Hadis No 29
*إن الصدق يهدى إلى البر. و إن البلر يهدى إلى الجنة. و إن الرجل ليصدق حتى يكتب صديقا. و إن الكذب يهدى إلى الفجور. و إن الفجور يهدى إلى النار. و إن الرجل ليكذب حتى يكتب كذابا.* ( مسلم، كتاب البر، 103)
Abdullah ibni Mesud (ra)’nın rivayet ettiğine göre, Resulallah (sav) şöyle buyurdu: “Şüphesiz ki doğruluk insanı mutlak hayra götürür, mutlak hayır da cennete götürür ve yine şüphesiz ki kişi doğru söyleye söyleye nihayet sıddık (çok doğru söyleyici) olur. Yalan söylemek ise insanı muhakkak fâcirliğe (şerre) götürür. Fâcirlik te cehenneme götürür ve muhakkak ki kişi yalan söyleye söyleye nihayet Allah katında kezzab (idmanlı bir yalancı) yazılır.” (Müslim, Birr, 103) Sıddık (doğruluk) doğru söylemek, yani vakıaya uygun olanı söylemek demektir. Kişinin olaylar karşısında daima doğru olanı dile getirmesi kendisi için bir hayırdır, bir iyiliktir. Bundan sevap kazanır. Bunu daima yapan kişi Allah katında sıddîk (en doğrucu) olarak değerlendirilir. Bu insanı mutlaka cennete götürür. Kezib (yalan söylemek) ise, olaylar karşısında ona uygun olmayan şeyleri söylemesidir. Yalan söyleme insanı şerre (kötülüğe) götürür. Bunun sonu ise cehennemdir. Yalan söylemeye devam eden kişi sonunda Allah katında kezzab (devamlı yalan söyleyen) olarak değerlendirilir. Bu hadisten, doğruluk ve yalan ile, hayır ve şer sıfatlarının insanda devamlılık kazanıp yerleşeceğini görüyoruz. Bu sıfatların da insanı ahiret hayatında nereye götüreceğini hadis açık olarak ifade etmektedir. Bu konularla ilgili birçok ayet Kur'an'da ifade edilmiştir: “Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve bir de daima doğrularla beraber olun.” (Tevbe, 9/119) “Kim Allah'a ve Peygamberine itaat ederse, işte onlar Allah'ın kendilerine nimetler verdiği peygamberlerle, sıddıklarla, şehitlerle, iyi kimselerle beraberdirler. Onlar ne iyi arkadaştır!” (Nisa, 4/69) Burada sıddıklık (doğru olma), peygamberlik mertebesinin hemen altında olan bir mertebe olarak ifade edilmiştir. Bu ayette, sıddıklık (doğru olma) mertebesinin şehitlik ve salih insan olma mertebelerinin üstünde olduğu görülmektedir. İyilerin cennette ve füccarların (kötülerin) ise cehennemde oldukları şu ayette ifade edilmektedir: “Hiç şüphesiz ki iyiler nimetler içindedir. Kötüler ise muhakkak alevli ateştedirler.” (İnfitar, 82/13,14) Müslümana özünde, sözünde ve işinde dürüst olmak yaraşır. Yukarıdaki hadiste, her hayrın sebebi olan doğruluk teşvik edilmekte, her kötülüğün sebebi olan yalandan uzak kalınması istenmektedir. Abdullah bin Mesud (ra) şöyle diyor: “Kul yalan konuşmaya devam ettikçe, kalbinin üzeri tamamen kararıncaya kadar siyah noktalar koyulur ve Allah indinde yalancılardan olduğu yazılır.” (Muvatta, 1802) Kur'an'ın ilk suresi olan Fatiha suresini okumakla, “Bizi sırat-ı müstakime (dosdoğru yola) hidayet et.” (Fatiha, 1/6) diye, kıldığımız her namazda dua ediyoruz. Bu duayı gönülden niyet etmemiz gerekir ki Allah Teâlâ bizi doğru yola hidayet etsin. Böylece hayırlara ulaşmamız mümkün olur. Bu niyetinde samimi olan ve Allah yolunda gayret gösterenleri Cenab-ı Hakk’ın kendisine ulaşacak olan doğru yola ileteceği aşağıdaki ayette haber verilmektedir: “Allah'a inanıp O’na sımsıkı sarılanlara Allah, Kendisinden bir rahmete ve lütfa sokacak ve Kendisine varan dosdoğru yola iletecektir.” (Nisa, 4/175) “Allah onunla (Kitap ve Resulü ile), rızasına uyanları yolun en doğru olanına iletir. Onları izniyle karanlıktan aydınlığa çıkarır ve dosdoğru yola hidayet eder.” (Maide, 5/16) “İşte Benim doğru yolum budur, ona uyun. Sizi O’nun yolundan ayıracak başka yollara uymayın. Azabından korunmanız için Allah size böyle tavsiye etmiştir.” (Enam, 6/153) “Gerçek şu ki, sen onları doğru yola çağırıyorsun. Fakat ahirete inanmayanlar ise, ısrarla yoldan çıkmaktadırlar.” (Müminun, 23/73,74) “Şüphesiz ki, (sen) dosdoğru yol üzerindesin.” (Yasin, 36/4)
Hadis No 30 *دع ما يريبك إلى ما يريبك، فإن الصدق طمأنينة، و الكذب ريبة.* ( اترمذى، القيامة، 61، 2520) Ebi’l-Cevzâi (ra) anlatıyor: “Hasan ibn Ali (ra)'a “Resulallah (sav)’den ne ezberledin?” diye sordum. Şu cevabı verdi: “Sana şüphe veren şeyi terk et, emin olduğun şeye ulaşıncaya kadar git. Zira sıdk (doğruluk) kalbin itminanıdır, yalan şüphedir.” (Tirmizî, Kıyamet, 61 (2520)) Bu hadise göre, şekke ve şüpheye düşülen şeyden kaçma emredilmektedir. Hedefin sadece doğru olana erişmek olduğu bildirilmektedir. Gerek söz ve gerekse davranıştan, yasak mı değil mi, iyi mi kötü mü, sünnet mi bid’at mı olduğuna karar veremediğimiz durumlarda, yani vicdanın kararsızlık ve tereddüt içinde kaldığı hallerde, ondan kaçınmak için, söz ise söylememek, fiil ise yapmamak gerekir. Bu hadise göre Müslüman, bir ucu dine temas eden konularda işini kesin bilgi ve yakîne dayandırmalıdır. Kalbin bir işte şüpheye düşmemesi onun doğru olduğuna delildir. Çünkü kalp ancak doğruluktan mutmain olur (sükunete erer). Hadiste geçen rîbe, nefsin huzursuzluğunu yani kararsızlığını ifade eder. Bu nedenle, bir iş eğer kalbte şekk/şüphe bırakıyorsa, bu kalbe sıkıntı verir. Bunu terk etmek gerekir. Eğer kalb sükûna ve huzura kavuşmuşsa, o iş doğrudur, ona devam etmelidir. Bu hadisin özü şu sözleri de teyit etmektedir: “günah kalbin titremesidir”. Bir başka rivayette böyle şüpheli meselelerde kişi fetva alsa bile, yine vicdanının sesinin esas alınabileceğine işaret edilmektedir: “Fetva verenler sana fetva vermiş olsa bile, nefsine bir sor. Fetvayı nefsinden al.” Böyle bir nefis, “nefs-i emmare” değil “nefs-i mutmainne” dir, yani Rabbinin emir ve yasaklarından razı olmuş olan nefistir. Böyle bir nefis hak ile batılı, Sıdk ile kezbi tefrik edip ayıran bir nurdur. Resulullah (sav) bu tavsiyeyi sahabilerden Vâbisa (ra)’ya yapmıştır. Onun bu evsafta bir şahsiyet olduğu belirtilmiştir. Böyle bir nefsin, akıbetinin iyi veya kötü olan şeyleri hissedecek bir şuuru vardır. Böyle bozulmamış bir nefsin her vicdanda bulunduğu kabul edilmektedir. Müftülerin fetvası karşısında ihtiyatlı olmayı gerektiren bir sebep, Hüccetü’l- İslam İmam Gazali (ks) tarafından şöyle açıklanmaktadır: “Müftülerin ve onların mukallitleri (taklit edenleri), hükümleri kendilerine zahiri olan delillere göre verirler. Bundan dolayı fetvadan sonra verâ sahipleri, bir de “Onlar sana fetva vermiş de olsa kalbine de danış” denir. Çünkü günahın kalpte oluşturduğu titremeler vardır. Şüpheleri aşmak ve çekinmek dindarların hâli ve ahiret yolcularının âdetidir.” Yukarıdaki hadis, şüphe veren şeyi şüphe vermeyen ile değiştirmeyi öğütlemektedir. Şüphe verenler ile şüphe vermeyenleri belirleyen ölçü Müslümanın kalbidir. Çünkü kalb doğruluktan tatmin olmakta ve sükunet bulmaktadır, yalandan ise tedirgin ve huzursuz olmaktadır. Sözde ve işte doğru olmak bütün peygamberlerin ortak daveti ve özelliğidir. Her peygamber ümmetinden doğru olmalarını istemiştir. Doğruluk ve eminlik peygamberlerin ortak özellikleridir. Buna göre doğruluk, dünya hayatının düzenli ve verimli olması için olmazsa olmaz şartlardan birisidir. Toplumların güçlü ve sağlıklı olarak ayakta kalabilmeleri ancak onu oluşturan insanların her bakımdan doğru olmaları ile mümkündür. Bu gerçek tarihin her safhasında toplumlarda tespit edilmiştir. Doğruların ve dürüstlüğün terk edildiği, yalan ve hilenin her yere hakim olduğu toplumlar kısa sürede yıkılmışlardır veya diğer devletlere mahkum olmuşlardır. Bu nedenle Allah Teâlâ, Peygamberine ve müminlere Kuran'da şöyle emretmektedir: “İşte bundan dolayı emir olunduğun gibi doğru ol! Beraberindeki tövbe edenler de doğru olsunlar. Aşırı gitmeyin! Muhakkak ki o bütün yaptıklarınızı görüp durmaktadır.” (Hud, 11/112)
Hadis No 31 *التاجر امين الصدوق مع أنبياء و الصدقين و الشهداء و الصالحين.* ( اترمذى، بيع، 4، 1209) Ebu Sâîd el - Hudrî (ra) anlatıyor: Resulallah (sav) şöyle buyurdu: “Emin ve doğruluktan ayrılmayan ticaret ehli peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihlerle beraberdir.” (Tirmizî, Buyû, 4 (1209)) Bir kimse işinde “doğruluk” ve “güven”i esas alıyorsa, bu kişi insanların en üstün tabakasını teşkil eden peygamberler, sıddıklar, şehitler ve salihler zümresinde yer alabilirler. Hadiste bu durumu tüccarlar için zikredilmiştir. Çünkü bu iki vasıf özellikle ticaret hayatı için önemlidir. Bir ülkede ekonomik istikrar ve gelişme, öncelikle o ülkenin ticaretle uğraşan kişilerin doğru ve güvenilir olmasına bağlıdır. Doğruluğun olduğu yerde güven de oluşur. Güvenin olduğu yerde de alışveriş ekonomik hayatı canlandırır. Bu da o insanlar için zenginliğin oluşması demektir. Bu nedenle İslamiyet yalan, aldatma, ölçü ve tartıda hile gibi ahlaksızlıkları yasaklamıştır. Böylece ekonomik hayatta doğruluğu ve güveni tesis etmeyi amaçlamıştır. “Kıyamet günü tüccarlar fâcirler (günahkarlar) olarak diriltileceklerdir. Ancak Allah'tan korkanlar, iyilik yapanlar ve doğruluktan ayrılmayanlar müstesna.” (Tirmizî, Buyû, 4 (1210)) “(Ticarette yalan) yemin, (tüccarın zannınca) mala rağbeti arttırır. (Halbuki gerçekte) kazancı giderir.” (Buharî, Buyû, 26) Bu hadise göre, satıcının yemini malın satışını artırsa da, kazancının bereketini yok eder. Çünkü yaptığı yemine bir miktar yalan karışmıştır. Kazancın bereketinin kalkması çeşitli şekillerde ortaya çıkar. Bir gün yalanı ortaya çıkar, müşteriler kendisini terk ederler. Ayrıca gayrimeşru kazanılan para sahibini yoldan çıkarır, onun taşkınlıklara ve şımarıklığa düşmesine neden olabilir. Bu da işin sonunda, kişinin rahatının ve huzurunun kaybolacağı anlamına gelir. Bu hususta başka bir hadiste de şöyle buyrulmaktadır: “Satıcı ve alıcı (söz kesip) pazarlığı bitirdikten sonra birbirlerinden ayrılmadıkça alışverişi bozup bozmamak da serbesttirler. Eğer onların her biri karşılıklı olarak doğru söyler (mal ile paranın durumunu olduğu gibi) açıklar ise, alışverişleri bereketli olur. Yok eğer gizler ve yalan beyanda bulunurlarsa, alış-verişlerinin bereketi kalmaz.” (Buharî, Buyû, 19,22) Bu hadislere göre doğru sözlü olmak ticarette ve kazançta bereket vesilesidir. Aksi halde alış-verişte hayır ve bereket kalmaz. Bu da toplumun ekonomik hayatı açısından çok önemlidir. Bu hadis kazanma ve kâr kavramına ahlakî ve manevî bir boyut getirmektedir. Çünkü kazanma yalnız sayı ile ifade edilecek bir şey değildir. Onda bir de bereket ve hayırlı olma yönü vardır. Bu da ancak doğru ve dürüst olmakla elde edilebilmektedir. Yalan söyleyerek, malın ayıbını gizleyerek karşısındakini aldatarak kazanılan para haramdır. Çünkü bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmaktadır: “Bizi aldatan bizden değildir.” (Müslim, İman, 164) Bugün toplumumuzda bu temel kavram ve ilkelerin terk edildiklerini maalesef şahit olmaktayız. Bu husus toplumdaki huzur, güven gibi hususların kaybolmasına neden olmaktadır. Bu da toplumumuzun istikrarını ve insanlarımızın rahatını bozmaktadır. Çünkü bir toplumda bereket kaybolursa, orada her türlü olumsuzluklar ortaya çıkar. Toplumbilimciler toplumun problemlerine çözüm ararken bu gerçeği göz ardı ettiklerinden hiçbir zaman doğru çözüme ulaşamamaktadırlar. Peygamberimiz (sav) “Muhakkak ki, tüccarlar fâcirlerdir (günahkarlardır).” dedi. “Ya Resulallah! Allah alış-verişi helal kılmadı mı?” dediler. O da “Evet helal kıldı, fakat onlar yemin eder günaha girerler, konuşunca yalan söylerler.” dedi. (Ahmed, Hâkim) “Ölçeği tam ölçün de hak yiyenlerden olmayın. Dosdoğru bir terazi ile tartın. Halkın eşyalarını değerinden düşürmeyin. Yeryüzünde bozgunculuk yaparak karışıklık çıkarmayın.” (Şuarâ, 26/181,182,183) “Ölçtüğünüz zaman tastamam eksiksiz ölçün. Dosdoğru bir tartı ile tartın. Bu daha hayırlı ve sonucu daha güzel olandır.” (İsra, 17/35) Hakim bin Hizam (ra) rivayet ediyor: Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Alışveriş, ticaret yapanlar doğru konuşur, sattıkları malın kusurunu söylerse, ticaretleri hayırlı ve bereketli olur. Şayet yalan konuşur ve mallarının kusurunu gizlerlerse, ticaretlerinin kazançlarının bereketi ve huzuru yok olur.” (Nesai, Hadis, 4381) Hz. Muaz (ra), Allah Resulü (sav)’den şöyle rivayet ediyor: “En hoş kazanç o tüccarındır ki, konuştuğunda yalan söylemez, emniyeti suistimal etmez, vaadinden dönmez, borcunu geciktirmez, alacaklısını sıkıştırmaz, satarken mallarını aşırı medh etmez ve alırken de kötülemez.” (Ramuz el – Ehadis, sayfa 114, H. 10) Kazançların en güzeli kişinin alın teri ile, el emeği ile, alışveriş ile kazandığı meşru maldır. İbn Ebî Evfâ (ra)’nın rivayetine göre, Allah Resulü (sav) buyurmuştur: “Müşteri kızıştıran riba yemiş haindir. Bu batıl bir aldatmadır, helal değildir.” (Buhari, Buyû, 97)
Hadis No 32 *قال آية المنافق ثلاث إذا حدث كذب، و إذا وعد أخلف، و إذا اؤتمن خان.* ( البخاري، ايمان، 30) Ebu Hureyre (sav) den rivayete göre, Peygamberimiz (sav) şöyle buyurmuştur: “Münafığın belirtisi üçtür, konuştuğu zaman yalan söyler, söz verdiği zaman sözünde durmaz, kendisine bir şey emanet edildiği zaman hıyanet eder.” (Buharî, İman, 30) Diyanetin aslı üç esasa inhisar eder: Kavl (söz), fiil (iş) ve niyet. Peygamberimiz, yalancılık ile kavlin fesadına, hıyanetle fiilin fesadına, verdiği sözden dönme ile de niyetin fesadına uyarıda bulunmaktadır. İslam alimleri derler ki, sayılan bu hasletler nifaktırlar. Bu hasletleri taşıyanlar, bu vasıflarda münafıklara benzerler ve onların ahlakları ile ahlaklanırlar. Hadiste söz konusu sıfatlara nifak denmesi, o hasletleri irtikap etmeye karşı korkutma ve sakındırma amacını güder. Bu hasletlerin bir insanda galebe çalması, kişinin onu önemsememesine ve hafife aldığına işaret eder. Böyle insanların itikatları da bozuk olur. Münafıkların azabı kafirlerin azabından daha şiddetlidir. Çünkü onlar dinle alay etmektedirler. Bu nedenle mümin, son nefesini iman üzerine vereceğinden emin olmayıp “nifaka düşmeyeyim” endişesiyle her an tetikte olması gerekir. Bunun için hadisteki zikredilen özelliklerden yani yalan söylemekten, emanete hıyanet etmekten ve verdiği sözden dönmemeye azim ve gayret etmelidir. Hasan Basri Hazretleri (ra)’nın şu sözü önemlidir: “Allah Teâlâ'dan ancak mümin korkar. O’ndan kendini ancak münafık emniyette hisseder.” Bu sözü şu ayet de teyit etmektedir: “Rabbinin makamından korkana iki cennet vardır.” (Rahman, 55/46) “Hüsrana düşmüş bir kavimden başkası, Allah'ın mekrinden emin değildir.” (Araf, 7/99) Malik (ra)’a dayanan bilgilere göre Lokman'a “Girdiğiniz bu fazilete seni ulaştıran nedir?” diye sorulduğunda, Lokman: “Doğru konuşmak, emaneti yerine getirmek ve gereksiz işleri terk etmek.” diye cevap verdi. (Muvatta, 1801) “(Münafıkların) kalplerinde bir hastalık vardır. Allah ta hastalıklarını arttırmıştır. Yalan söylediklerinden dolayı onlar için elemli bir azap vardır.” (Bakara, 2/10) Bu konuda Hazreti Ömer (ra) Peygamberimiz (sav)’den şu hadisi nakletmektedir: “Karşındakinin kıldığı namaz veya tuttuğu oruç seni aldatmasın. Sen karşındakini ancak konuştuğunda doğru söyleyip söylemediğine, kendisine bir şey emanet edildiğinde emanete riayet edip etmediğine, dünyalık bir şey kazandığında dünyalığı istiğna (tok gözlülük) edip etmediğini, mal mülk düşkünü olup olmadığını, malı mülkü ile kibirlenip kibirlenmediğine bak.” (Metealibul Aliye, Hadis, 2608)
Hadis No 33 *أ يكون المؤمن جبانا فقال نعم فقيل له أ يكون المؤمن بخيلا فقال نعم فقيل له أ يكون المؤمن كذابا فقال لا.* (الموطا، الكلام، 1803) Safvan bin Süleym (ra)’dan rivayete göre, Resulullah (sav)’e “Mümin korkak olur mu? diye soruldu. O da “Evet” diye cevap verdi. “Mümin cimri olur mu?” diye sorulunca, yine “Evet” diye cevap verdi. “Yalancı olur mu?” diye sorulunca, “Hayır” buyurdu. (Muvatta, Kelam, 1803) Resulullah, bir Müslümanın hırsızlık, zina, içki gibi hakkında had cezası gereken ağır suçları işleyenlerin bile (günahlarının cezasını çektikten sonra) cennete girebileceğinizi belirtir. Fakat yalanı Müslümana bir türlü yakıştırmaz. Hadisten, yalanın günahlardan çok daha çirkin, çok daha alçaltıcı bir cürüm, en bayağı bir ahlaksızlık olduğunu anlıyoruz. Müminde her huy bulunabilir, yalan ve hıyanet hariç. Ebu Hureyre (ra)’nın anlattığına göre, Resulallah (sav) buyurdular ki: “Ümmetimin sonunda yalancı deccaller olacak. Onlar ne sizin ne de atalarınızın hiç işitmediği şeyleri anlatacaklar, onlardan sakının.” (Müslim, Mukaddem, 6) Esma bintu Yezid (rah) anlatıyor: Resulallah (sav) buyurdular ki: “Ey insanlar! Pervanenin ateşe atılması gibi, sizi yalanın peşine düşmeyi sevk eden şey nedir? Halbuki üç yer hariç, yalanın her çeşidi ademoğluna haramdır. Bu üç şeye gelince: 1) Erkeğin rızasını sağlamak için hanımına yalanı, 2) Harpte söylenecek yalan, çünkü harp bir hileden ibarettir, 3) İki Müslümanın arasında sulhu sağlamak kastı ile söylenen yalan.” (Tirmizî, Birr, 26 (1940)) Ümmü Gülsüm bintu Ukbe (rah) anlatıyor: Resulallah (sav)'den işittim, diyordu ki: “İki kişinin arasını düzelten, hayır söyleyip hayır tebliğ eden kimse yalancı değildir.” (Buharî, Sulh, 2) Enes bin Malik (ra) rivayet ediyor: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: “Sizin en doğru ve dürüst olanınız, ahiret için dünyasını, dünyası için ahiretini terk eden kimse değildir. İkisinin de ayrı ayrı hissesine sahip olandır. Zira dünya ahirete ulaştırıcı bir vasıtadır. İnsanlara da yük olmayınız.” (Ramuz el Ehadis, s. 363,H.10) Ebu Zer (ra) rivayet ediyor: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: “Acı da olsa, aleyhine de olsa, gerçek olanı, doğru olanı söyleyiniz. Gerçeği ve doğruyu saptıracak şekilde söz söylemeyiniz.” (Tabarani, hadis 521) Enes bin Malik (ra) diyor ki: Allah Resulü (sav) “Her kim herhangi bir iş için yalan söylemeyi terk etmezse, bırakmazsa, onun yeme ve içmesini terk etmekle tuttuğu oruca Allah bir kıymet vermez. Zira Allah Teâlâ'nın sizin orucunuza ihtiyacı yoktur.” (Tabarani, hadis 329) Enes bin Malik (ra) anlatıyor: Allah Resulü (sav) şöyle buyurdu: “Hile, yalancılık, zulüm yapanın, doğru sözünden dönenin zararı ve felaketi mutlaka kendisine dönecektir.” (Camiussagîr, Hadis, 1838)
Hadis No 34 *إن الحلال بين و إن الحرام بين. و بينهما مشتبهات لا يعلمهن كثير من الناس. و من اتقى الشبهات استبرأ لدينه و عرضه.* (مسلم، كتاب المساقاة، 107) Nu’mân ibn Beşîr (ra) rivayet ediyor ki, Resulallah (sav) şöyle buyurmuştur: “Muhakkak ki helal belli, haram da bellidir. İkisi arasında da birtakım şüpheli şeyler vardır ki, çok kimseler onları bilmezler. Şüpheli şeylerden her kim sakınırsa, dinini de, ırzını da korumuş olur.” (Müslim, Kitab-ı Musâkât, 107) İslam dininde nelerin helal, nelerin haram oldukları ayetlerle ve hadislerle belirtilmiştir. Bu hükümler üç kısma ayrılır: 1) Hakkında nass vârid olup işlenmesi Şâri’ tarafından emir ve talep olunur, terkinde de azap vardır. Bu kısım herkesin bildiği dini bedîhiyyattır, yani kanıt gerektirmeyecek derecede açık meydanda olan şeylerdir. Örneğin namaz kılmak gibi. 2) Yapılmaması nasslar gereği istenen ve yapıldığı takdirde cezaya konu olacağı ifade edilen şeylerdir. Bu husustaki konular açıkça haram olan ve herhangi bir yoruma ihtiyaç olunmayan dini haramlardır. Örneğin zina, içki gibi. 3) Helalliği veya haramlığı açık olmayan ve herkesçe bilinmeyen şeylerdir. Bu helal ve haram olması şüpheli olanlar nelerdir?. Bu hususta çeşitli görüşler ileri sürülmüştür. Birincisi, bunların helal ve haram olduğunda İslam alimlerinin ihtilaf ettiği şeylerdir. Örneğin beygir etinin yenmesi helal mi, haram mı olduğu hakkındaki ihtilaf. İkincisi, helal ile haram arasındaki şüpheli işler, mekruh şeyler olması görüşüdür. Mekruh helal ile haram arasında bir derece olması itibarıyla terk edilmeleri takva gereğidir. Üçüncüsü, malına haram karışmış mal sahibi ile muamele yapılmasıdır. Bu şüpheli şeylerden sakınmak gerektiği hadiste tavsiye edilmektedir. Bunlardan sakınarak insanın dinini ve ırzını kurtarmış olacağı belirtilmektedir. Çünkü bir kimse şüpheli şeylere dalarsa harama düşeceği beklenir. Bu nedenle haramlar etrafında dolaşmamak gerekir. Yukarıdaki hadisin devamında Allah Resulü (sav) şöyle buyurmaktadır: “Nitekim (içine girmek yasak olan beylik) koru etrafında (davarlarını) otlatan çoban da çok sürmez haram sahada otlatabilir. Haberiniz olsun, her hükümdarın (kendine mahsus) bir korusu olur. Gözünüzü açın, Allah'ın (yeryüzündeki) korusu da haram ettiği şeylerdir. Uyanık olunuz! Cismin içinde bir lokmacık et vardır ki, iyi olursa bütün ceset iyi olur, bozuk olursa bütün ceset bozulur. Dikkat edin işte o et parçası kalptir.” (Müslim, Müsakat, 107) Peygamberimizin bu hadisine göre haramlara yakın olmamalıyız. Haramlardan ne kadar uzak olursak, harama düşme olasılığı o kadar az olur. Bu durum Allah Teâlâ'nın Kur'an'da zina konusunda “Zinaya yaklaşmayınız” emri ile de teyit edilmektedir. Çünkü insanda zina yapma niyeti olmasa da, ona yakın yerlerde dolaşılırsa, örneğin mahrem olmayan kadın ve erkeklerin beraber oturmaları halinde, insanın zinayı düşmesine neden olabilir. Toplumumuzda bugünkü kadına şiddet ve öldürme olaylarının bir nedeni de yukarıdaki ikaza uymamaktan gelmektedir. Mahrem olmayan kadın ve erkekler bir arada halvet halinde olmaları, nefsin ve şeytanın vesvesesi ile insanı zinaya itmektedir. İnsanın şehevi tarafı çok kuvvetlidir. Kolayca bu konuda nefsine yenilebilir. Bu gayri meşru ilişkilerin sonucu, kadın ve erkek arasında şiddete dönüşmektedir. Çünkü haram girdiği yeri tamamen bozar. Bu ilahi bir sünnettir. Bunun aksini kimse iddia edemez. Haram sayılan ilişkilerde bulunan insanlar arasında hiçbir zaman huzur ve rahat oluşmaz. Bunların sonu şiddet ve karanlıktır. Ebu Hureyre (ra)’dan zayıf bir senetle rivayet edilen başka bir hadiste şunlar ifade edilmektedir: “Bir şeyin bana şüphe verip vermediğini nasıl anlayabilirim?” diyen kişiye Hz. Peygamber (sav) şu tavsiyede bulunmuştur: “Elini kalbinin üzerine koy, çünkü kalp haramdan irkilir ve çırpınır. Helalden de sükun ve huzur bulur.” (Heysemî, Mecme’u’z-zevâid, X, 294) Elin kalp üzerine konup kalp atışlarını dinlemek, bugün yalan makinesinin uygulamasında kullanılan yöntemle aynıdır. Şüphelilerden uzak durup, helal olanlara yönelmek gereklidir. Böylece harama düşmekten korunulmuş olur. İnsan “içine sinmeyen” veya “içine ısınmadığı” hususlardan uzak durmalıdır. Çünkü bunlarda haram olasılığı yüksektir. Bu gönül yatkınlığı bir bakımdan kişinin kendisi için özel bir ölçüdür. “Müftüler fetva verse de, sen gönlüne bak!” (Ahmet ibni Hanbel, Müsned, IV, 494) hadisinde bu hususa işaret etmektedir. Helal ve haram şuuru, şüphelilere karşı gösterilecek tutumla ancak canlı tutulabilir. Özellikle günümüzde, haramın sınırlarının yok edildiği görülmektedir. Bu bakımdan şüphelileri terk edip, günah işlemekten kurtulmak çok daha önemli hale gelmiştir. “Muhakkak ki, (araştırıp sormadan, helal - haram demeden, denize dalar gibi) ellerine geçirdikleri her türlü malı yiyenler için cehennem ateşi vardır.” (Hadis) El- Mikdam (ra) rivayet ediyor: Allah Resulü (sav) buyurdu ki: “Hiçbir kimse alnının teri ve ellerinin emeği ile kazandığından daha iyisini yememiştir. Şüphesiz Davut peygamber el emeğinden kazandığını yerdi.” (Buharî, Buyû, 15) “Helali araştırmak için peşinden koşan, sonra da geceyi yorgunluk içinde geçiren kimsenin günahları affolunur.” (Hadis) Hz. Ebubekir (ra)'dan rivayet ediliyor ki, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Haramla beslenmiş vücut cennete giremez.” (Mecma’, X, 293)
Hadis No 35 *قال يأتى على الناس زمان، لا يبالي المرء ما أخذ منه أمن الحلال أم الحرام.* (البخاري، البيع، 1005) Ebu Hureyre (ra), Hz. Peygamber (sav)’den şunu rivayet etmiştir: “İnsanlar üzerine öyle bir zaman gelecek ki, kişi aldığının helalden mi yoksa haramdan mı olduğuna aldırış etmeyecektir.” (Buharî, Alım Satım Kitabı, 1005) Bu hadisin hükmünün doğruluğunu bugün yaşamaktayız. İnsanların büyük bir kısmı, yaptıkları ticarette helal ve haram kavramını unutmuşlardır. Ticarette yalan söylemek, karşı tarafı aldatmak, borcunu ödememek, rüşvet vermek, faiz yemek gibi İslam dininin haram kıldığı şeylere sıklıkla rastlamaktayız. İnsanlar buna aldırış etmemektedirler. Fakat haklarındaki Allah'ın hükümleri, hem dünyada hem de ahirette uygulanacaktır. Hz. Ali (ra) rivayet ediyor ki, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “(Bir gün gelecek), doğruluk, dürüstlük azalacak; doğruluk, dürüstlük sadece dillerde kalacak; yalancılık, düzenbazlık çoğalacak; insanlar kalplerinde birbirine düşman olacak; netice olarak birbirlerini öldüreceklerdir.” (Gurreul Hikem, Hadis, 6438) Bugün bu durumları yaşamaktayız. İnsanlar büyük çapta birbirlerine düşman olup haset etmektedirler. Fırsat ortaya çıktığında birbirlerini öldürmektedirler. İnsanlar arasındaki savaşların büyük bir kısmı bu düşmanlığın sonucudur. Amir bin Ebi Talip (ra) rivayet ediyor ki, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “Öyle zaman gelecek ki, ilim sadece görünüş ve gösteriş için öğrenildiğinde, mal çoğalacak, ticaret yaygınlaşacak, tüccarların güvenirliği azalacak, başkalarına sorulmadan alışveriş yapılmayacak, ortalıkta doğru ve dürüst olan tüccar bulunmayacak.” (Nesai, Hadis, 4380) Ebu Hureyre (ra) naklediyor ki, Allah Resulü (sav) şöyle buyurmuştur: “İnsanların üzerine öyle bir zaman gelecek ki faiz yemedik kimse kalmayacak. Doğrudan yemeyen kişiye ise buharından ulaşacaktır.” (Ebu Davud, 3331) Bugün bu hadisin hükmüne şahit olunmaktadır. Çünkü insan ne kadar faizden korunmaya çalışsa da, insana faizin buharları ulaşmaktadır. Çünkü örneğin ticaret yaptığınız kişiler faiz yemektedir, insanlara ödenen maaş ve ücretler faiz parasından ödenmektedir. Bundan kurtulmanın imkanı yoktur. Ancak bu durum manevi hayatı etkilemektedir. Duaların kabul olmaması, salih rüyaların görülmemesi, bazı zuhurat ve keşiflerin doğru çıkmaması hep bu haramla bulanmış dünya hayatının sonuçlarıdır. Bu nedenle Müslümanların bu konuda bilinçli olmaları gerekir. İslam şeriatının haram kıldığı ve şüpheli olan şeylerden mümkün mertebe uzak kalınmaya çalışılmalıdır. Bu yönde gayret gösterirsek, Allah Teâlâ’nın Müslümanları bu konudan dolayı af ve mağfiret edeceğini ümit edebiliriz.
Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com
|
Hadis Şerhleri 5. Bölüm |
Yayınlama Tarihi: 08.09.2020 |