|
Tarîkat-ı Muhammediyye deyimi, İslam alimleri tarafından “Hazreti Peygamberin (sav) söz ve fiillerini örnek almak suretiyle yaşanan hayat tarzı” gibi bir anlamda kullanılmıştır. Bu kavram birbirinden farklı zamanlarda, zeminlerde İslam alimleri tarafından sembolleştirilmiştir. Bu isim altında birçok kitap telif edilmiştir. Bunlar arasında en ünlüsü, Birgili Mehmet Efendi'nin (1523- 1573) telif ettiği “et-Tarîkatü'l Muhammediyye ve’s Sîratü’l-Ahmediyye” adlı kitaptır. Bu kitapta okuyucuya “Ey Sâlik!” diye hitap eden Mehmet Efendi, onu Muhammedî tarikata ve Ahmedî yaşam tarzına davet etmektedir. Tarîkat-ı Muhammediyye deyimi, Birgili Mehmet Efendi’den önce ve sonra da İslam alimleri tarafından kullanılmıştır. Bunların bazıları şunlardır: ● Şâzeliyye tarikatının Arrâkiyye kolunun kurucusu olan İbn Arrâk’ın (963/ 1556) babası Muhammed bin Ali bin Abdurrahmân bin Arrâk’ın (933/1526) telif ettiği “el-Kavâidü’ş-Şer’riyye li-Sâliki’t-Tarîkati’l-Muhammediyye” adlı kitaptır. ● Azîz Mahmûd Hüdâyi'nin (1038/1625) “et-Tarîkati'l-Muhammediyye Vesîletü'n ile’s Saâdeti’s-Sermediyye” adlı kitabı. ● Lâ’lizâde Abdülbâkî Efendi'nin (1159/1746) “Risâletü’l-Murâdiyye fi’t- Tarîkati'l Muhammediyye” adlı kitabı. ● Şeyh Muhammed en-Nasûhî’nin, “Risâletü’r-Rüşdiyye fi’t-Tarîkati’l Muhammediyye” adlı kitabı. ● Ayıntâbî Şah Velî'nin “el-Kevâkibü’l – Mudiyyü fi’t - Tarîkatü'l – Muhammediyye” adlı kitabı. Bu çalışmaların ortak noktası, tarikat âdâbından bahsetmeleridir. Bu yaşam tarzının, Hazreti Peygamberin söz ve fiilleri örnek alınarak oluşturulması esas alınmıştır. Son iki asırda da bu konuda kitaplar telif edilmiş ve İslam'da içtihat ve cihat hareketleri için kullanılmıştır. Temel fikir olarak şirk ve bid’atlardan kurtulma hedeflemiştir. Bunlara örnek olarak Seyyid Ahmed Birehvî (1246/1831) tarafından Hindistan'da başlatılan cihad hareketini verebiliriz. Bu hareket Şah Veliyyullah ed-Dihlevî’nin (1176/1762) oğlu Abdûlazîz ed-Dihlevî’nin (1239/1824) teşvikiyle canlanmıştır. Bu harekette, İngiliz işgal kuvvetlerine ve Sihlere karşı Müslümanlar teşkilatlandırılarak silahlı mücadele edilmiştir. Günümüzde görülen tarikatların yanlış bir yol tuttukları, ortalıkta İslam'ı karalayan birçok fetva ve görüşlerin saçıldığı bir dönem yaşamaktayız. Her ne kadar doğru yolda olan tarikatlar varsa da bunların sayısı azdır ve ayrıca bunlar gizlenmektedir. Tarikatların büyük bir kısmı ticaret, mevki ve dünya malı toplama peşinde koşmaktadır. Onlara bağlı olanlara da bu davranışlar güzel gösterilmektedir. Böylece Hazreti Peygamber’in yolu terk edilmektedir. Bu durumda insanın “Tarîkat-ı Muhammediyye” başlığı altında bir yazı yazmak istediğinde, içeriğinin eskiden farklı olması gerektiği ortaya çıkmaktadır. Biz de bu görüş doğrultusunda, Tarîkat-ı Muhammediyye kavramının bugün için temel maddelerini aşağıdaki gibi sıralamak ve açıklamak istiyoruz. Son asrın artık tarikat asrı olmadığı, daha ziyade iman, ilim ve toplu yaşamaya ağırlık verilmesi gerektiğini düşünüyoruz. Bu nedenle, bu başlık altında eskiden yazılmış olan kitapların konuları ağırlıklı olarak tarikat adabı ve esasları olmakla beraber, biz Peygamberimizin iman, ilim ve toplumsal yaşam dinamiklerini İslami esasları çerçevesinde değerlendirip ortaya konulması taraftarıyız. Bu konu ile ilgili başlıkları şöyle sıralayabiliriz: ˃ Kur'an ve sünnete sarılmak, ˃ İman ve İslam'ın temel kavramlarını bilmek, ˃ İlim sahibi olmak, ˃ Şirk koşmamak, ˃ Doğru olmak, ˃ Yalan söylememek, ˃ Helal kazanmak, ˃ Anaya babaya iyilik yapmak, ˃ Topluma faydalı işler yapmak.
Kur’an ve Sünnete Sarılmak Kur'an ve sünnet İslam dininin iki temel direğidir. Sünnet Kur'an ayetlerinin açıklaması ve uygulamasıdır. Bu nedenle sünneti uygulamak Müslümanlar için zorunludur. Malik’e ulaşan bilgilere göre Resulallah (sav) şöyle buyurmaktadır: “Size iki şey bırakıyorum. Bunlara sımsıkı sarıldığınız sürece asla doğru yoldan sapmazsınız. Bunlar Allah'ın kitabı ve Peygamberin sünnetidir.” (Hadis) Hz. Peygamber’in emrettiği ve yasakladığı her şey hakikatte Allah'ın emridir. Dolayısıyla sünnete uymak gerekmektedir. Bunu ifade eden bazı ayetler şunlardır: “Peygamber size ne verdiyse onu alın, size ne yasakladıysa ondan da sakının. Allah'tan korkun, çünkü Allah'ın azabı şiddetlidir.” (Haşr, 59/7) “ O hevadan konuşmaz. O (Cebrail vasıtasıyla Allah'tan kendisine) vahyolunandan başka bir şey değildir.” (Necm, 53/3,4) İbni Mesud şöyle rivayet etmiştir: “Muhakkak ki en güzel söz Allah'ın kitabıdır, en güzel yol da Muhammed'in yoludur. İşlerin en kötüsü de dine aykırı olarak sonradan çıkarılandır. Size vaat edilen mutlaka yerine gelecektir. Siz Allah'ı aciz bırakamazsınız.” (Hadis) Peygamberimizin en çok korktuğu şey, kişinin Kur'an'ı asıl manasından saptırarak hevasına göre yorumlamasıdır. Bunlar kendilerini Kur'an'ı anlamada daha yetkili görürler fakat yaptıkları yanlıştır ve bid’attır. Bir toplumda bir bid’at uydurulunca bir sünnet ortadan kaldırılmış olur. Öyle ki her yeri bid’atlar kaplar ve insanlar sünnetleri unuturlar. Bugün bunlarla ilgili birçok şeyler görüyoruz ve yaşıyoruz. Dinde reformistler, tarihselciler olarak ortaya çıkanlar, asıl olan geleneksel İslam dinini saptırmaya ve insanları onun rahmet ve bereketinden uzaklaştırmaya çalışmaktadırlar. Ayetlerin anlamlarını kendi hevalarına göre değiştirip saptırıyorlar, evliyaları reddediyorlar, türbeleri ziyaret etmeyi şirk ilan ediyorlar, kabir azabı yoktur diyorlar, huri diye bir şey yoktur diyorlar. Bütün bunlar Peygamberimizin 1400 sene önce bizlere yaptığı ikazının önemini açıklıyor. Hazreti Peygamber (sav) bu gibi kişilere, bundan 14 asır önce Allah'ın, meleklerin ve bütün insanların lanetini yağdırmıştır. İslam dini yüce Allah'ın kemale erdirdiği ve Peygamber vasıtasıyla tebliğ ettiği en son ve en mükemmel dindir. Onun üzerine kimsenin değişiklik yapmaya yetkisi ve hakkı yoktur. Gerçek Müslümanların bid’atçı kimselere karşı daima mücadele etmeleri görevleridir. “ Kim Resule itaat ederse Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse Biz seni onlara bekçi göndermedik.” (Nisa, 4/80) Peygamberimizin görevi tebliğ etmektir. Kulların hesabı ise Allah'a aittir. Ancak Peygambere itaat etmek Allah'a itaat etmek ile aynıdır. Peygambere itaat etmek ise onun sünnetine uymak ile olur. Bu nedenle Peygamberimizin sünnetine uymalı ve onu yaşatmalıyız ki Allah'a itaat etmiş olalım. Peygambere itaat etmeyenler kendilerine yazık etmektedirler. Bunun zararını yarın ahirette göreceklerdir, ama iş işten geçmiş olacak ve geri dönüşü olmayacaktır. Ahlâkın bozulduğu ve insanların çeşit çeşit fırkalara ayrıldığı bugünlerde, resullerin efendisi olan Peygamberimizin sünnetine sımsıkı sarılanlara 100 şehit sevabı verilecektir. Meşhur “Şirât-ül İslam” adlı kitapta böyle yazar. Yine bu kitapta Peygamberimizin şöyle dediği yazılmaktadır: “Sünnetimi yozlaştıranlar şefaatimden mahrum kalırlar.” “Fakat Biz onu kullarımızdan dilediğimize kendisi ile doğru yola eriştirdiğimiz bir nur kıldık. Şüphesiz ki sen doğru bir yolu göstermektesin. O yol göklerin ve yerin sahibi olan Allah'ın yoludur. Dikkat edin bütün işler sonunda Allah'a döner.” (Şura, 42/52,53) Bu ayette, Allah Teâlâ'nın hidayeti ve bunun nasıllığı belirtilmektedir. Yani Peygamber bu Nur ile Allah'ın dilediği kimselere hidayet yolunu göstermektedir. Böylece onları hidayete erdirmektedir. Bu yol, eğriliği, büğrülüyü olmayan, bilakis tamamen doğru olan bir yoldur. Buna göre dünyada ve ahirette bütün yaratıkların işi Allah'a döner. Bütün mahlukatın işini sadece o çekip çevirir. Hiçbir şey Allah Teâlâ'nın kazasının dışında kalmaz. O kıyamet günü kullarının arasında adil bir hikmet ve kesin hükmü ile hüküm verir. Bu nedenle bizlerin, Allah'ın bu doğru yoluna davet eden Peygamberimizin emir ve nehiylerine uymamız, bizim kendi menfaatimiz içindir. Bu da onun sünnetlerine uymanın ve yaşatmanın gerekliliğini açıklar.
İman ve İslam’ın Temel Kavramlarının Bilinmesi İslam’daki iman ve İslam ile ilgili temel bilgiler, Cibril hadisi olarak bilinen, Abdullah ibn Ömer ibn Hattab tarafından rivayet edilen hadiste ifade edilmektedir. Bu hadis Sahih-i Müslim’de şöyle anlatılmaktadır: “Bir gün Resulullah'ın yanında bulunurken birdenbire yanımıza, elbisesi bembeyaz, saçı simsiyah, üzerinde yolculuk eseri görülmeyen ve bizden kendisini kimsenin tanımadığı bir zat çıkageldi. Nihayet Peygamberin yanına oturdu, iki dizini onun iki dizine dayadı, iki avucunu kendi dizleri üzerine koydu ve “Ya Muhammed! Bana İslam'ın mahiyetinden haber ver” dedi. Resulullah, “İslam, Allah'tan başka ilah olmadığına ve Muhammed'in Allah'ın resulü olduğuna şehadet etmen, namazı ikame etmen, zekatı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna gücün yeterse beyti hac etmendir” buyurdu. O “doğru söyledin” dedi. Ömer dedi ki, “Biz de ona hayret ettik, hem soruyor hem de Peygamberi tasdik ediyordu”. “Bana imandan haber ver” dedi. Resulullah “Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine ve ahiret gününe iman etmen ve bir de kaderin, hayrın ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmandır” buyurdu. “Doğru söyledin” dedi. “Bana ihsandan haber ver” dedi. Resulallah “Sanki kendisini görüyormuşun gibi Allah'a ibadet etmendir. Her ne kadar sen Allah'ı görmüyorsan da O seni muhakkak görür.” (Hadis) Bu hadis, imanın ve İslam'ın asıllarını ifade etmektedir. Bunlar yapılacak amellerin korunması, iç alemin ihlası gibi hususlarda bütün zahir ve batın ibadet görevlerini şerh etmektedir. Bütün şeriat ilimleri bu esaslardan çıkarılmıştır. İmanın asılları toplu halde Nisa suresinin 136. ayetinde bulunmaktadır: İmanın bir parçası da kadere iman etmektir. Bu şu ayette ifade edilmektedir: “Şüphesiz ki biz her şeyi bir kader ile yaratmışızdır.” (Kamer, 54/49) Her şeyin vuku bulmasından önce, ezelde ilahi ilimde tespit edilmiş bir kaderi vardır. Bu kaderin kazası, yani fiil olarak ortaya çıkışı tespit edilen bir kadere göre olur. Buna göre Kader, Allah'ın ezelde ilmine ve iradesine göre eşyanın icadının zamanını, mekanını, sıfatını ezelde takdir ve tayin etmesidir. “İslam şu beş şey üzerine kurulmuştur: Allah'a ibadet olunması ve Allah'tan başka şeylerin ilah tanınmaması, namazın dosdoğru kılmak, zekat vermek, beyti haccetmek ve Ramazan orucunu tutmak.” (Hadis) “Hiç şüphesiz ki Allah katında din İslam’dır.” (Ali İmran, 3/19) “Kim İslam’dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecek ve o ahirette zarar edenlerden olacaktır.” (Ali İmran, 3/85) Allah katında İslam dininden başka hiçbir din kabul görmez. İslam dini tevhidi ve şerefli bir yolu takip etmektir. Allah Teâlâ'nın Hz. Adem (as) i gönderdiğinden beri gerçek din İslam dinidir. Bu dinin hakikati tevhittir. Bugün bu ayetin hükmünü göz ardı ederek, birçok batıl inanışların da geçerli olduğu ileri sürenler vardır. Bunların doğru olmadığını yukarıdaki ayetler göstermektedir. Bugün için geçerli olan din İslam’dır. Bunun aksini iddia edenler açıkça bir yanılgı içindedirler. Müslümanların bu düşüncelerden uzak durmaları ve bu İslam dışı inanışlara da saygı beslememelidirler. Çünkü bir inanışa saygı göstermek onun doğruluğuna şahitlik etmektir. Bu da insanı küfre sürükler.
“İyilik yapanlar o kimselerdir ki, Allah'a, ahiret gününe, meleklere, kitaba ve bütün peygamberlere iman edip, yakınlığı olanlara, öksüzlere, yoksullara, yolda kalmışa, dilenenlere ve esirleri kurtarmaya seve seve mallarını verirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler, bir de söz verdikleri zaman sözlerini yerine getirirler, her sıkıntı ve hastalık durumlarında ve savaşın şiddetli zamanında sabır ve kararlılık gösterirler. İşte doğru olanlar da bunlardır, korunanlar da bunlardır.” (Bakara, 2/177) Dini konularda kişinin yapması gereken ilk şey delillerle Allah'ı tanımasıdır. İmam-ı Azam'a göre mukallidin (taklit edenin) imanı her ne kadar sahih ise de düşünce ve aklını kullanmayı terk ettiği için günahkardır. Onun için ilk defa yapılması gereken şey, delil ve burhan yoluyla Allah'ı bilip öylece iman etmektir. Daha sonra da müşahede ve en sonunda ise, Rahman olan Allah'tan başkasından sıyrılıp fenaya ulaşmak gerekir. İmanın gerçek tadı bu şekilde ortaya çıkmış olur. İman ve İslam konusundaki temel esaslar çok önemlidir ve İslam dininin temel direkleridir. Bu konuların kavranması, algılanması ve uygulanmasında Müslümanlar azami gayret içinde olmalıdırlar. Aksi halde yarın ahirette büyük kayıplar içinde olacakları aşikârdır.
İlim Sahibi Olmak İlim hayrın en önemlisi ve en faziletlisidir. İlim bütün hayırları içinde toplar ve Cenab-ı Hakk ilim ehlinden razı olur. İlmin önemi birçok ayet ve hadislerde ifade edilmiştir. “De ki: Ey Rabbim! İlmimi artır.” (Taha, 20/114) “De ki: Hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?” (Zümer, 39/9) “Kulları içinde Allah'tan ancak ilim sahibi olanlar korkar. Şüphe yok ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Fatır, 35/28) “Gıpta etmek ancak iki şey de söz konusudur: Bir kimseye Cenab-ı Allah mal vermiş, bu malını da hak yolunda harcamaya muvaffak kılmıştır; bir kimseye Cenab-ı Allah bilgi ve hikmet vermiş, o kişi de o hikmete göre hükmetmekte ve onu öğretmektedir.” (Hadis) “İlmin kaldırılması, cehaletin yerleşmesi, içkinin içilmesi ve zinanın yaygınlaşması kıyamet alametlerindendir.” (Hadis) “Allah hakkında hayır dilediği kimseye din hususunda büyük bir anlayış verir.” (Hadis) “İlim rütbesi bütün rütbelerden üstündedir.” (Hadis) Hidayet ve ilim Cenab-ı Hakk'ın peygamberler vasıtasıyla insanları ulaştırdığı en büyük iki nimettir. Ölü toprağı dirilten ve ona adeta yeniden can veren yağmur gibi, Hidayet ve İlim de, insanların aklını, gönlünü ve ruhunu canlandırır, aydınlatır. Dine davet ancak ilimle olur. İnsanları Allah'ın dinine davet etmek, en büyük faziletli amellerin başında gelir. İlmi yaymak esas olup gizlemek caiz değildir. Malik’e ulaşan bilgilere göre, Lokman bin Hakim oğluna vasiyet ederek şöyle demiştir: “Ey oğlum! Alimlerle otur, onların dizlerinin dibinden ayrılma. Çünkü Allah yeryüzünü gökteki yağmurla dirilttiği gibi, kalpleri de Hikmet nuru ile diriltir.” (Hadis) Ebu Hureyre’den, Resulallah (sav) in şöyle buyurduğu rivayet edilmiştir: “ İnsan ölünce kendisinden bütün amelleri kesilir. Ancak şu üç şeyden amel kesilmeyip lehine sevap devam eder: Devam eden sadakadan; Faydalanılan bir ilimden; Kendisine dua eden iyi bir evlattan.” (Hadis) Ebu Hureyre’nin bir rivayetine göre, Resulallah (sav) şöyle buyurdu: “Her kim ilim arayacağı bir yola giderse, Allah ona o sebeple Cennet yolunu kolaylaştırır.” (Hadis) Bugün toplumumuzda birçok insan ilim denilince müspet bilimler ve felsefeyi anlamaktadır. Müspet bilimler ve felsefe akıl ve deney ile elde edilen bilgilerin ilmidir. Ancak bunların dışında da vahiy yoluyla bildirilen bilgiler de vardır. Bu bilgiler de manevi ve ledün ilmini oluşturur. İlmin hedefi hakikati bulmak ve anlamak olduğuna göre bu hedefe varmak için müspet ilimler, manevi ilimler ile beraber düşünülmesi gereklidir. Aksi halde müspet bilim tek başına bu hedef için yeterli değildir. Çünkü müspet bilimin konusu olan evren ve içindeki olaylar bütün alemleri içine almaz. Oysa mutlak hakikat tüm alemleri içine alan olayları açıklar. Bu nedenle müspet bilim gerekli olmakla birlikte, yeterli değildir. Manevi ilimlerin burada dikkate alınması zorunludur.
Şirk Koşmamak “De ki, ben de sizin gibi ancak bir beşerim. Ne var ki bana ilahımızın ancak bir ilah olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı arzu ederse iyi amel işlesin ve Rabbine yaptığı ibadete hiç kimseyi ortak etmesin.” (Keyf,18/110) “Ant olsun ki sana da senden öncekilere de şu vahyedildi: Yemin ederim ki eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun.” (Zümer, 39/65) “Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz, bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan muhakkak ki derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa, 4/16) “Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmayarak (şirk koşmayarak) kavuşan kimse cennete girer. O’na ortak tanıyarak kavuşan kimsede ateşe girer.” (Hadis) “Allah'ın kulları üzerindeki hakkı, kulların ona ibadet edip başka hiçbir şeyi O’na ortak koşmamalarıdır.” (Hadis) Yukarıdaki ayet ve hadislerden de anlaşıldığı üzere şirk koşmak en büyük zulümdür. Müslümanların dünya ve ahiret saadeti için bundan kaçınması gereklidir. Ancak toplumumuzda bugün insanların birçok davranışları şirke girmektedir. Bunu insanlar farkında olmadan yapmaktadırlar. Toplumumuzdaki en yaygın şirk anlayışlarını şöyle özetleyebiliriz: ● Sevdikleri insanlar için “Sen en büyüksün” övgüsü yapılmaktadır. Oysa en büyük olan Allah Teâlâ'dır (Allahü Ekber). ● Dünya sevgisi kalpleri doldurmuştur. Bu durum kalplerde Allah'ın zikrine engel olur. ● İbadetler gösteriş için yapılmaktadır. Oysa ibadetlerin amacı Allah'ın rızasını kazanmaktır. ● Heva ve hevesler ilah edinilmiştir. “Yüce Allah'ın yanında, gök kubbe altında, Allah'tan başka tapılan tanrılar içinde kendisine uyulan hevadan daha büyüğü yoktur.” (Hadis) ● Müspet bilimciler tabiat olaylarının sebeplerini gerçek fail olarak düşünürler. Bu şirktir. Çünkü sebepler birer vesiledir ve gerçek fail o sebepleri yaratan ve düzenleyen Allah'tır. Kainatta Allah'tan başka mutlak kuvvet ve irade sahibi varlık yoktur. Bunun aksini düşünmek insanı şirke ve küfre götürür. Maalesef günümüzde insanlar, müspet bilimlerin ve matematiğin mutlak kesin olduğuna inanıyorlar. Bu pozitivist ve modernist anlayışın insanları yanıltması ve şirke götürmesidir. Çünkü dini inanışları dogmatik gösterip kendi akıllarıyla oluşturdukları doğma ve paradigmaları mutlak hakikat olarak ortaya atmaktadırlar. Şirk ile ilgili gerçek dışı yayınlarla ehl-i sünnet itikadı bozulmaya çalışılmaktadır. Dinde reformcu veya ateist olarak ortaya çıkanlar, birçok ehli sünnet anlayışını kötülemektedirler. Örneğin tasavvuf ehli olmak, evliyadan dua istemek, türbeleri ziyaret etmek, şefaate inanmak, mevlit okutmak, aşure pişirmek ve dağıtmak gibi davranış ve düşünceleri şirk ilan etmektedirler. Oysa bunların hiçbiri İslam'da şirk değildir. Bu türlü iddiaları ortaya atılmasının nedeni insanları İslam’dan saptırmak içindir. “Allah'a şirk koşma, kuşkusuz şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman, 31/13) “İman edenler ve imanlarını zulümle (şirkle) karıştırmayanlar, işte güven onlaradır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Enam, 6/82)
Doğru Olmak, Helal Kazanmak, Yalan Söylememek Doğruluk her hayrın sebebidir. Sözde ve Özde doğru olmak peygamberlerin ortak özelliğidir. Her peygamber ümmetinden doğru olmalarını istemiştir. Bizzat Peygamberimiz, peygamber olmadan önce Araplar arasında emin, güvenilir, doğru kişi olarak bilinirdi. Müslümanlar imanlarında, verdikleri sözlerinde ve dinlerinde gerek niyet, gerek söz, gerekse davranış bakımından dürüst kimseler olmalıdır. Sıddık, özde ve sözde doğruluk demektir. Doğrularla beraber olmak doğruya destek vermek demektir. “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) “Doğru sözlü, doğru özlü erkek ve kadınlara Allah, bağışlama ve büyük ecirler hazırlamıştır.” (Ahzab, 33/35) “Allah'ın emrine sadakat gösterselerdi, elbette kendileri için daha hayırlı olurdu.” (Muhammed, 47/21) Abdullah’ın rivayetine göre Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz Sıddık (doğruluk) iyiliğe götürür. Şüphesiz iyilik de cennete götürür. Gerçek şu ki, kişi doğru söyleyip durdukça sonunda Sıddık olur. Muhakkak yalan da günaha götürür. Günah da ateşe götürür. Şüphe yok ki, kişi yalan söyleyip durdukça sonunda Allah'ın yanında da çok yalancı diye yazılır.” (Hadis) Sıddık (doğruluk) doğru söylemek, yani vakaya uygun olanı söylemek demektir. Kezib (yalan söylemek) uygun olmayan şeyi söylemek demektir. Yukarıdaki hadisler sözlerin doğru olmasına dikkat eden kimse için doğruluğun, kasten yalan söyleyen içinde yalancılığın sabit bir tabiat ve seciye haline geleceğini haber vermektedir. Bundan da hayır ve şer sıfatlarının devamlılık ve tatbikatla kazanılıp yerleşeceği neticesi çıkmaktadır. Doğruluk ve yalancılığın dünya ve ahiret hayatındaki neticeleri ise ayet ve hadislerde açık olarak ifade edilmiştir. “Kim Allah'a ve Peygambere itaat ederse işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, iyi kimselerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır.” (Nisa, 4/69) Bu ayete göre peygamberlikten sonraki en yüksek mertebe sıddıklıktır. Yani özde ve sözde doğru olmaktır. Halis olmayan amelleri Allah kabul etmez. Doğru sözlü olmak ticarette ve kazançta bereket vesilesidir. Bereket ve hayırlı olma, ticarette dürüstlük ile sağlanabilir. “Bizi aldatan bizden değildir.” (Hadis) “Doğru, güvenilir tacir (mahşer gününde) Peygamberler, Sıddıklar ve Şehitlerle beraberdir.” (Hadis) Peygamberimiz bir gün şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki tüccarlar facirlerdir (günahkarlardır)”. “Ya Resulallah! Allah alışverişi helal kılmadı mı?” dediler. O da “Evet (helal kıldı). Fakat onlar yemin eder günaha girerler, konuşurlar yalan söylerler” (Hadis) Kalp haramdan irkilir ve çırpınır, helalden de sükun ve huzur bulur. Bugün toplumumuzda bu özelliklerin hep eksikliklerini görüyoruz. Haksız kazanç, kara para gibi kavramlar her yerde yaygındır. Bu da toplumu huzursuzluğa ve güçsüzlüğe götürür. Alışverişe konu olan malın ayıbını ve defosunu açıklamak gerekir, gizlemek haramdır. Çünkü yalan berekete manidir. Doğru tüccar ise az kar etse de, kazancının bereketini görür. Ticaretin dürüst yapılmadığı toplumlarda bereket ortadan kalktığı gibi, toplum Allah’ın gazabını üstüne çeker. Böyle toplumlarda kıtlık ve hastalıklar ortaya çıkar. Bu da o toplumun çökmesi ve yıkılması demektir. Müslüman toplumların bundan azami derecede uzak durmaya çalışmaları zorunludur. “Münafıklığın alameti üçtür: Konuştuğu zaman yalan söyler, vaat edince sözünde durmaz, kendisine güvenenlere ihanet eder.” (Hadis) “Mümin korkak olur, cimri olur, fakat yalancı olmaz.” (Hadis) “Seni tasdik eden din kardeşinin bir sözünü anlatırken senin yalancı olman büyük bir hıyanet olur.” (Hadis) Peygamberimiz diyor ki: “Benim namıma yalan söylemek, herhangi biri namına yalan söylemek gibi değildir. Kim kasten benim namıma yalan söylerse ateşte oturacağı yeri hazırlar.” (Hadis) “Kim rüyada görmediği bir şeyi gördüm diyerek yalan söylerse, ahirette ona iki arpa tanesini düğümlemesi emredilir. Halbuki onları hiçbir zaman düğümleyemeyecektir (Düğümleyemediği müddetçe de o cehennemde kalacaktır).” (Hadis) “Şüpheliyi bırak, şüphe vermeyene bak. Zira gönül sözde ve işte doğrudan huzur, yalandan kuşku duyar.” (Hadis) “Allah buyurdu ki, bu sadıklara doğruluklarının fayda sağladığı gündür. Onlar için altlarından ırmaklar akan, içinde ebedi kalacakları cennetler vardır. Allah onlardan razı olmuş, onlar da O’ndan razı olmuşlardır. İşte büyük kurtuluş budur.” (Maide, 5/119) “Çünkü Allah sadıklara sadakatleri ile mükafat verecek, dilerse münafıklara da azap edecek veya tövbe nasip edecektir.” (Ahzab, 33/24) “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve sağlam söz söyleyin.” (Ahzab, 33/70) “Onlar yalan şahitlik etmezler, boş bir şeye rastladıkları zaman vakar ile oradan geçip giderler.” (Furkan, 25/7) Bir toplumun insanlarını çoğu yalan söylemeyi alışkanlık haline getirmişse, o toplumda kimse kimseye güvenmez. Böyle toplumlar huzursuz ve güçsüz olurlar. Müslümanlardan oluşan bir toplumun böyle bir duruma düşmesi çok hazindir.
Anne ve Babaya İyilik Yapmak Anne ve babalarımızın üzerimizde çok büyük hakları vardır. O yüzden onların kalpleri kırılmaz. Anne ve babamız bizden razı olmadıkça Allah'ın sevdiği kulu olamayız. “Ana babaya iyilik edin.” (Enam, 6/51) “Anne ve babasına hizmet edenin ömrü bereketli ve uzun olur. Onlara karşı gelenin, asi olanın ömrü bereketsiz ve kısa olur.” (Hadis) “Ana babası yanında ihtiyarladığı halde, onların rızasını alamayıp cenneti kazanamayanın burnu yerde sürtülsün.” (Hadis) “Cihat Allah yolunda sadece kılıç sallamak değildir. Ana babaya ve evlada bakmak da cihattır. Ele muhtaç olmamak için çalışmak ta cihattır. Ana babanın yüzüne şefkatle bakana, kabul olmuş bir Hac sevabı vardır.” (Hadis) “Rabbin kesin olarak şunları emretti: Ancak kendisine ibadet edin, anne ve babaya iyilik edin. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında yaşlanırsa sakın onlara öf bile deme ve onları azarlama. İkisine de tatlı ve güzel söz söyle.” (İsra, 17/23) “İkisine de acıyarak tevazu kanatlarını indir. Şöyle de, ey Rabbim, onların beni küçükken terbiye edip yetiştirdikleri gibi Sen de kendilerine merhamet et.” (İsra, 17/24) “Gerçi Biz insana, anasına ve babasına itaati de tavsiye ettik. Anası onu zorluk üstüne zorlukla karnında taşıdı. Onun sütten ayrılması da iki yıl içindedir. Biz insana Bana, anana ve babana şükret diye de tavsiye ettik. Dönüş ancak Bana’dır.” (Lokman, 31/14) “Biz insana, ana ve babasına iyilik yapmayı tavsiye ettik. Anası onu zahmetle karnında taşıdı ve zahmetle doğurdu. Onun ana karnında taşınması ile sütten kesilmesi süresi otuz aydır. Nihayet insan olgunluk çağına ulaşıp kırk yaşına geldiğinde der ki: Ey Rabbim! Bana ve ana babama ihsan ettiği nimetlerine şükretmemi ve senin hoşnut olacağın salih amel işlememi ilham et. Benim neslimden gelenleri de salih kimseler kıl. Doğrusu ben tövbe edip sana yöneldim. Ben gerçekten Müslümanlardanım.” (Ahkâf, 46/15) Ana babaya ne zaman itaat edilmez? Bunun cevabını aşağıdaki ayetler vermektedir. “Bununla beraber eğer her ikisi de bilmediğin bir şeyi bana ortak koşman hususunda seni zorlarsa onlara itaat etme. Fakat dünyada onlarla iyi geçin ve Bana yönelenlerin yolunu tut. Sonra dönüşünüz ancak Banadır. O zaman Ben de size yaptıklarınızı haber vereceğim.” (Lokman, 31/15) “Biz insana ana babasına iyi davranmasını tavsiye etmişizdir. Eğer onlar seni, hakkında bilgin olmayan bir şeyi körü körüne bana ortak koşman için zorlarsa, onlara itaat etme dönüşünüz ancak banadır. O zaman size yapmış olduklarınızı haber vereceğim.” (Ankebut, 29/8) Koronavirüsü salgınında Müslüman ülkelerle Müslüman olmayan ülkelerdeki yaşlıların ölüm sayılarına baktığımız zaman, burada anlattıklarımızın ne kadar önemli olduğu anlaşılır. Çünkü Müslüman olmayan ülkelerde anaya babaya gerekli saygı ve sevgi gösterilmediğinden, onlar ayrı bölgelerde ayrı yerlerde evlatlarından ayrı olarak ikamet etmektedir. Huzurevlerinde binlerce yaşlı insan mevcuttur. İşte bu insanlar Korona virüsüne yakalanınca hepsi beraber ölmek zorunda kalmışlardır. Fakat Müslüman ülkelerde böyle bir katliam yaşanmamıştır. Çünkü İslam'da yaşlıların çoğu evlatlarıyla beraber yaşamaktadırlar. Bu da onların korunmasında fayda sağlamıştır. İşte bu İslam'ın insanlara emrettiği hususun ne kadar önemli olduğunun göstermektedir. Bunun karşılığı yalnız dünyada değil, ahirette de ecir ve sevap olarak karşılığı görülecektir. Batı hayranı olan insanlarımıza bu örneği iyice düşünmelerini tavsiye ederiz. Batı'nın modernist düşünce tarzı mı daha güzel, yoksa İslam'ın insancıl emirlerinin yerine getirilmesi mi daha güzel? Bunu tarih boyunca ispat eden birçok olaylar mevcuttur. Fakat asrımızın propagandalarının etkisi ile özellikle insanlarımız bu gerçeği görememektedir. İnsanlar bu virüs salgınındaki sonuçları eğer iyice düşünerek değerlendirirlerse, İslam'ın nasıl üstün bir din olduğunu anlayabilirler. Böylece batının olumsuz propagandalarından uzak kalırlar.
Topluma Faydalı İşler Yapmak İnsanların dünya hayatındaki görevlerinin başında, topluma ve çevreye hizmet etmek, insanlara yardımcı olmak ve onların dertleri ile meşgul olarak onlarla hemhal olmak gelir. Her insanın mutlaka kendi çapında faydalı olabileceği bir şeyler vardır. İyilik yapan ve insanlara faydası dokunanlar, yaptıkları iyiliklerine karşılık Allah katında sevap ve karşılık bulacaklardır. Çünkü iyilik yapmak, insanlara faydalı olmak ta salih ameller arasındadır. Kur'an ve sünnette salih amel işlemek daima tavsiye edilmektedir. “ İnsanların en hayırlısı, insanlara faydalı olanlardır.” (Hadis) “Mümin kardeşine tebessüm etmek sadakadır. İyiliği emredip kötülükten sakındırma sadakadır. Yolunu kaybeden kimseye yol göstermen sadakadır. Yoldan taş, diken, kemik gibi şeyleri kaldırıp atman da senin için sadakadır.” (Hadis) “İçinizden hayra çağıran, iyiliği emredip kötülükten men eden bir topluluk bulunsun. İşte kurtuluşa eren onlardır.” (Ali İmran, 3/104) “Allah'a ve ahiret gününe inanırlar. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar. Hayır işlerinde de birbirleriyle yarışırlar. İşte onlar iyi insanlardandır. Onlar ne hayır işlerse karşılıksız bırakılmayacaklardır. Allah kendisinden gereği gibi sakınanları bilir.” (Ali İmran, 3/114,115) Evrenin düzeni adaletle kurulmuştur. Toplumsal ilişkilerde de adalet esas alınmalıdır. “Şüphesiz ki Allah size adaleti, iyilik yapmayı ve yakınlara bakmayı emreder. Hayasızlıktan, fenalıktan ve azgınlıktan yasaklar. Öğüt almanız için size böyle öğüt verir.” (Nahl, 16/90) Zararlı alışkanlıklardan kurtulmak da topluma bir hizmettir. Çünkü zararlı alışkanlıklar toplumun bütün dinamiklerini zedeler ve insanları huzursuz eder. Bunları terk eden insan topluma hizmet etmiş olur. “Bir Müslümanın diktiği ağaçtan veya ektiği ekinden insanın, hayvanın ve kuşların yedikleri şeyler o Müslüman için sadaka olur.” (Hadis) Kur'an'da bildiriliyor ki, bir insanı yaşatan bütün insanları yaşatmış gibidir, bir insanı haksız yere öldüren de bütün insanları öldürmüş gibidir. Bu ayet toplum düzeninin insanlar arasındaki ilişkiler bakımından ne kadar önemli olduğunu ifade etmektedir. Bu nedenle kendi nefsimizin arzuları, toplumun menfaatine zarar veriyorsa, onlardan vazgeçmeliyiz. Zulüm edenlere yardımcı olmamalıyız. Toplumda iyiliği emredip kötülükleri menetmeliyiz. “Erkek ve kadın bütün müminler birbirlerinin dostları ve velileridirler. İyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirirler. Namazı kılarlar, zekatı verirler. Allah'a ve Resulüne itaat ederler. İşte bunları Allah rahmetiyle yargılayacaktır. Çünkü Allah azizdir, hakimdir.” (Tevbe, 9/71) Bugün bütün dünyayı saran Koronavirüsü salgınında toplumun menfaatini düşünmeyen davranışları toplumumuzda maalesef görmekteyiz. Maske takmayan, sosyal mesafeyi korumaya çalışmayanlar toplumun genel sağlığına zarar vermektedir. Çünkü salgının yayılmasına sebep olmaktadırlar. Bu türlü davranışlar İslamiyet'e aykırıdır ve bir Müslüman için uygun ve doğru değildir. Çünkü bu davranışların da yarın ahirette karşılığı olacaktır. Çünkü bu kul hakkına girmektedir. Toplumun ekonomik güçlerinin, menfaatlerinin paylaşılması adaletli bir şekilde olması gerekir. Çünkü Peygamberimiz şöyle demektedir: “Komşusu aç iken, tok yatan bizden değildir.” Bu ilke toplumu ayakta tutan en önemli bir ilkedir. İnsan yalnız kendi nefsi için değil, etrafındaki insanların da sağlığını, huzurunu düşünerek yaşamak zorundadır. İslam komşuya önem vermektedir. Çünkü toplumsal dayanışma önce yakındaki komşu ile başlar. Böylece, dayanışma halka halka büyüyerek bütün toplumu sarar. Bu sosyolojik olay, İslam'da en doğru bir şekilde teşhis ve tespit edilmiştir. Toplumu kandıranlara karşı topluca mücadele edilmelidir. Onlar halkın önünde teşhir edilerek zararlarından korunmaya çalışılmalıdır. Hile yapanlar için şeffaf olmak, ortada olmak işlerine gelmez. Çünkü toplumu kandıranlar daima işlerini gizli ve perde arkasından yaparlar. Onların teşhir edilmesi güçlerini kırar ve faaliyetlerini engeller. Bu nedenle de Müslüman bir toplumda her şeyin şeffaf ve herkesin bilgisi dahilinde olması, toplumun sağlıklı bir biçimde ayakta durmasına sebep olur. Bu da İslamiyet’in insanlardan istediği bir davranıştır.
Yorum ve Eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|
|
Tarîkat-ı Muhammediyye |
|
Yayınlama Tarihi : 17.06.2020 |