Kuantum Teorisi ve Tasavvuf |
Yayımlama Tarihi : 10.03.2016 |
Kuantum Fiziği, madde ve ışığın, atom ve atom altı boyutlardaki durumunu inceler. Bu teori ile moleküllerin, atomların yapısını ve bu yapıyı oluşturan elektron, proton, nötron, kuark, gluon gibi taneciklerin özelliklerini anlamaya çalışır. Teori ayrıca, taneciklerin birbirleriyle olan etkileşimlerini ve bu taneciklerin ışık, X ışını, Gama ışını gibi elektromagnetik ışımalarla olan tepkimelerini ele alır. Bu teorinin temelleri 1900 lü yıllarda M.Planck, A.Einstein, N.Bohr, W.Heisenberg, E.Schrödinger, M.Born, J.von Neuman, P.Dirac, W.Pauli gibi fizikçiler tarafından belirlenmiştir. Kuantum fiziğinin çıkışı 1800 lü yılların sonlarına doğru, kara cisim ışıması, tayf çizgileri, fotoelektrik etkisi gibi klasik fiziğin açıklamada yeterli olamadığı olayların açıklanmaya çalışılması ile olmuştur. Klasik fizik evreni sürekli olan modellerle açıklamaya çalışırken, kuantum fiziği evreni süreksizlik ile açıklamaya çalışmıştır. Bir çok fiziksel olguların süreksiz bir yapıya sahip olduğu deneylerle anlaşılmıştır. Örneğin: • Kara cisim ışımasının kuantum denilen enerji öbekleriyle açıklanabilmiştir.(1900, M. Planck) • Işığın foton denilen enerji paketlerinden oluştuğu anlaşıldı. (1905, A. Einstein) • Atomun merkezinde bir çekirdek olduğu ve etrafında elektronların döndüğü tespit edildi. (1911-1913, E. Rutherford, N. Bohr) • Işığın hem dalga hem de parçacık karakteri gösterdiği anlaşıldı ve bu özellik bütün maddelere genişletildi. (1923, L. De Broglie) Klasik fiziğin verileri makro düzeydeki olayları açıklamada yeterli olurken, mikro düzeydeki olayları açıklamada yetersiz kalmıştır. Mikro düzeydeki olayları açıklamada kuantum fiziği etkili olmuştur. Bununla beraber iki teori arasında bir uyumluluk ilkesi vardır, şöyle ki kuantum fiziğindeki parçacıkların bulundukları belirli bir enerji seviyesini biraz değiştirdiklerinde davranışları klasik fizik ile açıklanabilir hale dönüşmektedir. Klasik fizik evreni sürekli olarak modellerken, parçacıkları 6 parametre ile ( 3 konum, 3 momentum) ele alıyordu. Oysa çok fazla sayıda parametre ile tanımladıkları enerji alanlarında bu modeller yeterli kalmamıştır. Kuantum fiziğinde parçacıkları 6 parametre ile tanımlamak yerine bir dalga fonksiyonu ile tanımlanır. Bu dalga fonksiyonu parçacığın bütün bilgisini içerir. Ancak bu bilgiler bir olasılık fonksiyonu ile ifade edilmektedir. Yani dalga fonksiyonu olasılıkları gösteren bir ölçü olarak değerlendirilmektedir. Buna göre kuantum fiziği temelde bir olasılık teorisidir. Dalga fonksiyonu içinde sistemin bütün olası durumları vardır. Ancak burada bir belirsizlik vardır. Çünkü her soru sormamızda dalga fonksiyonu size başka cevaplar verebilir. Yani parçacık hakkındaki öğrenmek istediğiniz durumun birden fazla olası çözümleri olabilir. Bu da klasik fizik ile kuantum fiziğinin birbirlerinden ayrıştığı önemli bir konudur. Tanecik hakkında birbirine bağlı iki fiziksel değişkeni bilmek isterken birisini ne kadar sıhhatli bilmek isterseniz, diğer fiziksel değişken hakkında daha da az bilginiz olur. Buna Heisenberg Belirsizlik İlkesi denir. Bu ilke 1927 yılında formüle edildikten bu yana, kuantum fiziğinin temellerinde hiçbir değişikliğe uğramamıştır. Bununla beraber kuantum fiziği özellikle Einstein gibi tanınmış fizikçiler tarafından eleştirilmiştir. Kuantum fiziğinin en önemli eksiği, içinde kütle çekim kanununun yer almamasıdır. Bu nedenle izafiyet teorisi ile bağdaşması mümkün olmamıştır. Kuantum fiziğinde bazı olaylar vardır ki, bunlar klasik olarak düşünmeye alışmış insanlar için çok yadırgayıcıdır. Bu olayların fiziksel nedenleri de tam olarak bilinememektedir. Bu nedenle kuantum fiziği, üzerine çok rahat felsefe yapılabilir konumdadır. İnsanlar akıl yoluyla bazı felsefeler üretip bunları kuantum fiziğine benzetmeye gayret göstermişlerdir. Ancak bu felsefelerin büyük bir kısmı gerçek kuantum teorisi ile bazı konularda hiç uyuşmaz. Bir de bu felsefelere tasavvufi yorumlar eklenmekte ki, burada da ifade edilen şeylerin tasavvufla hiçbir ilgisi yoktur. İnsanlar düşünmek istediği her şeyi hem kuantum teorisine hem de tasavvufa mal ediyorlar. Gerçek kuantum teorisinden ve gerçek tasavvuftan habersiz olan büyük insan kitleleri bu görüşlere aldanarak hayranlık duymaktadırlar. Bunun engellenmesi için, insanların kuantum teorisini bilimsel tanım ve kavramlarla anlamaya çalışmaları gerekir. Aynı şekilde tasavvufu da gerçek sufilerin eserlerinden öğrenmelidirler. Ancak o zaman bir çok yanlış şeyi alkışlamaktan kurtulurlar. Biz, kuantum teorisine ve bu teorinin ilginç tespitlerine tasavvuf açısından yaklaşmak istiyoruz. Amacımız, teori ile tasavvuf arasında ne gibi benzerlikler ve eksiklikler olduğuna yorumlar getirmektir. Bu yorumlarda sırlar ilminin verileri kullanılacaktır. Bu nedenle söyleyeceklerimiz bir felsefe değildir. Çünkü sırlar ilminin verileri akıl yoluyla elde edilmiş değillerdir. Bunlar vahiy ve keşif bilgileridir.
► Kuantum fiziği ile birlikte, doğanın temel yasalarını kavrama ve yorumlama biçiminde iki büyük değişiklik gündeme geldi. Bunlardan birincisi, büyük ölçekli dünyanın düz doğrusal sürekliliğinin yerine, atom altı dünyasının yok olma ve var olmayı içeren çarpışmalı olayların almasıdır. Diğeri de kesinliğin yerini olasılığın almasıdır. Bu farklı görüşler nasıl birbirleriyle bağdaşabilecektir. Her iki görüşte kendi boyutlarında akıl edilebilirler. Klasik fiziğin tipik bir yasası zorunluluk yasasıdır. Buna göre başlangıç koşulları bir defa belirlendikten sonra, olayın sonucunun zorunlu olarak tek türlü belirli olduğu ifade edilir. Örneğin bir maddenin belirli bir zaman noktasındaki yerini ve hızını biliyorsanız, Newton’un hareket yasalarının zorunluluğu altında bundan sonra istediğiniz bir zamanda nerede olabileceğini ve hızının ne olabileceğini hesaplayabilirsiniz. Buna karşın kuantum yasaları size neyin olmak zorunda olduğundan çok, neyin olamayacağını söylemeye daha yakındır. Bu anlamda bunlara yasaklama yasaları diye bakılır. Örneğin bir proton ile başka bir protonun belirli bir enerjide çarpıştığı zaman çok sayıda olası sonuç söz konusudur. Her bir sonuç kendi olasılığında olmak üzere gerçekleşecektir. Ayrıca gerçekleşmeyecek sonuçların sayısı ise sınırsızdır. Bunları belirleyen de korunum yasalarıdır. Sanki korunum yasaları yasak koyan, yasağı uygulayan polisler gibidir. Elektrik yükünün korunumu en bariz olanıdır. İki protonun çarpışmasında elektrik yüklerinin korunması gerektiğinden, çarpışmadan sonra toplam elektrik yükünün +2 olması gerekir, çünkü her bir protonun elektrik yükü +1 dir. Acaba korunum yasalarıyla uyumlu olan olası sonuçların tümü gerçekten gerçekleşebilir mi? Burada cevabın evet olması gerektiği açık olmasa da, fizikçiler bu sorunun yanıtının evet olduğunu düşünmektedirler. İzin verilen olasılıkların tümünün gerçekleşebilir gibi olması, bazı fizikçilerin zorunluluk fikrini tekrar meseleye dahil edilmesini beraberinde getiriyor: “Olabilecek her şey olmak zorundadır.”. Yukarıda anlattığımız klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki temeldeki farklılığı tasavvuf açısından ele alırsak şunları söyleyebiliriz: Allah Teâlâ, alemde olup biten olayları bir sebep ve sonuç ilişkisine bağlamış ve bu konuda bazı kurallar belirlemiştir. Bu kurallar kıyamete kadar aynı kalacaktır. Alemde işleyen bu düzen bir yazılım programıdır. Bu yazılım programının yazanı ve uygulayanı Allah Teâlâ’dır. Ancak yazılım programını özünü (hakikatini), yani alemde uygulanan kuralların ve sebep-sonuç ilişkilerinin hakikatini görmek ve anlamak insanlar için ne kadar mümkündür. Gerek klasik fiziğin ve gerekse kuantum fiziğinin iddia ettiklerinin hepsi kısmen doğrudur. Fakat bütün bunlar başka açıdan yanlıştır. Bunun böyle olduğunu, herhangi bir tasavvufi açıklama yapmadan da görebiliyoruz. Her iki teorinin de doğru açıklayabildiği ve yanlış açıkladığı olaylar mevcuttur. Bunlara kısmen yukarıda örnek verilmiştir. Peki bu durum neden ortaya çıkmaktadır. Bunun tasavvuftaki cevabı şöyledir: Evrendeki her madde ve olayın iki veçhi (yüzü) vardır. Birisi Allah’a, yani yaratıcısına bakan yüzü (batını yüzü), diğeri evrene yani maddi aleme bakan yüzü (zahiri yüzü) dür. Bunlardan zahiri yüz fizik tarafından görülebilmektedir. Fakat Yaratana bakan batını yüz görülememektedir. Çünkü batını yüzü görmek akıl ve beş duyu ile mümkün değildir. Bu yüzü görebilmek için Sırlar ilminin bilgileri gerekir. Bu bilgiler de vahiy ve keşif bilgileridir. Bununla beraber, batını yüzün tamamı da vahiy ve keşif bilgileriyle tanınamaz. Çünkü yaratma olayında ilahi unsurlar vardır ki bu unsurlar Allah’ın Zatına aittir. Bunların görülmesi ve anlaşılması imkansızdır. Bu açıklamalara göre, her fizik teorisinin açıklayabildiği ve açıklayamadığı, gördüğü veya göremediği hususların olması gayet normaldir. Çünkü eşyanın ve olayların hakikatini yani özünü mutlak olarak anlamak mümkün değildir. Aslında bunun böyle olması çok mantıklıdır. Çünkü aksi halde dünyanın bir imtihan yeri olmasının bir anlamı kalmazdı. Halbuki İslam inancımıza göre, insanlar ancak ibadet için yaratılmışlardır ve iman konusunda imtihandadırlar. Eğer her şeyi tam olarak görebilseydik, herkes hemen iman ederdi ve imtihan diye bir şey olmazdı. Bu bakımdan Müslümanlar tabiat olaylarını, Kur’an ayetlerinin ve sahih hadislerin ışığı altında incelemelidirler. Evrende kurulu olan düzenin yaratıcısının Allah Teâlâ olduğuna iman edip, O’na karşı zorunlu görevlerini yerine getirmelidirler. Ahiret saadeti ancak bu şekilde elde edilebilir. Kuantum fiziği tasavvufi yorumlara klasik fizikten daha yakındır. Çünkü kuantum fiziğinde olayların olasılığı söz konusu olduğunu ve kesin olarak şunun gerçekleşeceği gibi bir ifadenin kullanılmasının mümkün olmadığını dile getirir. Bununla beraber, bazı fizikçilerin her olası sonucun muhakkak gerçekleşeceği şeklindeki iddiaları tasavvufa uygun değildir. Biz ehl-i tasavvuf olarak, hangi olasılıkların geçekleşeceğinin ancak Allah’ın bilgisi altında olduğuna inanırız. Burada, ancak Allah dilerse o sonuç ortaya çıkar. “Allah’ın dilemesi olmadıkça, siz dileyemezsiniz. Şüphesiz Allah hakkıyla bilendir, hüküm ve hikmet sahibidir.”(İnsan suresi, 76/30) Allah’ın bilgisinin tamamına ise biz hiçbir zaman ulaşamayız. Dolayısıyla bütün olasılıkların gerçekleşeceğini söylememiz mümkün değildir. “Ve sana ruh hakkında soru soruyorlar. De ki: “Ruh, Rabbimin bileceği bir şeydir. Size pek az ilim verilmiştir.” (İsra suresi, 17/85) Bu gerçeği gören bazı ünlü fizikçiler, tabiatın bu anlaşılmaz gerçeği karşısında, acaba boşuna mı uğraştıklarını yüksek sesle dile getirmişlerdir.
► Yukarıdaki açıklamaların en açık ispatını Belirsizlik İlkesi vermektedir. W. Heisenberg, bu ilkeyi 1927 yılında ortaya attığında şunu ifade etmiştir: “Belli bir anda bir taneciğin konumu ne kadar kesin olarak belirlenmişse, momentumu o kadar az kesinlikle bilinebilir; tersi de geçerlidir”. İlke sadece konum ve momentum için değil, zaman ve enerji gibi başka nicelik çiftler için de uygulanabilir. Yani, bir şeyi ne kadar kesin bilirseniz, onunla ilgili olan başka bir şeyi o kadar az kesinlikle bilebileceğiniz söylenmektedir. Diğer bir yaklaşımla, eğer bir niceliği tam olarak eksiksiz tamlıkta biliyorsanız, hakkında hiçbir şey bilemeyeceğiniz başka bir nicelik vardır. Belirsizlik ilkesinin klasik fizikte karşılığı yoktur, fakat kuantum fiziğinin temelinde yer alır. Bu ilke yukarıda anlattığımız keşif bilgilerini teyit eder mahiyettedir. Bununla beraber tasavvufun ifade ettiği belirsizlik daha ileri seviyededir. Heisenberg’in ilkesinde iki nicelik karşılaştırılır. Halbuki tasavvuftaki belirsizlik tek bir nicelik için de geçerlidir. Örneğin bir elektronun konumunu mutlak olarak tespit etmek hiçbir zaman mümkün değildir. Çünkü bu tespitler her zaman bir yaklaşık değer olarak ifade edilirler. Bu yaklaşıklık nanometre mertebesindedir. Yani ölçülenin bir alt sınırı vardır. Evrenin her noktası sınırsız bir şekilde iç içe olan yapılarla doludur. Bir atomun çekirdeğine inildiğinde taneciklerin dünyasına geçilmiş olur. Bu dünyanın içi, daima çarpışmalar, yok olmalar ve yeni yaratılmaların gerçekleştiği bir alemdir. Burada sınırlılık yoktur. Çekirdeğin içlerine ne kadar giderseniz gidin onun bir sonuna rastlayamazsınız. Bu tıpkı, matematikteki iki reel sayı arasında mutlaka bir başka reel sayının bulunması gibidir. Yani doğru üzerindeki noktalar fiziksel olarak tüketilemez. Aynı durum çekirdeğin içindeki 3 boyutlu alem için de söz konusudur. Bu alem fizik tarafından hiçbir zaman tüketilemez. Dolayısıyla bir taneciğin konumunu 3 parametre ile tam ve mutlak olarak belirleyemezsiniz. Bu tasavvufi anlamdaki belirsizliğe işaret etmektedir. Bütün bunların nedeni, evrende herhangi bir şeyi bilmek mutlak olarak mümkün değildir. Kimileri bunu ölçü teknolojisinin yetersizliğine bağlasa da, bu evrenin batını ve zahiri taraflarının olmasındandır. Ölçü teknolojisi de sonuçta zahiri tarafta olan bir olaydır. O da bir yere kadar doğru sonuç verir. Bir şeyin ölçüsünü tam ve mutlak doğru olarak yapamıyorsak, bunun sebebi evrenin batını ve zahiri yönlerinin birbirlerinin dışında olmasındandır. Biz ölçü teknolojisi ile ölçümün zahiri tarafını görebiliriz, batını tarafını göremeyiz. Eğer insanlar her şeyi akıl ve beş duyu ile tam olarak tanıyabilselerdi, Allah Teâlâ’nın insanlara peygamberler ve vahiy bilgilerini içeren kutsal kitaplar göndermesine gerek kalmazdı. Gerçek, birçok müspet bilimcilerin düşündüğü gibi değildir. Fizik, kimya vs gibi müspet bilimlerle mutlak gerçeğin ancak bir kısmı tanınabilir.
► Kuantum fiziğinde olasılıkları kontrol eden en önemli vasıta dalga fonksiyonudur. Çünkü kuantum teorisinde bir parçacığın ya da bir sistemin durumu bir dalga fonksiyonu ile gösterilir. Klasik fiziğe göre fiziksel anlamdaki tüm nicelikler – kütle, hız, elektrik yükü, manyetik alan ve diğerleri – ölçülebilir durumdadır. Böylesi niceliklerin tümü aynı zamanda gözlemlenebilir. Kuantum teorisinde ise durum böyle değildir. Kuantum teorisindeki dalga fonksiyonu, matematikçilerin ifadesiyle hem reel hem de sanal bölümleri olan bir sayıdır. Dolayısıyla dalga fonksiyonun kendisi ölçülebilir bir nicelik değildir. Fakat dalga fonksiyonunun karesinin mutlak değeri ölçülebilir. Dalga fonksiyonu gözlemlenebilir olmamasına karşı, karesinin mutlak değeri ki bu bir reel sayıdır ve ölçülebilir niteliktedir. Bu gözlemlenebilir sayı, parçacığın belli bir durumda ya da belirli bir yerde bulunması olasılığını verir. Klasik fizik ile kuantum fiziği arasındaki bu ince ayrım, bazı elemanter taneciklerin, bozon ve fermiyon gibi, davranışlarını kavrama açısından önemi vardır. Dalga fonksiyonu negatif değerler de alabilir. Bir elektronun gözlemlenemeyen davranışındaki negatif değerler alması ne demektir? Bu gizemli sonuçlar, elektronların elementlerin oluşmasındaki ayırt edici davranışları almasını daha iyi anlamak için uzun uzadıya düşünülmesine neden olmaktadır. Bu da işin özündeki olağan üstünlüğe işaret etmektedir. Olasılık belirsizliği kesin bilgi yoksunluğuna işaret eder. Gerçekten de belirsizlik kuantum fiziğinin alamet-i farikasıdır, yani ayırt edici temel özelliğidir. Buna bir de kesinsizlik eklenir. Kesin olmayan, bir tanecik olan elektronun tam yerini belirlemek için bir deney düzenlendiğinde nerede bulanabileceğinin ön bilgisidir. Bunu önceden kesin olarak bilemiyoruz. Bir çok özdeş deney yapsak, her birinde elektron değişik yerlerde bulunabilir. Bu bir çift zar atmaya benzer. Bir sonucun ortaya çıkma olasılığını tam olarak (zarlar düzgün ise) bilirsiniz. Örneğin sayıların toplamının 7 olması olasılığı 1/6; 1-1 gelmesinin olasılığı 1/36 dır. Ancak bir zar atışının sonucunu asla önceden bilemezsiniz. Bu sonuç tasavvuf açısından da beklenen bir şeydir. Çünkü kader, yani olacak olayların sonuçları insanlara kapalıdır. Bunu ancak Allah Teâlâ bilebilir. Bazen de Allah’ın has kullarına kaderin bir kısmı Allah tarafından gösterilebilir.
► De Broglie 1924 deki doktora tezinde tüm parçacıkların dalga özelliklerine sahip oldukları fikrini ortaya atmıştır. Bu fikir, taneciklerin sadece belli yörüngelerde hareket etmesine izin verilmesinin nedeninin, parçacığa yörüngesinde eşlik eden bir dalganın yapıcı girişiminin sonucu olduğunu kabul etmektedir. Bu gerekçelendirme, hidrojen atomundaki dairesel yörüngelere uyarlandığında deneylerle tam uyum halinde sonuçlar elde edilmiştir. Işık ta hem dalga hem de parçacık karakterindedir. Işığın tanecik haline foton adı verilir. Bu yapının doğruluğu birçok deneylerle ispat edilmiştir, örneğin fotoelektrik gibi. Kuantum fiziği bize şunu söylüyor. Bir parçacık sadece ortaya çıktığı ve ortadan kalktığı (doğduğu ve öldüğü, yayınlandığı ve soğurulduğu) anlarda bir parçacık olarak davranmakta, bu ikisi arasındaki dönem boyunca ise dalga olarak davranmaktadır. Ölçümler parçacıkları su yüzeyine çıkarıyor. Yani ancak ölçmek istediğimiz zaman tanecik olarak davranıyor. Bir ölçümün ne olabileceği üzerine olan tahminlerde ise dalgalar kullanılıyor. Yukarıdaki açıklamalar bize taneciklerin daha evvel anlattığımız zahiri ve batını taraflarını hatırlatmaktadır. Parçacığın doğma ve ölme anlarında, ki biz bunlara yaratılma ve yok olma anları diyoruz, zahiri alemle ilişkili olduğu için tanecik özelliğini göstermektedir. İkisi arasında ise, kendilerine zahiri taraftan herhangi bir uyarma ulaşmadığı için batını tarafının etkisiyle dalga karakterine büründüğü görülmektedir. Dalga, taneciğin batını tarafının bir yerde örtülmesi ve gizlenmesidir. Herhangi bir anda ölçüm yapılması anında, taneciğin hemen zahiri tarafı ortaya çıkmaktadır. Çünkü ölçüm zahiri dünya ile ilgili bir husustur. Tanecik hemen ona uyar ve o an için dalga özelliğinin dışına çıkar. Bunu çift yarık deneyinde de aşağıdaki paragraflarda ele alacağız. Yukarıdaki durumu İbn Arabi Hazretleri bundan 800 yıl önce ortaya atmıştır. İbn Arabi (ks) Füsusu’l – Hikem adlı eserinde şunları ifade ediyor: “Zahir “ben” dediği zaman, batın “Hayır” der. Batın “Ben” dediği zaman zahir “Hayır” der. İşte her zıt böyledir.” Keşif yoluyla tespit edilen bu hakikat kuantum fiziği ile test edilmiş ve doğruluğu belirlenmiş olmaktadır. Bu, keşif bilgilerinin gücünün ne kadar önemli olduğunu göstermektedir. Belirsizlik ilkesi de taneciğin dalga hareketi ile yakından ilgilidir. Çünkü belirsizlik ilkesi doğanın içindeki en gizli sırların, yani batını sırların korunmasının bir yoludur. Bu anlamda taneciğe eşlik eden dalga hareketi, taneciğin batını tarafını koruyan sadece bir kabuktur. Asıl bu kabuğun içindeki batını hakikatler önemlidir. Tasavvuftan bildiğimiz kadarıyla, her madde yaratıldığında ona eşlik eden bir de ruh yaratılır. Buna göre bütün maddeler bu ruhları sayesinde canlıdırlar. Elektron, proton gibi taneciklerin de ruhları olup canlıdırlar. Onların ruhları batını tarafını göstermektedir. Bu bakımdan, taneciğe eşlik eden dalga hareketi taneciğin ruhunun dış alemle arasındaki sınırdır. Bu dalga hareketi ile taneciğin batını tarafı zahiri alem tarafından görünmesi engellenmektedir. Bu anlayışa göre, tanecikler yaratıcılarını gayet iyi tanırlar. Onların Allah’ı bilmesi insanların Allah’ı bilmesinden daha güçlüdür. Çünkü insanların nefsi Allah’ı bilmelerini engellemektedir. Taneciklerde ise nefis yoktur. Ancak kendilerini nefsin esiri olmaktan kurtaranlar Allah’ı bilmede tanecikler gibi olabilirler.
► Kuantum fiziğinde insanın sağ duyusuyla çelişen bir hususta Dolanıklık prensibidir. Dolanıklığın temel fikri basittir. Bu üst üste binmenin özel bir çeşididir. Bu prensip, üst üste binmiş durumların kuantum etkilerinin normal mesafelerin çok ötesindeki büyük uzaklıklara yayılabilmesini içerir. Örneğin belli bir noktada bir çift fotona dönüşen hareketsiz ve yüksüz bir pionu düşünelim. İlk pionun sıfır yükü, sıfır momentumu ve sıfır açısal momentumu (spini) vardır. Bunlar korunan nicelikler oldukları için, dönüşümden sonraki ürünlerde de sıfır olurlar. Oluşan iki fotonun yükleri yine sıfırdır. Fotonlar doğrusal olarak birbirlerine ters yönde uçuşurlarken momentumları ters işaretle birbirine eşittir. Fakat momentumun korunması dolayısıyla toplam momentumları sıfırdır. Spin yönlerinin de zıt olması gerekir ki, toplamı sıfır olsun. Ancak uçuşarak ayrılan iki foton gözlemlenene dek tek bir sistemdir. Bir fotonun sağa diğerinin sola uçtuğunu varsayalım. Sola giden fotonun spinini, fotonun yaratıldığı yerden bir metre, bir km veya bir ışık yılı uzaktayken ölçebiliriz. Ölçüm yapılana dek her iki fotonun spin yönleri belirsiz ve bilinmez iken, bir fotonun spininin yönünü kesin bir biçimde öğrenmek, aynı anda diğer fotonun da spin yönünü belirlemektedir. Bunun nedeni iki fotonun iki ayrı kuantum sistemi değil, ölçü anına kadar tek bir kuantum sistemini oluşturuyor olmalarıdır. Taneciklerin bu davranışı, başta Einstein olmak üzere birçok meşhur fizikçiler için çok rahatsız edici olmuş ve bunun tersini ispatlamak için uğraşmışlardır. Ancak bugüne kadar bir çok deneyde dolanıklık prensibi hakkındaki beklentiler doğru çıkmıştır. Dolayısıyla, kuantum fiziğinin tüm öngörüleri test edildiklerinde, bizim sağ duyumuzu tatmin edip etmemelerinden ya da mantığımıza aykırı olup olmamalarından bağımsız olarak doğru oldukları görülmüştür. Dolanıklık prensibini tasavvuf açısından şu şekilde açıklayabiliriz. Alemlerde tevhid (bir olma) ilkesi geçerlidir. Bu ilke bütün evreni ve içindekilerini kapsamaktadır. Dolayısıyla iki foton beraberken onların ruhları bir tevhid içindedir. Fakat tevhid ilkesi bütün alemi kuşattığından iki foton ne kadar birbirinden ayrı olsalar da bir olmayı devam ettirmektedirler. O nedenle birinde yapılan gözlem sonucu diğerini de etkilemekte ve baştaki birliktelikleri (bütün fiziksel nicelikleri ile birlikte) devam ettiğinden diğeri de gözlenmiş olmaktadır. Tevhid anlayışı aslında bütün yaratılmış sistemleri için geçerlidir. Ancak onların başlangıçtaki verilerinin bir kısmı bizim bilmediğimiz parametreler olmaları nedeniyle sonraki hallerinde tevhide aykırı gibi gözükebilirler. Aslında böyle gözükmelerinin sebebi, sistemi belirleyen parametrelerin bizim sadece bir kısmını bilebilmemizden kaynaklanmaktadır. Allah Teâlâ’nın el-Vahid ismi görevini sürekli yerine getirmekte ve tevhid ilkesi bütün alemlerde yaygın ve hakim olarak bulunmaktadır. Fizikteki korunum yasalarını da bu bağlamda anlamak mümkündür. Momentumun, açısal momentumun ve enerjinin korunumu tevhid ilkesinin birer sonucudur. Ancak bunların bazı yerlerde geçerli olmadıklarının gözükmeleri, o anda olaya etki eden bilmediğimiz başka parametreler nedeniyledir. İslam inancına göre, bütün yaratılış alem ve varlıklarda tevhid geçerlidir. Bu el-Vahid isminin batındaki bir sonucudur. Bu sonucu biz zahiri alemde ancak kısmen algılayabilmekteyiz. Çünkü bilmediğimiz daha bir çok faktörün işin içinde olduğu muhakkaktır.
► Dalga – parçacık ikiliğini en iyi anlatan olaylardan biri de çift yarık deneyidir. Bu deneyde, tek bir dalga boyuna sahip bir ışık, birbirine çok yakın olarak yerleştirilmiş iki dar yarığı olan bir ekranı aydınlatmaktadır. Yarıklardan geçen ışık, kırınım dolayısıyla değişik yönlerde bükülüyor ve girişim yaparak ekran arkasındaki bir yüzeyde karanlık ve aydınlık çizgiler oluşturuyor. Bu mükemmel bir kuantum deneyidir. Çünkü yarıktan geçen foton yüzeyde nereye ineceğine nasıl karar veriyor. Bazı yerlere inme olasılığı fazla (aydınlık çizgiler), bazı yerlere inmesi olasılığı ise zayıf (karanlık çizgiler). Bu deneyden dolayı Einstein kuantum fiziği için hayaletli demiştir. Feynman ise çift yarık deneyinin kuantum fiziğinin ruhunu yansıttığını ifade etmiştir. Çift yarık deneyini yorumlamanın bir yolu şudur: Her foton her iki yarıktan da geçen ayrı bir dalga olarak, daha önceki geçen fotonlardan tamamen bağımsız biçimde ve sadece o dalgayla bağlantılı bir olasılıkla hareket eder. Bu deneyin bize öğrettiği şey, bir fotonun parçacık olduğu fikrinden – doğum ve ölüm anları haricinde – vazgeçmek zorunda olduğumuzdur. Çift yarık deneylerinin önemli bir tanesi de 1927 de C. Davisson ve L. Germer tarafından elektronlar üzerine yapılan deneydir. Deneyde tek bir elektron iki dik dörtgen yarıktan geçirilerek, yarıklar arkasındaki ekrana yansıtılır. Elektronun yarıkların birisinden geçmesi beklenirken o her iki yarıktan da aynı anda geçer ve ekranda sıralı aydınlık ve karanlık şeritlerden oluşan bir girişim yani bir dalga deseni ortaya çıkarır. Bilim adamları böyle bir mucizevi bir şeyin nasıl olabileceğini anlamak için bir sonraki deneyde yarıklara gözlem aleti yerleştirir. Gözlem aletinden evvel ekranda dalga deseni oluşturan elektron bu kez normal bir parçacık gibi davranır ve tek yarıktan geçer. Yani, biz elektrona baktığımızda sanki onu anlıyor ve bir yerde ve bir şekilde gözükmek üzere pozisyon alıyor. Buna kuantum fiziğinde çökme olayı denir. Yani sonsuz olasılıklar içinde sadece bir tanesi, gözlemcinin gözlemesi yani algılaması ile gerçekleşiyor. Buradaki olaya tasavvuf açısından bakarsak şunları söyleyebiliriz. Buradaki olayın nedeni, elektronun gözlenmesi onu zahiri tarafına çekmesine neden olmasıdır. Dolayısıyla elektron tanecik olarak davranıyor. Ancak elektron gözlenmezse, zahiri tarafıyla ilgisi kalmayan elektron tamamen batını tarafına geçmekte ve dalga karakterini göstermektedir. Böylece de girişim olayına sebep olmaktadır. Bu olaydaki etkiye kuantum fiziğinde gözlemci etkisi deniyor. İspatlandığına göre, gözlemcinin (bir insan) gözleneni (dış dünya) sadece gözleyerek etkilediğini söylüyor. Bu anlamda gözlenmek, maddenin zahiri tarafını ortaya çıkarmaktadır. Gözlenmediği zaman madde batını tarafına yönelmektedir. Dünyada her şey birbirinin gözlemesi altında olduğundan her şey zahiri tarafıyla ortaya çıkmaktadır. Ancak bazı sufiler nefis perdesini yırtarak, batını tarafa geçtiklerinde ve tevhidi bütün hücrelerinde hissettiklerinde sağ duyunun kabul edemeyeceği olayları yaşıyorlar. Bazı sufilerin Vahdet-i Vücûd’u yaşamaları buna örnektir. Bu kişiler bu duruma girdiklerinde, ki bu duruma fena ve beka halleri diyoruz, kendileri birden fazla yerde aynı anda görüldüklerine şahit olunmuştur. Yarın ahirette bazı insanların cennetin 7 kapısından da aynı anda geçeceklerine dair sahih hadisler vardır. Bu olay da bu bağlamdadır. Varlıktaki her şeyin ruhu vardır. Bu ruhla bütün varlıklar Allah’a bağlıdır. Bu ruhları zahir alemde görmemiz mümkün değildir. Çünkü ruhlar batın aleme aittirler. Dünya alemi, hakikatlerin özü olan batın aleminin bir yansıması olduğundan, maddenin dünya ile irtibatta olması halinde kendisinin zahiri tarafı ortaya çıkmakta ve batını tarafı gizlenmektedir. Böylece madde dünyadaki görünen özellikleriyle davranmaktadır. Kuantum fiziğindeki tüm evrenin bir bütün oluşu anlayışı, Vahdet-i Vücûd kavramının zahiri dünyaya yansımasıdır. O yüzden kuantum fiziği klasik fizikten tasavvufa daha yakın durmaktadır.
► Evrenin dalgalar içerdiğini şu hadisten öğreniyoruz: “Peygamberimiz (sav) bir gün, sahabelerin göklerdeki bulutların hareket etmeleri hakkında soru sormaları üzerine şöyle cevap vermiştir: Bu sema nedir biliyor musunuz? Dürülmüş bir dalga, korunmuş bir tavandır.” (Tirmizi, 3317) Feleklerdeki dönme hareketleri semada dalga hareketlerine sebep olabilir. Çünkü dalga hareketi de aslında bir çeşit dönme hareketidir. Taneciklerin dalga karakterleri onların dönme hareketleri (spin) yapmalarından kaynaklanabilir. Evrende duran hiçbir şey yoktur. Çünkü durmak, yokluğa gitmektir. Mevlana Hazretleri de bir beytinde şöyle söylemektedir: “Ruhumda patlayan volkandan yüzlerce dalgalı sel akarken, cennet benim dönmemi sağlıyor.” Bu dalga hareketinin keşif yoluyla tasviridir. Dalga hareketleri kaynağını ruhtan alıyor ve sel gibi yayılıyor. Bu hale girebilmek ve dalga hareketinin batını tarafını görebilmek için Mevlana (ks) gibi nefsin ve bedenin esaretinden kurtulmuş olmak gerekir. O zaman Hz. Ebubekir’in (ra) şu sözünü daha iyi anlarız: “Her neye baktımsa, her şeyden önce Allah’ı gördüm.” İnsan nefis ve bedeninin esaretinden kurtulunca, nereye baksa her şeyin batını tarafını müşahede eder. Bu müşahedede her şeyden önce Allah’ı görür.
Sonuç Yukarıdaki açıklanan fiziksel olaylar, doğanın ne olduğu hakkında insanları düşünmeye sevk etmiştir. Bir kısım insanlar akıl ve 5 duyu ile tabiatı algılamaya çalışmışlardır. Bunlar bugünkü müspet bilimcilerdir. Bir kısım insanlarda tabiatı keşif ve vahiy bilgileri ile anlamaya çalışmışlardır. Müspet bilimcilerin vardıkları en önemli adım kuantum fiziğinde şekillenmiştir. Yukarıda bu konularla ilgili sırlar ilmine ait bilgileri de kısmen ifade etmeye çalıştık. Tasavvufun tabiat anlayışını İbn Arabi’nin (ks) yorumlamasıyla şöyle ifade edebiliriz: “Tabiat dediğin nedir? Ve tabiattan zahir olan kimdir? Tabiat, Allah Teâlâ’nın ilahlığının ortaya çıktığı bir mahal (yer) dir. Tabiattaki varlıklar tek hakikatten ortaya çıkıp çeşitli görünüşlerde belirli olmuşlardır. Yani tabiattaki varlıkların tümü hakikat bakımından tek bir hakikatten (ayan-ı vahide) ortaya çıkmıştır. Fakat görünüş olarak çokluk halindedir. Demek oluyor ki tabiat alemi bir aynada beliren suretlerdir. Belki de çeşitli aynalarda görünen tek bir surettir.” Tasavvufa göre, tabiatı anlamak için akıl ve 5 duyunun yetmediği ortadadır. Tabiatı doğru algılayabilmek için keşif ve vahiy bilgilerine ihtiyaç vardır. Bu bilgiler de işin içine katıldığında müspet bilimcilere bazı çıkış yolları gözükebilir. Ancak keşif ve vahiy bilgileri de bütün tabiatı tam olarak anlamaya yetmeyebilir. Çünkü tabii olayların hakikatlerinde ilahi unsurlar vardır. Bunlar insanlar tarafından görülemezler. Tabiattaki olayları anlamaya ne kadar çok yaklaşsak hayretimiz o kadar çok artmakta ve Allah’a daha çok yaklaşma imkanı bulmaktayız. Bu nedenle ilim öğrenmek Müslümanlara farz kılınmıştır. Bu web sitemizde tasavvufun ilim ile ilgisini anlatan bir çok makale yayınlanmıştır. Tasavvufun müspet bilimlere bakış açısını daha iyi anlayabilmek için bu makalelerin incelenmesinde fayda vardır. Dostlar! Allah Teâlâ hepimize hakkıyla ilim öğrenmeyi nasip etsin.
Faydalanılan eserler: “101 Soruda Kuantum”, K.W. Ford, Alfa, İstanbul, 2011 “Fusûsül – Hikem”, İbn Arabi, İstanbul Kitapevi, İstanbul, 1981 “Fusûsül – Hikem’in Sırları”, Sadreddin Konevi, İz Yayıncılık, İstanbul, 2009 “Fusûsül – Hikem Tercüme ve Şerhi”, Ahmet Avni Konuk, M.Ü. İlahiyet Fakültesi Vakfı Yayınları, İstanbul, 2005 “Fütûhât -ı Mekkiyye”, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2011 “Mesnevi”, Mevlana, Kırkambar Kitaplığı, İstanbul, 2013 “Üç Adımda Evren”, D. Garfinkle, R. Garfinkle, Alfa, İstanbul, 2012
Yorumlarınız için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|