Hakikat arzı kavram İbn Arabi (ks) tarafından tanımlanmıştır. İbn Arabi bu konuyu Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabının 1. cildinde (s. 361-373) anlatmaktadır. Biz de bu kavramın ne olduğunu ve hangi özelliklere sahip olduğunu İbn Arabi'nin söz konusu kitabında yazdıklarından alarak aşağıda açıklayacağız.

Allah Teâlâ ilk insan olarak Hz. Adem (as)'ı özel bir çamurdan yaratmıştır. Onu bütün beşeri bedenlerin varlığının aslı kılmıştır. Allah Teâlâ, Hazreti Adem'i bu özel çamurdan yaratırken bir kısım çamur artmıştır. Bu artan çamurdan Allah  hurmayı yaratmıştır. Bu hurma Adem'in kız kardeşi, dolayısıyla bizim de halamızdır. Hurmanın diğer bitkilerde olmayan garip sırları vardır.

Hurma yaratıldıktan sonra bir susam tanesi kadar bir çamur artmıştı. Bu artan çamurdan Allah Teâlâ çok geniş bir arz yaratmıştır. Arş, Kürsü, gökler, yerler ve toprak altı, cennetler ve cehennemin içerdiği her şey bu arzın içine konsaydı çok küçük kalırlardı. Bu arzda birçok gariplikler ve bilinmezlikler mevcuttur. Oradaki durumlar insanın aklını hayretler içinde bırakır. Allah Teâlâ her nefeste orada alemler yaratır. Bu alemler bıkıp usanmaksızın gece gündüz Allah’ı tesbih ederler.

Allah Teâlâ'nın yaratma gücünün büyüklüğü bu hakikat arzı içinde ortaya çıkmıştır. Allah'ın kudretini müşahede edenlere, O’nun büyüklüğü orada görülmekte ve insan aklının imkansız saydığı pek çok şey o arzda bulunmaktadır. Allah'ı bilen arifler bu arzda dolaşırlarken, Allah’ın o arzın alemleri içinde bizim suretlerimize benzeyen bir alem yarattığını görür. Bu alem arife gösterildiği vakit, arif kendi nefsini o alemde müşahede eder. Örneğin Abdullah bin Abbas bu alemi müşahede ettiğinde, orada Kabe'nin mevcut olduğunu ve onun 14 evden bir ev olduğu ifade etmiştir. Ayrıca “yedi kat yerin her birisinde bizim benzerimiz olan yaratıklar vardır. Hatta onlar arasında benim gibi ibn Abbas vardır” demiştir. Bu bilgi keşif ehline göre doğru bir rivayettir.

Her nefeste Allah orada alemler yaratır. Bu alemler bıkıp usanmaksızın gece gündüz Allah Teâlâ'yı tesbih ederler. Hakikat arzı Allah'ın büyüklüğünün ve kudretinin bir göstergesidir. Çünkü bu arzın yaratılışında sınırlayıcı olan hiçbir şey yoktur. Burada insan aklının imkansız saydığı her şey mevcuttur. Bu arz Allah'ı bilen ariflerin gözleriyle gördükleri bir yerdir ve orada onlar dolaşırlar.

Bu hakikat arzının insanları Allah'ı en çok bilen kimselerdir. Aklın bizim nezdimizdeki delil nedeniyle imkansız saydığı her iş burada mümkün ve gerçekleşmiş görülür. Kuşkusuz Allah her şeye güç getirendir. Böylece bu arzda görülenler bize, akılların eksik olduğunu ve Allah Teâlâ'nın iki zıttı bir araya getirebildiğini, bir cismi iki mekanda bulundurabileceğini, arazın kendi başına varlığını sürdürebildiğini, yer değiştirebildiğini, cevherin cevher ile ayakta durduğunu öğretmektedir. Bunlar bizim evreni incelememizde söz konusu olmayacak şeylerdir. Ancak “Allah her şeye kadirdir” (Ali İmran, 3/189) ayetine göre bütün bunların, akla ters düşen her şeyin hakikat arzında mümkün olabileceğine şahit olunmaktadır.

Aklımızın zahiri anlamları ile tevil ettiği Kur’an ayetleri ve Peygamberimizin (sav) hadislerini hakikat arzında zahiri anlamlarıyla bulduk. Cin ve melek gibi ruhsal bir varlığın şeklini aldığı ya da uyku esnasında insanın kendisini içinde gördüğü her suretin hakikat arzının bedenlerinden olduğunu gördük. Onların bu arzda özel yerleri vardır.

 

Hakikat Arzına Giriş

Hakikat arzı kendi alemi ve bize ait ruhlar aleminin dışında beşeri doğadaki tabii cisimleri kabul etmez. Bu nedenle arifler oraya bedenleri ile değil ruhları ile girerler. Yani arifler bedenlerini bu dünyada bırakıp yalnız ruhları ile hakikat arzına girerler. Hakikat arzının içinde, yaşadığımız yeryüzü, gökler, cennet ve cehennem gibi alemleri gören patika yollar vardır. Bu yolların başında örneksiz yaratılışta suretler bulunur. İnsan, cin, melek ya da cennet ehli gibi varlıklar bilgisinden ve bedeninden soyutlanarak bu arza girmek istediklerinde bu suretleri bu yolların başında bulurlar. Bu suretlerin görevi gelenlere rehberlik yapmaktır. Arif içeri girince, içlerinden birisi arife gelir ve sahip olduğu makama göre ona bir elbise giydirir. Onu elinden tutarak hakikat arzında dolaştırır.

Hakikat arzına giren herkes oradakilerin bütün dillerini anlama özelliğini kazanır. Bir taşla, bir ağaçla veya herhangi bir şeyle karşılaşıp onunla konuşmak isteyince, tıpkı arkadaşlarıyla konuşur gibi onunla konuşur. Her birinin farklı farklı dilleri vardır. Arif hakikat arzındaki ziyaretini tamamlayıp geri dönmek isteyince, kendini ağırlayan refakatçi hakikat arzına girdiği yere kadar ona eşlik eder. Refakatçi içeri girerken ona giydirdiği elbiseyi çıkarır ve onunla vedalaşır. Sonra arif oradan ayrılır ve dünya hayatına döner. Bu ziyaretinde arif bazı ilim ve delil elde etmiştir. Allah hakkında daha önce sahip olmadığı bilgisi böylece artmıştır. Hakikat arzındaki bilgi edinme hızı başka hiçbir yerde yoktur.

 

Hakikat Arzında Rahmet Meclisi

Bir arif hakikat arzında Rahmet Meclisi denilen bir meclise girdiğini ifade ederek şunları anlatmaktadır:

“Bir gün o alemde Rahmet Meclisi denilen bir meclise girdim. O meclisten daha garip bir meclis asla görmedim. Ben oradayken bana ilahi bir tecelli oldu. Bu tecelli beni kendimden almamış, aksine beni kendimle baş başa bırakmıştı.”

Bu, hakikat arzının özelliklerinden birisidir. Çünkü arifler dünyada bedenlerindeyken gelen tecelliler onları kendilerinden alır ve müşahede ettiklerinden habersiz bırakır. Aynı şey gökler alemindeki insanlar için de aynıdır. Onlara da bir ilahi tecelli meydana geldiğinde, onlar da kendilerinden geçerler ve bayılırlar. Hakikat arzındaki tecelliler ise keşif sahibi arifi kendinden geçirmez ve onu varlığından koparmaz. Arif bu esnada müşahede ettiğinden haberlidir ve onu algılar. Arif anlatmasına şöyle devam ediyor:

“Girmiş olduğum bu mecliste (Rahmet Meclisi), anlamlarının kapalılığı, görülmeden algılanamayışı ve bu gibi şeylerin bulunmayışı nedeniyle zikredilemeyecek işler ve sırlarla karşılaştım. O arzda kıymetini Allah'tan başka kimsenin bilmediği bostanlar, bahçeler, canlılar, madenler vardı. Orada bulunan her şey, tıpkı bütün canlı ve konuşanlar gibi canlı, konuşan ve düşünendi. Yoksa şeyler, dünyada bulundukları gibi orada bulunmazlar. Orada bulunan şeyler ölümsüzdür, yok olmaz, değişmez ve ölmez.”

 

Hakikat Arzının Toprağı ve Meyveleri

Hakikat arzının özelliklerini ancak oraya giden ve gördüklerini bize anlatan arifler sayesinde öğreniyoruz. Aynı şekilde hakikat arzının toprağı ve meyvelerinin özelliklerini de ancak oraya giden ariflerin anlattıklarından öğreniyoruz.

Bu konu hakkında bir arif şunları söylemektedir:

“Hakikat arzına girdiğimde, orada bütünü misk kokan bir yer gördüm. İçimizden birisi bu dünyada o kokuyu koklasaydı, kokunun gücünden yok olurdu. Onun kokusu Allah'ın dilediği kimselere uzanır. Orada kırmızı yumuşak altından yapılmış bir yere girdim. Orada hepsi altından olan ağaçlar vardı. Ağaçların meyveleri de altındı. İnsan portakal veya başka bir meyveyi alıp yer ve onun tadının hazzını ve kokusunun güzelliğini kimsenin betimleyemeyeceği bir tat görür. Cennet meyveleri onun karşısında eksik kalırken, dünyanın meyveleri nasıl onunla kıyaslanır. Cisim, şekil, suret hep altındır. Suret ve şekil bizdeki meyve gibidir, tatta ise farklıdır. Meyvede hiçbir nefsin tahayyül edemeyeceği orijinal nakış ve nefis süslemeler vardır. Nerede kaldı ki bir göz onu görebilsin.

Oradaki büyük meyvelerden birisini gördüm. Söz konusu meyve gök ve yer arasına konulmuş olsaydı, yeryüzünde bulunan insanlar gökyüzünü göremezlerdi, yeryüzüne konulsaydı ona katbekat fazla gelirdi. Onu yemek isteyen kimse büyüklüğü bilinen elinin avucuyla ona uzansaydı, yine de onu avuçlayabilirdi. O meyve havadan daha lâtiftir, fakat kişi, bu büyüklüğüne rağmen onu elinde tutar. İşte bu, akılların dünyada imkansız saydığı bir iştir.”

Arif sözlerine şöyle devam ediyor:

“O arz içinde başka bir arza daha girdim ki görünüşte beyaz gümüşten. Ağaçları, nehirleri ve hoş meyveleri olan bir yerdi. Hepsi gümüştendi. Oranın ahalisinin bedenleri bütünüyle gümüştü. Aynı şekilde bütün arz: ağaçları, meyveleri, nehirleri, denizleri ve yaratıklarıyla kendi cinsindendir. Meyveleri toplayıp yenildiğinde diğer yiyecekler gibi tat, koku ve fayda verir. Şu var ki, bu haz nitelenemez ve anlatılamaz.

Orada bembeyaz kâfurdan bir yere girdim. İçinde çeşitli mekanlar vardı. Birisi ateşten daha sıcaktı. İnsan onun içine girer ve o insanı yakmaz. Oradaki bazı mekanlar ılık bazı mekanlar soğuk idi. Bu büyük yerdeki arzlardan her birisi o kadar büyüktü ki, gök onun içine konulmuş olsaydı, arza kıyasla iplikteki bir düğüm kadar kalırdı. Hakikat alemindeki bütün arzlar içinde bana göre en güzel ve mizacıma en uygun olan arz, Zağferân arzı idi. Orada gördüğüm arzlar içinde, onlardan daha açık gönüllü ve kendilerine gelenlere karşı daha güler yüzlü hiç kimse yoktu. Onu merhaba ve hoş geldin diyerek karşılayabiliyorlardı.”

Hakikat arzının yiyeceklerinin bir özelliği vardır. Herhangi bir meyveden yemek için bir parça koparıldığında hemen yerine yenisi bitmektedir. Dalından bir meyve koparılırsa, hemen yerine benzeri oluşmaktadır. Bu süreç çok hızlıdır ve bunu ancak zeki insanlar fark edebilirler.

Hakikat arzının kadınları cennetteki hurilerden daha güzeldir. Onlarla cinsel ilişki ise hiçbir hazza benzemez. Bu arzın halkı, kendilerini ziyarete gelen kişilere en çok seven yaratıklardır. Onlar Allah Teâlâ'ya hürmet ve onu yüceltme özelliğinde yaratılmışlardır. İsteseler de buna aykırı bir şey yapamazlar.

Hakikat arzının yaratıkları tenasül olmaksızın, diğer bitkiler gibi orada yetişirler. Onlar oranın toprağından oluşurlar. Onların erlik sularından cinsel ilişkide çocuk meydana gelmez ve cinsel ilişkiler sadece arzu ve zevk almak içindir.

 

Hakikat Arzının Şehirleri

Hakikat arzında nur şehirleri denilen şehirler vardır. O şehirlere ariflerden ancak seçilmiş olanlar girebilirler. Şehirlerin sayısı on üç tür. Bu şehirlerin yapılışı tuhaftır. Bu arzın insanları herhangi bir yere yöneldiklerinde, orada büyük surları olan bir şehir kurarlar. Bu şehrin etrafını bir atlı ancak üç yılda dolaşabilir. Şehir onlar için menfaat, mal ve silahlarının koruyucusudur. Şehrin bir köşesine, şehrin burçlarından daha yüksek ve onları çevreleyecek burçlar dikmişlerdir. Bu burç uzatılarak şehrin çatısı haline getirilmiştir. Bu çatı üzerine, oradakilerden daha büyük bir şehir inşa ederler. Eğer bu şehir de onlara dar gelince, onun üzerine daha büyük bir şehir yaparlar. Şehirde yaşayan sakinlerin sayısı arttıkça şehirler tabaka tabaka yükselerek kurulmuş ve böylece on üç şehre ulaşmıştır.

 

Hakikat Arzının Hükümdarları

Her şehrin ayrı bir hükümdarı vardır. Bu hükümdarlar Allah'ı en çok zikredenlerdir. Hatta Allah'ı zikretmeleri onları ülkelerini yönetmekten alıkoyar. Onlar halkına karşı son derece şefkatlidirler. Halkın isteklerini hemen yerine getirirler. Allah korkusundan kaynaklanan birçok garip halleri vardır. Bu hükümdarlarla tanışıp konuşan arifler onları şöyle anlatmaktadırlar:

“Onlardan biri Zu’l-Urf idi. Büyük bir hükümdardı. Zu’l-Urf çok hareketli, yumuşak ve şefkatli birisiydi. Herkes ona ulaşabilirdi. Konuklarına lutûfkârdı. Fakat öfkelendiğinde, öfkesi karşısında hiçbir şey duramazdı. Allah ona dilediği gücü vermişti.”

“Arzın denizinin hükümdarını gördüm. Hükümdar kendisine yaklaşılamayan Sabih adında birisiydi. O kendisine yönelen kişilerle pek az otururdu. Hiç kimseye iltifatı yoktu. O hükümdar kendisinden istenilen şey de değil, düşündüğü kimseyle beraberdi.”

“Ona Sadık adındaki büyük bir sultan komşuydu. Bir konuk huzuruna girdiğinde oturduğu yerden ona doğru kalkar, yüzünde bir tebessüm meydana gelir. Onun gelişi nedeniyle mutluluğunu gösterir. Kendisinden bir şey istenilmeden, muhtaç olunan her şeyi ona sunardı. Bunun sebebi nedir? diye sorduğumda şöyle cevap verdi: İstek sahibinin yüzünde, herhangi bir yaratıktan bir şey istemenin horluğunu görmek istemem. Çünkü kimsenin Allah'tan başkasının karşısında hor ve hakir olmasını kabul edemem. Herkes Allah karşısında tevhid kapladığı üzere bulunuyor değildir ve yüzlerinin çoğu Allah'tan perdelenmekle beraber konulmuş sebeplere çevrilmiştir. Bu durum konuğa ikram hususunda gördüğüm şeyi hemen yapmamı sağlıyor.”

“El-Kâim bi-Emrillah (Allah'ın emrini uygulayan) diye adlandırılan başka bir hükümdarın huzuruna girdim. Bu hükümdar Hakk’ın büyüklüğü kalbini kapladığı için kendisine gelen konuğa iltifat etmiyor, farkına bile varmıyordu. Ariflerden ona konuk olanlar, bulunduğu durumda onun halini görmek için geliyordu. Onu hor, suçlu bir köle gibi iki elini göğsüne bağlamış, gözlerini ayaklarına dikmiş, kılı bile kıpırdamadan ve hiçbir eklemi oynamadan dururken görürsün. Nitekim sultanlarının karşısında bir topluluğun hali şöyle betimlenmiştir: sanki bir kuş var başlarında. Bu duruş zulüm değil hürmet kokusundandır.

“Râdi’ denilen görünüşü heybetli, konuşması tatlı ve çok kıskanç bir hükümdar gördüm. Sürekli, hakkında düşünmekle sorumlu olduğu şeyi tefekkür ediyordu. Hakk’ın yolundan birisinin çıktığını gördüğünde onu Hakk’ın yoluna döndürürdü. Onunla sohbet ettim ve kendisinden yararlandım.”

“Onların hükümdarlarının pek çoğu ile oturdum. Allah korkusundan kaynaklanan pek çok garipliklerini gördüm. Onları yazsaydım hiç kuşkusuz hem yazanı ve hem dinleyeni kör ederlerdi. Bu nedenle bu arzın sırlarından bu kadarıyla yetindik. Onun şehirleri sayıca sınırsızdır ve şehirleri köylerinden daha çoktur. O şehirleri yöneten hükümdarlar ise 18 kişidir. Onların bir kısmını zikrettik bir kısmı hakkında ise sustuk. Her sultanın kendine mahsus bir yaşantısı ve başkasına ait olmayan hükümleri vardır.”

 

Hakikat Arzının Yönetimi

Bir arif hakikat arzının yönetim tarzlarını görmek için divanlarına girer ve gördüklerini şöyle anlatır:

“Onların arasında hükümdar, ne kadar olurlarsa olsunlar yönettiklerinin rızkını karşılayan kimseydi. Yemek hazırlanınca, tahsildar dedikleri ve her evin elçileri olan sayısız yaratık beklerdi. Görevli kişi, ailesi ölçüsünde ona mutfaktan veriyor, tahsildar da yemeği alıp ayrılıyordu. Halkın rızkını dağıtan kişi ise tahsildarlar sayısınca ellere sahip tek kişiydi. Böylece aynı anda her şahsın yemeğini kabına doldurabiliyor ve yemeğini alan kişi de ayrılıyordu. Yemekten artan kısım bir depoya kaldırılıyordu. Bu dağıtıcı tahsildarların işini tamamladığında, depoya girer ve yemeğin kalanını oradan alır, onu hükümdarın sarayının kapısı önündeki yoksullara dağıtır, onlar da verilen yemeği yerdi. Her gün böyle yapılırdı.”

Her hükümdarın hazinedarı diye isimlendirilen ve depodan sorumlu bir adamı vardır. Hükümdarın sahip olduğu her şey onun tasarrufundadır. Bu hazinedar, bir kere görevlendirilince artık onun azledilmesi söz konusu değildir. Şehirdeki çarşılarda alış-veriş te yapılmaktadır. Buralarda tek bir para geçerli olarak kullanılmaktadır.

 

Hakikat Arzının Gariplikleri

Hakikat arzında birçok garip şeyler vardır. Bunlar hakkında insan aklıyla anlamak ve yorum yapmak imkansızdır. Oraya giden ariflerin anlattıklarına göre bu garipliklerin bazılarını şöyle ifade edebiliriz:

Orada bulunan en garip şeylerden birisi, havaya benzeyen bayağı cisimlerdeki renklerin algılanmasıdır. Algı, kesif cisimlerdeki renklere iliştiği gibi onların renklerine ilişir. Şehirlerinin kapılarında yakut taşlardan belgeler vardır. Bu taşlardan her birisi beş yüz kulaçtan fazlaydı. Kapının havadaki yüksekliği fazladır. Ona o kadar silah ve zırhlar asılmıştı ki, bütün arzın mülkü toplansa onları satın almaya yetmezdi.

Orada güneş olmaksızın ardışık olarak gelen karanlık ve ışık vardı. Karanlık ve ışığın art arda gelmesi ile zamanı bilirler. Karanlıkları gözü algıladığı şeyden perdelemediği gibi, ışık da onu perdelemez. Onlar düşmanlık ve kötü niyet ya da açık bir bozgunculuk olmaksızın savaşırlar. Denizde yolculuk yaptıklarında ve denize daldıklarında, deniz suyunun böyle bir durumda bizi yuttuğu gibi onları yutmaz. Bilakis deniz içinde su canlıları gibi yüzerler, böylece sahile çıkarlar. O arzda öyle zelzeleler olur ki bizim dünyamızda gerçekleşseydi, yeryüzü değişir ve üzerinde bulunan herkes yok olurdu.

Hakikat arzında da zelzeleler olmaktadır. Ancak bir misafir varsa zelzele olmaz. Fakat bunun bir istisnası vardır. Eğer gelen misafirin bir yakınının ölmesi söz konusu ise zelzele olur. Bu durum da gelen misafire bildirilir.

Bir arif gördüğü gariplikleri şöyle anlatmaktadır:

“Orada ahalisinin tavaf ettiği örtüsüz bir Kâbe gördüm. Mekke'de bulunan Kâbe'den daha büyük dört duvarı vardı. Kendisini tavaf ederken onlarla konuşur, onları selamlar ve sahip olmadıkları bilgileri kendilerine verirdi.

Hakikat arzında su gibi akan topraktan bir derya gördüm. Demirin mıknatısa akıp ona yapışması gibi birbirlerine akan küçük ve büyük taşlar gördüm. Demirin mıknatıstan ayrıştırılması misalindeki gibi bir ayırıcı ayırmadığında - ki bunu engelleme gücüne sahip değildir - tabiatları gereği birbirlerinden ayrılmıyorlardı. Bu yerin taşları ve tabiatları baş başa bırakıldığında, belirli bir mesafe ölçüsünde birbirlerine akıyordu. Böylece bir taş diğerine eklenir ve bir gemi sureti meydana gelirdi.

Onlardan meydana gelmiş küçük binekler ve iki sandal gördüm. Gemi ya da sandal bu taştan oluştuğunda, toprak denizine atıyorlar ve ona binip diledikleri şehirlere gidiyorlardı. Şu var ki geminin tabanı toprak ya da kumdan idi. Parçaları özel bir şekilde birbirlerine bağlanmıştı. Bütün gördüklerim içinde, o gemilerin denizde yüzüşünden daha tuhafını görmedim. Bineklerin yapılış tarzı aynıydı. Şu var ki geminin arka bölümündeki iki kanatta iki büyük silindir vardı ki boyu gemiden yüksekti. Bineğin yeri, arka bölümden iki silindir arasındaki yere kadar açıktı ve denizle eşitti. Denizin kumu o açık yerden içeri giremiyordu.”

Hakikat arzının binekleri sürücüsünün isteğine göre büyür veya küçülür. Bir şehirden başka bir şehre yolculuk yaptıklarında karadan veya denizden giderler. Karada ve denizdeki yürüyüşlerinin hızı ise gözün gördüğü şeyi algılaması kadar hızlıdır.

Hakikat arzının halkı farklı hallerde bulunmaktadırlar. Bir kısmında arzuları, bir kısmında Hakk’ın mertebesini yüceltme baskın gelmiştir. Orada, dünyada tanınmamış renklere rastlanır. Altın veya bakır olmadığı halde altına benzeyen madenler vardır. İnci ve yakuttan şeffaf taşlar vardır.

Hakikat arzının denizleri birbirleriyle karışmaz, (Rahman, 55/19,20) ayetinde buyurulduğu gibi. Altın denizinin dalgaları komşuluk ilişkisi ile demir denizine vurur. O esnada birbirlerine karışmazlar. Deniz suları hareket ve akışta havadan daha latiftir. Sular o kadar durudur ki, içerken sudaki hiçbir canlı veya akılan yerin hiçbir şeyi sana gizli kalmaz. Bu sulardan içmek istediğinde, içilen hiçbir şeyde bulunmayan bir haz bulursun.

Dünyamızda geçerli olan fizik kanunları hakikat arasında geçerli değildir. Örneğin dünyada sular serbest kaldığında yer çekiminin etkisiyle aşağı doğru akarken, hakikat arzında sular yerden yukarı doğru akabilirler.

 

Hakikat Arzının Dünyamızla Bağlantısı

Hakikat arzının sakinlerinden bütün aleme uzanan bağlar vardır. Her bir bağ üzerinde bir emanetçi vardır. Bu emanetçi elindeki suretlerden birisini, istidat kazanmış bir ruha giydirir. Buna örnek olarak şunu verebiliriz: Bir hadise göre Cebrail (as), Dıhyetü’l Kelbî suretinde Peygamberimizle (sav) görüşmüş ve buna birçok sahabi şahit olmuştur. Cebrail'e Dıhyetü’l-Kelbî suretinin giydirilmesi işte bu emanetçilerden birisi tarafından yapılmıştır.

Allah Teâlâ hakikat arzını berzahta meydana getirmiştir. İnsanların ruhları da uykuya dalınca ve ölümden sonra oraya giderler. Dolayısıyla insan ruhları da berzahın bir alemini oluştururlar. Cennetteki “Suretler Çarşısı” olarak adlandırılan çarşı aslında hakikat arzının bir ucunun oraya, yani cennete girmesiyle olur.

Hakikat arzının dünyadaki insanlara bakan yönünün nasıl uzadığını şöyle anlayabiliriz: İnsan bir kandil veya güneşe veya aya bakarken araya engeller girse, bu aydınlık cisimden göze ışıktan çizgilere benzer şeyler geldiği görülür. Bu fizikteki ışığın kırılması olayına benzer. Bunlar aydınlık cisimden insan gözüne çok sayıda ulaşırlar. İnsan gözü ile aydınlık cisim arasındaki engeller yavaş yavaş kalktığı zaman, insan gözüne aydınlık cisimden gelen bu çizgilerin aydınlık cismin içinde dürülmüş olduğu gözükür. Burada aydınlık cisim, bu hakikat aleminden o suretlere ait yeri gösterir; cisme bakan kişi alemin örneğidir. Çizgilerin uzaması ise nefislerin uykuda ve ölümden sonra cennet çarşılarına intikal etmesi ve burada ruhların giyecekleri suretlerinin örneğidir. Kişinin manevi istidat kazanması, bakan ile aydınlık cisim arasındaki engellerin girmesi ile, kişinin bu çizgileri görmeye yönelmesidir. Bu çizgilerin meydana gelmesi, bu istidat nedeniyledir. Aradaki engellerin tamamen kalkması halinde çizgilerin aydınlık cisim içine dürülmeleri, istidadın kaybolması ve suretlerin bu arza geri dönmelerini ifade eder.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :   oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa         Tasavvuf Sohbetleri

 

Hakikat Arzı

Yayınlama Tarihi: 03.02.2023