Allah Teâlâ'nın kullarına en büyük iki ihsanı vardır. Bunlar “Marifetullah” (Allah bilgisi) ve “Muhabbetullah” (Allah sevgisi) dir. Marifetullah gönülde nur ve ışıktır. Muhabbetullah Allah'tan gayrı sevgileri yakan bir ateştir.

Alimlerin dilinde marifet ilimden ibarettir. Her ilim marifet ve her marifet ilimdir. Tasavvufta ise marifet, ilahi isim ve sıfatları bilip Allah'a karşı sadık olarak bütün kötü ahlakı ve kötü neticelerini yok edip hepsinden nefsini temizledikten sonra ihlas kapısından hiç ayrılmamak ve devamlı kalple itikafta bulunmak ve bütün hallerde de Allah'a sadakat ve doğruluğu vazife edinmektir. Marifete ermek ile nefsin bütün hatıraları, vesvese ve vehimleri kesilmiş olur. Marifet dış dünya muhabbetine davet eden his ve düşünceleri duymayan kişilerin sıfatıdır. Marifetin alametlerinden birisi, marifet sahibinde ilahi bir heybetin meydana gelmesidir. Kimin marifeti artarsa o nispette heybeti de artar.

Muhabbet bir üstün haldir ki, Allah kuluna muhabbetle bakmış ve muhabbetle müjdelemiş ve bir ayette mealen “Allah yakında bir kavim getirecek ki Allah onları, onlar da Allah'ı sever” buyurmuştur. Tasavvufta ise muhabbet üzerine pek çok söz söylenmiştir. Bazı sufiler muhabbeti, kalbin hayret ve devamlı bir arzu içinde olması; bazıları bütün sevilesi şeylerin üzerinde bir sevgiliyi tercih etmek; bazıları da görünür görünmez daima sevgiliye muvafakat şeklinde tarif ve ifade etmişlerdir. Böylece muhabbet, nefsinde senden çok olanı azaltmak ve sevgiliden az olanı çoğaltmaktır.

 

Marifetullah ve Muhabbetullah ile ilgili Ayet ve Hadisler

Birçok ayet ve hadislerde Allah'ı bilmenin ve  O’nu sevmenin ne kadar önemli olduğu anlatılmıştır.
Allah, kimin bağrını İslam’a açmış ise işte o, Rabbinden bir nur üzerinde değil midir? Artık Allah’ın zikri hususunda kalpleri katılaşmış olanların vay haline! İşte bunlar, apaçık bir sapıklık içindedirler.” (Zümer, 39/22)

Allah iyilik edenleri sever.” (Maide, 5/13,93)

Allah adil davrananları sever.” (Maide, 5/42)

De ki Allah'ı seviyorsanız bana uyunuz. O zaman Allah da sizi sever ve günahlarınızı affeder.” (Ali İmran, 3/31)

Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.” (Rum, 30/21) 

Ey Ademoğlu! Nefsini bilen gerçekten Beni bilir, Beni bilen de mutlaka Beni ister, Beni isteyen de bulur ve dileklerine erer. O zaman gönlünde benden başkası yaşamaz.” (Kudsi Hadis)

“Ey Ademoğlu! Kalbinden marifetimi uzaklaştıranın kalbi kör olur. Beni bilenin kalbinde ne hüzün ne de korku kalır.” (Kudsi hadis)

Allah'ı en iyi bileniniz nefsini iyi bilendir.” (Hadis)

 “Ben Allah'ı ziyadesi ile bilirim. Çünkü bu bilgi kalp işidir.” (Hadis)

Allah'ı gerçekten tanır ve bilirseniz, dualarınızla dağlar yok olur.” (Hadis)

Ey Ademoğlu! Beni seviyorsan, gönlünden dünya sevgisini at. Çünkü benim sevgim ve dünya sevgisi aynı kalpte birleşemez.” (Kudsi hadis)

Ey Ademoğlu! kalbini ibadetimle boşalt ki, sevgimle doldurayım. Bana dön ki sana yardımcı olayım.” (Kudsi hadis)

“Beni fazla zikreden, anan kuluma aşık olurum. O zaman, o da Bana aşık olur ve Beni bulur.” (Kudsi hadis)

Allah'ın yüz rahmeti vardır. Biri halkın birbirine merhamet etmeleri, 99'u kıyamet gününde Cenab-ı Hakk'ın kullarına merhamet etmesidir.” (Hadis)

“Allah cemildir, güzeldir, güzeli sever.” (Hadis)

Allah bir kulunu severse, yer ve gökteki bütün yaratıklar da onu sever.” (Hadis)

“Allah'a olan aşk ve sevgisini kimseye açılmadan ölen şehit sevabı kazanır.” (Hadis)

Marifetullahın Özellikleri

İnsanın en yüksek dileği marifetullah (Allah'ı bilgisi) sahibi olmak olmalıdır. Allah'ı gerçekten bilen ve tanıyanlar üstün makamlara çıkmış yüksek zatlardır. Bunlar Allah'ın huzuruna varmış, ilahi aşk ve sevgi denizine dalmış arifler, ermiş kimselerdir.

Mutasavvıflara şöyle söylerler: Nefsini bilen muhakkak Allah'ını da bilir. Nefsini bilenler ilim ve marifete vakıf olurlar. Nefsini bilen Allah'a yakın ve mutlu, bilmeyen ise O’ndan uzak olur. Nefsini bilen bu fani aleme önem vermez ve sonsuz kurtuluşa nail olur. Nefsini bilen fâzıldır, bilmeyen Hakk’tan gafildir.

Marifetullah gönülde bir nurdur. Allah sevgisi ruhun zaferi ve sevinç kaynağıdır. Allah'ın birliğine inanış, O’na bağlanma ve huzur içinde yaşama anahtarıdır. Marifetullah büyük bir hazinedir. O’nun sevgisi sonsuz bir zaferdir. Allah'ı bilen uyanık ve halktan özür dileyici olur. İlmin meyvesi marifetullah, marifetin meyvesi Allah'ın buyruklarını yerine getirmektir.

Arif odur ki, hiçbir iş ve faaliyet onu Allah ile meşgul olmaktan alıkoymaz ve bir an bile Allah'ın huzurundan ayrılıp gafil olmaz. Arif odur ki, kendisi susar ve Hakk onun sırlarından söyler. Arif odur ki, masivayı (Allah’ın dışındaki her şey) bırakıp yalnız bildiği ile Allah'la meşguldür. Arif odur ki, kendi tedbirini bırakır Hakk’ın tedbirine sarılır. O’nu bekler ve O’na önem verir. Arif odur ki hiçbir şeyle üzülmez, her ne olsa sevinir, üzüntüsü kalmaz. Arif odur ki, bu geniş dünya onun başına dar gelir, halktan kaçıp Allah'a varır ve O’nunla huzur ve ünsiyet içinde rahatı bulur. Arif odur ki, derin ve devamlı düşüncesiyle melekler alemini aşar. Arif odur ki, Allah'tan gayrısına ısınmaz ve başkasını hatırından bile geçirmez. Kulu yaşatan su ve ekmek ise arifi yaşatan da irfan nurudur.

Arif her şeyi, hatta kendini terk edip varlığının yükünden kurtulduğu zaman muhakkak gönül alemine girer, sonra hayal atına binip nice günler giderek tevekkül dağlarını aşar. En sonunda rıza bahçesine gelir, oradan da irfan bostanlarına ulaşır. Sonra sevgi meclisine girip huzura kavuşur, sonra en güzel ahlak ve sıfatlarla ilahi isimlerden elbiselerini giyinip, bu keramet ve izzetle ve bu makamların lezzetlerinle ömrü boyunca bu hallerin nimetleri içinde yaşar. Sonsuz manevi saadetlere kavuşur.

Mevlasını bilenin belası kalmaz. Çünkü onun için bela bal olur, üzülmez. Allah'la arası iyi olduğu için halk ile de arası iyidir. Arif cismini ve canını Mevlasına adamış, her şeyini ona verip aradan çıkmıştır. Bu suretle Allah'a yakınlık mertebesine ermiş ve rahata kavuşmuştur.

Cenab-ı Hakk Kendini bilir, O’ndan başka hiç kimse O’nu bilemez. Arifler Hakk’ı yine Hakk ile bilirler ve her şeyde Hakk’ı görüler. Arifin gözü ibretle kainata bakar, kalbi derinlere dalarak aldığı manevi zevk içinde yaşar. Arifin iki marifet hali vardır: biri dehşet biri de hayrettir.

İbn Arabi (ks) marifetullah konusunda Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında şunları ifade etmektedir:

“Marifet ilahi bir niteliktir. İlahi isimler arasında onunla lafız olarak bir varlığı (aynı) yoktur. Fakat onun yeri biricik yerdir. O sadece biri ister ve biri kabul eder. Tasavvuf ehline göre marifet geniş büyük bir yoldur. Ancak amel ile, takva ile o yola sülük etmekle elde edilen her ilim bir marifettir. Çünkü o ilim hakikat ehlinin keşfinden ileri gelir ki, fikri nazardan düşünme yoluyla hasıl olan ilmin tam zıttına, o ilmin içine asla şüphe ve kuşku girmez.
Akıllı bir insan için Allah'ı tanımak, bilmek istediği zaman, peygamberlerin diliyle Allah'ın kitaplarında Kendi hakkında haber verdiği şeylerde Allah'ı taklit etmesi gerekir. Eşyayı tanımak bilmek istediğin zaman ise kuvvetlerinin yani duygularının ve aklının sana verdiği şeylerle eşyayı tanıyamayacaksın ve Hakk Teâlâ onun işitmesi görmesi ve diğer duyuları oluncaya kadar Allah'a itaat etsin, O’na ibadet etsin ki, böylece bütün işleri Allah'la bilsin. Allah'ı da yine Allah'la bilsin. Çünkü O’nu taklit etmek gerekir. Allah dışında başka birini taklit eden kimse yanılgıya hataya düşebilen birine taklit etmiş olur ve o kimsenin düşüncesinde, ilminde isabet etmesi tesadüfi olur.
Dolayısıyla sen Allah'ı Allah'la, ayrıca bütün eşyayı, bütün işleri de Allah'la tanıdığın, bildiğin zaman, artık bu bilme işinde sana bir bilgisizlik, bir şüphe, bir kuşku, bir tereddüt gelmez.”

Allah Teâlâ, marifet diye adlandırılan Allah'ı bilme ile ilgili bu ilim konusunda Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurmaktadır:

Dışarıda ve kendilerinde onlara ayetlerimizi göstereceğiz ki, O’nun hak olduğu onlar için iyice belli olsun.” (Fussilet, 41/53)

Demek ki Hakk Teâlâ bizi öncelikle bizim dışımızda olan afaka, sonra da bizim birlikte ve üzerinde olduğumuz nefislerimize yöneltmektedir. İşte biz bu her iki hususa vakıf olduğumuz zaman, O’nu tanımış oluruz. Böylece O’nun hak olduğu bizim için açıkça belli olur.

 

Muhabbetullahın  Özellikleri

Muhabbetullah (Allah sevgisi) Allah'tan gayrısını unutmaktır. Vücudun bütün cüzlerinin O’nun olduğunu bilmektir. Sevgi ve hayranlık duyan kalpte,  Allah sevgisi ne ihsanla artar ne de eziyetle eksilir. Muhabbet Allah'ı bulmaktır ve O’ndan gayri her şeyi kalpten atmaktır. Sevgi Allah'ın sıfatlarında kendi sıfatlarını, rızasında hayatını yok etmektir.

Allah sevgisi bir sırdır ki anlatılamaz. Manevi bir emirdir ki görünmez. Her kamil insan kendine göre Allah sevgisine ait sözler söylemiştir ve onun özellik ve faydalarını türlü şekillerde belirtmişlerdir, ta ki kulların kalplerine özleyiş ve şevkin nurlu ateşi dolsun ve içten Allah sevgisini istesinler.

Muhabbetullah (Allah sevgisi) bir devlet kuşudur ki, kimin başına konsa o kimse iki cihanda da taht ve taç sahibi bir sultan olur. Öyle bir saadet şerbetine erişir ki, bu şerbet kimin kalbine girerse o kimse manevi zenginliğe erer ve iki alemde de mutlu olur. Bu mutlu insan Allah’a olan sevgisini dışarı vurmaz. Canından habersiz bir ölüye benzer. Gerçi her akıllı insan, ben Allah'ı seviyorum, O’nun uğruna başımı, malımı veririm der. Ancak Allah sevgisinin hakikatinin bazı alametleri vardır.

Muhabbetullah’ın alametleri konusunda Erzurumlu İbrahim Hakkı (ks), Marifetname adlı kitabında  şunları söylemektedir:

1) Allah'ı seven, ölümden korkmaz ve tiksinmez. Daima ölüme hazırdır, bekler. Çünkü ölümle isteyen istenene, sevilen sevilene, garip öz yurduna kavuşmuş olur.

2) Allah'ı seven, dünyada neyi seviyorsa Allah sevgisi ile sever ve O’nun yolunda O’nun için harcar ve tüketir. Eğer bütün işlerinde tam bir huzur bulamıyorsa bu sevginin yokluğunu ifade etmez. Çünkü Allah sevgisi her insanda tam değil, bazılarında eksik bulunabilir.

3) Allah'ı seven, gece gündüz O’nu zikreder ve düşünür. Çünkü seven sevdiğini, sevgisi nispetinde anar. Yani sevgilisinin vasıflarını söyleyerek onu över.

4) Allah'ı seven, O’nun kelamına (Kur'an'a) hürmet, peygamberlere, velilere ve onların dostlarına riayet eder. Bütün yaratıklara muhabbet ve şefkatle muamele eder. Onlara merhametli ve yumuşak bir dille hitap eder. Muhabbetullah mertebesine eren kimsede, kibir ve kıskançlık, nefret ve düşmanlık, kin ve keder ve acayip bir benlik fikri bulunmaz ve o bütün varlıklara ibret ve hikmet bakışı ile bakar.

5) Allah'ı seven, insanlardan uzak durur. Geceyi özleyişle bekler ki, dünyadan ilgisini kessin ve Allah'ın zikri ve senası ile meşgul olsun. Nitekim Cenab-ı Hakk, Hz. Davud (as)'a şöyle buyurmuştur: “Ya Davut! Beni sevdiğini iddia eden ve geceleyin uyuyup benden gafil kalan kimsenin sözü gerçek değildir. Çünkü dost dostunun yüzünü görmek ve sohbetine nail olmak istemez mi? O halde Beni isteyen uykusundan fedakarlık yapıp, benim sohbetime nail olur.”

6) Allah'ı sevene ibadet kolay gelir. Şevkle, zevkle ona sarılır ki, ibadet ruhun gıdası olsun ve ondan nice lezzetler alsın.

7) Muhabbetullah mertebesini bulan, Allah'ın dostlarını sırf Allah rızası için, hiçbir menfaat beklemeden sever ve onları dost edinir. Onun düşmanlarını da kendine düşman bilip, onlara bile hilm ve şefkatle muamele eder.

Cenab-ı Hakk sevgisini kendi hazinelerine anahtar yapmış ve bununla sonsuz hikmetlerin görünmeyen alemin hakikat kapılarını açarak sırlarını görmeye vesile kılmıştır. Muhabbet hakikat ehlinin ve marifet ehlinin maksadı ve gayesidir. Onların makamları sınırsızdır. Hikmetleri hadsiz ve hesapsızdır. Garip halleri sayısızdır. Çünkü muhabbet yaratıcı rütbenin başlangıcıdır. Beden ve ruhun kemalini sağlar ve onunla çalışılarak her murada erişilir.

Muhabbet bir hakikattir ki, onu sahibinden başkası bilmez ve isteyenden başka bir kimsede bu vasfı kazanamaz. Bu sıfatı kazanandan sual sorulmaz. Çünkü vicdanı kaplayan derin manalar bilinmez, akılla bunların mahiyeti idrak edilmez. Çünkü muhabbet Cenab-ı Hakk'ın bir perdesidir ki velilerin kalbine çekilmiştir.

Muhabbet özelliği bir ebedi sıfattır. Kitap ve iman onunla bilinmiştir. Muhabbet öyle bir sevinçtir ki, onu idrak ettiren Allah'ın huzurunu tasavvur etmek ile gönülde hasıl olur. Muhabbet vicdani bir emirdir ki, onun hakikati bilinemez ve herhangi bir suretle tarif edilemez. Muhabbet gerçek zevk ve şevk verici bir nurdur ki, Cenab-ı Hakk'ın zatından fışkıran bir ışık, onunla güzellerin en güzeli olan Allah'ı sevmektir. Bu güzeli anlayanın idraki kuvvetli, sevgisi tatlı ve saftır. Saf ve tertemiz olan kalp Allah'ın sevgisi ile dolmuştur.

Muhabbetin kaynağı, doğuş yeri Allah'ın birliğidir. Düşmanlığın kaynağı çokluk ve zıddiyettir. Çünkü Bir olan Allah'ın nuru alemlere serpilmiş ve ondan muhabbet doğmuştur. Onun için Allah'a yakın olanlarda muhabbet çok ve kuvvetlidir. Uzak olanlar da az ve zayıftır.

Muhabbet tatlı bir haldir ki, onunla acılar bal olur. Muhabbet bir ilaçtır ki onunla her hastalık iyileşir; bir şerbettir ki onunla her illet sıhhat bulur; muhabbet bir ciladır ki, onunla her keder yok olur, her üzüntü silinir; muhabbet hayat kaynağıdır onunla vücut kuvvet bulur.

 

Marifet ile ilgili Sufilerin Sözleri ve Menkibeler

Üstad Ebu Ali: “Nasıl ki ilim insanda sekinete sebep oluyorsa, marifet de kalpte sekinetin (Hakk’a teslimiyetin) hasıl olmasına sebep olur. Marifeti artan kişinin sekineti de artar.”
• Ebu Hafs: “Allah Teâlâ hakkında marifet sahibi olduğumdan beri kalbime hak veya batıl hiçbir şey girmedi.”
• Beyazîd-i Bistâmi: “İnsanların türlü halleri vardır. Arifin ise hali yoktur. Çünkü onun gözünde şekiller yok olmuş, halkın varlığı Hakk’ın varlığında yok olmuş, ilahi tecelliler içinde kaybolduğu için kendine ait bir fiil görmekten uzaklaşmıştır.”

Beyazîd-i Bistâmî’ye, marifetullaha nasıl ulaştın diye sorulunca şöyle demiştir: “Karnı aç, sırtı çıplak kalmak suretiyle.”
• Zünnûn-i Mısrî: “Peygamberlerin ruhları marifet meydanında yarıştılar ve bizim Peygamberimiz (sav)’in ruhu diğer peygamberlerin ruhlarını geçip vuslat bahçesine ulaştı.

Arif ile muaşerete bulunmak, Allah ile muaşerete bulunmaya benzer. Zira arif de Allah'ın ahlakı ile ahlaklanmış olduğu için sana tahammül eder, hilm ile muamele eder.

Marifetullah bakımından en üstün mertebede olan kimse, O’ndan en çok hayret eden kimsedir.”

Zünnûn-i Mısrî arif'in özelliğini anlatırken, “Burada idi, şimdi gitti” demiştir. Bu sözün anlamı Cüneyd-i Bağdadi’ye sorulduğunda ise şöyle demiştir: “Arif belli bir hal içinde mahsur kalıp diğer hallerden uzak olmaz. Belli bir menzilde bulunması diğer menzillerde dolaşmasına mani değildir. O her makam ehli ile bulunur ve o esnada o makam ehlinin bulduğu hali yaşar. İnsanlar faydalansınlar diye o anda bulunduğu makamın alametlerini anlatır.”
• Hallâc-ı Mansûr: “Kul marifet makamına ulaştığı zaman, Allah onun kalbine sahih maksatları ilham eder, sırrını Hakk’tan gayrısını düşünmekten muhafaza eder.

Arifin alameti, dünya ile de ahiret ile de meşgul olmamasıdır.”

• Cüneyd-i Bağdadi: “İnsan, üzerine iyinin de kötünün de bastığı yeryüzü gibi herkesi gölgeleyen bulut gibi ve sevdiğine de sevmediğine de rahmet olan yağmur gibi olmadıkça arif olamaz.”

Cüneyd-i Bağdadi’ye,  “Marifet ehli kimselerden bazıları takva sayılan (namaz, oruç gibi) bazı amellerin terk edilebileceğini söylüyorlar. Bu konuda ne dersiniz?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Bu söz amellerin gereksizliğini savunanların sözüdür ve bana göre çok ağır ve yanlış bir sözdür. Hatta bu sözü söyleyen kimsenin durumu hırsızlık ve zina yapmanın durumundan daha kötüdür. Çünkü marifetullah sahibi (arif-i billah) olanlar amellerini Allah'tan almışlar ve o amelleri ifa etmek suretiyle Allah'a dönmüşlerdir. Doğrusu benim bin yıl ömrüm olsa, yine de amellerimden zerre kadar eksiltmezdim.”

• Ebu Said el-Harrâz’a, “Arif gözünün yaşının kuruduğu bir hale gelir mi?” diye sorulmuş, O da şöyle cevap vermiştir: “Evet gelir. Zira ağlamak onların Hakk’a doğru yol aldıkları seyri sülük hallerine mahsustur. Allah'a yakınlığın hakikatine ulaşıp O’nun ikramından vuslat tadını taktıkları zaman ağlama durumu ortadan kalkar.”

 

Muhabbet ile ilgili Sufilerin Sözleri ve Menkibeler

Sufiler muhabbet hakkındaki görüşleri şöyledir:

• Muhabbet dertli gönlün daima Rabbine meyletmesidir.

• Muhabbet sevenin sevdiğini, çevresindeki her şeye tercih etmesidir.   •Muhabbet yanında veya uzağında, huzurunda veya gıyabında her zaman sevgilinin rızasına muvafakat etmektir.

• Muhabbet sevenin sevdiğinde fena bulması. Yani kendi özelliklerini yok edip sevdiğinin özelliklerini ikame etmesidir.

• Muhabbet kalbin Rabb’in muradına teslim olmasıdır.

• Muhabbet her türlü hizmeti yerine getirdikten sonra, acaba hürmeti terk mi ettim, bir kusurum oldu mu endişesi taşımaktır.

• Beyazîd-i Bestâmî: “Muhabbet, yaptığın çokça ibadeti azımsaman ve Rabbimden gelen en ufak bir nimeti bile çok büyük olarak belirlemendir.”

• Cüneyd-i Bağdâdî: “Muhabbet aşığın kendi vasıflarından uzaklaşıp mâşûkunun sıfatlarına bürünmesidir.

Muhabbet sıhhatli ve kâmil olunca, edebe riayet şartı ortadan kalkar.

Muhabbet hiçbir nimet ve ihsan karşılığı olmaksızın sevgiliye aşırı meyletmektir.”

• Şiblî: “Muhabbet isminin verilmesinin sebebi, onun kalpte sevgiliden başka ne varsa hepsini silip mahvetmesidir.

Muhabbet, sevdiğim benim gibi bir zavallıyı seviyor diye onu kıskanmandır.”

• İbn Atâ: “Muhabbet kalplere dikilen ve akıl ölçüsünde meyve veren fidanlardır.

Muhabbet, devamlı olarak muhabbet konusunda nefsini kusurlu görmendir.”

• Yahya bin Muaz: “Hakiki muhabbet ceza ile eksilmediği gibi, ihsan ile de artmaz.

Koyduğu hükümlere riayet etmeden O’nu sevdiğini söyleyen kimse samimi değildir.

Muhabbetsiz yetmiş yıl ibadettense bir hardal tanesi kadar muhabbeti tercih ederim.

Muhabbeti layık olmayanlara anlatan kişi muhabbet iddiasında yalancıdır.”

Yahya bin Muaz, Beyazid-i Bistâmî’ye bir mektup yazmış ve “muhabbet kadehinden o kadar içtim ki sarhoş oldum” demişti. Beyazîd'da cevaben şöyle yazmıştı: “Sen öyle diyorsun ama başka biri göğün ve yerin bütün okyanuslarını içtiği halde hala o kadehe kanmadı, ağzını açmış daha yok mu? diyor.”
• Hallâc-ı Mansûr: “Hakiki muhabbet kendi vasıflarını atarak sevgiliyle beraber bulunandır.”

• Ebu Yakub es- Sûsî: “Muhabbet ancak, muhabbeti görmekten uzaklaşıp sadece sevgiyi, sevgiliyi görmek ve muhabbete dair her şeyi yok etmek suretiyle sahih olur.”

• Bir sufi: “Hub (Sevgi) iki harften müteşekkildir: “ha” ve “ba”. Ha harfi ruha, ba harfi de bedene işaret eder ve bu kelime böylece şu anlamı ifade eder: Seven kişi ruhundan ve bedeninden sır olmalı, kendini sevdiğine adamalıdır.”

•Şibli hapse atıldığında yanına bir grup insan gelmiştir. Onlara “Siz kimsiniz?” diye sordu. “Seni seven dostlarınız” dediler. Şibli bu cevabı alınca onları taşlamaya başladı ve şöyle dedi: “Madem beni seviyorsunuz o halde başıma gelene sabrediniz.” Sonra şu beyitleri okudu:

Kerem sahibi efendim sevgin kalbimin içindedir,

Ey gözlerimden uykuyu kaldıran, başıma neler geldi bilirsin.

• Anlatıldığına göre üstad Ebu Ali'nin Feyrûz adında bir cariyesi vardı ve onu çok severdi. Çünkü cariyenin ona çok hizmeti olmuştu. Üstad bir gün şöyle dedi: “Bir defasında Feyrûz beni üzmüş, ileri geri konuşmuştu. O esnada yanımda bulunan Ebu'l Hasan da ona “neden şeyhe eziyet ediyorsun?” diye çıkıştı. Cariye ise “çünkü onu seviyorum” dedi.

• Delikanlının biri bir bayram günü herkesin önünde yüksek bir yerden insanlara baktı ve “aşktan ölmek isteyen işte böyle ölsün, sonunda ölüm olmayan aşkta hayır yoktur” deyip kendini aşağıya attı ve canını verdi.

• Bir hac zamanı Mekke'de şeyhler bir araya gelmişlerdi ve muhabbet mevzusunu konuşuluyordu. İçlerinde en küçük olanı Cüneyd-i Bağdadiydi. Diğer şeyhler ona “Sen ne diyorsun ey Iraklı, bildiğini söyle “dediler. O da başını önüne eğdi, gözlerinden yaşlar boşaldı ve şöyle dedi: “Muhabbet ehli kul nefsinden geçip Rabbine vasıl olur, sürekli onun zikri ile haklarını eda etmekle meşgul olur. Kalbi hep O’na bakar. İlahi zatın nurları kalbini yakar. İlahi aşkın kadehinden saf bir şekilde kana kana içer, garip perdelerin ardından Cebbar ona tecelli eder. Artık konuşması Allah ile, söylemesi Allah'tan, hareketi Allah'ın emriyle, sükunu Allah ile beraber olur. O Allah ile Allah için ve Allah ile beraberdir.” Bu sözleri dinleyen şeyhler gözyaşlarına hakim olamadılar ve şöyle dediler: “Bu sözler üzerine söylenecek bir şey kalmadı. Allah seni kemale erdirsin, ey ariflerin tacı!”

• Ebu Sait el Harrâz şöyle demiştir: “Rüyamda Hazreti Peygamber (sav)’i gördüm ve “Ey Allah'ın Peygamberi, beni mazur görünüz, çünkü Allah'ın muhabbeti beni sizin muhabbetinizden alıkoymuştur” dedim. O da, “mübarek adam, bilmez misin ki Allah'ı seven beni sevmiş olur” buyurdu.

Rabiatü’l- Adeviyye şöyle dua etmiştir: “İlahi Seni seven bir kalbi ateşte yakacak mısın?” Bu şekilde dua eden Rabia’ya bir ses şöyle demiştir: “Elbette bunu yapmayız. Hakkımızda suizanda bulunma."

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :  oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa          Tasavvuf Sohbetleri

Marifetullah ve Muhabbetullah

Yayınlanma  Tarihi :  07.02.2022