Hristiyanlık inancına göre tarih boyunca Tanrı insanlara peygamberler aracılığıyla vahiyler göndermiştir. Vahyin yani tanrısal iradenin tecellisinin son şekli İsa biçiminde olmuştur Bu nedenle Hristiyanlıkla ilgili bütün teolojik toplantılarda bu esas dikkate alınmıştır. Katolik kilisesi tarihinin 20. yüzyıldaki en önemli olayı olarak kabul edilen 2. Vatikan konsili, XXIII. John’un papalık döneminde, 1962 yılında başlayarak 1965 yılında Papa IV. Paul döneminde sona ermiştir. Bu konsilde ve diğer daha önce yapılan konsillerde tespit edilen esaslara göre Hz. İsa (as)'ın Tanrı’nın bir vahiy tecellisi olduğu kabul edilmiştir. Böylece ona Tanrı’nın özünde bir varlık olarak bakılmıştır. Babasız olarak dünyaya geldiğinden, bu durumu Hz. İsa (as)’ın Tanrının oğlu olduğu şeklinde  yorumlamışlardır.

1992 yılında yayınlanan Catechism of the Catholic Church (Katolik Kilisenin İlmihali) adlı kitap  Katolik Kilisesi'nin doktrinini özetleyen bir referans çalışmasıdır. Bu kitap  Papa II. Jean Paul tarafından yerel dini ilmihallerin (kateşizm) geliştirilmesi için bir referans olarak yayımlanmıştır. Öncelikle kilisede kateşizmden sorumlu olanlara yöneliktir ve "diğer tüm Hıristiyan inananlar için yararlı bir okuma" olarak sunulmuştur. Dünya çapında yirmiden fazla dile çevrilmiş ve yayınlanmıştır.

Resmi bir kateşizm yayınlama kararı, Papa II. Jean Paul tarafından 25 Ocak 1985'te toplanan Piskoposlar Sinodunun İkinci Olağanüstü Genel Kurulu'nda, kapanışının 20. Yıldönümünde II. Vatikan konseyinin hedeflerinin uygulanmasındaki ilerlemeyi değerlendirmek için alınmıştır. Meclis katılımcıları, "hem inanç hem de ahlakla ilgili tüm Katolik doktrinlerinin bir kateşizmi veya özetinin oluşturulması, böylece çeşitli bölgelerde hazırlanan kateşizmler veya özetler için bir referans noktası olması" isteğini dile getirdiler.

Katolik Kilisenin Kateşizmi adlı kitap Hristiyanların inançlarının son yıllardaki ifadelerini içermesi bakımından önemlidir. Bu kitapta Hazreti İsa'nın Allah'ın oğlu ve ilah olduğu inancı tekrar gündeme getirilmiştir. Bu inancın ne olduğu mealen aşağıdaki gibi ifade edilmiştir:

“Peygamberler vasıtasıyla birçok kez ve birçok şekilde konuştuktan sonra Tanrı ahir zaman olan bu son günlerde oğlu vasıtasıyla bize konuştu. Tüm insanları aydınlatan ve ebedi Kelam olan oğlunu insanlar arasında kalarak Tanrı’nın derinliklerini bildirsin diye gönderdi. Böylece ete bürünmüş Kelam olarak “insanlara gönderilmiş bir insan”  olan İsa Mesih, Tanrı’nın sözlerini söyler ve Baba’nın kendisine tebliğ ettiği kurtuluş eserini tamamlar. Onu görmek Baba’yı görmektir. Mevcudiyetiyle, sözleri ve eserleri ile tezahür etmesi ile, işaretleri ve mucizeleri ile ve özellikle de ölümü ve ölüler arasından Şanlı dirilişiyle ve nihayet hakikat Ruhunun göndermesiyle vahyi gerçekleştirerek tamamlar ve Tanrı’nın günahın ve ölümün karanlıklardan çekip kurtararak ebedi hayatta yeniden diriltilmesi için bizimle olduğunu ilahi bir tasdikle doğrular.”

Bununla beraber bazı Hıristiyan din alimleri İsa’nın Tanrı’nın oğlu ve ilah olduğu inancını eleştirmişlerdir. 19. asırda bunlarda en meşhur olanı Katolik din adamı Alfred Loisy (1857-1940) dır. Alfred Loisy’nin  Yeni Ahit eleştirisinde, İsa Mesih inancının paganizmden gelen inananların zihniyetine adapte edilmesinden hareketle oluştuğu ve geliştiği konusu ele alınmıştır. Alfred Loisy  şu soruyu sormaktadır: Kendisini bu şekilde takdim etmediği, hatta Tanrı olduğunun farkında bile olmadığı halde Mesih'in Tanrı olduğunu bize kim garanti edecektir? Böylece Loisy İsa'nın zuhurunun tarihsel yönünü açıklamak istemektedir Bu yön hizmetkar ve insan şeklindedir.

Loisy buradan hareketle İsa'nın hareketini ve öğretisini resmetmek ister. Loisy’e göre İncillerde ve Resullerin İşlerinde görüldüğü şekliyle, ilk inananların bu konudaki izlenimi şu olmuştur: Tanrı kendisiyle birlikte olduğu için İsa iyilik yapmış, hastalıklarla, cinlerin musallat olduğu kişileri iyileştirmiş, Yahudi din adamlarının ihbarı üzerine tutuklanarak Roma Valisi Pointus Pilatus tarafından yargılanarak çarmıha gerilmiş, ölümünden üç gün sonra dirilmiş ve böylece Mesih ve Rab  haline gelmiştir. Mesihi saygınlığa sahip oluşunun delili bu diriliştir. Sahip olduğu ihtişam ise ileride tekrar gelişinde görünecektir. Loisy, İsa'nın eylemi ve harici olaylara bakış bu şekildeyken öğretisi konusunda şu tabloyu çizmiştir:

“İsa göklerin Krallığını, yani insanların üzerinde Tanrı’nın yargısının çok yakında gerçekleşeceği ve yeni bir düzenin kurulacağı, bu yargıyla başlayacak mükemmel adalet içinde Salt Mutluluk çağını göz önünde bulundurarak tövbeyi vaat etmişti. Kurtarıcının tilmizlerinin gördükleri, duydukları ve akıllarında tuttukları şey buydu. Çileden önce bunlar İsa'nın İsrail'e vaat edilen Mesih olduğunu biliyorlardı. Zaten İsa'nın bizzat kendisi yargıçlarına bunu beyan etmişti. Böylece imanları İsa'yı ölümde takip etmiş ve ihtişamda yeniden bulmuştur. Bizzat incilin tarihinde olan olguları tarihçi tespit eder; başka türlü de yapamaz.”

Prof. Dr. Ramazan Adıbelli, “Katolik Din Adamı Alfred Loisy’in Yeni Ahit Eleştirisi” adlı kitabında şunlar yazılıdır:
“Katoliklik doktrinin en temel akidesini tartışma konusu yapan Loisy’e göre İsa'nın tanrılığı Hıristiyanlık tarihin bir olgusu değildir. İsa'nın orijinal mesajında Tanrı olduğuna dair herhangi bir ima yoksa, bugün Katolik Kilisenin iman esası haline getirdiği bu doğma, nereden kaynaklanmış ve nasıl oluşmuştur? İsa'nın Mesihlikten Tanrılığa yükseldiği inancının tarihsel bir seyir takip ederek geliştiğini belirten Loisy’e göre bu sürecin tanıkları Pavlus, İbranilere Mektup adlı Yeni Ahit bölümünün ve dördüncü İncil’in yazarlarıdır. Bu İncil ile Hristiyanlık vahyi sona ermiştir. Dördüncü İncil, Kilise kristolojisinin temel unsurlarını, tecessüm etmiş Kelam, Tanrı Oğlu İsa ve İsa’da bedenleşmiş Kelam olduğu için Tanrı kavramını içerir. Yeni Ahit’in ihtiva ettiği bu malzemeler tek başlarına kristolojik doğmayı inşa etmek için yeterli olmamıştır. İsa dogması, Kilise Babalarının yazıları ve konsil kararları ile şekillenerek son halini almıştır.”

Alfred Loisy bu konu ile ilgili yayınladığı kitaplarında şöyle diyor: “Böylece İsrail'in çoğunun ve İsa'ya inanan azınlığın üzerinde bölündükleri soru: “Nasıralı İsa Tanrı mıdır?” “Nasıralı İsa Mesih midir?” sorusuydu. Mesih'in tanrılığı İncil'de açıkça ifade edilmeyip Tanrı oğlu Mesih kavramı içerisinde nüve halinde bulunurken Hıristiyani bilinçte büyümüş bir doğmadır. Hiçbir teoloji ilkesi, Kilisenin hiçbir tanımı İsa'nın ölmeden önce müntesiplerine böyle bir beyanda bulunduğunu kabul etmeyi gerektirmez.”

8 Eylül 1907 tarihinde Papa X. Pius “Pascendi dominici gregis” adlı genelgeyi yürürlüğe koymuştur. Loisy bu genelgeyi reddetmiştir. 1908'li yılında yayımlanan  “Sinoptik İnciller” adlı kitabı ise adeta bardağı taşıran son damla olmuştur. Yıllardır süregelen tartışmaların sonucunda Vatikan, Hıristiyan inancının temel ilkelerine zarar verecek türden şeyler yazdığı ve öğrettiği gerekçesiyle Loisy’i 7 Mart 1908 tarihinde henüz 51 yaşındayken vatandaş biçiminde Aforoz etmiştir. Böylece onu Katolik dininden ihraç ettiği gibi bütün Katoliklerle  konuşmasını, hatta selam vermesini dahi mutlak surette yasaklamıştır. Bir yıl sonra Fransız Kolejinde Dinler Tarihi hocalığına atanan Loisy görevini 1932 yılına kadar devam ettirmiştir.

Loisy’e göre, İnciller hiçbir zaman İsa'nın yeryüzündeki görevi ile ilgili tarihsel dökümanlar olma amacı taşımamıştır. Roma Valisi Pontius Pilatosun yargılamasından sonra çarmıha gerilerek idam edilen İsa'nın, Tanrı’nın yanında yaşadığını ve Tanrı’nın saltanatı ile birlikte yeryüzüne yeniden geleceğini ilan eden İnciller, bu hadiselerden neredeyse yarım asır sonra kaleme alınmışlardır. Yeni Ahitteki metinlerin kalan kısmı da, bu konu ile ilgili İncillerden daha fazla bilgi vermemektedir.

Bu tespitlere göre İnciller, İsa'yı dünyadayken tanıyanların verdikleri bilgilerden oluşan bir tarih değildir. İsa'nın ifade edilen temel öğretisi dışında ilk dönem Hıristiyanların temel akidesi, gelen Mesih değil gelecek Mesih olduğu şeklindedir. İnancın temelini gelecekteki bu umut ya da diğer bir ifadeyle bu eskatolojik mit oluşturmaktadır. 

İsa'nın  Roma’lı Pontius Pilatus devrinde haça gerildiği inanç ilkesi dışında, Katolik amentüsünden tamamen uzaklaşan Alfred Loisy, Kilise tarafından dışlanmış, kitapları yasaklanmış vaziyette büyük bir idealle hizmet etmek gayesi ile hayatını adadığı kuruma küskün halde 1 Haziran 1940 tarihinde hayata veda etmiştir. 

 

Barnabas İncilinin Açıklamaları

Barnabas İncilinden bazı ayetleri aşağıda ele alarak, Hıristiyanların en temel inançlarından olan Hz. İsa’nın Tanrının oğlu olduğu, insanların günahlarını affettiği ve çarmığa gerilerek asıldığı gibi iddiaların nasıl ret edildiğini ifade edeceğiz. Bu husus, Barnabas İncilinin neden asırlarca saklandığını ve ona ulaşıp açıklama yapanların neden öldürüldüğünü açıklamaktadır. (Bkz. Barnabas İncili)

Bab 70: İsa kendisine “Sen Allah'ın oğlusun” diyen Petrus’a çok kızdı, onu azarladı, ona “defol benden uzaklaş, sen şeytansın ve bana fenalık yapmak istiyorsun” dedi. Ondan sonra havarilerine dönerek “bana böyle söyleyenlere yazıklar olsun. Çünkü Allah bana bunlara lanet etmek emrini verdi” dedi.

Bab 71: Ben kimsenin günahını affedemem, ancak Allah günahları affeder.

Bab 72: Ben bu dünyaya Cenab-ı Hakk'ın dünyaya selamet getirecek olan Resulünün yolunu hazırlamak için geldim. Fakat Sizler dikkat ediniz, o gelinceye kadar sakın aldatılmayasınız. Çünkü benim sözlerimi alıp benim incilimi bozacak birçok yalancı peygamberler zuhur edecektir dedi. O zaman Andreasın, “geleceğini söylediğin bu Resul hakkında bize bazı işaretler söyle ki onu bilelim” sualine karşı, “Bu Resul sizin zamanınızda gelmeyecektir, sizden birkaç yıl sonra benim İncilim tahrif edilmiş olacağı ve hakiki inananların 30 kişi kadar kalacağı bir zamanda gelecektir. İşte o zaman Cenabı Hak insanlara acıyarak elçisini gönderecektir. Onun başının üzerinde daima beyaz bir bulut bulunacaktır. O çok kudretli olacak, putları kıracak, puta tapanları cezalandıracaktır. Onun sayesinde insanlar Allah'ı tanıyacak ve onu ta’zîz edecek ve ben de hakiki olarak tanıyacağım. Benim insandan başka bir şey olduğumu söyleyenlerden intikam alacaktır” demektedir.

Bab 96: Ruhumun huzurunda bulunduğu Allah Hayy’dır, diridir. Allah Teâlâ babamız İbrahim'e senin neslinden bütün insanları nimetlendireceğim diye vaat etmiş ise de o Mesih Resul ben değilim. Allah Teâlâ beni dünyadan çekip aldığı zaman şeytan herkesi benim Allah veya Allah'ın oğlu olduğuma inandıracak. Bu lanetli fitneyi yeniden diriltecek, sözlerim ve akidem öylesine tahrif edilecek ki 30 kadar Mümin ya kalacak ya kalmayacak. Bunun üzerine Allah Teâlâ insanlara merhamet ederek her şeyi Onun için yaratmış olduğu resulünü gönderecektir. Bu Resul güneyden gelecektir. Büyük kudret sahibi olacaktır. Putları kıracak, puta  tapanları ortadan kaldıracak, şeytanın insanlar üzerindeki hakimiyetine son verecektir. Kendisi ile birlikte Allah Teâlâ'nın selameti de inanan insanlara ulaşacak ve kendisinin sözlerine inananlar Allah Teâlâ'nın türlü türlü nimetlerine nail olacaklardır demektedir.

 Bab 28: “Kardeşlerim! Ben topraktan yaratılmış bir insanım, sizin gibi toprak üzerinde yürüyorum. Günahlarınızı bilin ve tövbe edin. Kardeşlerim şeytan Romalı askerlerin yardımı ile size benim Allah olduğumu söyleyerek sizi aldatacak. Onların sahte ve yalancı ilahlara kulluk ederek Allah'ın lanetine uğrayacaklarını görerek onlara inanmayınız” demektedir.

 

Katolik Kilisenin Batıl İnançta Israr Etmesinin Sebebi Nedir?

Hristiyanlıkta Hz. İsa, tarihî olduğu kadar teolojik yönden de önem taşımaktadır, Zira bu dinin temel nasları Hz. İsa ile ilgilidir. Hristiyan inancına göre Hz. İsa Allah’ın bedenleşmiş Kelamıdır, dolayısıyla Tanrı’dır. Tanrı’nın yaratılmamış olan ezeli mesajı bedenleşmiş halinde İsa olarak insanlar arasında yaşamaktadır (Enkarnasyon). Bu sebeple Hristiyanlar İsa’ya “Tanrı oğlu, rab, mesîh” unvanlarını vermektedir.

İncillerde Tanrı’nın ondan “oğlum”, onun da Tanrı’dan “babam” diye bahsettiği çeşitli pasajlar İsa’nın uluhiyetine delil olarak gösterilmektedir. Buna karşılık onun ilah olmadığını savunanlar yine İncillerdeki aşağıdaki ayetlere dayanırlar:

“İsa yola çıkarken biri koşarak yanına geldi. Önünde diz çöküp ona “İyi öğretmenim. Sonsuz yaşama kavuşmak için ne yapmalıyım?” diye sordu. İsa, “bana neden iyi diyorsun” dedi, “iyi olan yalnız biri var O da Tanrıdır.” (Markos, 10/17,18)

“İsa Yahudi yetkililere şöyle karşılık verdi: “Size doğrusunu söyleyeyim, oğul babanın yaptıklarını görmedikçe kendiliğinden bir şey yapamaz. Baba ne yaparsa oğlu da aynı şeyi yapar…Size, “gidiyorum, ama yanınıza döneceğim dediğimi işittiniz. Beni sevseydiniz babaya gideceğim için sevinirdiniz. Çünkü Baba benden üstündür”…Sonsuz yaşam tek gerçek Tanrı olan Seni ve gönderdiğin İsa Mesih'i tanımalarıdır.” (Yuhanna, 5/19, 14/28, 17/3)

İznik Konsili’nin toplanmasına sebep olan Arius da, konsilde İnciller’den getirdiği karşı delillerle onun ilah olmadığını göstermeye çalışmıştır. Ancak Arius aforoz edilerek Konsilden uzaklaştırılmıştır. Sonra da öldürülmüştür.

İsa’nın tabiatı, yani insan mı yoksa ilah mı veya hem insan hem ilah mı olduğu hususu asırlar boyu tartışılmış, 325 İznik, 431 Efes ve 451 Kadıköy konsillerinde alınan kararlarla insanî ve ilâhî olmak üzere iki tabiatı fakat bir tek şahsiyeti olduğu, Tanrı’nın oğlu olması hasebiyle teslîsin bir uknûmunu teşkil ettiği resmen tasdik ve ilân edilmiştir. (Catechism of the Catholic Church)

Kilise kendi dini otoritesinin yıkılmaması için asırlarca batıl inançlarında ısrar etmişlerdir. Burada amaçları dini otorite ile elde ettikleri maddi çıkarları kaybetmemektir. Çünkü Hıristiyanlık dini Kilise adamlarına devletler yanında büyük bir otorite sağlamakta hem de büyük bir ekonomik gücü ellerinde tutabilmektedirler. 

Kilise bu statülerinin devam etmesi için karşı çıkanları ağır bir şekilde aforoz etmektedir. Ancak ortaya çıkan Rönesans ve bilimsel ilerlemeler Kilise doktrinlerine aykırı olunca, durumlarının kurtarmak için çeşitli zamanlarda konsiller toplayarak kendilerini güncellemeye çalışmışlardır. Fakat gene de temel batıl inançlarından vazgeçmemişledir.  Kendilerini haklı çıkarmak için her seferinde inanç sistemlerini karmaşık ve girift cümlelerle ifade etmişler ve halkın bu sözleri kolayca anlamalarına mani olmuşlardır. Böylece metinlerin karışık ifadelerini anlamayan halk, ilahı vasıflar taşıdıklarına inandıkları kilise adamlarına tam bir itikat içinde olmaya zorlanmıştır. Ancak zamanla elde edilen bilgiler Kilise ile tamamen ters düştüğünden bizzat kendi din adamları tarafından eleştirilmişlerdir.

Bu durum asrımızda Hıristiyanlığı zayıflatmaktadır. Halkın Kiliseye olan inancı sarsılmaktadır. İletişimin yüksek bir seviyede olduğu zamanımızda insanlar İslam dini ile ilgilenmekte ve burada herhangi bir çelişkiyle karşılaşmadıkları için İslam dinine geçmektedirler. Bunun sonunda 30-40 yıl sonra dünyada Müslümanların sayısı Hıristiyanların sayısını geçecektir. Bunun sonunda dünyada İslam dininin hakimiyeti başlayacaktır.

 

Hz. İsa’nın Tanrı’nın Oğlu ve İlah Oluşuna İslami Bakış

İslam Dini Hz. İsa (as)’ın Tanrı’nın oğlu ve İlâh olduğu inancını tamamen ret eder. Kur'an’a göre Hz. İsa (as) bütün üstün özelliklerine rağmen bir insan ve bir kuldur. Bu husus aşağıdaki ayetlerde açık olarak ifade edilmektedir.

Hiçbir zaman Mesih de, Allah'ın bir kulu olmaktan çekinmez. Allah'a yakın melekler de kim, O’na kulluk etmekten çekinir ve büyüklük taslarsa bilsin ki O onların hepsini huzuruna toplayacaktır.” (Nisa, 4/172)

“Muhakkak ki Allah ancak Meryem oğlu İsa Mesih'dir diyenler kafir olmuşlardır. Onlara de ki, Allah Meryem oğlu İsa Mesih'i, anasını ve bütün yeryüzündekileri helak etmek istese O’na kim engel olabilir? Göklerin, yerin ve ikisi arasındakilerin mülkiyeti sadece Allah'a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir.” (Maide, 5/17)

“Allah'ın bir mucizesi olarak İsa şöyle dedi: Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitap verdi ve beni bir peygamber yaptı.” (Meryem, 19/30)

“İsa, ancak kendisine nimet verdiğimiz ve İsrail oğullarına örnek kıldığımız bir kuldur.” (Zuhruf, 43/59)

Hz. İsa (as), hiçbir zaman kendisinin Tanrı edinilmesini söylememiş ve yalnız Allah’a kulluğu öğütlemiştir. (Mâide 5/116-117)

Kur'an teslisi açıkça reddetmekte, temel prensip olarak tevhidi ortaya koymaktadır. (Nisâ 4/171)

Hadislerde de Hz. İsa’dan bahsedilmektedir:

Her doğana şeytanın mutlaka dokunduğu, ancak Hz. İsa (as)’ya şeytanın doğrudan değil perde arkasından dokunabildiği, onun beşikte iken konuşan üç kişiden biri olduğu, Hz. Peygamber (sav)’in onunla miraç gecesi ikinci kat semada karşılaştığı, kıyamette Hz. İsa (as)’nın şefaat için kendisine gelenleri Hz. Muhammed (sav)’e göndereceği belirtilmektedir.

Allah’tan başka ilah olmadığına ve Muhammed (sav)’in onun kulu ve resulü, İsa’nın da Allah’ın kulu ve elçisi olup Allah’ın Meryem’e ilkah ettiği kelimesi ve Allah’tan bir ruh olduğuna inanan kimsenin cennete gireceği, Meryem oğlu İsa’ya en yakın kimsenin Hz. Muhammed (sav) olduğu yine hadislerde açıklanmaktadır.

Ayrıca Peygamberimiz (sav), Hristiyanların Meryem oğlu İsa’yı methettikleri gibi kendisinin methedilmesini yasaklamıştır. (Buhârî, Salât, 1, Enbiyâʾ, 5, 24, 43, 47, 48, Bedʾü’l-halḳ, 6, Menakıbü’l-ensar, 7, 11, 42, 53, Tefsîr, 2/1, 17/5, Tevhîd, 19, Rikak, 51, Hudûd, 31, Tabirü’r-rüya, 32, Fiten, 26)

Hristiyanların, Hz. İsa hakkında "Biz, Allah'ın oğlu, derken onunla aynı özden olduğunu kastediyoruz" demeleri yanlış bir inançtır. Çünkü bu iddia Allah inancıyla bağdaşmaz. Bir şeyin, Allah ile aynı özden olduğunu söyleyenler, Allah’ı bir mahluk gibi düşünmüş olurlar. Bunlar Allah’a değil, kendi hayallerinin mahsulü ve kendi akıllarının icadı olan bir mahluka inanmış olurlar.

“Allah ile Hz. İsa (as) aynı özdendir.” demek, akıl almaz bir hurafe ve saçmalıktır.  Çünkü Allah Teâlâ ezelidir, Ondan başka ezeli bir varlık yoktur. "Öz" olarak ezel kastediliyorsa, Allah’tan başta bu öze sahip bir varlık düşünülemez. Allah Bâki'dir, mekândan münezzehtir, sıfatları sonsuzdur, varlığı vaciptir. Bunların hiçbirisi mahluk için düşünülemez. Her varlığın evveli ve ahiri (başı ve sonu) vardır, sıfatları sınırlıdır. Hz. İsa (as) da bu kaideden hariç değildir.

Hz. İsa (as) için Kur'an-ı Kerim'de “Meryem’in oğlu” tabiri geçer. O bir oğuldur, bir kuldur. Anne rahminde iken her canlıya olduğu gibi ona da ruh ilkâ edilmiştir. Şu var ki, bu ruhu, bir ismi de Ruh olan Cebrail (as) ilkâ etmiştir.

İnsanda esas olan ruhtur. Beden o ruhun elbisesi, hanesi durumundadır. İnsanlar için bir imtihan olmak üzere Hz. İsa (as)’nın bedeni anne baba ikilisiyle değil, doğrudan anne rahminde yaratılmıştır. Hiç annesiz ve babasız yaratılan Hz. Âdem (as)’e ilâhlık izafe etmeyenlerin, sadece babasız yaratılan Hz. İsa (as)’ya ilah demeleri ne kadar akıl dışı bir gaflettir.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as) için “Ruhullah” tabiri kullanılır. İslam alimleri   "Ruhullah" tabirinin ruha bir iltifat olduğunu söylerler. Yani, Kâbe’ye "Beytullah" denilmesi, nasıl yeryüzünün o ilk mescidi için bir iltifat ise Hz. İsa (as)’ya Ruhullah denilmesi de bir iltifattır.

Bir diğer mana da şu şekilde verilmiştir: Nasıl ceset ruh ile hayat bulursa, onun irşat ve tebliğiyle de ölmüş kalpler imana kavuşmuş, hayat bulmuşlardır. (Nisa, 4/171; Âl-i İmran, 3/45-47 ve Meryem, 19/17-34)

Hristiyanlar Hz. İsa (as) için "İbnullah", yani Allah'ın oğlu diyorlar.  Bunu da, gerçek anlamda değil de mecazi olarak söylediklerini belirtiyorlar. Hristiyanlık dininin aslında böyle ifadelere yer verilmiş olabilir. Bununla Allah’ın –bir baba gibi- otorite sahibi, güç sahibi, şefkat ve merhamet sahibi olduğunu simgelemiş olabilir. Çünkü eski insanlara, Allah’ın büyüklüğünü göstermek için, belki de böyle bir temsille ancak mümkün oluyordu. Fakat daha sonra “Allah’ın oğlu” sözcüğü asıl bağlamından koparılarak -babasız dünyaya gelmesinden ötürü insanlığın normal tenasül kanunun dışında yaratılan bir kişiliğe sahip olan- Hz. İsa (as)’ya tahsis edilmiş gibi görünüyor. Böyle olunca de, sözünü ettiğimiz genel espri yerine, “baba-oğul-ruhu’l-kudüs” üçgeninde bir teslis akidesi oluşturulmuştur.

Oysa Hz. İsa (as), Allah hakkında mecazî anlamda kendisi için kullandığı “baba” tabirini, diğer insanlar için de kullanmıştır. İncil'in bir ayetinde “Ben sizin de babanız, benimde babam olan Allah’a gidiyorum.” şeklinde bir ifade vardır. Eğer bu ifade tarzı, gerçek olsaydı, o zaman bütün insanlar veya Hristiyanlar Allah’ın çocukları olarak algılamanın bir sakıncasının olmaması gerekirdi. Bu ise normal bir aklın kabul etmeyeceği bir şeydir.

Yine, Hz. İsa (as) için terbiye edici, mürebbi, muallim anlamında bazen Rab tabiri de kullanılmıştır (Markos,16/19). Fakat bu hiçbir zaman -haşa- Allah manasındaki Rab değildir. Nitekim, Matta İncil'inde “İşaya peygamberin -Hz. İsa’ya işaret eden- sözden bahsedilirken ona kul tabiri kullanılmaktadır: “İşte benim seçtiğim kulum; canımın kendisinden razı olduğu sevgilim...”(Matta, 12/18). Demek ki, Hz. İsa (as)’ın bir kul olduğu bizzat İncil’de de yer almaktadır.

Hz. İsa (as)’ın “Dinle, Ey İsrail! Allah’ımız Rab, bir olan Rabdir” (Markos, 12/29)  şeklindeki sözleri de Onun gerçek Tanrı anlamında bir Rab olmadığını göstermektedir.

Allah’a dostluk, sevgi isnat etmek, Allah’ın sevgili kulu demek, Allah’ın oğlu demekle hiçbir münasebeti yoktur. Hz. İbrahim (as)’in bir unvanı, Halillu’r-Rahman’dır. Hz. Muhammed (sav)’in bir unvanı Habibullah’tır. Bu kavramların  doğruluğunu ifade eden ayetler vardır. Bunun yanında “Allah’ın evlatları” gibi ifadelerin tasvip edilmediğini gösteren ayetler de vardır.

Örneğin, bir ayette Yahudi ve Hristiyanların bu yanlış anlayışları, şiddetle reddedilmektedir:

“Hem Yahudiler hem de Hristiyanlar: Biz Allah’ın evlatları ve sevgilileriyiz, dediler. De ki: Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandırıyor? Hayır, bilakis siz, onun yarattığı insanlardan birer topluluksunuz.” (Maide, 5/18).

Yahudiler, “Uzeyr, Allah’ın oğludur.” dediler. Hıristiyanlar da: “Mesih Allah’ın oğludur.” dediler. Bu, onların ağızlarında geveledikleri sözlerden ibarettir. Onlar, bu sözlerini daha önce geçmiş kâfirlerin sözlerine benzetirler. Allah onları kahretsin! Nasıl da haktan bâtıla döndürülüyorlar.” (Tevbe, 9/30)

Hristiyanlar Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olduğunu, müşrikler de melekler için Allah'ın kızları olduğunu iddia etmekteydiler. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Rabbimiz her iki gurubu da kınamaktadır. Nitekim ayeti kerimenin sonundaki ifadeler açıkça bunu göstermektedir.

Eğer Allah evlat edinmek isteseydi, yarattıklarından dilediğini seçerdi. Ama o bunu dilememiş, evlat edinmemiştir. O bundan münezzehtir, yücedir. Tek hâkimdir.

Evlat ihtiyacı noksanlığın, acizliğin alâmetidir. Fani varlıklar, öldükten sonra isimlerini ve nesillerini devam ettirmek ihtiyacı ile evlat isterler. Allah bütün bunlardan münezzehtir. Faraza evlat edinmek isteseydi bile, yeryüzündeki insanlar ve diğer mahlûklara gelinceye kadar, semadakilerden, melaikelerden edinirdi. Ama böyle bir şey varit değildir.

Kur'an-ı Kerim'de Hz. İsa (as)'ın Allah'ın oğlu olmadığına dair bir çok deliller vardır. Şöyleki:

O doğurmamış ve doğmamıştır. Hiçbir şey O’na denk değildir.” (İhlas, 112/3,4)
Allah’ın çocuk edinmesi olur şey değildir.” (Meryem, 19/35)

Bu konuda İsmail Hakkı Bursevî (ks) Hazretlerinin Rûhu’l Beyân adlı tefsirinde şunlar yazılıdır:

Bu ayetler Hazreti İsa hakkında iftira edenlerin iddialarını çürütmek için ifade edilmiştir. Yani kendisinden herhangi bir çocuk meydana gelmemiştir. Çünkü O hiçbir şeyin cinsinden değildir ki, kendi cinsinden bir eşi olsun da çocuk meydana gelsin. Kusurlardan münezzeh olan Allah Teâlâ için yokluk ve bir ihtiyaç mevzu bahis olmadığına göre kendisine yardım edecek veya yerine geçecek birine de muhtaç değildir. “O doğmamıştır”, önceden veya sonradan kendisine yokluk nispet etmek mümkün olmadığı için başka bir varlıktan meydana gelmemiştir.

 Bazı İslam alimleri der ki: Doğurmak ve doğmak ancak benzerlik ve denklikle olur. Çocuk mutlaka babaya benzer. Allah'ın zaruri olan varlığıyla bizim mümkün olan varlığımız arasında ise herhangi bir benzerlik yoktur.

İslam alimi  Baklî,  “O doğurmamış ve doğmamıştır” ayetini şöyle tefsir etmiştir: “Allah'ın konumu ayrıdır, yaratıkların konumu ayrıdır. “Doğurmamıştır” sözü “Doğmamıştır” manasını da içermiş olmasına rağmen, “Doğmamıştır” ifadesinin açıkça söylenmesi bu iki şeyin birbirinden ayrılmasına işaret etmek içindir. Bilinen odur ki doğuran da bir başkasından doğmuş demektir. Aksi mümkün olmaz. Cenab-ı Hakk'ın doğmamış olduğunu söylemek aynı zamanda doğurmamış olduğunu da itiraf etmek demektir.

“Hiçbir şey O’na denk değildir” ayetin maksadı Cenab-ı Hakk'ın zatında denkliği kaldırmaktır. Yani O’na hiçbir şey denk değildir, benzer değildir, eşit değildir. Aksine o denk sanılanların yaratıcısıdır. Kısa olmasına rağmen bu surenin bütün ilahiyat konularını kapsaması ve bu konuları inkar edenlere cevap vermesinden ötürüdür ki Hazreti Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “İhlas Suresi Kur'an'ın üçte birine denktir.” Çünkü Kur'an'ın konuları akaid, ahkâm ve kıssaları içermektedir. Bu surede akaid yönünü ele almıştır ki akaid İslam'ın en önemli esasıdır. İşte bundan dolayı bu sure sevap yönünden Kur'an'ın üçte birini teşkil etmektedir.

Bu surenin İhlas diye adlandırılması, Allah'ı şirkten hâlis kıldığı veya azaptan halâs ettiği içindir. İmam Gazali şöyle dedi:

“Rabbimin affı, kurtuluş vesikamdır,

 İhlas suresi ise sığınağımdır.

İçinde dünya ve ahiretle ilgili bir şey olmadığı ve sırf Allah'tan bahsettiği için bu sureye İhlâs denilmiştir. Denildi ki, İhlas Suresi okuyucusunu ahiretin sıkıntılarından, ölüm sarhoşluğundan, kabir karanlıklarından ve kıyamet korkularından halâs eder, kurtarır.

Allah için çocuk edinmek olur şey değildir. Allah, Hristiyanların iftirasından münezzehtir. Bir şeyin olmasına hükmederse ona sadece “ol” der o da “olur”. İsa için de “ol” dedi. Hemen babasız oluverdi. Allah varlıkların olmasını isterse buna engel olunmaz. İstediği tarzda ve gecikmeksizin hemen oluverir. 

“Ey kitap ehli! Dininizde aşırıya gitmeyin ve Allah hakkında gerçekten başkasını söylemeyin. Meryem'in oğlu İsa Mesih, sadece Allah'ın resulü, Meryem’e ulaştırdığı kelimesi ve O’ndan gelen bir ruhtur. Allah'a ve peygamberlerine iman edin. “Tanrı Üçtür” demeyin. Sizin için hayırlı olmak üzere bundan vazgeçin. Allah ancak bir tek ilahtır. O Allah çocuğu olmaktan münezzehtir. Göklerde ve yerde ne varsa hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/171)

“Ey kitap ehli, dininizde haddi aşmayın” hitabı özellikle Hristiyanlaradır. Haddi aşmak, İsa peygamberin şanını çok fazla yüceltmek adına onun ilah olduğunu iddia etmektir. Kuşkusuz din ve mezhepte ileri giderek, hatta sınırı aşmak, birtakım abartmalarda bulunmak hoş karşılanmayan bir durumdur. Bu ümmetin birçoğu mezhebinde sınır aşılmıştır. Müminlerin devlet başkanı olan Hazreti Ali (ra) hakkında sınırı aşarak onun Tanrı olduğunu iddia etmişlerdir. Mutezile mezhebi Allah'ı tenzih etmekte sınırı aşıp onun bazı sıfatlarını yok saymışlardır. Müşebbihe grubu da sınırı aşan gruptandır. Onlar da Allah'ın sıfatları konusunda sınırı çok aşıp, Allah Teâlâ'yı cisimleştirecek kadar ileri gittiler. Halbuki Allah Teâlâ zalimlerin O’nun hakkında söylediklerinden münezzehtir. Çok büyük ve çok yücedir.

Hazreti Peygamber (sav) bu aşırılığı def etmek için şöyle buyurmuştur: “Hristiyanların Hz İsa'yı övmekte çok ileri gitmek suretiyle sapıklığa düşüp onun Allah'ın oğlu olduğunu söylemeleri gibi siz de beni övmekte ileri gidip sınırı aşmayın. Sadece Allah'ın kulu ve Resulü deyin.  Allah hakkında ona uygun olmayan sıfatlar ortaya atmayın, onu eş ve çocuk edinme gibi niteliklerle niteleyemeyin. O bütün bunlardan münezzehtir.

Deniyor ki Hz. İsa’nın ruh olmasının anlamı Allah Teâlâ'dan gelen bir Ruha sahip olmasındandır. Ancak Allah Teâlâ şerefli kılmak üzere ruh kelimesini nefsine izafe etmiştir. Yine deniyor ki ruhtan kasıt Cebrail'in Meryem'e üflemesidir. Bu üfleme Meryem'in karnına girmiştir. Allah'ın izniyle bu üflemeden hamile kalmıştır. Bu üflemeye ruh adı verilmiştir. Çünkü o da ruhlardan bir tanesidir. Allah Teâlâ Cebrail'in üflemesini kendisine izafe ederek O’ndan, Allah'tan bir ruh ifadesini kullanmıştır. Çünkü bu olay Allah Teâlâ'nın izni ve O’nun emriyle meydana gelmiştir.

Hz. İsa (as)’ın vefat etmesi ile ilgili olarak Kur’an-ı Kerim'de şu iki ayet mevcuttur:

Ve biz Allah'ın Peygamberi Meryem oğlu Mesih İsa'yı öldürdük demeleri sebebiyle onları lanetledik. Halbuki onu öldürmediler, onu asmadılar. Fakat onlara İsa gibi gösterildi. Onun hakkında ihtilafa düşenler kesin bir kuşku içindedirler. Onların bu konuda zanna uyuma dışında hiçbir bilgileri yoktur.” (Nisa, 4/157)

Ey İsa! Seni ancak Ben vefat ettireceğim, seni kendime yükselteceğim. İnkarcılardan temiz kılacağım. Sana uyanları Kıyamet gününe kadar inkarcılardan üstün kılacağım. Nihayet sizin dönüşünüz Banadır. İhtilaf ettiğiniz hususlarda aranızda Ben hüküm vereceğim.” (Ali İmran, 3/55)

Bu iki ayet üzerinde tefsir alimlerinin yaptıkları farklı yorumlardan aşağıdaki sonucu çıkarabiliriz:

Birinci ayette Yahudilerin çarmıha gererek öldürdükleri şahsın Hz. İsa (as) olmadığı, ona benzetilen bir başka kişiyi öldürdükleri açıkça beyan edilmektedir. Tefsir alimlerinin çoğunluğu, “onun öldürülmeyip Allah’a yükseltildiğinden” hareket ederek Hz. İsa (as)’ın bedeniyle birlikte dördüncü kat semada yaşadığını ifade etmişlerdir.

Onlar İsa peygamberi kendisi ile alay etmek için Allah'ın Peygamberi diye nitelemişlerdir. Çünkü onlar İsa peygambere düşman olmakta ve onu öldürmekte söz birliği yapmışlardır. Hal böyle olunca nasıl olur da ona Allah'ın Peygamberi derler. Demek ki bu bir alay ifadesidir. Onların bu tür ifadeleri sadece yalancılıklarını değil birçok cinayet işlediklerinde ortaya çıkarmaktadır. Halbuki onlar peygamberle alay etmekten ve onları öldürmekten hoşnut olup sevinç duyuyorlar.

İsa peygambere benzeyen birisi onlara İsa diye gösterildi ve onu öldürdüler. Bir rivayette şöyle denilmektedir: İsa peygambere münafıklık yapan birisi vardı. Hazreti İsa'yı öldürmek istediklerinde, size İsa'yı göstereyim diyerek İsa'ın evine girdi. O anda Hazreti İsa göğe yükseltildi. İsa'yı öldürmek isteyen kimseler içeri girdiler ve münafık adamı İsa'ya benzeterek öldürdüler. Onlar Hz. İsa'yı öldürdüklerini sandılar. Halbuki öldürdükleri o değildi.

Bu olay gerçekleştiği zaman onlar kendi aralarında çelişkiye düştüler. Dediler ki öldürülen İsa ise arkadaşımız nerede, arkadaşımız öldürüldüyse İsa nerede? Bazıları da yüzü İsa'nın yüzüne, bedeni de arkadaşımızın bedenine benziyordu demişti. Allah Teâlâ o adamı İsa şekline sokunca sadece yüzünü ona benzetmiş bedenini eski halinde bırakmıştı.

 Bu olayda ihtilafa düşenlerin Hristiyanlar olduğu söylenir. Onlardan bir grup İsa peygamber öldürülmedi ve asılmadı, Allah onu semaya yükselti derler. Bazı Hristiyanlar ise Hazreti İsa'yı Yahudilerin öldürdüğünü söylerler. Onların bu konuda sadece tereddütleri bulunmaktadır. Mesih'i öldürmüş olduklarına iddia etmiş olmalarına rağmen kesinlikle onu öldürmemişlerdir. Onlar sadece bir zanna uyumaktadırlar.
Bu ayete göre Cenab-ı Hakk, Hazreti İsa'yı inkarcıların öldürmesinden korumuş ve ölümünü onun için yazdığı ecele kadar ertelemiştir. Hz. İsa'nın ölümünün kendi eceli gelince olacağını bildirmektedir. Allah'ın İsa Peygamber'i kendisine yükseltmesi onu yüceltmek içindir. Bu şekilde Cenab-ı Hakk, Hazreti İsa'yı inkarcılardan, onların kötü komşuluklarından, kötü arkadaşlıklarından ve kötü muamelelerinden uzaklaştırıp kurtararak temiz kılmıştır.

Ayette “sana uyanlardan” kasıt Müslümanlardır. Çünkü Müslümanların şeriatları farklı ise de İslam’ın aslına uyanlar Müslümanlardır. Onu yalanlayan ve ona karşı yalan söyleyen Yahudi ve Hristiyanlardır.  İnkarcılardan kasıt da Hazreti İsa'ya hile yapanlardır. Müslümanlar, dinlerine bağlılıkla ve delil bakımından onlardan daima üstündürler Müslümanlar kıyamete kadar onlara üstün geleceklerdir. Yarın Allah’ın huzurunda, bu konuda ihtilafa düşenler, gerçeği öğrenecekler. 

 

Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa              Yorumlar

 

Hz. İsa (as) Tanrı’ın Oğlu

ve İlâh mıdır?

Yayınlanma Tarihi:  20.07.2024