Hacı Bektaşi Veli Kimdir?

Hacı Bektaşi Veli (ks) (ö.669/1271), Anadolu’da yetişmiş en meşhur mutasavvıflardan biridir. Asıl adı Bektaş olup muhtemelen ölümünden sonra Hacı Bektaşi Veli diye şöhret bulmuştur. XIII. yüzyıl Selçuklu Anadolu’sunda Babaî hareketinin lideri Baba İlyas-ı Horasanî'nin çevresine, XIV. yüzyılda Yeniçeri Ocağı'nın kuruluşuna, XVI. yüzyılda kendi adını alacak olan Bektaşilik tarikatının teşekkülüne adı karışan Hacı Bektaş-ı Veli' nin, devrinin kaynaklarında hemen hiçbir iz bırakmadığına bakılırsa, yaşadığı dönemde yaygın bir şöhrete sahip olmadığı söylenebilir. Öte yandan Yeniçeri Ocağı'nın ve Bektaşiliğin piri kabul edilmesi ve Alevi-Bektaşi kesiminde bir iman esası olan güçlü konumu onu çözümlenmesi gereken tarihi bir problem haline dönüştürmektedir. Bu durum, hakkındaki yetersiz tarihi bilgilerle menkıbelerin yarattığı çift yönlü (tarihî-menkıbevî) şahsiyetinin birbiriyle uyuşmazlığından kaynaklanmaktadır. Menkıbevi Hacı Bektaş Rum abdallarının piridir; Diyar-ı Rum'un (Anadolu) büyük evliyasındandır. Tarihi şahsiyetini menkıbevileştiren anlaşılması ve tahlili güç bu dönüşüm süreci, onu daha XIV. yüzyıldan itibaren zamanımızda da bütün gücüyle varlığını koruyan çok önemli bir kültü, Anadolu'daki heterodoks Müslümanlığın merkez şahsiyeti yapmıştır. Mesele. Baba İlyas'ın sayısı oldukça fazla halifelerinin arasından yalnızca bu mütevazi Türkmen babasına nasip olması noktasında odaklanmaktadır. Ne Mevlana Celaleddin-i Rumi ne Yunus Emre ne de Anadolu'da yaşamış başka hiçbir sufı onun kadar güçlü bir kutsallaştırmanın konusu olmuştur. Bu bağlamda, bugünkü Hacı Bektaşi Veli'nin tarihi Hacı Bektaşi Vel'i'nin ölümüyle doğduğunu söylemek tarihi bir gerçeği ifade etmek olacaktır.

Hacı Bektaşi Veli'yi ancak kendi zamanından epeyce sonra yazılmış ikinci dereceden kaynaklardan incelemek mümkündür. Bu kaynakların en eskisi, XIV. yüzyılın ünlü sufilerinden Aşık Paşa'nın oğlu Elvan Çelebi'nin Menakıbü'l-kudsiyye adlı menkıbevî alevi tarihidir. Hacı Bektaş-ı Vel'i'nin şeyhi olup 1239 veya 1240 yılında Selçuklu yönetimine karşı Babaî İsyanı diye bilinen büyük sosyal hareketi gerçekleştiren Vefaî şeyhi Baba İlyas-ı Horasanl'nin torunu olan bu sufı şair, eserinde Hacı Bektaşi Veli'den kısaca bahsetmesine rağmen çok önemli ipuçları verir. Hacı Bektaş-ı Veli hakkında ikinci kaynak, vefatından yaklaşık yüz yıl sonra Mevlana Celaleddin-i Rumi'nin torunu Ulu Arif Çelebi'nin emriyle Ahmed Eflaki tarafından kaleme alınan Menakibü'l­ 'Arifin  adlı farsça eserdir. Dönemin Anadolu'su ve Mevleviliğin tarihi bakımından çok önemli olan bu eserde Hacı Bektaş-ı Veli hakkında kısa bir pasaj vardır. Bu pasaj. hem onun sufı kimliği hem de öteki kaynakları kontrol etme bakımından büyük değer taşır

Vilayetname-i Hacı Bektaş veya sadece Vilayetname diye tanınan eser çok önemlidir. Çünkü bu eser Hacı Bektaş-ı Veli'nin tarihi şahsiyetini tespite yarayacak çok önemli veriler ihtiva etmesinin yanı sıra Bektaşilik ve Alevilik'te bugün de mevcut olan inançların çoğunun kaynağını oluşturmasından ileri gelir. Dolayısıyla bu çevrelerde yarı kutsal niteliği olan bir kitaptır. Ayrıca Hacı Bektaş-ı Veli'yi Ahmed Yesevi geleneğine bağlayan önemli metinleri içinde bulunduran eser, Hacı Bektaşi Veli'nin şahsiyeti ve Bektaşiliğin tarihçesi bakımından tarihi gerçeklerle menkıbelerin birbirine karıştığı değerli bir kaynaktır

Hacı Bektaşi Veli'nin tarihi şahsiyeti ve Anadolu'ya gelmeden önceki hayatı hakkında Vilayetname'de yer alan menkıbevi bilgiler dışında kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Ancak onun "Horasan erenleri" diye bilinen Kalenderiyye akımına mensup sufılerden biri, dolayısyla Horasan Melametiyye mektebinden olduğuna muhakkak nazarıyla bakılabilir. Bu sebeple XIII. yüzyılda Cengiz istilası sebebiyle Anadolu'ya vuku bulan derviş göçleri arasında, aynı mektebe mensup Yesevi veya daha kuvvetli bir ihtimalle Haydarî dervişlerinden biri olarak Anadolu'ya gelmiş olmalıdır. Burada bugüne kadar gözden kaçan önemli bir nokta, benzeri bütün Türkmen şeyhleri gibi muhtemelen Hacı Bektaşi Veli'nin de kendine bağlı bir Türkmen aşiretiyle birlikte Anadolu'ya gelmiş olduğudur.

Hacı Bektaşi Veli muhtemelen aşiretiyle birlikte Anadolu'da yeni bir sufi çevreye intisap etmiş olmalıdır. Bu çevre, onun içinden geldiği Yesevilik ve Haydariliğe çok benzeyen ve XIII. yüzyılda Anadolu'da önce ünlü Türkmen şeyhi Dede Garkın, sonra da onun halifesi Baba İlyas-ı Horasani tarafından temsil edilen Vefailik tarikatı çevresidir. Nitekim Aşıkpaşazade’nin kaydından, Hacı Bektaşi  Veli ve kardeşi Menteş'in Baba İlyas-ı Horasani'ye intisap ettikleri, EIvan Çelebi ve Eflaki'nin ifadelerinden de Hacı Bektaş’ın halifelik makamına kadar yükseldiği anlaşılmaktadır. Hacı Bektaş'ın kardeşi Menteş'in 1239'da başlayan Babai İsyanı'na iştirak ettiği ve Sivas'ta Selçuklu kuvvetleriyle yapılan muharebede öldürüldüğü, Hacı Bektaş-ı Veli'nin ise ya tasvip etmediğinden veya başka bir sebeple bu isyana katılmadığı hem Elvan Çelebi' den hem de Aşıkpaşazade'den öğrenilmektedir. Fiilen katılmamış olsa bile isyan liderinin bir halifesi olduğundan isyanı takiben başlatılan takibattan kurtulabilmek için bir süre izini kaybettirmiş olmalıdır.

Hacı Bektaşi Veli, yine Vilayetname'ye göre Sulucakarahöyük'te bir Türkmen şeyhi olarak bir yandan kendi cemaati içinde mürşidlik görevini sürdürürken bir yandan da bugünkü Ürgüp yöresindeki hıristiyanlarla sıkı ilişkiler geliştirip onların ihtidasına zemin hazırlamıştır. Ayrıca şamanist Moğolların da Müslümanlığı kabul etmeleri için yoğun faaliyet göstermiş, halifelerini bu amaçla Anadolu'nun dört bir köşesine yollamıştır.

Vilayetname’nin dikkatli bir tahlili, Hacı Bektaşi Veli'nin, hem Ahmed Yesevi hem de Yesevilik etkilerini geniş ölçüde taşıyan Kutbüddin Haydar geleneklerini sıkı sıkıya koruyan bir Haydar! şeyhi olduğunu ortaya koymaktadır. Öte yandan Elvan Çelebi, Ahmed Eflaki ve Aşık Paşazade’nin eserleri de onun Vefai şeyhi olan Baba İlyas-ı Horasani'nin halifesi bulunduğunu açıkça göstermektedir. Kaynaklardaki bu kayıta güvenmek gerekirse, Hacı Bektaşi Veli'nin büyük bir ihtimalle Yesevilik ile Kalenderiliğin karışımından oluşan Haydarilik tarikatının bir mensubu olarak Anadolu'ya geldiği, daha sonra Baba İlyas-ı Horasani çevresine girerek Vefailik tarikatına intisap ettiği ve hayatının sonuna kadar da böyle yaşadığı söylenebilir. Bu durumda adını taşımasına rağmen Bektaşiliği kendisinin kurmadığı muhakkaktır.

Buraya kadar anlatılanlardan çıkan sonuca göre Hacı Bektaşi Veli'nin asıl şöhreti ve etrafında teşekkül eden muazzam kült onun vefatından sonra oluşmuştur. Bu kültün esas kaynağı da o zamanlar çok muhtemel olarak bir Haydari zaviyesi olan Sulucakarahöyük'teki dergahıdır.

Bu tarihi hadise Hacı Bektaşi Veli kültünün önce, hayatta iken bizzat Hacı Bektaş'ın da mensubu bulunduğu Haydari tarikatı dervişleri arasında ortaya çıkıp geliştiğini ve onlar vasıtasıyla her tarafa yayıldığını gösterir. Osmanlı gazileri aracılığıyla Hacı Bektaşi Veli'yi tanıyan Osmanlı sultanları, Yeniçeri Ocağı'nı kurarken gaziler arasında yaygın olan güçlü kült sebebiyle ocağı ona bağlamışlardır. Böylece Hacı Bektaşi Veli'nin hatırası Osmanlı topraklarında giderek gelişmek suretiyle büyüyüp ünlenmiştir. XVI. yüzyılın başlarına gelindiğinde ise Balım Sultan, Haydarilik'ten ayrılıp Osmanlı hükümet merkezinin desteğini de alarak Bektaşilik tarikatını Hacı Bektaşi Veli'nin adına bugün bilinen şekliyle kurmuştur. Böylece Anadolu Türk gayri Sünniliği, merkezine Hacı Bektaş-ı Veli'yi yerleştirerek teşekkül sürecini fiilen tamamlamıştır. (TDV, İslam Ansiklopedisi)

 

Marifet Nedir?

Marifet aklı aşan ve kalp vasıtasıyla elde edilen bir bilgidir. Bu bilgi, marifetullah “Allah bilgisi” kalıbında tamlama yapılarak kullanıldığı gibi yalnızca marifet terimiyle de ifade edilmiştir. Sözlükte “bilmek, tanımak ve bir şeyi tefekkür ederek idrak etmek” gibi anlamlara gelen marifet, bu yönüyle ilim kavramına yakın bir kullanıma sahiptir. Bununla beraber marifet daha çok Allah hakkındaki bilgi için kullanılmıştır. İnsanın Allah hakkındaki bilgisi O’nun zatını idrak vasıtasıyla değil, ancak yarattıkları üzerinde tefekkür etmek suretiyle sınırlı bir şekilde elde edilebilir. Tasavvufta marifet yalnızca tefekkürle elde edilen bir bilgi değildir. Marifet ancak akıl ve tefekkürün ulaşamadığı noktada kalp vasıtasıyla keşf, ilham ve müşâhede gibi manevi eylemler sonucunda ulaşılan bilginin adıdır. Bu bilgiye giden yol, riyâzet ve mücâhedeyle kişinin kalbini tasfiye etmesiyle mümkün olur. Bunun sonunda kişinin önündeki perdeler açılarak hakikatler ortaya çıkar.  Kalp vasıtasıyla elde edilen bu bilginin, akılla ulaşılan bilgiden daha kesin ve üstün olduğu sufilerce kabul edilir. Arifler, gerek ulaştıkları bilgi çeşidi gerekse bu bilgilerin kesinliği itibariyle her zaman için âlimlerin önündedir.

 

Hacı Bektaşi Veli’nin Marifet Anlayışı

7.-13. yüzyıllarda isminden çok söz edilen sufilerinden Hacı Bektaşi Veli’nin  tasavvuf anlayışında da marifetin önemli bir yeri vardır. Onun tasavvufî eğitim sisteminin merkezinde yer alan “dört kapı, kırk makam” anlayışının kapılarından biri marifet kapısıdır.  Bu nedenle Ariflerin üstünlüğü ulaştıkları bilginin kıymetiyle doğrudan ilişkilidir. Bu bakımdan Hacı Bektaşı Veli’nin tasavvuf düşüncesini anlamak için, onun marifet anlayışını kavramak gereklidir.

Hacı Bektaş Veli’nin eserlerinin başında hiç şüphesiz Makâlât adlı eseri gelmektedir. Makâlât, Hacı Bektaş’ın en yaygın ve en bilinen kitabıdır. Hacı Bektaş’ın “dört kapı, kırk makam” anlayışını bu kitapta anlatmaktadır. Bu kitapta da dört kapıdan birinin marifet kapısı olduğundan bahsedilir.

Hacı Bektaş’ın tasavvuf düşüncesini yansıtan ikinci önemli kaynak Kitâbü’l Fevâid’dir. Bu eserin, her ne kadar Hacı Bektaş’a aidiyetinde şüpheler bulunsa da fikir ve muhteva itibariyle Makâlât ile benzerlik göstermektedir. Bu durum, eserin Hacı Bektaş’ın tasavvuf düşüncesini bizlere yansıtabileceği beklenebilir. Fevâid’de, marifetle ilgili önemli tanımların yer almasının yanı sıra marifetin gerekleri, marifete ulaşmak için kalbin temizlenmesinin lüzûmu, marifetullahın önemi ve ariflerin üstünlükleri gibi konular üzerinde durulmaktadır. Bu nedenle bu eserin, Hacı Bektaş’ın marifet anlayışına dair bilgileri ihtiva ettiğini söyleyebiliriz.

Hacı Bektaşi Veli kitaplarında marifeti bir ağaca benzetir ve şöyle der: “Marifet ağacının başı tevhiddir. Özdeki imandır. Kökü yakınlık ve tevekküldür. Budakları nehy-i münker, suyu havf ve recâ, yemişleri ilim, yeri mü’minlerin gönlüdür. Başı arştan yukarıdadır.” Onun bu ifadeleri, doğru bir imana sahip  olmadan  marifete ulaşmanın mümkün olmayacağı demektir. Bunun için dinin emir ve yasaklarına riayet etmek önemlidir.

Hacı Bektaşi Veli Marifetin makamlarını şöyle sıralamaktadır:

Marifetin birinci makamı edep; ikinci makamı korku; üçüncü makamı perhizkârlık; dördüncü  makamı sabır ve kanaat; beşinci makamı utanmak; altıncı makamı cömertlik; yedinci makamı ilim; sekizinci makamı miskinlik; dokuzuncu makamı marifet; onuncu makamı kendini bilmektir. Nitekim Hazreti Resul buyurur ki “kendi nefsini bilen, Rabb'ini hakkıyla bilir.”

Hacı Bektaş, marifetten ne anladığını Makalat adlı kitabında aşağıdaki cümlelerle anlatmaktadır:
Gönül büyük bir şehirdir ki Hak subhanehu ve Teâlâ Arştan yerin altına kadar her ne yarattıysa o şehirde vardır ve o şehre sığar. O şehirde iki Sultan vardır: Bunlardan biri rahmani biri şeytanidir. Rahmani Sultan'ın adı akıl, naibi iman ve subaşısı miskinliktir (fakirlik). Yüreğin sağ kulağında yedi kale vardır. Hak subhanehu ve Teâlâ her bir kalede bir muhafızı vekil kılmıştır. O muhafızların adı birbir belirtilmiştir:

İlk muhafızın adı ilimdir.

İkinci muhafızın adı cömertliktir.

Üçüncü muhafızın adı hayâdır.

Dördüncü muhafızın adı sabırdır.

Beşinci muhafızın adı perhizkârlıktır.

Altıncı muhafızın adı korkudur.

Yedinci muhafızın adı edeptir.

Değme bir muhafızın yüz bin cemaati, her bir cemaatin yüz bin askeri vardır. Bunların hepsi iman bekçileridir.

İşte böyle aziz kardeşim! Bu işleri tamam ettiğimiz zaman, Çalap Tanrıdan diledik de marifet yâr, elinde beş hilat (süslü kaftan) tutarak geldi.
Birinci hilat ilhâm, ikinci hilat muhabbet (aşk) tır.

Bunlar cana giydirildi, can dirildi. Akla uygun geldi; geleni gideni anladı.

Çünkü bütün nesneler canla dirilir; fakat can da marifetle dirilir.

Şimdi marifetli can erenler canıdır, marifetsiz can ise hayvanlar canıdır.
Hz. Resul (sav) buyuruyor ki: “
Hak subhanehu Teâlâ insana dört göz verdi: İkisi baş, ikisi gönül gözüdür. Baş gözüyle yaratılmışı (halkı), gönül gözü ile Yaradan'ı (Halıkı) görür.

Onun için Halık’ı  sevmek duygusu; şevk, zevk, gönül içinde ateş gibi kopar; vücuda yayılır ve o şekilde hareket başlar. O hareket Halık’ın dostluğu içindir; helaldir.

Ten cana merkeptir. Şükür zamanında can nasıl şükrederse, ten öyle şükreder. Bilmeyenlere bu söz manayı bildirir.

Şimdi, birisinin gönül gözü olmazsa, Hak’tan ne haberi olur? Zira, bir kimse şeker tatmamış olsa, adını bilmekle, tadını ne bilir? (Esasında gözleri görmeyen insana kör demenin faydası ne, manası ne?)

Bu sebeple Halık katında hidayet azizdir:

“Rablerinin rızasını dileyerek sabah ve akşam O’na dua eden (fakir) leri, (müşriklerin) arzusuna uyarak yanından kovma. Onların hesabından sana ve senin hesabından da onlara bir şey gerekmez.” (Enam, 6/52)

Ölüm iki türlüdür. Bazılarının canı, bazılarının da teni ölür. Canları ölenlerin tenleri hayatta yaralı, gönülleri hastadır.

“Onların kalplerinde hastalık vardır ve Allah onların hastalığını daha da artırmıştır.” (Bakara, 2/10)

Tenleri ölüp canları ölmeyen aşıklardır.

Sakın Allah yolunda şehit edilenleri ölüler sanma. Doğrusu onlar Rableri katında diridirler. Cennet meyvelerinden rızıklanırlar.” (Ali İmran, 3/169)

Canın ölümü, nefsin hastalıklarından değildir. Fakat can içinde bir hastalık vardır ki ona “inkar hastalığı” derler. Marifet, gayet ulu bir hassaki ve gayet ulu bir hakimdir. Heybetle varır; candaki inkâr hastalığına son verir, ilaçla canı taze tutar.

Bilmiş olasınız ki, o mübarek ağızlardan türlü marifet haberleri söyleyip duyuran erenlerin günde yedi kere ayaklarının tozunu ezip içmek gerek. Çünkü marifetli gönül erenler gönlüdür. O, Hak Teâlâ'nın ulu hazinesi ve nazargahıdır. Marifet o gönülleri diri kılar ve o gönül gözü açılır. Hakka layık olmayanların gönüllerine marifet verilmez ve hiç kimse o kişilerden rahat olmazlar. 

Hacı Bektaşi Veli’nin Marifet Anlayışı hakkında Prof. Dr. Mahmud Esad Erkaya’nın “Hacı Bektaş Veli’nin Tasavvuf Düşüncesinde Marifet ve Arifler” adlı makalesinde şunlar yazılıdır:

“Tasavvuf büyükleri irfanın ilimden daha üstün olduğunu çeşitli vesilelerle ifade etmişlerdir. Amelsiz bir ilmin vebal olacağı yönündeki rivayetlerle birlikte düşünüldüğünde asıl ilmin eyleme dönüşen ve bunun nihayetinde de kulun vasıtasız olarak Rabbinden aldığı bilginin daha kıymetli olduğu hususu Hacı Bektaş’ın da üzerinde durduğu bir mesele olmuştur. Ona göre gelmiş geçmiş bütün ilimleri tahsil etmiş de olsa son nefesinde yalnız başına bu ilimler kendisine fayda vermeyecektir. Kulu son nefeste elinden tutacak olan, kazandığı huzur ve Allah’ı tanıması yâni marifettir. Bunun dışında bildiği ne varsa hepsi yok olup gidecektir. Hacı Bektaş’a göre Allah Teâlâ, dünyadaki karanlığı ay, güneş ve yıldızların ışıklarıyla aydınlattığı gibi insanı da üç nesne ile karanlıktan aydınlığa çıkartmıştır. Bunlar akıl, ilim ve marifet ışığıdır. Akıl ve ilim dünyadaki ışık kaynakları gibi kalıcı değillerdir. Ay ve güneşin battığında ışığı kaybolduğu gibi ilim de ölümle birlikte ortadan kalkacaktır. Marifet ise kul ölüp kabre konulsa da hatırından gitmeyecek, kabirde dahi faydası görülebilecektir.

Hacı Bektaş Veli’ye atfedilen eserlerden anlaşıldığı kadarıyla marifet, onun ve takipçilerinin tasavvuf düşüncesinde anahtar bir kavramdır. onun tasavvuf düşüncesinde inananları dört ayrı grup halinde ele aldığı görülmektir. Bu dört grubun da dört kapı ve kırk makam ile doğrudan bir ilişkisi bulunduğu anlaşılmaktadır. Bunlardan ilki şeriat makamlarını hayata geçiren âbidler, ikincisi tarikat makamlarını hayata geçiren zâhidler, üçüncüsü marifet makamlarını hayata geçiren arifler, sonuncusu ise hakikat makamlarını hayata geçiren muhiblerdir. Bu taksime göre marifete ulaşmak ancak şeriat ve tarikat makamlarını geçmekle mümkün olmaktadır. Şeriatla Allah’ın emir ve yasaklarını gözeten salik, tarikat makamlarının gereklerini yerine getirip marifet makamlarına ulaşır. Marifet makamlarında, tasavvuf yolunda ilerleyen müridin bireysel yaşantısında ve karakterinde birtakım değişiklikler meydana gelir. Ahlâkının güzelleşmesinin yanında Rabbini tanımak noktasında da ilerleme kaydetmiş olur. Marifet, kalbin tasfiyesi ile ulaşılan bir bilgidir. Marifeti elde etmek için kalbin önündeki perdelerin kaldırılması icap etmektedir. Bunun yolu ise şeriat ve tarikatın gereklerini yerine getirmekle doğrudan ilişkilidir. Saliki marifete götüren süreçte edep, perhizkârlık, sabır, miskinlik, cömertlik, ilim, gönle riâyet (marifet) ve kişinin kendini bilmesi önemlidir. Gerçek manada havf ve hayâ makamına ermek ise marifete ulaşma ölçüsünde gerçekleşecektir. Bu bağlamda marifet makamlarının her birinin marifetullaha ulaşmada salikin uyması gereken temel ilkelere işaret ettiği anlaşılmaktadır

Hacı Bektaş’a göre marifet ilmine sahip olmuş arifler, Allah’ı tanımaları ve ahirette kendilerine yarar sağlayacak bilgilerle kuşanmış olmaları itibariyle âlim, âbid ve zâhidlerden daha üstün bir konumda yer almaktadır. Arifler hayatın anlamını ve dünyanın değersizliğini anlamış, kalplerini temizleyerek Allah’tan gelen tecellilere ve gaybî bilgilere mazhar olmuşlardır. Bu anlayışı itibariyle Hacı Bektaş’ın sünni tasavvuf düşüncesi geleneğindeki diğer sufilerle aynı çizgide olduğu görülmektedir.

Hacı Bektaş’ın dört kapı kırk makam anlayışındaki herbir makamın, dinin emir ve yasaklarını hayata geçirme adına kategorize edildiği fark edilmektedir. Bu durum, telif edilen eserler bağlamında, Hacı Bektaş’ın öncülüğünü ettiği tasavvufî hareketin Ehl-i Sünnet çizgisindeki tasavvuf düşüncesini temsil ettiğini söylemeye imkân vermektedir.”

 

Marifet ve Şeriat

Tasavvufta marifetullah, insanın yaratılış amacı olarak düşünülür. Çünkü Allah Teâlâ insanları ve cinleri ancak kendisini tanımaları için yaratmıştır (Zariyat, 51/56). Marifetullaha ulaşmanın, yâni Allah’ı tanımanın yolu ise şeriata tam anlamıyla uymakla mümkündür. Şeriat, “İslâm’a ait dini, ahlâkî ve hukûkî hükümlerin bütünüdür.” Dolayısıyla tasavvuf, şeriata uymakla başlar. Diğer taraftan hakikat ise Allah’ın, kuluna bazı ilâhî gerçekleri ve sırları bildirmesidir. Böylece kul Rabbinin birtakım tecellilerini müşâhede eder. Hakikat ilmi şeriat ile amel etmenin sonucudur. Kul Allah’ın emir ve yasaklarına riayet ederek hayatını sürdürürse, Allah da ona gayb hazinesinden birtakım bilgi ve hikmetler lütfedecektir. Bunlar tasavvufta hakikat olarak değerlendirilir. Marifet ise bu hakikatlerin bilgi boyutudur. Bu bağlamda “Uğrumuzda mücâhede edenler var ya, biz onları mutlaka yollarımıza (hakikata) ileteceğiz.” (Ankebut, 29/69) ayetindeki mücâhede şeriata tekabül ederken, kulunu yollarına iletmesi ise hakikati gösterir. “Ey iman edenler! Eğer takva sahibi olursanız; O, size furkan (hakikat/iyiyi kötüden ayırt edecek bir anlayış) verir.” (Enfal, 8/29). Bu ayetdeki takva sahibi olma şeriata, bunun neticesinde kula nasip edilen furkan ise hakikata karşılık gelmektedir. Bu bağlamda, “Allah Teâlâ bildikleriyle amel eden kimseye bilmediklerine dair ilmi öğretir.” Bu hadis, marifete giden yolun şeriattan geçtiğini göstermektedir. Hacı Bektaşi Veli’nin de hakikat ve marifet kapsamında üzerinde önemle durduğu husus şeriata bağlı olmaktır. Nitekim rivayet edildiğine göre o, hakikatin sırlarından bahsetmek istediğinde sözlerine Hz. Peygamber’e atfedilen “Şeriat sözlerim, tarikat eylemlerimdir” rivayetini zikrederek başlamaktadır. Böylece o Hak yolunun taliplilerinin marifet ve hakikat yolunda şeriat dairesi içerisinde olgunlaşmış bir tasavvuf anlayışına sahip olmalarını hedeflemektedir.

Hakikat yolunda ilerleyen salikin seyr ü sülûk (tasavvufî yolculuk) süresince elde ettiği ilâhî bilgi ve tecrübeler birer sermayedir. Bu sermayeye marifet denir. Bu sermaye şeriata uymakla elde edilir. Hacı Bektaş, kendisine “Tarikatten bahsetmek kime düşer?” diye sorulduğunda “Dışı yeryüzündeki insanlara arz edildiği takdirde dışında şeriat açısından hiçbir kusur bulamadıkları ve içi gökyüzündekilere arz edildiğinde içinde de bir eksiklik bulamadıkları kişiye düşer.” şeklinde cevap vermiştir. Bu cevap onun marifet anlayışını desteklemektedir.

Hacı Bektaş’ın şeriatın ilkelerine ne kadar önem verdiğini kitabında verdiği şu örnekle daha iyi anlaşılmaktadır. Ona göre “Bir kuyuya bir damla içki damlasa, o kuyunun suyunu bir defa çıkarıp başka yere dökseler, o suyun döküldüğü yerde ot bitse ve o otu koyun yese, takva ehlinin sözüne göre o kuyunun eti haramdır.” Çünkü temelinde içkinin olduğu yerde hayır yoktur.  Ona göre şeriatın temel ilkelerine riâyet etmeksizin tasavvuf yolunda ilerlemek mümkün değildir. Şeriattan sonra tarikat kapısına, sonrasında ise marifet kapısına ulaşılacaktır.

Bugün bazı Bektaşilerin ve Alevilerin ileri sürdükleri gibi, Hacı Bektaşi Veli için sadece hakikat önemli değildir. Şeriat da aynı şekilde önemlidir. Ancak günümüzde onlara, şeriatın emirlerini uygulamak zor geldiğinden, bu türlü bir kaçamakla kendilerini haklı çıkarmaya çalışmaktadırlar. Ve bu mantıklarını da haksız yere Hacı Bektaşi Veli’ye mal etmektedirler.

Bugün birçok Bektaşilik kutlamalarında içki içilmekte olduğunu görüyoruz. Bu ülkemizde olduğu gibi dünyanın diğer ülkelerinde de aynı şekilde uygulanmaktadır. Oysa yukarıda Hacı Bektaş’ın verdiği örnek bunun kendisi tarafından kabul edilmediğini açıkça göstermektedir. Bugünün Bektaşilerinin bu hususu dikkate alarak eylemlerini düzeltmeleri gerekmektedir.

 

Şeriatın Makamları

Hacı Bektaşi Veli, Makalat adlı kitabında şeriatın makamları hakkında şunları yazmaktadır. Ona göre şeriatın makamları şunlardan ibarettir:

Şeriatın birinci makamı iman getirmektir: Kur'an'da şöyle hitap edilir:

Ey iman edenler” (Maide, 5/9)

İkinci makam, ilim öğrenmektir:

Rabba Kul olunuz” (Ali İmran, 3/79)

Üçüncü makam; namaz kılmak, zekat vermek, oruç tutmak, gücü yetene hacca gitmek, seferberlik olunca kaçmayıp düşmana karşı gelmek ve cenabetten temizlenmektir. Nitekim Kur'an'da ve hadiste bu hususlarda şöyle buyurulur:

“…Namazı kılın ve zekatı verin” (Bakara, 2/43)

Ramazan ayında oruç tutunuz” (Hadis)

Allah için Kabe'yi haccetmek, oraya gitmeye gücü yeten insanlar üzerine farzdır.” (Ali İmran, 3/97)

Dördüncü makam, helal kazanmak ve faizi haram bilmektir.

“Allah alışverişi helal faizi haram kıldı.” (Bakara, 2/275) 

İmanın şartı altıdır. Allah'a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, ahiret gününe, kadere, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna inanmaktır.

Arifler katında iman akıl üzeredir. Fakat herkesçe bilinen, imanın dil ve gönül üzere olduğudur. Kim Çalap Tanrı’ya gönülden tanıklık yapmazsa, mutlak kafirdir.

“… ve onlar deve iğne deliğinden geçinceye kadar cennete giremeyeceklerdir.” (Araf, 7/40))

Öte  taraftan dili ile tanıklık yapıp da gönlü ile inanmazsa münafıktır. Cehennemin en alt tabakasında olur.

“Şüphesiz ki münafıklar cehennemin en alt tabakasında olacaklar” (Nisa, 4/145).

İbadete gelince: amel imandan ayrıdır ve iman ibadettir. Değme ibadet, imana ermez. Küfür de günahtır ama değme günah küfre ermez. Nitekim Allah şöyle buyurur:

Muhakkak ki Allah kendisine ortak koşulmasını affetmez. Bunun dışındaki günahları dilediği kimseye bağışlar.” (Nisa, 4/48)

Bu iki sözde kişilere dosttur:

“Hani Rabbin Adem oğullarının sulblerinden zürriyetlerini çıkarıp aldı da, onları nefislerine karşı şahit tutarak, Ben sizin rabbiniz değil miyim? buyurdu” (Araf, 7/172)

İşte iman budur. Fakat bizim sözümüz şudur ki, Rahman'ın ve şeytanın aslı nedir? Bunu bilmek gerekir. Şimdi şu da bilinmelidir ki Rahman'ın aslı iman, şeytanın aslı ise şüphedir. Fakat imana şüphe katmak güçtür. Çünkü iman akıl üzeredir. Akıl sultandır ve ten içinde imanın naibidir. Sultan giderse naib nasıl durabilir.

Çalap Tanrıya inanmak, buyruğunu tutmak, sakının dediğinden sakınmak imandır. Tanrı Tebareke ve Teâlâ'nın buyurduğunu tutmayıp, sakın dediğinden sakınmamak Tanrıya inanmamaktır.

Tanrının meleklerine inanmak imandır.

Tanrının Kur'an'ına ve diğer kitaplara inanmak da imandır.

Şimdi için; kibir, haset, cimrilik, tamah, öfke, gıybet, kahkaha, şamata ve maskaralıklarla doludur. Şimdi azizim! Hangi kitapta bunlardan birisinin iman ehlinin içinde olacağı buyurulur? Nerede kaldı; (Tanrı'nın) kitaplarına ve tebliğlerine inandığın?

Tanrı dostlarına inanmak da imandır. Çünkü Tanrı dostları miskinliği (fakrı) kabul ettiler. İkiliyi, kesreti bırakıp vahdet yoluna girdiler.

Tanrı dostları bir gün tok, iki gün aç gezerler.

Nitekim Hazreti Resul (sav) şöyle buyurmuştur: “Ben dahi bir gün tok, iki gün aç dururum.”

Ey müminler! Kıyamete inanmak, böyle sizin gibi inanmak değildir. Zira siz haram ve helal her ne bulursanız giyinir, donanır; haksız yere nimetleri yiyip beslenirsiniz. İşte bu inanmak mıdır ki siz inanmış olacaksınız?

Şimdi ey müminler! Eğer kendinizi bildiyseniz, bu kapı ümit kapısıdır; sizlere rahmet eder. Eğer kendinizi bilmedinizse, bu kapı ümitsizlik kapısıdır; sizlere kızgınlık ve öfke verir. Çünkü o yüce Padişah şöyle der:

“Ben o Padişahım ki milyonlarca insanı kapımda talep edici olarak isterim. Kapımda ömür boyunca zar zar ağlarlar da eğer inançları ve istekleri riyâlı olursa sonunda perişan olurlar.”

Her ne kim var, ihlasla iman getirmek zorundadır.

Bunların hepsi tam imandır. Korkusuz yürümek imana şüphedir. Öyleyse azizim! Marifetin aslını bu kadar hülasa ettik; çünkü gerçek canlara hülasa (kısa) söz yeter. 

 

Marifet ve Kalb

Hacı Bektaşi Veli kitaplarında marifete kalb ile ulaşılacağını ifade etmektedir. Ona göre insanın ikisi başta ikisi de gönülde olmak üzere dört gözü bulunmaktadır. İnsan nasıl ki baş gözüyle halkı (yaratılmışları) görüyorsa, gönül gözüyle de Hâlık’ı (yaratıcıyı) müşâhede edebilmektedir. Hacı Bektaş’a göre marifet bir manadır. Mana ise Yüce Allah’ın cemalini görmektir. Herkes Allah’ın cemalini görmeyi arzular. Ancak Hak Teâlâ ancak mümin kullarını buna mazhar kılacaktır. Hacı Bektaş’a göre Hz. Peygamber’in şu hadislerinde, “Müminin kalbi, Allah’ın evidir.” ve “Müminin kalbi Allah’ın arşıdır.”, ifade edilmek istenen budur.

Hacı Bektaşi Veli’ye göre Cenâb-ı Hakk’ı müşâhede etmek ancak kalb vasıtasıyla mümkündür. Bununla birlikte insanın marifete ulaşması yolunda karşılaştığı en büyük engel ise kalbinin önündeki perdelerdir. Hacı Bektaş’a, “Görmek istenilen Hakk’ın yüzü neyle görülür?” diye sorulduğunda “İç temizliği ve doğrulukla talep aynasında görürsün.” der. Bu bağlamda Hacı Bektaş’a göre Allah ile kul arasındaki perde yeryüzü, gökyüzü, arş ve kürsü gibi maddî engeller değil, kişinin bencilliğidir. Kul ancak kötü duygu ve düşüncelerinden kurtulduğunda Rabbini müşâhede edebilecektir. Hacı Bektaş’a göre kalbin selâmeti, temiz bir kalple “Allah’tan başka bir ilâh yoktur, Muhammed onun resulüdür.” demekten geçmektedir. Temiz kalp ise dünya sevgisinden, haset ve hıyanetten arınmış olan kalptir. Nitekim böyle bir kalpte ne dünya kötülüklerine ne de ahiret menfaatlerine yer vardır. Bununla birlikte Hacı Bektaşi Veli, Allah’ı tanımanın ancak O’nun izin vermesi ve nasip etmesiyle gerçekleşebileceğini ifade eder. Çünkü ona göre Yüce Allah birinden gizlenmek istediği zaman hiçbir kuvvet o kimseyi Allah’a ulaştıramaz. Çünkü Allah’tan başka hidayet edici yoktur.

Hacı Bektaş’a göre ariflerde iman akılla, marifet ise gönülle tahakkuk eder. Allah’a gönülden inanmayan kimse ise münafık hükmündedir. Buradan Hacı Bektaş’a göre marifetin imanın daha üst bir boyutu olduğu anlaşılır.

Hacı Bektaşi Veli, Makalat adlı kitabında, gönlü büyük bir şehre benzemektedir: “Allah Teâlâ arşta neyi yarattıysa o, şehirde vardır, içine sığmıştır. Bu büyük şehirde iki sultan vardır. Birisi Rahmânî, diğeri şeytânîdir. Rahmânî sultanın adı akıl, vekili iman, komutanı miskinliktir. Kalbin sağ tarafında ise yedi kale vardır. Her kaleye Allah, bir muhafız vekil yerleştirmiştir. İlk muhafız ilim, ikincisi cömertlik, üçüncüsü ar ve hayâ, dördüncüsü sabır, beşincisi perhizkârlık, altıncısı korku ve yedincisinin adı edeptir. Her muhafızın yüz bin hizmetkârı vardır. Her bir hizmetkârın ise yüz bin askeri vardır. Bunlar imanın bekçileridir.” Dikkat edilirse Hacı Bektaş’ın bu benzetmesinde yer alan unsurların “dört kapı, kırk makam” anlayışındaki marifet makamlarını teşkil ettiği görülecektir. Dolayısıyla marifet makamları aynı zamanda gönlü koruyacak birer muhafız gibidir. Kalbin temizlenmesiyle birlikte marifet nurlarının buraya  inecektir.

 

Marifet Makamının Tevhid Anlayışı 

Hacı Bektaşi Veli Makalat adlı kitabında Marifet Makamının Tevhid anlayışını aşağıdaki şekilde açıklamaktadır.

O Kadim Padişah önce bize birliğini (bir olduğunu, tevhidi) bildirdi. Ondan sonra alemlerin Padişahı, kullarına kendi varlığını bildirdi:

Ve Tanrımız tek bir tanrıdır, ondan başka Tanrı yoktur, çok rahmetli, çok merhametlidir.” (Bakara, 2/163)

Allah ki O gökleri ve yeri yaratmıştır.” (İbrahim, 14/32), (Secde, 32/4)

Ondan sonra sıfatını bildirdi:

Allah'ın verdiği renge boyanın; boyası Allah'ınkinden daha güzel olan kim var; ve biz ona kulluk edeceğiz, deyin.” (Bakara, 2/138)

Ondan sonra mülkünü bildirdi:

Göklerin ve yerin hükümranlığı O’nundur.” (Tevbe, 9/116), (Zümer, 39/44)

Ondan sonra heybetini bildirdi:

O, kullarının üstünde yegane mutasarrıftır, hakimdir, haberdardır.” (Enam, 6/18)

Ondan sonra  azametini bildirdi:

“O, eşsiz derecede yüksek ve büyüktür.” (Bakara, 2/255), (Şura, 42/4)

Ondan sonra izzetini bildirdi:

“…İzzet bütünüyle Allah'ındır.” (Fatır, 35/10)

 Ondan sonra celalini bildirdi:

Celal ve ikram sahibi olan Rabbinin ismi ne kutludur.” Rahman, 55/78)

Ondan sonra nimetini bildirdi:

“Ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.” (Hac, 22/78)

Ondan sonra intikamını bildirdi:

Ve Allah çok üstün ve zalimlerden intikam alıcıdır.” (Ali İmran, 3/3,4), (Maide, 5/95)

Ondan sonra lütfunu bildirdi:

Allah kullarına çok lütufkardır; dilediğini hesapsız nimetlere boğar.” (Şura, 42/19)

Ondan sonra muhabbetini bildirdi:

“…Bana uyun ki Allah da sizi sevsin.” (Ali İmran, 3/31)

Ondan sonra yardım (Nusret) ını bildirdi:

“İnsanlara yardım etmek bizim üzerimize bir vecibedir.” (Rum, 30/47)

Ondan sonra kısmetini bildirdi:

Dünya hayatında onların geçimliklerini aralarında biz paylaştırdık.” (Zuhruf, 43/32)

Ondan sonra hasbet (yeterli kifayet) ini bildirdi:

Kim Allah'a dayanırsa O, ona kafidir.” (Talak, 65/3)

Ondan sonra Rahmetini bildirdi:

“Allah insanlara karşı çok merhametlidir.” (Ahzab, 33/43)

Ondan sonra hikmeti içinde hayrının çok olduğunu bildirdi:

“…Ve kime hikmet bahşedilmişse gerçekten pek çok iyilik verilmiş demektir.” (Bakara, 2/269)

Ondan sonra kullarına ilim öğretilmesini bildirdi:

“Ve Allah size evvelce bilmediğiniz şeyleri öğretir.” (Bakara, 2/151)

Akıl aya, marifet güneşe, ilim de yıldıza benzer.

Dünyada güneş doğar ve uyanır. Fakat marifet hangi gönülde doğarsa o gönül uyanır; başkası uyanmaz. Marifeti Adem ilminde beyan edelim, inşallah:

Yedi kat gök var; ten de yedi kattır. İlki deri, sonra et, kan, damar, sinir, kemik ve iliktir. İşte bunlar yedi kat göğe benzer.

Dünyada bulut ve yağmur var. Kaygı buluta; gözyaşı yağmura benzer.

Dünyada dağlar da var. İnsanda da kemik başları dağlara benzer.

Dünyada gark edici yedi de deniz var. Tende de gark edici yedi deniz var:

Birincisi gözdür; görmekten gark eder.

İkincisi dildir; söylemekten gark eder.

Üçüncüsü kulaktır; işitmekten gark eder.

Dördüncüsü kursaktır; eritmekten gark eder.

Beşincisi karındır; acıkmaktan gark eder.

Altıncısı, ağrı, sızıdır; ölümle gark eder.

Yedincisi sevdadır; mecnunluk ile gark eder.

Dünyada ırmaklar da var. Gözyaşı ırmaklara benzer.

Dünyada köyler de var. Tenler köylere benzer.

Dünyada ağaçlar da var. Parmaklar ağaçlara benzer. Dünyada otlar ve çalılar da var; kıllar otlara, kollar çalılara benzer.

Dünyada dört türlü de su var: Birincisi saf su; ikincisi acı su; üçüncüsü kavi su; dördüncüsü pis kokulu sudur. Tende de dört türlü su var:

Birincisi ağız suyu; tatlıdır. İkincisi göz suyu; acıdır. Üçüncüsü burun suyu; kavidir. Dördüncüsü kulak suyu; pistir.

Dünyada dört türlü de ateş var:

Birincisi taş ateşi:

“… yakıtı insanlarla taş olan ateşten sakının.” (Bakara, 2/24)

İkincisi ağaç ateşi:

“(Allah) sizler için yeşil ağaçtan ateş yapmaktadır.” (Yasin, 36/80)

Üçüncüsü yıldırım ateşi:

“(Münafıklar ve kafirler) gök gürlemeleri ve şimşek arasında…parmaklarını kulaklarına tıkayan (kimseye benzer)” (Bakara, 2/ 19)

Dördüncüsü Cehennem ateşi:

Kafirler için hazırlanmış olan o cehennem ateşinden korkun.” (Ali İmran, 3/131)

İnsanda da dört türlü ateş vardır. Birincisi ziyafet-yemek ateşi; ikincisi şehvet ateşi; üçüncüsü soğukluk ateşi; dördüncüsü muhabbet ateşidir.

Şimdi devletli kişi odur ki, canını gafletten uyarmış, halini bilmiş olsun.

Dünyada, mümin ve kafir de var. İnsanda ilham mümine; vesvese kafire benzer. Dünyada düşman ve savaş da var. Nefis düşman; nefsin arzusuna uymamak savaştır.

Nefis zalim, can muktesit, gönül sabıktır.

Dünyada kimi adaletli, kimi zalim ve birbirleriyle kavga eden beyler var. Vücutta da bir akıl ve bir heva var. Aklında hevanın da elli beş askeri var. Fakat akıl askeri, düzen ve temkinde (emr bilmaruf ve nehy alelmünker) dir. Aklın subaşısı ilhamdır; hevanın subaşı ise vesvesedir. Bu ikisi her gün savaşırlar.

Dünyada; başında tacı, boynunda gerdanlığı, üstünde hilatı olan; fermanları, tahtları, memleketleri ve halkları bulunan padişahlar var.

Şimdi, tevhid, tac; ibadet gerdanlık; Müslümanlık hilat; ferman iman; taht marifet; memleket ihsan; raiyyet (bağlı olan halk) İslamdır:

Allah katında din, şüphesiz İslamdır.” (Ali İmran, 3/19)

Arifler; raiyyeti İslam; mülkü ihsan; fermanı iman; tahtı marifet olan yere otururlar ve Çalap Tanrı ile münacat (yakarma- yalvarma) ederler .

 

Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa      Makaleler

 

 

Hacı Bektaşi Veli’nin

Marifet Anlayışı

Yayınlama Tarihi: 26.12.2024