. Bu ilahi kuşatıcılığa şu ayet delalet eder: ‘Ey insanlar! Siz Allah’a muhtaçsınız.’ (Fatır Suresi, ayet 15). Böylece Hak, ihtiyaç duyulan her şey ile kendisini isimlendirmiştir. Bu varlıkların bütün mertebelerine, hatta ulvi ve süfli fertlerin cüzlerine sirayet eden bir hakikattir.

İlahi isimler çeşit çeşittir. Bunların bazıları zamirdirler, örneğin, O (Hüve), Biz (Nahnu) ve Ben (Ene) bu çeşit zamirlerdir. Bazı isimler ise, el-Halık (Yaratan), el-Cail (Yapan) gibi, kinaye (dolaylı anlamı olan) isimlerdir. Bazıları ise niyabet (vekillik) isimlerdir. Örneğin, ‘İlaçlar sizi iyileştirir’ denildiğinde, burada gerçek iyileştiren Haktır, fakat ilaçlar iyileştirmede Hakkın yerini almışlardır.

Bazı isimler, Kuran’da zikredilmiş olsalar bile, edep gereği Allah’a isim olarak verilemezler. Örnek olarak, ‘Allah hile (mekr) yapmıştır’ (Ali İmran suresi, ayet 54), ‘Allah onlarla alay (istihza) etmiştir.’ (Bakara suresi, ayet 15) gibi ifadelerini verebiliriz. Böyle bir ismi Hakk’a vermek veya vermemek, bize değil Hakk’a kalmıştır. Biz Hakk’ı sadece kendisini isimlendirdiği isimlerle isimlendirebiliriz.

Allah kendisine ancak ve ancak  ‘güzel isimleri’ nispet etmiştir. Bununla beraber bütün isimler gerçekte güzel isimlerdir. Allah’ın isim ve sıfatlarının hakikatlerini en yetkin tarzda ve en iyi bilenler peygamberlerdir. Onlar da Hakk’ı Hakk’ın bildirdiği şekilde bilmişlerdir.

Peygamberimizden (sav) rivayet edilen sahih bir hadiste şöyle buyurulur: ‘Allah’ın doksan dokuz ismi vardır. Bunları ezberleyen kimse cennete girer.’ Burada 99 sayısı pekiştirmek için söylenmiştir. Bu hadiste ezberleme kelimesi ‘ihsa’  kelimesinin karşılığı olarak kullanılmıştır. Birçok İslam alimine  göre bu kelime ‘bilen’ anlamında kullanılmıştır. Diğer bir ifadeyle bu, hadislerin lafızlarını (söylenişlerini) ve manalarını (anlamlarını) bilen, sonuçlarında ortaya çıkan olayların hakikatlerini idrak eden  demektir. Dolayısıyla bu hadise göre Allah’ın isimlerinden 99 tanesinin neyi ifade ettiğini idrak edebilen bir Müslümanın cennetlik olması ümit edilebilir.

Her mümkünün kendisine has nitelikleri ve özellikleri vardır. Bu nedenle her mümkünün, Allah tarafından kendisine tahsis edilmiş bir ismi vardır. Bir mümkünün diğerlerinden ayrışmasını sağlayan nitelikler ve özellikler, kendisine tahsis edilen isimden kaynaklanmaktadır. Bu konu ancak Allah ehlinin bilebileceği kıymetli bilgilerden biridir.

Yukarıdaki gerçeği şöyle de ifade etmek mümkündür: Allah, hakikatleri kendi hakkının isimleri sayısınca meydana getirmiştir. Her hakikat için o hakikatin kendisini bildiği bir isim belirlemiştir. Her hakikatin sırrı içinde kendisine devamlı hizmet ve eşlik eden bir melek yaratmıştır. Burada, hakikat kelimesi ile kastedilen,  bir hakikat cinsini kendisinde toplayan şeydir. O hakikatin Rabbi, söz konusu olan isimdir. Hakikat o isme ibadet eder. Dolayısıyla bu hakikat söz konusu olan ismin kuludur ve onun teklifi altındadır.

Allah, bütün isimlerin hakikatlerini kendinde toplayan bir isimdir. Allah insanı ilahi isimlerle süslemiştir. İnsan bu isimler sayesinde yeryüzünde halife olabilmiştir. İnsanın yeryüzüne bu şekilde yerleştirilmesi,   kemaldeki en güzel ilahi süs ile zuhur etmesi demektir.                      

Her ilahi isim, iki ilahi isim arasında bulunur. Bu Allah’ın emrinin bir dairesel yapı gösterdiğinin bir delilidir. Bu nedenle Allah’ın eşyadaki emri bir sona varmaz. Bunu fiziksel dünyada devamlı görmekteyiz. Çünkü alemde devamlı bir yeni oluş hüküm sürmektedir. Her fiziksel olay, kendisinden önce meydana gelmiş bir fiziksel olay ile kendisinden sonra olacak bir fiziksel olayın arasındadır. Her fiziksel olay bir ilahi ismin hükmü altında olduğundan, her ilahi ismin iki ilahi isim arasında bulunduğunu bu şekilde anlamış oluruz.

İsimler ve nispetler özü gereği kendi başlarına var olamazlar. Onlar, kendilerinden oluşan bir arzuyla, kendilerinde var olacakları bir varlığı isterler. Yani onlar zuhur edecekleri bir mazhara ihtiyaçları vardır. Böylece, isimlerin ve nispetlerin hükümleri, söz konusu dış varlığın kendileriyle isimlenmesiyle ya da onlarla nitelenmekle ortaya çıkarlar.

Bütün ilahi isimler, Allah’ın isimleridir. Onlar ya fiillerinin, ya sıfatlarının ya da zatının isimleridir. Allahtan başkası yoktur. Dış varlıklar ise, kendisinden çıkamadıkları bir hakikatte madumdur, yani yokluk ile vasıflandırılmışlardır.

Allah’ın Zatı’nın bir ismi yoktur. Çünkü Allah’ın Zatı bir etkinin etki edebileceği bir mahal değildir. Ayrıca O, kimse tarafından bilinemez. Herhangi bir nispetten soyut olarak ona delil olabilecek herhangi bir ismin olması mümkün değildir. İsimler tanımlama ve ayrıştırma için kullanılır. Böyle bir şey Allah’ın Zatı için söz konusu değildir. Bu husus Allah’ın dışındaki herkese kapalı bir kapıdır. Öyleyse, Allah’ı ancak ve ancak Allah bilir.

Buna göre ilahi isimler bizimledir, bize aittir, bize dayanırlar, bizde zuhur ederler, hükümleri bizdedir, bizde sona ereler, bizden ifade edilirler, başlangıçları da bizdendir.

Gerçekte varlıkta sadece Allah’ın isimleri vardır. Fakat yaratıkların gözleri onların bilgisinden perdelenmiştir. Eğer Allah, ilahi isimleri kaldırsaydı, söz konusu  perdeler kalkardı. Eğer isimlerden ibaret olan perdeler kalksaydı, Allah’ın Zatı’nın tekliği ortaya çıkardı. Onun tekliği karşısında ise, varlık ile nitelenmiş herhangi bir şey duramazdı.  Çünkü ortaya çıkan tecelliler mümkünlerin varlıklarını ortadan kaldırır ve bu şekilde mümkünler varlık ile nitelenemezlerdi. Mümkün varlıklar ancak ilahi isimler sayesinde, varlıkla nitelenmeyi kabul etmişlerdir. Öyleyse imkan, ilahi isimlerin oluşturduğu perdenin ardından, varlıkla nitelenmenin meydana getirdiği Zati tecellilerdir.  Mümkün varlıkların hakikatleri yönünden Allah’ı bilmek, ancak bu ilahi isimler vasıtasıyla gerçekleşir. 

İlahi isimlerin mümkünlerin hakikatlerine tesir etme ihtiyaçları, mümkünlerin ilahi isimlere olan ihtiyaçlarından daha fazladır. Çünkü isimler mümkünlere tesir etmekle nimetlenirler.

Şeriatların dilleri tecellilerin delilleri iken tecelliler de ilahi isimlerin delilleridir. Böylece marifet bölümleri birbirleriyle bağlanmıştır. Saflarda da insanlar birbirlerini kenetlendikçe Allah’ın yolu ortaya çıkar. Cemaatle namaz kılmanın üstünlüğü bundadır. Allah’ın nezdinde bunun karşılığı ise Allah’ın isimlerinin birbirine bitişmesiyle yaratıkların yolunun ortaya çıkmasıdır. Bu durumda el-Hayy ismi zuhur eder. Onun yanında el-Âlim ismi bulunur. Yani bütün varlıklar, ilahi isimlerin birbirlerine bitişmelerinin sonunda, her bir ismin etkisi altında ortaya çıkmıştır.

Allah Teâlâ, kendisini nitelikten tenzih ederek ‘Güzel isimler O’na aittir.’(Araf suresi, ayet 180) demiş ve onları sıfat veya nitelik yapmayarak isim yapmıştır. ‘Bu isimlerle O’na dua edin’(Araf suresi, ayet 180) demiştir. Allah’a övgü isimlerle gerçekleşir. Fakat isim övgüyü gerektirmez, övgüyü nitelik ve sıfat gerektirir. Güzel isimler, övgü için değil, delil olsun diye gelmiş olan isimlerdir. Güzel ilahi isimler bizim için övgüdür.

Kim ilahi isimlerin hikmetini anlarsa, ona Allah’ı bilme hakkında büyük bir kapı açılır ve bu kapı hiçbir şeye dar gelmez. Allah’ı bilmek O’nun yolunda hayrete düşmeyi gerektirir. Çünkü O’dan başka hüküm sahibi yoktur. İsimlerin hükümleri isimlerin güzelliğidir. Çünkü bu hükümler isimlere ilahi sırrın ve ihtişamın güzelliğini giydirmiştir.

 

Alem, Doğa ve İlahi İsimler

Alemin varlık sebebi, Allah’ın bilinmek istemesinden ibarettir. Hakk bilinmek istemiş bunun için alemi yaratmıştır. Bu tasavvufta, Hakkın kendisini ve sıfatlarını  bir aynaya yansıtarak bilmek istemesi olarak düşünülür. Bu bilinme arzusu isimlerin ortaya çıkmalarının sebebi olarak ifade edilir. Dolayısıyla alemin varlık sebebi isimlerin bilinme ve hükümlerini ortaya çıkarma talebinden ibarettir. Bununla beraber ilahi isimler sadece kendi eser ve hükümlerini ortaya çıkarmakla kalmaz, aynı zamanda birbirlerinin hükümleriyle boyanmış olarak, yani birbirlerinin hükümlerini içermiş olarak zuhur ederler. Bu husus, yukarıda ifade ettiğimiz, isimlerin birbirleriyle bitişmesi olayıdır.  Bu durum varlıklar arasındaki münasebetler ile yakından ilgilidir. Bu husus alemin bulanık, karışık ve belirsizliğin hüküm sürdüğü bir yapıya sahip olmasının nedeni olarak görülebilir. Bugünkü fiziksel olaylardaki belirsizlikleri, bulanıklığı, karmaşıklığı isimlerin sahip oldukları bu özellik nedeniyle oluştuğunu düşünebiliriz.

Doğa dışta varlığı olmayan bir şeydir. Onun bir varlığı yoktur. Aynı zamanda sabitlikte de bir durumu yoktur, dolayısıyla onda da bir varlığı yoktur. O halde doğa gerçek gayb alemidir, fakat bilinebilir, tıpkı imkanın bilinebildiği gibi.  Bununla beraber, onun imkansızdan bir  farkı vardır, o da kendisinden suretlerin ortaya çıkmasıdır. İmkansızda ise böyle bir durum söz konusu değildir. Doğa gaybının  anahtarları ilahi isimlerdir.  Bu isimler ancak her şeyi bilen  Allah tarafından bilinebilir. Bu nedenle ilahi isimler gaybi nispetlerdir ve kendileri görünmez iken anahtar olabilirler. Bu ilahi isimlerden farklı hakikatler öğrenilir  ve onların birbirlerinden çok farklı oldukları bilinir. Bütün bu farklı ve çok sayıdaki hakikat ancak Hakk’a izafe edilebilir. Biz ise o hakikatleri, onlardan bizde gerçekleşen etkilerin farklılığını görerek bildik ve bizdeki etkilerine göre onları isimlendirdik. Bu nedenle hakikatler eserlerle bizde çoğalmış, bu nedenle de isimlerde çoğalmıştır. Hakk ise bütün isimler tarafından isimlendirilenidir (müsemma).

Hakikatlerin dışta varlıklarının olmadığını yukarıda ifade ettik. Hakk Teâlâ, daha önce gayb  aleminde dağınık ve ayrı halde bulunan hakikatleri bir araya getirerek doğal cisimler alemini yaratmıştır. Yani, doğanın etkisi ilahi meşiyyet (isteme, dilek) vasıtasıyla ortaya çıkmıştır. Bu meşiyyet  gaybın anahtarıdır.  Gayb bütün varlığın kendisiyle zuhur ettiği genel ve yaygın nurdur. O nur kendiliğinde görülür değildir. Ancak tanımlar ve sonuçlar sayesinde bilinebilir.

Duyulur  aleminde, yani doğada, her hangi bir şey unsurlar arasındaki karışımdan meydana  geldiği gibi hakikatler (ayan-ı sabite) ve ilahi isimler arasında da karışım ve terkipler vardır. Gerçekte unsurlar arasındaki karışım ve terkipler, asıldaki bu terkibin yansımasından başka bir şey değildir. Tasavvufa göre eşya hakkında bilginin gerçekleşmesi için şart olan, onlar arasındaki ilgi ve münasebetlerin bilinmesidir. Bu ilgi ve münasebetler, eşyanın dayandığı ayan-ı sabite ve isimler arası ilişki ve münasebetler sayesinde mümkündür. Başka bir ifadeyle, ilahi isimler ve ayan-ı sabite birbirlerinin hükümlerini içerdikleri için bunların tezahürleri olan eşya arasında da zorunlulukla münasebet gerçekleşmiştir. Buna göre evrendeki her bir eşyanın diğer bir eşya ile bir münasebeti vardır.  Bu münasebetler vesilesiyle eşya arasında etki ve tepki ilişkileri oluşur. Bu, bizlere evrendeki koruma yasaları, çekim kuvveti yasaları vs. gibi gözükür. Bu husus, bilginin gerçekleşmesini ve bilginin ortaya çıkmasını sağlar. Bu durumu  Sadreddin  Konevi Hazretleri tasavvufî  bir yorumla şöyle ifade eder: ‘Alem, gerçekleşmesi zuhur ve yayılmaya bağlı kemalin zuhuru için var olmuştur. Böylelikle bütün emrin hakikatlerinden her bir fert, bütün hakikatlerin hükümleri ile boyanır.’

Alem, ilahi isimlerin avucu içindedir. Bu durumda, isimler alemi iki yönden yönlendirir. Birincisi kendi hakikatlerine göre ve ikincisi  varlıklara ait istidatlara göre . İki gözü olan kimse için, bu iki durum zorunludur. Bunun sonucu olarak,    ilahi isimler, eşya üzerinde kendi hakikatlerinin gereği olan etkide bulunurken, eşyanın kabul istidatlarıyla uyumlu olarak hüküm verir. Bu iki yönlendirme sonucunda doğada olgu ve eserler ortaya çıkar.

Hz. Peygamber (sav) alemde gerçekleşen her şeyin ilahi bir ismin hükmünü ortaya çıkarttığına dikkat çekmiştir. Bu durumda bu alemden daha güzeli ve mükemmeli imkan dahilinde değildir. İmkanda sadece bunun sonsuza varan misalleri kalabilir. Buna göre doğadaki bütün fiziksel olaylar en güzel bir yapıda tahakkuk etmektedir. Her olayın içinde birden çok sayıda münasebetler söz konusu olmaktadır. Çünkü her olayda etkileşim tek türlü olmayıp birden fazla etkileşim aynı zamanda tahakkuk etmektedir. Bu yukarıda anlatılan ilahi isimlerin çokluğu ile uyumlu bir görüştür.  Burada önemli olan hangi etkileşim hangi isim veya isimlerin birlikte hükümlerini uygulandığı bir fiziksel olaydır. Bunu çözmek için herhalde keşif bilgisi gereklidir.

İlahi isimler alemdeki tartışmaların kaynağıdır. Her ismin hükmünde ve terazide karşıtı olan bir isim vardır. Dolayısıyla farklı görüşler ve düşünceler daima insanlarla beraberdir. Her görüşün karşıt bir görüşüne daima rastlanır.

Bununla beraber bugünkü tasavvuf bilgilerimizle, bazı isimlerle kişilerin ilgisi nasıl olmaktadır sorusunun cevabı bulunabilir. İbn Arabi hazretlerinin ifadesiyle : ‘Bir müminin ez-Zahir isminden payı, kendisine aktarılan şey iken,  el-Batın ‘dan payı kendisinden gizli kalan şeydir.  El-Evvel ‘den payı Hak kaynaklı düşünceleri bilmek iken el-Ahır’dan payı, diğer düşünceleri Hak kaynaklı düşüncelere katmaktır. Bu ‘Her şeyi bilendir’ (Hadid suresi, ayet 3) ayetinin tamamlanmasıdır.’ 

Yukarıdaki anlattıklarımızın ışığı altında, Allah’ın alemi yaratmasının bir hikmeti de ilahi isimlerin otoritesinin ortaya çıkmasını arzu etmesidir. Çünkü güç yetiren olmaksızın kudret, ihsan edilen olmaksızın cömertlik anlaşılmaz.

 

İsm-i Âzâm ve İnsan-ı Kâmil

İsm-i azam diye isimlendirilen genel bir isim vardır.  Bu isim özelliği gereği faildir. Yani onunla dua edildiğinde yapılan dua muhakkak tahakkuk eder. Buna mukabil Allah ismi ise, kendisi söyleyenin dürüstlüğüne bağlı olarak etkin olabilir.  İsm-i azamın  ne olduğu insanlardan saklanmıştır.  Çünkü bu isim yanlış yerde ve insanların hevesi doğrultusunda kullanılması mümkündür. Ancak bazı Allah dostları bu isme vakıf olmuşlardır.

İsm-i azamın ne olduğu konusunda İslam alimleri tarafından bazı açıklamalar yapılmıştır. Örneğin İbn Arabi Hazretleri bu ismin Ayete’l – Kürsi ve Al-i İmran suresinin başında olduğunu ifade etmiştir. Kimisi Allah isminin ism-i azam olduğunu iddia etmiştir. Bazı İslam alimleri de herkesin kendisi için bir ism-i azamı olduğu, yani herkes için dua ettiğinde muhakkak tahakkuk edecek bir ilahi ismin mevcut olduğunu ileri sürmüşlerdir.

Kuşkusuz insan ilahi isimlerle ahlaklanabilme özelliğindedir. Bununla beraber iki şahıs, ilahi isimlerin feleğinin genişliği nedeniyle aynı menzilde birleşemez. Yani iki ayrı insanın,  ahlaklanmada birbirinden farklı bir yönü daima vardır. İnsan ilahi surete göre yaratıldığı için, bütün ilahi isimlere sahiptir. Dolayısıyla insanda her ilahi isimden bir pay vardır. Bu nedenle insanda bulunan herhangi bir şeyin hükmü ilahi isimlere dayanır.

Allah’ın bütün isimleri büyüktür. Bu davranış doğruluktan başka bir şey değildir. Doğru olduktan sonra hangi ismi alırsan al, onun vasıtasıyla dilediğini yapabilirsin. Yardım doğruluğun kardeşidir ve her yerde kendisini takip eder. Yani insan doğru olmazsa ilahi isimlerin ona hiçbir yardımı olmaz. Bunun aksi söz konusu olsaydı, Müslümanlar hiçbir zaman yenilmezlerdi. Halbuki hiçbir peygamber yenilmemiştir.   Görürsün ki bazen kafirler galip gelir ve onlara yardım edilirken, bazen de Müslümanlar galip gelir ve Allah onlara yardım eder. Her iki grupta da dürüst olan kimse yenilmez. Böyle bir insan her zaman sabittir. Öyle ki, öldürülebilir veya hezimete uğramadan geri dönebilir. Kafirler Müslümanlara galip geldiğinde Allah karşısında tutumunu değiştirmemelisin ve isyan etmemelisin.  Şunu bilmelisin ki, Müslümanlar imanları sarsılıp imanlarında gedik  oluştuğu için yenilmişlerdir. Kafirlerin ise iman ettikleri batıla karşı veya müşriklerin imanlarına kuşku girmemiş, inançlarında bir sarsıntı olmamıştır. Bugün Müslümanların neden yenildiklerini, kafir ve müşriklerin karşısında niçin hezimete uğradıklarının sebeplerini burada aramak gerekmektedir.

Bugünkü İslam aleminde görülen bütün olumsuzluklar, Müslümanların doğruluğu ve gerçek imanı kaybetmiş olmalarından kaynaklanmaktadır. Onun için eğer, İslam aleminin başındaki bu felaketlerin ortadan kalkmasını istiyorsak, nasuh bir tövbe ile Allah Teâlâ’dan af dilemeli ve sonra da sırat-ı müstakimde (doğru yol) yol almalıdır. Dünya ve ahirette kurtuluş ancak ve ancak bu şekilde mümkündür.

Alemdeki her şey bazı şeyleri bilirken bazı şeylerin cahilidir. İnsan-ı Kamil ise öyle değildir. Çünkü Allah  insan-ı kamile ilahi isimleri öğretmiş, cevamiü’l - kelime ona verilmiştir. Böylelikle insan-ı kamilin sureti kemale ermiştir.  Bu sayede insan-ı kamil Hakk’ın suretiyle  alemin suretini kendinde toplamış, Hakk ile alem arasında bir berzah ve bir ayna olarak dikilmiştir. İlahi isimler karşısında insan-ı kamil  Allah mesabesindedir. Yani kamil insan ilahi isimler arasında hüküm verendir. Bu  Hakk’ın kendi suretini insan aynasında görmesi olarak tanımlanmıştır.

Bu hususu İbn Arabî Hazretleri  Fütûhât-ı Mekkiyye adlı eserinde şu şekilde ifade eder:

‘Hakkın kendi suretini insan aynasında görmesinin anlamı, bir rivayette belirtildiği gibi, bütün ilahi isimleri ona vermesi demektir. İnsanın Allah’a ayna olmasının başka bir anlamı ise bütün ilahi isimlerle ahlaklanabilmesidir.  Hz. Adem (as) ilahi isimler vasıtasıyla kemale ermişken, Hz. Peygamber (sav) ise cevamiü’l – kelim (bütün isimleri toplayıcı) vasıtasıyla kemale ermiştir.  Peygamber ilahi isimler ile varisler arasında berzahtır. Onlara ait harfler, surelerin başlarındaki mukattaa harfleridir. Suretlerin isimlerinin bilgisi Adem’de bulunurken, hakikatler isimleriyle birlikte Hz. Muhammed’e (sav) tahsis edilmiştir.’  

 

İlahi isimler arasındaki münasebet 

Allah ismi, bütün ilahi isimleri toplayan ve bütün anlamları içeren isimdir. Yani bütün isimlerin hakikatlerini kendisinde toplamıştır. Örnekler ancak belirli bir isme özgü olarak verilebilir. Bu bakımdan Allah ismine örnek vermemiz yasaklanmıştır. 

Bu konuyu İmâm-ı Rabbânî Hazretleri Ariflerin Halleri adlı kitabında şöyle ifade etmektedir:

‘Allah ismi, vacibü-l vücud olan Zat’ın özel ismidir. Bu mübarek isim diğer ilahi isimlerden ayrıdır ve onların hükümlerine tabi değildir. Bu isimde ismin ifade ettiği şeyin bilinmesi yoktur. Sadece diğer her şeyden ayrı olduğunun bilinmesi vardır. Diğer isimler kendi müsemmalarına delalet ederler. Örneğin Rezzak, yani rızık verici ismi, bu ismin ifade ettiği manayı bildirir ve o müsemmalarda bilinir hale gelirler.

Kafirler  Allah’ın  el-Mûdill  (dalalete bırakan) ismi yoluyla, Müslümanlar da el-Hâdî (hidayete sevk eden) ismi vasıtası ile Allah’a ulaşırlar. Yakınlık ve ulaşma bilgiye göredir. Allah’ı bilmeye bağlıdır. Kafir ise bu bilgiden yoksundur. Dalalete düşenin dalalete düşürene bir yolu yoktur, hidayete ulaşanın ise hidayet edene bir yolu vardır. Hidayete erişen kişi hidayet vasıtasıyla hidayet ediciye ulaşır. Dalalette kalan ise dalalet vasıtası ile dalalete sevk edene ulaşamaz.’

Kuran’da ana isimler üç tanedir. Bunlar Allah, Rahman ve Rabdir. Genel olarak isimlerin anaları : El-Hayy, El-Âlim, El-Mürid, El-Kâil, El-Kadir, El-Cevad, El-Muksit dir. Diğer isimler bu imam Rablerinin emri altındadır. Ulvi ve süfli alemde bilinen bütün isimlerin kelamcıların sıfatlar diye ifade edilen bu yedi isim tarafından içerildiği görülür. Alemi var etmede bu isimlerin Allah ismine yönelişlerinin sebebi, hakikatleriyle birlikte zikretmediğimiz kalan isimlerdir.

El-Hayy ismi bütün isimlere egemendir. Yani her isimden önce el-Hayy ismi gelir. Bu isim bütün isimleri kuşatan Allah’ın Zatının rahmetidir. Bu isim Zatın nurunun ziyası ve kısmen perde gölgesidir. Bu ismi diğer isimlerden birinin geçmesi mümkün değildir. El-Hayy isminin geldiği her yerde el-Kayyum kendisiyle beraberdir. Bu nedenle ikisi daima beraber zikredilir.  El-Hayy ismi hava unsurunda ortaya çıkan şeyleri var etmeye yönelmiştir. El-Muhyi ismi de su unsurunda ortaya çıkan şeylere yönelmiştir. El-Âlim ismi de, el-Mürid ve el-Kadir isimlerinden daha genel bir kapsama sahiptir.

Allah Teâlâ’nın yedi tane sıfatı vardır ki, bütün ilahi isimler bu sıfatlara dönerler. Bu sıfatlar: hayat, ilim, irade, kudret, kelam, işitmek ve görmektir. Hayat, özü gereği diğer isim ve sıfatlardan üstün ve yücedir. Çünkü bu sıfatların var olması hayatın var olmasına bağlıdır. Bu yedi sıfatın varlığı ile alemin düzeni tamamlanmıştır. Alem bu şekilde bir ilahı ve rabbi olan bir şey haline gelmiştir. Bu yedi niteliğe ilave edilecek bir niteliğe ihtiyacı olacak herhangi bir varlığın hakikati kalmamıştır. Buna göre bu alemden daha güzelinin mümkün olması imkansızdır. Varlıkta Hakk’tan daha yetkini yoktur. Hakk’ın ilahlığındaki yetkinliği O’na nispet edilen bu sıfatlara bağlıdır.

Allah’ın isimlerinden biri de el-Mümindir.  Bu isim kullar için niteliktir ve isim değildir. Çünkü el-Mümin isim olduğunda illeti (sebebi) bulunmaz, fakat sıfat ve nitelik olduğunda illeti bulunur. Bu bakımından el-Mümin Allah için bir isim, fakat kullar için niteliktir.

Aleme bakmaksızın isimlerin anaları dört isimdir: el-Hayy, el-Mütekellim, es-Sami, el-Basir. Çünkü Allah kendi kelamını işitip zatını gördüğünde, aleme bakmaksızın varlığı kendi zatında yetkinleştirmiştir. El-Müdebbir ve el-Mufassal isimleri, öncesel bir bilgisizlik ya da bilginin yokluğu olmaksızın alemi tedbir (bir işin başarılı olması için düşünülen yol)  ve tafsil (uzun uzadıya açıklama) etmiştir. Sureti bilenin nefsinde meydana geldiğinde Allah’ın el-Alim ismi, bu esnada o surete ilişmiştir.

Her ilahi isim, bütün isimleri içerir ve her isim kendi anlamında bütün isimlerle nitelenir. Her isim kendi bilgisinde ve ufkunda el-Hayy, el-Kadir, es-Sami, el-Basir ve el-Mütekellimdir. Aksi halde her ilahi isim kendi kulu için nasıl bir Rab olabilir. Bütün isimler bu imam isimlere, imam isimler de Allah ismine yönelir. Allah ismi ise kendisinden istedikleri şeyi gerçekleştirmesini dileyerek Zat’a yönelir. Lütuf ve cömertlik sahibi zat, bu dileğe isimlere muhtaç olmayışı bakımından karşılık vermiş ve Allah ismine şöyle demiştir: ‘İmam isimlere söyle! Hakikatlerin gereğine göre alemi ortaya çıkarmağa yönelsinler.’ Ardından Allah ismi, imam isimlerin yanına çıkmış ve haberi kendilerine bildirmiştir. Bütün isimler sevinç ve neşeyle işe koyulmuş ve sürekli böyle kalmışlardır. İşte alemin yaratılışının ve varlığının muhteşem bir tablosu.

Takva sahibi el-Cebbar ismiyle oturan kimsedir. O ismin saldırısından korkar. Rahman isminin ise rahman olması yönünden saldırısı yoktur. Er-Rahman ismi, sadece yumuşaklık, lütuf, af ve mağfiret verebilir.  

El-Hamid ismiyle, Allah Teâlâ  kıyamette  Peygamberini (sav) yerleştireceği Makam-ı Mahmud’un üç sancağı vardır. Bunlar Hamd sancağı diye isimlendirilirler. Bütün salih kullar, kıyamette bu sancaklar altında Peygamberimizle (sav) birlikte toplanacaktır.  

Alemde mutlak anlamda iyi bulunmadığı gibi, mutlak anlamda kınama (kötülük) da yoktur. Burada esas olan karşıt ve mütekabil ilahi isimlerin olmasıdır.  İlahi isimler birbirleriyle bitişik olarak etki ettiklerinden zıt nitelikli isimlerin etkileri bu durumu ortaya çıkarmıştır. Burada ‘Her hayırda bir şer ve her şerde bir hayır vardır.’ hadisinin manasını görmekteyiz.

Rab ismi bütün isimleri uzlaştırır.  Rabbin anlamı eğiten ve ıslah edendir. Rab ancak göreceli ve izafi olarak bilinebilir. Bu nedenle Rab ismi Kur’an’da tamlama yapılmadan gelmemiştir. Örneğin, alemlerin Rabbi, yer ve göklerin Rabbi gibi. Rab ismi, hem varlıkta ve hem de yoklukta, mekan ve mertebe bakımından  öncelikli olanları gözetir.  Onlar için, zaman, mekan ve halleri bakımından en uygun olanını tercih eder. Mümkünleri en doğru bir biçimde olacak şekilde ortaya çıkarır. Çünkü Allah mümkünleri, kendisini tespih etsin ve onun şanına layık marifeti öğrenmesi için zuhur ettirmiştir.  Mümkünlerin yaratılmasının başka bir sebebi yoktur.

Hakk’ın kahhar olması birbirine zıt iki isimle isimlendirilmesinden kaynaklanır. Bu nedenle başka birisi O’na karşı koyamaz. Kahırdan kurtulmak isteyen, herhangi bir gayesi olmadan ve üstünlük arzusu taşımadan Hakk’a yönelmelidir.  

Bir ilahi ismin görevden alınmasının sebeplerinden biri alemdeki dilek ve dualardır.  Bazı görevden alınmalar herhangi bir sual veya istek olmaksızın meydana gelir. Bazen de ilahi ismin hükmünün süresinin sona ermesi ile görevden alınır. Bu durumda nesih gerçekleşir. Yani ilahi ismin hükmü başka bir isimle yer değiştirir. İlahi isimler Allah isminden korkarlar, çünkü bu ismin azil ve görevlendirme gücü vardır. İlahi isimler dua etme gücüne sahip olmaları nedeniyle de alemde bulunan varlıklardan çekinmişlerdir. Çünkü Allah Teâlâ, alemin dileğini, özellikle zor durumda kalanların dileğini kabul eder.

Kim Allah’a karşı takva sahibi olursa, ‘Allah’ isminin genişliğine sahip olur. O ismin genişliği ile birlikte hali genişler. Bu genişliğin arkasında darlık bulunmaz.  Ama kim takva sahibi olmazsa, böyle birisi darlıktan kurtulamaz. Yani darlıktan tekrar darlığa çıkar. 

Er-Rahman ismi, Hakk’ın ihsan ve zorunlu rahmeti hakkında mübalağa bildirir. Allah Teâlâ bu rahmeti için ‘Benim rahmetim her şeyi kuşatmıştır.’ (Araf suresi, ayet 156) ayetini göndermiştir. İki isimden birleşik isme riayet etmelisin. Bu isim er-Rahmanu’r-Rahim ismidir.  Allah’ı bu isimle zikreden insan, hiçbir zaman bedbaht olmaz.

Mülk ve melekut, ez-Zahir ile el-Batın isimlerinin sahipleridir. Melekut gayb alemini ve mülk şehadet alemini göstermektedir.   Mülk alemine halk alemi, melekut alemine emir alemi de denilir.

El-Hakem ismi el-Âlim isminin kardeşidir. Bunun nedeni, hükmü belirleyenin, hakkında hüküm verilenle aynı olmasıdır.

El-Halim işini erteler ve kuluna mühlet verir. Fakat ihmal etmez, yalnız belirli bir nedenle tehir eder. Bu cezanın silinmesi demek değildir. O cezayı iyilikle değiştirir ve günaha güzel bir elbise giydirir.  

 

Sonuç

İlahi isimlerin oluşturduğu yapı, alemin yaratılışının ve varlığının devam edişinin fevkalede güzel bir şekilde açıklamasıdır. Evrendeki bütün olgu ve davranışların, ilahi isimlerin tasavvufî  yapısıyla açıklanması mümkündür. Bu gerçek, ‘… Rahman’ın yaratmasında bir aykırılık, uygunsuzluk görmezsin. Gözünü döndür de bak, bir bozukluk görüyor musun?’ (Mülk suresi, ayet 3) ayetinde ifade edilen hususla tamamen aynıdır. Bu nedenle insanlar, uğraştıkları bilimsel konularda  ilahi isimlerin bu yapısını göz önünde  bulundurmaları, yaptıkları araştırmaların doğruluğu ve bütünlüğü açısından çok önemlidir. Akıl yoluyla bilim yapan kişilere, yaptıkları bilimsel çalışmalarda, sırlar ilmi yardımıyla tespit edilen ilahi isimlerin yapısı ile ilgili bilgileri  göz önünde bulundurmalarını tavsiye ederiz.

Bu konudaki makalemizi,  Üstadımız İbn Arabî Hazretlerinin aşağıdaki şu sözleri ile bitirmek istiyoruz:

 ‘Ey Dost! Allah’ın güzel isimleri ile ahlaklanırken kendini koru. Güzel isimlerle ahlaklanmak nasip olunca, onların sendeki güzel eserlerini görmekten habersiz kalma! İsimlerde ve isimlerin karşısında onların vekili hükmüyle bulun ki, peygamberin isminin benzeri olasın. İsimlerden birini sana vermede, bu anlamıyla Allah’a ortak olma! Edebe sarıl, ‘Rabbim! İlmimi arttır’ de.’  

 

Faydalanılan eserler:

‘Ariflerin Halleri’, İmâm-ı Rabbânî, Sufi Kitap, İstanbul, 2010

‘Esmâ-i Hüsnâ Şerhi’, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011

‘Fütühât-ı Mekkiyye’, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2010

‘İlahi İsimler’, İsmail Hakkı Bursevi, Sufi Kitap, İstanbul, 2008

‘İlahi Nefhalar’, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2004

‘Sadreddin Konevî’de Bilgi ve Varlık’, Ekrem Demirli, İz Yayıncılık, 2005

 

Yorum ve eleştirileriniz için:  yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Anasayfa       Makaleler

 

Tasavvuf  ve  İlahi  İsimler