İslam ilahiyatçıları arasında küreselleşmenin hedefleri ve yapısı hakkında farklı görüşler mevcuttur. Bazı ilahiyatçılar küreselleşmenin İslam'a ve Müslümanlara zarar verdiğini ileri sürerken, bazı ilahiyatçılar da küreselleşmenin her ne kadar bazı olumsuz etkileri varsa da, İslam ve Müslümanlar için faydalı taraflarının da mevcut olduğunu ileri sürmüşlerdir. Küreselleşmenin Müslümanlar için olumlu sonuçları olduğunu ileri süren ilahiyatçıların görüşleri aşağıda ele alınmakta ve eleştirilmektedir. Bu görüşlerin yanlış olduğunu ve gerçekleri tam yansıtmadığını, dolayısıyla aslında İslam'a zarar verdiğini aşağıda açıklıyoruz.

Önce küreselleşme yanlısı ilahiyatçıların bazı görüşlerini ifade edeceğiz, sonra da onlar hakkındaki düşüncelerimizi ve eleştirilerimizi dile getireceğiz.

 

1) “Küreselleşme süreci doğaldır ve nötr bir yapıya sahiptir. Bu süreç iyiye doğru yönlendirilebilir. Bu nedenle Müslümanlar bu sürecin içinde yer almaları kendileri için daha iyidir.”

Bu görüş tamamen yanlıştır. Çünkü bugünkü küreselleşme süreci doğal ve nötr  bir yapıya sahip değildir. Çünkü küreselleşme diye tanımlanan olguların aslında küreselleştirme olduğunu daha önceki yazılarımızda açıkladık (Bkz. Küreselleşme mi, Küreselleştirme mi?).

1980'li yıllardan itibaren Amerikalı siyasi ve stratejistlerin oluşturdukları “Globalization” kavramı Müslümanlara “Küreselleşme” olarak anlatılmaya çalışılmaktadır. Fakat bu çaba boşunadır. Çünkü burada hedeflenen küreselleştirmedir. Bunu fark edemeyen bazı ilahiyatçılar küreselleşmenin İslam'a faydalı olduğunu ileri sürmektedirler.

Mısırlı politikacı ve akademisyen, El-Ezher’de öğretim üyesi olan Prof. Dr.   Mahmut Hamdi Zakzuk, “Küreselleşme Çağında İslam” adlı kitabında şunları yazmaktadır:

“Küreselleşmek, önce ekonomi alanında başlayıp ardından siyasi ve kültürel alana kadar uzanan ve hiçbir yolla reddedilemeyecek olan bir gerçektir. Bu gerçek önümüzde inkar edilemeyecek derecede aşikar bir şekilde durmaktadır… Önümüzde inkar edilmez bir gerçeklik var. Bu gerçekliğin karşısında yapılması gereken onunla işbirliği yapmaktır. Bu işbirliğini yaparken ise, gerçeğin tamamının şer yahut hayır olmadığını göz önünde bulundurmalıyız.”

Bu görüşlere göre küreselleşmenin etkilerinden kaçınmak mümkün değildir. Onun için onunla barışık olarak işbirliği yapılmalıdır. Ancak bu iş birliğinin nasıl yapılacağını konusunda Prof. Zakzuk hiçbir somut yöntem sunmamaktadır. İslam batının kültür ve değer anlayışlarıyla nasıl işbirliği yapabilir? Batı kendi kültür ve değerlerini medya yoluyla Müslümanlara devamlı aktarmakta ve onları tamamen maddiyata dayanan zevklerle ballandıra ballandıra anlatmaktadırlar. Bu değerlere karşı nasıl işbirliği yapılır? Bu değerlerle barışık olmak, aslında İslam'ın ahlâki ve imani değerlerini terk etmek demektir.  İslam içkiyi, kumarı, zinayı yasaklarken batılı küreselciler bunları serbest bırakmakta ve hatta maddi zevk ve tatminleri hayatın bir çeşit amacı olarak ifade etmektedirler. Müslümanlar bu etkilerin tesirinde kalmamaları için bu dayatmaları reddetmelidirler. Bu da küreselleşmenin dışında kalmak demektir.

Küreselleşme süreci doğal bir süreç değildir. Çünkü bu süreç yeni dünya düzeninin yani Amerika'nın dünyayı tek elden yönetmesinin ilanıdır. Dünyamızın, iletişim teknolojisinin gelişmesi ile “Küresel Köy” olarak tanımlanması bu işteki amacı açıkça ifade etmektedir. Bu kavramları ortaya atanlar Amerikalılardır. George Bush’un başkanlığı döneminde fiilen uygulanmaya başlanmıştır.

Küreselleşme süreci nötr bir süreç değildir. Bu süreç özünde, ruhunu Yahudilik ve Hristiyanlıktan alan tek bir dünya devletinin kurulmasına yönelik bir dini, siyasi ve ideolojik harekettir. Bu nedenle bu sürecin içinde İslam'a ve Müslümanlara yer yoktur. Onlar sadece sömürülmek ve asimile edilmek için hedeftirler. Bu süreçte üçüncü dünya ülkelerinin tabii zenginliklerinin ele geçirilmesi hedeflenmektedir. Bu hedefe ulaşmak için bu ülkelerde karışıklık ve iç savaşlar çıkarıldığına son yıllarda şahit olmaktayız. Bütün bu gerçeklere rağmen, küreselleşme sürecinin doğal ve nötr olduğunu iddia etmek nasıl bir gaflettir? Bu konuda Müslüman ilahiyatçılar yayınladıkları fikirleri tekrar gözden geçirmeli ve gerçekleri dile getirmelidirler. Bu onlara İslam'ın bir emridir.

Allah'a karşı dürüst ve samimi davransalardı, elbette kendileri için çok daha iyi olurdu.” (Muhammed, 47/21)

Şüphesiz ki, sözde ve işte doğruluk hayra ve üstün iyiliğe yöneltir. İyilik te cennete iletir. Kişi doğru söyleye söyleye Allah katında sıddîk (doğrucu) diye kaydedilir.” (Hadis)

 

2) “Küreselleşme demokrasi ve insan haklarının yerleştirilmesini ister. Bu nedenle ondan korkmak gereksizdir.”

Bu görüşe sahip olan ilahiyatçılar, küreselleştirmenin siyasi ve ideolojisinin zahiri ifadelerine ve işleyişine bakarak görüşlerinin doğru olduğunu zannetmektedirler. Oysa uygulamadaki sonuçlar başkadır. Küreselleşmenin başını çeken Amerika, üçüncü dünya ülkelerinde iş başına getirdikleri idareler vasıtasıyla o ülkelerde demokrasi ve insan haklarını ihlal edici birçok olayları tezgahlamıştır. Bu ülkelerde oluşturdukları terör grupları yardımıyla iktidarları devirmiş ve masum insanlar katledilmiştir. Irak, Suriye, Libya, Tunus ve Afganistan'daki uygulamalar buna örneklerdir. Bu mu, küreselleşmenin demokrasi ve insan hakları anlayışı? Bu gerçekleri görmemek gerçekten büyük bir gaflettir. Küreselleşmeyi yanlış anlayan ilahiyatçılar, hâlâ batılı emperyalistlerin Müslüman ülkelere demokrasi getireceğine inanmaktadırlar.

Bu konuda Prof. Zakzuk, yukarıdaki söz konusu ettiğimiz kitabında şunları yazmaktadır: “Görüldüğü gibi demokrasi ve insan haklarının yerleştirilmesini isteyen küreselleşmeden korkmak oldukça gereksizdir.” Küreselleşmenin  uygulanmasında, onların demokrasi ve insan hakları gibi bir dertleri olmadığı açıkça meydandadır. 1980'den beri yapılan uygulamalarda bunları gördük. Buna rağmen hâlâ küreselleşmenin amacının demokrasi ve insan haklarını sağlamak olduğunu iddia etmek nasıl bir anlayıştır?

Küreselleşmenin amacı demokrasi ve insan hakları olsaydı, son yıllardaki Arap Baharı denilen süreçleri yaşamamış ve bunun neticesinde Müslüman ülkeler batı emperyalistleri tarafından işgal edilmemiş olurdu. Mısır'daki Müslümanlar (İhvan-ı Müslimin) bütün dünyaya demokratik bir rejim kurabileceklerini gösterdiler. Ancak Müslüman halkın bu başarılı dönüşümleri, küresel güçlerin ve onların bölgedeki temsilcilerinin bütün hesaplarını bozdu. Bunun üzerine Mısır'da Sisi darbesi yaptırılarak demokrasi rafa kaldırıldı. İhvan-ı Müslimin de Sisi yönetimi tarafından, Suudi Arabistan ve Birleşik Arap Emirlikleri tarafından terör örgütü olarak ilan edildi. Böylece batı dünyası en vazgeçilmez ve ayırıcı sıfatı olarak övündüğü demokratik değerlere saygılı olma prensibini bütün dünyanın gözü önünde çiğneyerek bölgenin yeniden otoriter ve despotik rejimlerin yönetimine bırakılmasının önünü açtı. Sonrasında da batılı devletler Müslümanların ve Arapların medeniyetten ve demokrasiden uzak, radikal ve şiddet eğilimli toplumlar olduğunu iddia ettiler. Böylece kendi hazırladıkları bölge akıbetini kaçınılmaz bir son olarak ilan ederek, daha uzun süre bölge haklarının kendi kaderlerini tayin hakkından mahrum kalmalarını sağladılar. Yani bölgeyi kaotik bir ortama mahkum eden batı, bölgedeki yeraltı ve yer üstü kaynaklarını bir süre daha sömürmeye devam edecektir.

 

3) “Küreselleşme uluslararası arenada kaçınılmaz olarak çıkarken, bu süreç bir avantaj olarak kullanılabilir. İnsan hakları, ifade ve inanç özgürlüğü, adalet ve eşitlik başta olmak üzere insani değerlerin öne çıkması ile anarşik düzen yerine barışçıl bir düzen sağlanabilir.”

Bu görüşler bir hayal mahsulüdür. Çünkü gerçekte hiçbir karşılığı yoktur. Küreselleştirmeyi yöneten uluslararası güçlerin amacı, insan hakları, özgürlük ve eşitlik gibi insani değerler değildir. Onlar kurdukları terör örgütleriyle insanları barışa değil huzursuzluğa, savaşın içine itmektedir. Aksi halde amaçlarına ulaşamazlar. Küreselleştirici güçler maddi güçlerini arttırmayı amaçlamışlardır. Bu nedenle diğer ülkeleri ve kendi halklarını sömürmek zorundadırlar. Bu da ancak anarşik bir ortamın yaratılmasıyla, diğer ülkeleri zor ve güçsüz durumda bırakmakla mümkündür. Böyle bir ortamda barışçıl bir düzenini sağlanması hayaldir ve imkansızdır. Bu gerçeği görmek istemeyen ilahiyatçılar, hâlâ batı emperyalizminin küreselleştirme eylemlerinden medet ummaları anlaşılır bir şey değildir.

İlim gerçekleri araştırır, hayali şeyleri değil. İlim adamları da gerçeklerin peşinde olmalıdır, hayallerin peşinde değil. Bu nedenle ilim adamı unvanı taşıyan ilahiyatçılar görüşlerini bu ilkeler doğrultusunda belirtmeli ve yaymalıdırlar. Aksi halde ilim değil, safsata yapmış olurlar. Bu da zalimin zulmüne hizmet etmek demektir.

“Zalimlere en ufak bir meyil göstermeyin, yoksa size de cehennem ateşi dokunur.” (Hud, 11/113)

Zalim olduğunu bile bile birisine yardım eden kişi gerçekten de Müslümanlıktan çıkmıştır.” (Hadis)

 

 4) “Küreselleşmeyi reddedip karşı çıkmak, akıntıya karşı kürek çekmektir ve mantıklı bir yaklaşım değildir. Burada Müslümanların lehine de fırsatlar vardır”

Bu ifadeler Müslümanların küreselleşmeye karşı yenileceklerini peşinen kabul edildiğini göstermektedir. Bu görüşler aslında uluslararası küreselleştirici güçlerin işine yaramaktadır. Çünkü bu ifadeler Müslümanların dirençlerini kırmaya neden olmaktadır. Bu ise çok yanlış bir harekettir. Uluslararası kuruluşların güçleri nereye kadar başarılı olabilir? Bu güçler bir süre sonra zayıflayacaklardır. Bunun işaretlerini bugün de görmekteyiz. Bu nedenle küreselleştirmenin geleceği tamamen parlak değildir. Onları bekleyen önemli tehlikeler vardır.

Bu konuda “Küreselleşme mi, Küreselleştirme mi?” adlı yazımızda şunları ifade ettik: 1) İleride dini ve ideolojik gerekçelerle, siyonist güç ile amerikancı Hristiyan ve evanjelik güç arasında bir menfaat kavgası ortaya çıkabilir. Bu onları zayıflatacak bir etken olabilir. 2) Dünyada geniş halk kitleleri küreselleştirmeye karşı uyanmaktadırlar. Bu uyanış karşı bir güç oluşturabilir. Çeşitli ülkelerde bazı protesto eylemleri gözlenmektedir. Bu protestolara ABD devletinde, Rusya ve Çin'de de rastlanmaktadır. Bu protestoların haklılığı insanlar arasında yayıldıkça, yeni dünya düzenine karşı geniş bir muhalefetin oluşması mümkündür.

Küreselleştirmeye karşı olan ifadelerimiz abartılı ve komplocu değildir. Dünyada bu görüşleri paylaşan birçok insan vardır. Bu konu gün geçtikçe dünyada daha da işlenmekte ve insanlar fikirlerini açıkça ifade etmektedirler. Bu eylemler uzun bir zamanda da olsa yeni dünya düzenine karşı bir direnişin güçlü olarak ortaya çıkışının göstergeleridir.

Bugün için dünya adı konulmamış 3. Dünya Savaşı yaşamaktadır. Bu savaşın nedeni yeni dünya düzeni olarak dayatılan ideolojidir. Bu ideolojinin kendi içindeki çelişkileri küreselleştirme hareketinin gittikçe bir batağa saplanacağını göstermektedir. Çünkü yeni dünya düzeni kurulmak istenmesi, dünyada çeşitli ülkelerde iç savaşlara ve ülkeler arasında menfaat çatışmalarına, dolayısıyla da savaşlara neden olmaktadır. Rusya-Ukrayna savaşını bu bağlamda anlamamız gereklidir.

Bütün bunlar akıntıya karşı kürek çekmek olarak vasıflandırmak yanlıştır. Müslümanlar zamanla bu uluslararası güçleri bertaraf edecek ve dünyada tekrar huzur temin edilecektir. Ancak bu küreselleştirme ile işbirliği yapmakla değil, ona karşı çıkmakla gerçekleşecektir. Bunun örnekleri yakın tarihte görülmüştür. İran'daki Amerika yanlısı Şah’ın 1979'da devrilerek yerine İslami bir devlet kurulması buna bir örnektir.

“Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer hakikaten inanıyorsanız muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (Ali İmran, 3/139)

 

5) “Modernleşme ve küreselleşme süreçlerinde yayılan birçok kültürel öğeyi Müslümanlar benimsemişlerdir. Bu yeni öğelerin, kimliklerdeki İslami unsurlarla birleşmesiyle “Karışık Kimlik” oluşmuştur.”

Küreselleşme adı altında batı, kendi kültür ve değerlerini Müslüman toplumlara devamlı pompalamıştır. Bu propagandaların etkisinde kalan bazı Müslümanlar batının seküler, maddeci değerlerini benimsemişlerdir. Ancak bu seküler değerlerin İslami değerlerle birleşmesi ve yeni bir sentez oluşturması İslam açısından kabul edilemez. Çünkü böyle bir sentez insanı İslam dairesi dışına çıkarır. İslami değerler bellidir ve bunlar Kur'an ayetleri ve Peygamberimizin (sav) hadisleri ile insanlara duyurulmuştur. Bu İslami değerlerin dışında başka değerlere kucak açmak bir Müslümana yakışmaz ve doğru değildir.

Bu karışık kimlik oluşmasındaki amaç Müslümanları İslam dininden uzaklaştırmaktır. Böylece Müslümanlar İslam dinini terk edecekler ve İslam dini de bu şekilde etkisiz olacaktır. Bu tuzağa bazı Müslümanlar düşmekle birlikte, bazı Müslümanlar da kesinlikle bu karışık kimliği reddetmektedir. Batının seküler kültürünü hayatlarında yer vermemektedirler. Bu mücadele bir Hak-Batıl kavgasıdır. Bu kavgada hakkın galip geleceğini ümit ediyoruz.

Hayır, doğrusu Biz Hakkı Bâtılın üstüne fırlatırız, O da onun beynini darmadağın eder. Bir de bakarsın ki, o yok olup gitmiştir. Nitelendiregeldiğiniz yakışıksız sıfatlardan dolayı eyvahlar size!” (Enbiya, 21/18)

De ki: Hak geldi, bâtıl yok olup gitti. Zaten bâtıl yok olup gitmeye mahkumdur.” (İsra, 17/81)

Karışık kimlik emperyalist küreselcilerin İslam’ı düşman yapıp, ortadan kaldırma heveslerinden başka bir şey değildir. Ancak Allah'ın dini ortadan kaldırmaya kimsenin gücü yetmez. Çünkü Allah Teâlâ dinini koruyacağını Kur'an'da haber vermektedir.

Hiç şüphe yok ki zikri (Kur'an) Biz indirdik. Onun için zikri Biz koruyacağız.” (Hicr, 15/9)

 

6) “Dinler çağdaş ve müstakbel yaşamımızın bir takım farklı durumları için ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla geçmiş dönemdeki hayatın problemlerinin çözümünü sunmak için gelen bu dinler, günümüz hayatını doldurmak için yeterli değillerdir. Bu nedenle İslam'da yenilik kaçınılmaz ve olması gereken bir iştir.”

Bu ifadeler uluslararası küreselleştirmenin amacını açık olarak ortaya koymaktadır. Onların amacı İslam dininin reforma ihtiyacı olduğunu ileri sürerek dejenere etmek istemeleridir. Bu kavga asırlarca devam etmiştir. Fakat hiçbir şekilde başarıya ulaşamamıştır. Birçok dinde reformistler ortaya çıkmış, ancak gerçek İslam alimleri onların yüzlerine gerekli ispatları yapıştırarak çabalarını akim bırakmıştır. Bu konuda yayınladığımız şu yazılarımız okunabilir: “Dinde Reformistler 1, Dinde Reformistler 2

Burada iddia edilen, İslam dininin bugün için yetersiz kaldığı ve yeniden düzenlenmesi gerektiğidir. Ancak İslam dininin ilk çıktığı günden beri ortaya attığı ilkeler her zaman ve her mekan için geçerlidir. Hiçbir eksiklik ihtiva etmez. Bu durum kıyamete kadar sürecektir.

Yemin olsun ki Biz, bu Kur'an'da insanlar için gerekli her konuyu çeşitli uslup ve örneklerle açıkladık. Ne var ki insan gerçekler karşısında kavga ve tartışmaya pek düşkündür.” (Kehf, 18/54)

Biz bu kitabı sana, her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, doğruya götüren bir rehber, bir rahmet, Müslümanların için bir müjde olarak indirdik.” (Nahl, 16/89)

Kur'an hükümlerinin değiştirilmesi, yenilenmesi mümkün olmadığı gibi bunların düşünülmesi bile mümkün değildir. Çünkü her kim ki, İslam’ı bugün için yeterli değildir, diye düşünürse İslam'ı terk etmiş olur, yani kafir olur. Biz bu duruma hiçbir Müslümanın düşmesini istemeyiz.

Bu konuda Prof. Zakzuk söz konusu kitabında şunları söylüyor: “Bizim algımızla anladığımız şekliyle, İslam'da yenilik kaçınılmaz ve olması gereken bir iştir. Nitekim Allah bu ümmet için her yüz yılda bir müctehid gönderdiği şeklinde bir hadis mevcuttur. İslam içtihat yapmayı teşvik edip insan aklını yüceltir ve aklın kullanılmamasını günah kabul ederek, hayatın akışı içinde devamlı yeniliklere sağlık verir.”

Zakzuk’un  bu yaklaşımı doğru değildir. Her yüzyılda gelen müctehidler hiçbir zaman dini değiştirmemişlerdir. O asrın sorunlarına, Kur'an ve sünnete bağlı kalarak, kıyas yoluyla çözümler üretilmiştir. Fakat küreselcilerin dayattığı seküler anlayışlara hiçbir müctehidin onay vermesi mümkün değildir.

Hayatın amacını maddi üstünlük ve zevkler olarak tanımlayan batı kültürü hiçbir zaman Müslümanlara kabul ettirilemez. Bu batı kültürünü İslam'a dahil etmek, İslam’ı dejenere etmektir. Bu da küreselcilerin istediği şeydir. Çünkü gerçek İslam'ın hüküm sürdüğü yerde sömürü ve zulüm olamaz. İçtihadı bahane ederek küreselci güçlerin çıkarlarını müdafaa etmek akıl almaz bir şeydir. Bu kavga asırlarca İslam aleminde yapılmıştır. Ama galip gelen daima gerçek Müslümanlar olmuştur. Bu durum bundan sonrada aynen devam edecektir.

 

7) “Kur'an-ı Kerim'de sabit olduğu üzere, toplumların ihtiyacı olan değişen ve yenilenen kültürlerdir. Bu iddia Rad suresinin 11. ayetine dayandırılmaktadır.”

Rad suresinin 11. ayeti şudur:

“… Allah bir kavme verdiğini, o kavim kendisini bozup değiştirmedikçe değiştirmez…”

Bu ayeti Zakzuk şöyle ifade etmektedir: “Bir toplum kendilerindeki özellikleri değiştirinceye kadar, Allah onlarda bulunanı değiştirmez.”

Zakzuk’a göre bu ayetin gereğince, Müslümanlar dinlerinde yenilenmeye gitmelidir ki, Allah onlara yardım etsin. Yani küreselleşmenin getirdiği anlayışlarla ve değerlerle kendilerini değiştirirse, Allah da onlara olumlu yönde yardım edecektir.

Bu tamamen yanlış bir yorumdur. Çünkü bu ayette kastedilen Zakzuk’un ileri sürdüğü şeyler değildir. Allah Teâlâ küreselleştirmenin getirdiği seküler değerleri, maddi zevkleri, zina, içki gibi, kendi içlerine sindiren bir topluluğa neden yardım etsin? Bu akıl almaz bir yorumdur.

Rad suresinin 11. ayetinin gerçek yorumunu İsmail Hakkı Bursevî (ks) Hazretleri Rûhu’l Beyân adlı tefsirinde şöyle açıklamaktadır: “Bir toplum şükrü terk edip iyi hallerden kötü hallere dönerek kendi durumlarını değiştirmedikçe, Allah onların afiyet ve nimet içindeki durumlarını değiştirmez.” Bu yorum Zakzuk’un yorumuyla taban tabana zıttır. Çünkü bu ayette Müslümanların değişim ve yenilenme kültürlerine ihtiyaçları olduğu söylenmemektedir. Tam tersine iyi durumlarını terk ederek kötü durumlara, seküler ilkelere dönmemeleri tembih edilmektedir.

Ayetleri yanlış yorumlamak küreselcilerin işine yarasa da, sonuçta onların istediklerini elde etmelerine Allah'ın engel olacağına inanıyoruz. Çünkü Allah Teâlâ Kur'an'da şöyle buyurmaktadır:

“Ey iman edenler! Müminleri bırakıp da kafirleri dost edinmeyin.” (Nisa, 4/144)

 

8) “İslam bütün insanları kardeş bilmiştir. İslam tüm zaman ve mekanlarda insanları birbirleriyle kardeş olmaya çağıran evrensel bir davettir. Dolayısıyla İslam için gerçek küreselleşme dini diyebiliriz.”

İslam dini sadece Müslümanlar birbirinin kardeşidir der. Diğer inanmayanlar içinde sadece insanlık hukuku söz konusudur.

“Müminler ancak kardeştirler.” (Hucurat, 49/10)

İslam bütün insanları İslam'a davet eder. Fakat bu davete uymayanlar hiçbir zaman kardeş olarak kabul edilmez. İslam en son indirilmiş olan ve bütün insanları kapsayan bir dindir. İslam'dan başka bir din Allah tarafından kabul edilmez.

Şüphesiz Allah katında din İslam’dır.” (Ali İmran, 3/19)

İslam dininin evrensel oluşunu küreselleşme olarak vasıflandırmak, onu modern küreselleşme ile aynı paralele oturtmak tamamen yanlıştır. Çünkü İslam'ın evrenselliği ile modern küreselcilerin özünde farklılık mevcuttur. İslami evrensellikte, İslam'ın iman ve amel esaslarının ve ahlâk ilkelerinin yayılması söz konusudur. Böylece bütün insanlar için can, mal, akıl, inanç ve namus korunması temin edilir. İnsanlar arasında adaletin tesisi ve zulmün engellemesi hedeflenir. Oysa yeni çıkan modern küreselleşmede, insanın manevi değerleri, ahlâki gereklilikleri ve inançları göz ardı edilir. Asıl hedefleri ne olursa olsun kendi kazançlarını arttırmaktır. Bu nedenle onlar için, güçlü uluslararası şirketler ve siyasiler tarafından insanların sömürülmesi ve zulme uğratılmasına olanak sağlayacak ortamın oluşması zorunludur.

Bu karşılaştırmaya göre, İslam’ın evrensel oluşunu küreselleştirici güçlerin amacı ve uygulamalarına benzetmek çok cahilce bir şeydir. İslam'ın evrensel oluşu, sömürgeci küreselleştiricilerin yaptıklarını meşrulaştırmaz ve haklı çıkarmaz. Bu durumda Müslümanlar, bu yeni küreselleştirme sürecinin karşısına çıkmaları ve mücadele etmeleri gerekir. Müslümanların bu konuda ihtiyacı oldukları güç ve kuvvet İslam dininde mevcuttur. Kendileri doğru yolda olduğu sürece Allah'ın onlara yardım edeceğini unutmamalıdır.

Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer hakikaten inanıyorsanız muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (Ali İmran, 3/139)

Bütün bunlar Müslümanların küreselleşme sürecine katılmalarının zararlı olduğunu ve onun karşısında İslam ilkeleriyle durulması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Bunun aksini iddia eden, Müslümanların küreselleşme sürecine katılmaları gerektiğini ifade eden ilahiyatçılara kesinlikle uyulmamalıdır. Bu kişiler de, sözlerinden ve fiillerinden dolayı tövbe ederek kendilerinin ahiret hayatlarını kurtarmaya çalışmaları kendi menfaatleri için gereklidir. Aksi halde zalimin zulmünde ortak olmaları nedeniyle yarın ahirette sorumlu tutulacaklardır.

“Ancak tevbe edip hallerini düzeltenler ve gizledikleri gerçekleri açıklayanlar başka; Ben onların tevbesini kabul ederim. Çünkü Ben tevbeleri çokça kabul eden ve merhameti bol olanımdır.” (Bakara, 2/160)

 

9) “Küreselleştirme sürecine kapitalist sistemin bir aracı olarak bakmak yanlıştır. Bu süreçte İslam ve Müslümanlar için de avantajlar vardır. İslam ülkelerini bir araya getirecek ekonomik, siyasi, kültürel değerlerin tesis edilmesi için merkezi bir çekirdeğin oluşturulması mümkündür.”

Küreselleştirme süreci aslında kapitalist ve liberal ekonomik sistemin bir aracıdır. Bunu anlamamak gerçekten cahilliktir. Çünkü bu süreç ile ilgili kuruluşlar olan BM, IMF, Dünya Bankası tamamen çok uluslu şirketlerin çıkarlarına hizmet etmektedir.

Küreselleştirmenin ana söylemlerinin esası, Amerika demokrasisi, kapitalizmi ve kültüründen başka yaşaması mümkün olan başka bir sistemin yok olacağının ileri sürülmesidir. Huntington ve Fukuyama ve onları takip eden stratejistlerin söylemleri bu varsayımın üzerine kurulmuştur. Bu söylemlerin haklı olduğunun bir göstergesi de, doğu blokunu yıktırılması ve sosyalist ideolojinin iflasıdır. Aynı amaçla oyunlar şimdi İslam'a karşı oynanmaktadır. İslam düşman hedef olarak gösterilmiştir. Amaçlarının gerçekleşmesi için İslam dünyasında çok çeşitli oyunlar tezgahlanmaktadır. Buradaki amaçları İslam’ın siyasi, ideolojik ve manevi bir güç olmasına engel olmaktır. Bu sürecin içinde Müslüman toplumlarının ekonomik, siyasi ve kültürel bakımından birlik oluşturulmasına müsaade edilmez. Çünkü böyle bir birliğin oluşması emperyalistlerin işine gelmez. Onlar Müslüman toplumların güçsüz ve ekonomik olarak zayıf olmalarını isterler ki kolaylıkla bu halkların ekonomik zenginliklerini gasp edebilsinler. Son elli yıldaki uygulamalar bunu açıkça göstermektedir.

İslam toplumlarına demokrasi, özgürlük, ekonomik kalkınma gibi şeyleri getireceği bahanesiyle batılı emperyalistler bazı İslami örgütler kurdurmuşlardır. Bunların merkezlerinin hepsi Amerika'dadır. Örneğin İslam Kalkınma Bankası gibi örgütler batılıların güdümünde yönetilmektedir. Bugüne kadar hiçbir İslam toplumunu kalkındırmamışlar, iç savaşları engellememişler ve işgallere mani olmamışlardır. Bu bir güç kavgasıdır hiçbir batılı güç diğer ülkelerin eline ekonomik, siyasi ve askeri gücün geçmesini istemez. Kurdukları yapay örgütler ve iktidarlarla kendi çıkarlarını korumayı amaçlamaktadırlar.

 

10) “Hristiyan teolojisi öteki ile beraber olma konusunda ciddi çabalar sarf etmektedir. BM, AB'nin kurulması evrenselcilik ve batıyı “açık medeniyete” dönüştürme konusunda atılan ciddi adımlardır.”

Burada iddia edilen yanlıştır. Çünkü Hristiyan teolojisinin dinler arası diyalogla, diğer dinlerle beraber olmak gibi bir niyeti yoktur. Dinler arası diyalog adı altında Müslümanlara karşı yoğun bir misyonerlik faaliyeti devam etmektedir. Küreselleştirme din savaşlarını önlemek ve dinler arası kardeşliği temin için dinler arası diyalogların olmasını ileri sürmektedir. Ancak bu doğru değildir. Diyalog adı altında görünüşte yapılan şey, dinlerin var oldukları sanılan ortak değerlerinin ortaya konulmasıdır. Böylece semavi dinlerin aynı şekilde günümüzde de geçerli oldukları ispat edilmeye çalışılmaktadır. Bu faaliyetlerden en çok istifade edenler Hristiyanlardır. Böylece onların misyonerlerinin faaliyetleri için bir ortam hazırlanmakta ve Hristiyanlığın yayılmasına çalışılmaktadır.

Bir Müslüman Hristiyan olursa, bu yalnız iman seviyesinde kalmayacak, kişinin Türk-Müslüman adetleri ve geleneklerini terk ederek batının kültürel değerlerin taşıyıcısı ve temsilcisi olacaktır. Bu nedenle ülkemizde ve diğer İslam ülkelerinde özellikle evanjeliklerin yaptığı yoğun bir misyonerlik faaliyeti devam etmektedir. Bu konuda sitemizde yayınladığımız “Dinler Arası Diyalog” adlı yazımıza bakılabilir.

 

11) “Doğu ile batı arasında bir din ve kültür bütünlüğü vardır. Çatışmalar her iki Dünya Savaşı'nda da olduğu gibi tek bir medeniyet içinde yaşanan çatışmalardır.”

Yukarıdaki iddialar Prof. Zakzuk’un söz konusu kitabından alınmıştır. Bu iddialar Müslümanları batı kültürü ve Hristiyanlığa sığdırmayı amaçlamaktadır. Dünyada tek bir medeniyet mevcut olduğu ileri sürmek çok manidardır ve tarihi gerçeklere tamamen aykırıdır. Dünyada şimdiye kadar birçok farklı uygarlıklar ortaya çıkmıştır. Bu uygarlıkların birbirleriyle bilgi alışverişinde bulunmaları onların tek bir medeniyet olarak görülmelerinin nedeni olamaz.

İslam medeniyeti diğer medeniyetlerden üstündür. Bugünkü batı medeniyeti ile İslam medeniyetinin hiçbir ilgisi yoktur. Kültürel değerleri ve inançları tamamen farklıdır. Aralarında bilgi alışverişi bu medeniyetleri aynı kılmaz. Ayrıca bilgi ortak bir şeydir. O bilgiyi herkes kullanabilir. Ancak inanç ve ahlâk değerleri her uygarlıkta farklıdır. İslam medeniyetinin inanç ve ahlâk değerleri, batı Hristiyan medeniyetin bugünkü değerlerinden tamamen farklıdır. İslam manevi ve imani değerleri esas alırken, batı medeniyetinin amacı yalnız maddi istekleri ve güçleri hedefler. Bu iki anlayış birbirine taban tabana zıttır. Bu nedenle bu iki medeniyeti birbirinin aynı olarak göstermek küreselleştiricilerin işine yarar. Çünkü böylece Müslümanlar, batı seküler kültürünün içine sokulmaya çalışılmaktadır. Çıkarları uğruna gerçekleri saptırmak ne kadar dürüst bir bilim anlayışıdır.

Bütün medeniyetlerin tek bir medeniyet göstermediği batıda çeşitli şekillerde dile getirilmiştir. Huntington 1993 yılında “Medeniyetlerin Çatışması” adlı tezi ve Fukuyama’nın “Tarihin Sonu” adlı makalesi, gelecekte medeniyetler arasında çatışmaların yaşanacağını haber verirken, İslam’ın gelecek için tehlike arz ettiğini ve bu nedenle düşman hedef olarak görülmesi ortaya atılmıştır. Böyle bir ortamda bütün medeniyetlerin bir bütün olduğunu iddia etmek nasıl bir gaflettir.

Batılı siyasiler ve stratejistler, medeniyetler arası savaşlarla diğer ülkeleri egemenlikleri altına almaya çalışmaktadırlar. Bunu da askeri güç kullanarak gerçekleştirmektedirler. Arap Baharı ve İslam ülkelerinin batı güçleri tarafından işgali bu bağlamdadır. İslam onlar için düşmandır. Çünkü gerçek İslam'ın olduğu yerde sömürü ve zulüm gerçekleştirilemez. Onun için bütün vasıtaları ile İslam’ı yok etmeye çalışmaktadırlar. Fakat bunlara güçleri yetmeyecektir. Şuna inanıyoruz ki kırk yıl içinde küreselleştirici emperyalistlerin güçleri kırılacak ve dünyada tekrar İslam söz sahibi olacaktır. Allah'tan ümit kesilmez.

“Kim Allah'ı, O’nun Resulünü ve müminleri dost edinirse, iyi bilsin ki Allah'ın taraftarları galip geleceklerdir.” (Maide, 5/56)

 

12) “Küreselleştirici güçler yeni ve ortak bir din oluşturmaya çalışmaktadırlar. “New Age” (Yeni Çağ) adı verilen bu din günümüzde insanın doğası ve gündelik hayatını cezbettirecek her şeyi kendi içinde barındıracaktır. Bu yeni akım dünyanın her yerine giderek ilgi görmektedir.”

Küreselcilerin taraftarı olan ilahiyatçılar, Amerika merkezli kurulan bu yeni dini övmektedirler. İnsanların doğasına ve ihtiyaçlarına hitap ettiğini iddia ederek, bu dinin dünyanın her yerinde itibar ve kabul gördüğünü iddia etmektedirler. 1980'lerde ortaya çıkan bu akım aslında tüm semavi dinleri ortadan kaldırılmayı amaçlamaktadır. Hristiyanlığa yeni bir format atılarak yapılmaya çalışılan,  içinde Budizmin de ritüellerini barındıran bu dinde, İslami değerlerin bazı çalıntıları da mevcuttur. Bu din aslında eskiden var olan Paganizmin ürünüdür.

Yukarıda yazılanlar aslında, küreselleşmenin İslam dinini düşman hedefi olarak göstermesini açıklamaktadır. Sömürebilmek için İslam'ın ortadan kalkması veya dejenere edilmesi gerekir. Batı bunun için İslam'ın yerine koyabilecekleri ve hümanizm, özgürlük gibi bazı insani değerleri içine alan bir yeni dini insanlara empoze etmektedirler. Bu yeni din sadece batının önünde engel olan diğer dinlere ait değerleri yok etme çabası taşımaktadır. İnsan aklıyla uydurulmuş olan böyle bir dini insanların tümünün kabul etmeleri mümkün değildir. Bugün için güçlü olanlar, kendi çıkarları için bu dini insanlara kabul etmeye zorlayacakları muhakkaktır. Ancak ne kadar başarılı olacakları şüphelidir. Çünkü İslam dininin bir sahibi vardır, o da Yüce Allah'tır. Emperyalistlerin bu çabalarına nereye kadar müsaade edileceğini göreceğiz. Allah indinde İslam'dan başka bir din geçerli olmadığı için emperyalistlerin bu çabaları bir süre sonra başarısızlıkla sonuçlanacağı aşikardır. Çünkü Allah, Resulünü İslam dinini diğer dinlere üstün kılması için göndermiştir.

“Bütün dinlerden üstün kılmak üzere Peygamberini hidayet ve hak din ile gönderen O’dur. Şahit olarak Allah yeter.” (Fetih, 48/28)

“Kim İslam'dan başka bir din ararsa, ondan asla kabul edilmeyecektir. O ahirette de kayba uğrayanlardan olacaktır.” (Ali İmran, 3/85)

Bu ayetler emperyalizmin eninde sonunda yenileceğini ve İslam'ın tekrar zafer kazanacağını göstermektedir.

 

Sonuç

Şiddet ve terör bugün küreselleşmenin en önemli ve tehlikeli sonucudur. 11 Eylül olayları bu bağlamda değerlendirilmelidir. Bu olay ABD halkının küreselleşme sürecinden etkilenmesi ve buna bağlı olarak sömürü ve işgal konusunda yapılacak eylemlere onay vermesi sağlanmıştır. Şiddet, “uluslararası terör” olarak nitelenerek, etkisi daha güçlü ve büyük güçler kanalı ile gösterilmeye başlanmıştır.

Böyle bir ortamda evrensel barıştan söz edilemez. Evrensel barıştan söz edilebilmesi için küresel düzen fikrinden vazgeçilmelidir. Çünkü Evrensel barışın önündeki en büyük engel küreselleşmenin tek biçimli dünya düzeninin oluşturulmasına çalışmasıdır.

Böyle bir ortamda dinler kendilerini yayabilirler mi?  Semavi dinler bütün insanlara muhatap olmaktadır. Ancak dinlerin evrenselliğiyle modern küreselliğin evrensellik anlayışı aynı değildir. Globallik konusunda aynı anlam içerikleri ve aynı fiili duruma sahip değildir. Çünkü dinlerin evrenselliği insanlar için olumsuzluk taşımadığı halde, küreselleşmenin öngördüğü globalleşme insanlar için büyük olumsuzluklar içermektedir.

Küreselleşmeye tepkisel olarak, yerelleşmenin kendini daha güçlü bir biçimde ifade edildiği yerlerde, dini inançların canlanması söz konusudur. Din insanların sosyal kimliklerin oluşumunda, yerel ve milli kimliklerin oluşumunda etkilidir. Küreselleşmeye bir tepki olarak bugün dünyada, global bir dinsel canlanmadan bahsedebiliriz. Bunun sonunda dinin siyasetle ilişkileri artmaktadır.

Küreselleşme bir değişimi ifade eder. Ancak İslam dinini bu değişimin içine koyarak İslam dininin de değişime uğramasını beklemek boşunadır. Çünkü İslam zaman ve mekan olarak değişmez ilkelere sahiptir. Fakat küreselleştirmenin değişiminde İslam'ı da bu değişimin içine yerleştirmek isteyenler vardır. İslam’ın modern düzenin birçok politik, kültürel, ekonomik ve sosyal boyutlarına itirazı vardır. Hatta bu boyutlara kendisinin öz yapısıyla meydan okumaktadır. Onların nasıl bir olumsuz tavır içinde olduklarını ispat etmektedir. Böylece insanları İslam, barışçıl ve adaletli bir düzene çekmeye çalışmaktadır. Ancak bu durumdan rahatsız olan batılı emperyalistler, İslam'ı terörle karalamak için olanca güçleri ile çalışmaktadır. Batının paralelinde olan bazı Müslümanlar da, onların yanıltıcı etkilerinde kalıp İslam'ı yeniden ıslah etmeye çalışmaktadırlar. Böylece İslam’ın küreselleşme içinde yer alıp, kendini değişikliklerle batının globalleşme fikirlerine uyum sağlamasına çalışmaktadırlar. Oysa İslam ile batının globalleşme amacı taban tabana zıttır. Gerçek Müslümanlar bu hikayeleri dinlemezler.

İslam geçmişten gelen birikimiyle tüm dünyayı aydınlatma ve onun bütün problemlerine çözüm üretebilecek kapasiteye sahip bir dindir. Ancak bu çözümler batının güç odaklarının anlayışına hizmet etmez. İnsanların sömürülmesine karşı çıkar. Bütün dünyada gerçek adaletin, eşitliğin yerleşmesini öngörür. Tabii ki bu da globalleşmeyi amaçlayan emperyalist kapitalizmin işine gelmez. Bu durumda İslam’ı terör suçlamalarıyla saf dışı etmeye çalışmaktadırlar. Bu nedenle İslam'ın küreselleşme içinde, emperyalizmle hiçbir ortaklığı söz konusu değildir.

Aslında İslam küreselleşme ile amaçlanan hedeflerin insanlar için gerçekten adil olmayan sonuçlar doğurduğunu anlatan ve buna mani olabilecek tek güçtür. Bu nedenle İslam küreselleşme içinde değil, onun dışında ve ona muhalefet ederek duruş sergilemelidir. Emperyalistlere meyil duyan Müslümanların fikirlerine karşı durmalıdır. Çünkü İslam ilahi bir din olarak hiçbir zaman zalimin yanında değil, mazlumun yanındadır. 

İslam dinini diğer dinlerle aynı potada eritmeye çalışan ilahiyatçılar vardır. Bunlar İslam'ın diyaloğa açık olduğunu, dolayısıyla diğer dinlerle diyalog halinde beraberce küreselleşme içinde yer alabileceğini teklif etmektedirler. Oysa dinler arası diyaloğun neyi amaçladığı ispat edilmiştir. Bu diyaloğun amacının Hristiyanlığının Asya'da yayılmasının hedeflenmesi olduğu gösterilmiştir. Bu gerçekleri bile bile İslam'ın diğer dinlerle diyalog halinde olmasını teklif edenler yanlış yoldadır.

İslam tarihinde yenilenlerin yok edilmediği, onların inançlarına karışılmadığı bir gerçektir. Bunun en iyi örneğini Osmanlı Devleti'nde görmekteyiz. Aynı şekilde İslam dini bilimsel ilişkilerde de din ayrımı yapmamıştır.

Müslümanlar batı Hristiyan toplumlarında, kendi dinlerinin gereğini yerine getirerek yaşayabilmektedir. Bu durumu Müslüman kalınarak küreselleşebileceğinin ispatı olarak ileri sürenler vardır. Ancak bu Müslümanların dini hayatlarını yaşarken nasıl bir engelleme ile karşılaştıkları göz ardı edilmektedir. Gerçekten batıda yaşayan Müslümanlar her an tehdit altındadırlar. Birçok tehdit ve terör eylemlerine muhatap olmaktadırlar. Batının yerli insanları, Müslümanları terörist olarak tanıtan küreselleşme fikrinin babalarıdır. Bu karalamalarla Müslümanların hayatları diğer dinlerin ağırlıkta oldukları ülkelerde zorlaşmakta ve hayati tehlike içinde olmaktadır.

Ancak bunun tersi söz konusu değildir. Hiçbir Hristiyan ve Yahudi Müslüman ülkelerde tehdit edilmemektedir. Bu İslam dininin ilkelerinden kaynaklanmaktadır. Ancak küreselleşmeyi ortaya atanlar Müslümanları terörist ilan ederek onların hayatlarını tehdit ve tehlike içinde bırakılmasına çalışmaktadırlar. Bu durumu, Müslümanlar küreselleşmeye ayak uydurabilmektedir diye yorumlamak gerçekten büyük bir gaflet ve yanılgıdır. Öyle düşünenlerin nasıl bir amaç taşıdıklarını anlamak gerçekten zordur. Müslüman toplumlarda emperyalist devletlere hizmet eden birçok ilahiyatçının olduğu eski günlerden beri bilinmektedir. M. Sıddık Gümüş’ün “İngiliz Casusunun Hatıraları” adlı kitabında bu hususlar anlatılmaktadır.

Emperyalizm Sovyet Rusya'nın dağılmasından sonra kendisine İslam'ı düşman olarak seçmiştir. Kendi halklarına bu görüşlerinin doğru olduğunu göstermek için çeşitli terör örgütleri kurmuştur. El Kaide, İŞİD gibi terör örgütlerinin üyeleri Müslümanlar gibi gözükseler de, bunları yönetenler emperyalizmin casuslarıdır. Müslüman kılığındaki bu casuslar, eylemleri İslam adına yaptıklarını ilan ederek bütün Müslümanların terörist olarak yaftalanmalarına zemin hazırlamıştır. 11 Eylül saldırıları çok yüksek bir teknoloji isteyen bir eylemdir. Bunları Afganistan'da mağarada yaşayan insanların gerçekleştirmesi mümkün değildir. Bu saldırıları emperyalistlerin düzenlediği ve Müslümanların kullanıldığı eylemler olduğu bilinmesine rağmen, bunu bütün dünyaya anlatmak mümkün olamamıştır. Çünkü bütün medyanın gücü emperyalistlerin elindedir. Onlar bu medya gücünü kullanarak gerçeği tam tersine insanlara empoze etmekte ve bütün Müslümanları ve İslam dinini terörist ilan etmektedirler. Bu propagandaların etkisinde kalan insanlar da Müslümanları terörist zannetmekte ve yaşadıkları her bölgede Müslümanları tehdit etmekte ve katletmektedir. Bu emperyalist küreselcilerin oyunudur. Medya gücüne sahip olunulamadığı sürece bu propagandalar diğer toplumlarda da taraftar bulacaktır. Bunu engellemek mümkün değildir. Bu bir güç kavgasıdır.

Müslümanlar maalesef siyasi, ekonomik ve sosyal güçlerini emperyalistlerle işbirliği yapan siyasiler, bilim adamları ve entelektüeller sayesinde kaybetmişlerdir. Bu durumda İslam bu tabloyu tersine çevirmeye bugün için muktedir değildir. Küreselleşme saflarına geçerek bunu yapmaya çalışmak ise bir çeşit intihar olacaktır. Bu kendini cellatına teslim etmek anlamına gelecektir.

Böyle bir ortamda Müslümanların görevi olayların gerçeklerini çok iyi incelemeleri ve İslam'ın temel ilkelerinden ödün vermemeleri gerekmektedir. Kur'an ve sünnetin emir ve yasaklarına harfiyen uyarak tekrar adil ve huzurlu bir dünya düzenine kavuşmak mümkündür. Bunun için başka bir yolda mevcut değildir. Bu nedenle Müslümanlar ilahiyatçıların küreselleşme yanlısı yayınlarına şüphe ile yaklaşmalı ve onların arkasındakini nedenleri iyice araştırmalıdırlar. Bu konuda ehl-i sünnet alimlerin yazdıkları yazıları okumalı, İslami inanış ve değerlerinden taviz vermemelidirler. Ancak bu şekilde başarıya ulaşılabilir. Başarı Allah’tandır.

“Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer hakikaten inanıyorsanız muhakkak üstün olan sizsinizdir.” (Ali İmran, 3/139)

 

Kaynaklar

Hangi Küreselleşme”, A. İlhan, Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları,İstanbul,2019

İlmi Dergi Diyanet”, Cilt 44, Sayı 3, Ankara, 2008

İngiliz Casusunun İtirafları”, M. Sıddık Gümüş, Hakikat Kitabevi, İstanbul, 2005

 “Kaosun Jeopolitiği ve Dinler Arası Diyalog”, L. Özşahin, Rağbet Yayınları, İstanbul, 2005

Küreselleşme Çağında İslam”, M. H. Zakzuk, Mana Yayınları, İstanbul, 2013

Küreselleşme, Radikalizm ve İslam”, İ. Turan, Maarif Mektepleri, Ankara, 2017

Küreselleşme ve Müslümanlar”, M. Kutub, Beka Yayıncılık, İstanbul, 2017

Küreselleştirme ve Küreselleşme”, M. Bayraktar, Dini Araştırmalar, Cilt 6, Sayı 17, Sayfa 149-162

Küfre Açılan Kapı, Dinler Arası Diyalog”, F. Atılbaz, Berikan Yayınevi, Ankara, 2016

Medeniyetlerin Çatışması”, S. P. Huntington, Vadi Yayınları, İstanbul, 1995

 “Rûhu’l Beyân”, İ. H. Bursevî, Damla Yayınları, İstanbul, 2010

Sahîh-i Müslim ve Tercemesi”, M. Sofuoğlu, İrfan Yayıncılık, İstanbul, 2003

 “Tarihin Sonu Mu?”, F. Fukuyama, Vadi Yayınları, İstanbul, 2015

Türkiye'de İslam ve Küreselleşme”, C. Taslaman, İstanbul Yayınevi, İstanbul, 2016

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :  oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa         Makaleler

Küreselleşme Yanlısı

İlahiyatçılara Reddiyeler

Yayınlama Tarihi: 18.07.2022