Teslis kelimesi Arapça olup sözlükte “üçleme” anlamına gelmektedir. İslâm geleneğinde Hıristiyanlığın üç unsurlu (baba-oğul-kutsal ruh) ilâhlık anlayışını ifade eder. Teslis inancı Hıristiyanlıkta temel bir unsurdur ancak bu inanç Hz.İsa (as)’ın tebliğ ettiği dinde mevcut değildir. Bu inanç sonradan ortaya atılmış ve Hz. İsa’nın dinine eklenmiştir. Bu nedenle İsa (as) tebliğ ettiği Nasranilik ile göğe yükseltilmesinden sonra tesis edilen ve çeşitli kiliselerin inandığı Hıristiyanlık, birbirinden çok farklıdır.

Hz. İsa Allah Teâlâ’nın emirlerini, ümmetine tebliğ eden ve onlara vaaz ve nasihat eden ve insan olan bir Peygamber idi. Ümmetinden, tövbe etmelerini ve eski bozuk, kötü adet ve alışkanlıklarından vazgeçmelerini istemişti. Hz. İsa yeni bir dinin kurucusu değildi. Hz. Musa (as)’ın getirdiği şeriatin yenileyicisi idi. Hz. İsa’nın dini temel olarak vaaz ve nasihatten ibaretti. Bu dinde Vaftiz ve İşa-i Rabbânî gibi ayinler yok idi. O, günahlara kefaret olarak ve çarmıha gerilerek kurban edilmeye gelmemişti.

Hz. İsa, Peygamberlik vazifesini yapmaya başladığı zaman, Yahudilerin bir kısmı   onu beklenilen Mesih kabul ettiler. Ancak, Hz. İsa’nın 3 sene süren peygamberliği süresince söylediği sözler, seneler sonra Yahudiler tarafından Yunan felsefesi ve putperest cemaatlerin fikirleri doğrultusunda, tefsire tabi tutuldu. Böylece, Hz. İsa’nın gerçek dini, değiştirilmeye başlandı. Onun yolunu öğretmek yerine, onun şahsını yüceltmeye başladılar.

İsevilik, Yahudilerin yaşadıkları yer olan Filistin’den, putperest milletlerin memleketlerine yayıldı. Bu yayılma birçok değişmelere sebep oldu. İseviler, Hz. Musa’nın şeriatinden uzaklaştılar. Hz. İsa’nın tebliğ ettiği dini bilgileri, putperestlerin kabul edebilecekleri hâle getirdiler. Böylece dağılmış bir hâlde bulunan Yahudiler ve bunların Yahudi olmayan çevreleri arasında, Hz. İsa’nın bildirdiği îman esasları ile alakası olmayan, tutarsız, akıl ve mantığın kabul edemeyeceği yeni bir din ortaya çıktı.

İngiliz felsefeci ve tarihçi W. Winwood Reade (1838,1875) diyor ki: “Hristiyan âlemi putperest alemine hâkim olunca, putperest âlemi de, Hristiyanlığı bozdu. Oziris ve Apollo masalları, Hz. İsa’ya atfedildi. Hz. İs’nın tebliğ ettiği tevhidin, yani tek Allaha îman yerini, Mısırlıların ihdas ettikleri ve Eflatun tarafından felsefeye sokulan, teslis (üçleme) yani 3 Tanrı inancı aldı. Oysa Hz. İsa, ”Bana iyi demeyin, iyi bir tanedir. O da Allahtır.” diyordu. Buna rağmen Hz. İsa’nın kendisi bizzat Allah yerine konuldu ve üçün biri denildi.”

Bütün bunlar gösteriyor ki Hristiyanlık, Hz. İsa’nın tebliğ ettiği ve Hz. Musa’nın şeriatının devamı olan Nasranilik değildir.  Hıristiyanlık Hz. İsa’nın ismi arkasına sığınmış, putperestliğin karıştırıldığı, akıl ve mantığın kabul edemeyeceği bir dindir. Hristiyanlıktaki vaftiz ve İşa-i Rabbânî gibi ayinlerin, İsevilikte bulunmayıp, sonradan putperestlikten alınarak İseviliğe sokulduğunu ve Hz. İsa’nın bir insan ve Peygamber iken sonradan tanrılaştırıldığını, pek çok Hristiyan din adamı ve ilim adamları açıkça yazmaktadırlar. Papazlar, bu yazılara ve İslam âlimlerinin kendilerini eleştirmelerine cevap vermek yerine, bu kitapları toplattırıp yok etmek yolunu seçtiler. Sonrada eskisinden daha fazla, yalan, yanlış ve mantıksız yazılarla dolu, yeni kitaplar ve risaleler yazmaya ve dağıtmaya devam ettiler. Bu da bize gösteriyor ki Hristiyanlık tamamen iflas etmiş bir din anlayışı olup boş ve bâtıl olduğu iyice ortaya çıkmıştır.

Hz. İsa’dan yıllarca sonra, her memlekette değişik bir îtikat, değişik bir fırka ve her fırkanın elinde değişik bir İncil ortaya çıktı. Bu fırkalardan bazı kimseler, kendi fırkalarının üstün tutulup yayılması ve diğer fırkaların bâtıllığını ispat için, kendileri İncil yazdılar ve bunun içine kendi maksatlarına uygun bazı kelimeleri sokuşturdular. İncil nüshaları arttıkça ve Hristiyanlar arasında ihtilaflar ortaya çıktı. İznik’te toplanan ruhban meclisinde, birbirine uymayan, Hristiyanların okudukları bir çok İncilin iptal edilmesine karar verildi. Sadece dört adet İncilin, Matta, Markos, Luka ve Yuhanna geçerli İnciller olarak kabul edildi.

 

Hıristiyanlıkta Tanrı İnancı

Hıristiyanlığın Tanrı inancından bahsedilirken teslis terimi kullanılmaktadır. Bununla Baba, Oğul ve Kutsal Rûh’u ifade eden üçleme kastedilmektedir. Buna göre teslis, aynı cevherden fakat şahıs olarak birbirinden farklı üç Tanrı inancı demektir. Böyle bir anlayışın Hıristiyanlığın inancı haline gelmesi zaman içinde  oldukça tartışmalara neden olmuştur. Günümüzdeki şekliyle teslis inancının Hıristiyanların Tanrı anlayışında yer alması IV. yüzyıldan itibaren olduğu kabul edilmektedir.

Hıristiyanların inandığı Tanrı inancını ifade etmek için Baba, Oğul ve Kutsal Ruh kavramları kullanılmıştır. Üçlü Tanrı anlayışını ifade eden bu kavramlar, Hıristiyanlığın üç mezhebi olan Nesturîlik, Ya’kubîlik ve Melkânîlik’in  ittifak ettiği ortak bir husustur.

Bu üçlü kavramın İncil metinlerinde yer alması büyük bir tartışma konusu olmuştur. Çünkü kutsal metinlerde böyle bir inanç yer almamaktadır. Sinoptik İncillerde (Matta, Markos, Luka İncilleri) bu üçlemeye yönelik delil olarak kullanılan tek ifade Matta İncili’nde geçen “Gidin, bütün ulusları öğreticilerim olarak yetiştirin. Onları Baba, Oğul ve Kutsal Ruh’un adıyla vaftiz edin.”  (Matta, 28/18,84) sözünde yer almaktadır. Baba, Oğul , Kutsal Ruh unsurlarının  cevher, mahiyet, fonksiyon açısından durumları ve birbirlerine karşı konumları Hıristiyan tarihinde önemli ayrışmaların nedeni olmuştur. Oğul’un Baba’ya karşı konumu ve tabiatı ile Kutsal Ruh’un Baba ve Oğul’a karşı konumu gibi sorunlar birçok Konsilin toplanmasına neden olmuştur.

Hıristiyan teolojisinde Baba, yüce Tanrı olarak kabul edilmiştir. Bu kullanıma uygun olarak Sinoptik İncillerde Hz. İsa’nın sözlerinde de Tanrıdan Baba diye bahsedilmiştir. Örneğin “Yeryüzünde kimseye baba demeyin. Çünkü bir tek babanız var, O da göksel babadır.” (Matta, 23/9) denilmektedir. Hıristiyan inancına göre, Baba her şeye gücü yeten ve bir olan yüce varlıktır. O göklerin, yerin ve bu ikisi arasında bulunan her şeyin yaratıcısı ve Rabbi’dir (Matta, 11/25). Baba teslisin ilk unsuru olup, herhangi bir karışma, uyuşma ve birleşme olmaksızın her şeyin mebde’i olduğu için Baba’dır. Öte yandan bir şey başka bir şeyi ortaya çıkardığı zaman onun mebde’i olur. Baba da, Oğul ve Kutsal Ruh uknumunu türettiği için en temel mebde’dir.

Teslisin ikinci unsurunu oluşturan Oğul’un cevher bakımından Tanrı ile aynı olup olmadığı teslisle ilgili tartışmaların merkezini oluşturmuştur. İncil metinlerinde zaman zaman Baba ile Oğul arasında bazı ilâhî nitelikler noktasında bir birliğin olduğu vurgulanmıştır. Örneğin Oğul’un da Baba gibi ölüleri dirilttiği ve onlara hayat verdiği ifade edilmiştir (Yuhanna, 5/21). İznik Konsilinde de teslisin ikinci unsuru olarak kabul edilen Oğul’un, Baba ile aynı cevhere sahip olduğu benimsenerek “ilâh” sayılmıştır. Yerde ve gökte var olan her şeyin Allah’ın Oğlu vasıtasıyla yaratıldığı kabul edilmiştir.

Kutsal Ruh, Hıristiyan inanç sisteminde teslisin üçüncü unsuru olarak kabul edilir. 381 yılında yapılan İstanbul Konsilinde Baba ve Oğul ile cevher bakımından aynı seviyede olduğu kabul edilmiştir. İznik Konsilinden itibaren teslisin özellikle ikinci uknumu üzerinde pek çok ihtilaf meydana gelmiş, bu yönde çözümler bulmak için birkaç Konsil daha toplanmıştır. Ancak IX. yüzyılın ortalarında Kutsal Rûh’un çıktığı yer konusunda ihtilaflar artmıştır. Neticede 869 yılında toplanan İstanbul Konsilinde Kutsal Ruh’un  Baba ve Oğul’dan doğduğuna karar vermişlerdir. İncillerde teslisin üçüncü unsurunu oluşturan Kutsal Rûh’a bazı özelliklerin izafe edildiğini görüyoruz. Meryem’i cinsel birleşme olmadan hamile bırakan Kutsal Rûh’tur  (Matta, 1/18).

Hıristiyan inancında Oğul ile Rûh arasında karşılıklı bir ilişkinin varlığı kabul edilir. Bu ilişki, Oğul’un Meryem’in rahminde bedenleşmesi konusunda aktif olarak katkıda bulunmasıyla izah edilmiştir. Aslında Hıristiyan kutsal metinlerinde Baba ile Oğul vurgusu karşılaştırıldığında Oğul’un önde olduğu görülecektir. Baba ile Oğul’un aynı cevhere sahip olup olmadığı meselesi en önemli tartışma konusudur. Mezhepler, ikisinin de aynı ya da farklı cevhere sahip olmasıyla ilgili farklı görüşler ortaya koymuşlardır.

TDV İslam Ansiklopedisinde Teslis ile ilgili şunlar yazılıdır:

“Teslis fikri Hıristiyanlık öncesi geleneklerde (Mısır’da İsis, Osiris ve Horus, Hint’te Brahma, Vişnu, Şiva yahut Brahma, Narayana, Rudra vb.) ve Yahudi mistisizminde farklı biçimlerde yer almıştır. Kitâb-ı Mukaddes’te teslis ne kelime ne de doktrin olarak mevcuttur. Ahd-i Cedîd’de “baba”, “oğul / insan oğlu / Tanrı oğlu” ve “kutsalruh / Tanrı’nın ruhu” ifadeleri geçse de teslisin üç unsurundan birlikte sadece -muhtemelen geç döneme ait- iki yerde bahsedilmiştir. Matta kitabının sonunda Îsâ havârilerini bütün milletleri baba, oğul ve kutsal ruh adına vaftiz etmekle görevlendirirken (28/19) Pavlus, Korintoslular’a yazdığı ikinci mektubunu, “Rab Îsâ Mesîh’in lutfu, Tanrı’nın sevgisi ve kutsal ruhun yoldaşlığı hepinizle olsun” diyerek bitirmektedir (13/13).

İlk üç İncil’deki (sinoptik İnciller) anlatımdan, sıkça “insan oğlu” diye nitelenen Îsâ’nın, havârileri tarafından beklenen Mesîh olarak görüldüğü ve buna paralel şekilde Tanrı ile özel ilişki içinde bulunduğuna inanıldığı anlaşılmaktadır (Matta, 10/23; 12/28-32; 16/13-16; 20/28; Markos, 8/31,38; Luka, 2/11; 4/14; 6/5; 9/20; 12/8-10).

Hıristiyanlığın oluşum döneminin başlangıcında Stoacı filozoflar tarafından kullanıldığı ve Yahudi gnostik çevrelerde bilhassa İskenderiyeli Yahudi filozofu Filon (ö.50) tarafından benimsendiği şekliyle yaratılıştaki ilk ilke ya da “Tanrı’nın kendisiyle dünyayı yarattığı kelimesi” anlamında “logos” fikri Îsâ’nın tabiatı ve ilâhlık konusu üzerine yapılan yorumları etkilemiştir

Kitâb-ı Mukaddes’te Tanrı’dan baba şeklinde bazan çoğul olarak bahsedilmesi, ayrıca Tanrı ile bağlantılı biçimde mevcudiyet, hikmet kelime ve ruh gibi sözcüklerin kullanılması gibi hususlar teslis doktrini lehine birer delil kabul edilse de, modern Kitâb-ı Mukaddes araştırmacılığındaki hâkim görüş söz konusu ifade ve kullanımlardan hareketle bedenleşen (hulûl / enkarnasyon) çok unsurlu bir Tanrı fikrine ulaşmanın bağlam dışı sayılacağı yönündedir. Fakat bilhassa Yahudi Gnostik ve mistik çevrelerde kullanılan logos fikrinin Hıristiyan teslisinin ve Îsâ’nın ilâhlığı inancının oluşumunu etkilediği açıktır.”

İlâhlıktaki üç farklı şahıs fikri, İlâhî sırrın derinliğinin göstergesi olarak görülmüştür.  Buna göre ilk kilise babaları tarafından o dönemde geçerli olan felsefî kavramları çerçevesinde yorumlanmıştır. Söz konusu kavramlardan biri özellikle Yeni Eflâtuncu düşünce içinde gelişen, maddî ve mânevî hakikatin Tanrı’dan sudûr yoluyla çıktığı fikridir. Bu fikir doğrultusunda Hıristiyan teologları arasında farklı eğilimler ortaya çıkmıştır. Teslisi meydana getiren üç şahsiyetin, Tanrı’nın kâinata yönelik faaliyetinde icra ettiği üç farklı fonksiyonu ve  birbirleriyle ilişkisi tartışma konusu edildi.

Doğu Hıristiyanlığı hiyerarşik teslis anlayışından hareketle bu üç şahsiyetin özellikleri üzerinde yoğunlaşmış ve ağırlıklı biçimde bu üçünün birliğinin nasıl ortaya konacağı sorusu (üçteki birlik) üzerinde durmuştur. Batı Hıristiyanlığı ise bu üç şahsiyetin ortak ilâhî tabiatını veya özünü esas almış, buradan hareketle birliğin nasıl farklılaştığını (birdeki üçlük) açıklamaya çalışmıştır.

Teslis inancı Ortaçağ boyunca hem Doğu’da hem Batı’da Hıristiyan teolojisinin esaslarından biri olmaya devam etmiş, kiliseye mensubiyetin zorunlu şartı şeklinde görülmüştür. Genelde, teslisin tamamıyla anlaşılmasının insan aklını aşan bir husus olduğu, bu manada aklın Tanrının varlığının sırrı karşısında boyun eğmesi gerektiği kabul edilmiştir. Buna rağmen birçok Ortaçağ Hıristiyan âlimi, özellikle Yahudi ve Müslüman yazarlara karşı yazdıkları reddiyelerde teslis doktrinini aklî delillerle ispatlamaya çalışmışlardır.

Hz. İsa’nın şahsiyeti ile uğraşma, kim olduğunu araştırma ve her şeyi Onun şahsiyeti ile ilgi kurarak açıklama gayretleri, kendisi için uydurulan ve kendisinin hiçbir zaman söylemediği şeyleri ve kendisinin tebliğ ettiği, Allah Teâlâ’nın kullarından istediği şeyleri ve tövbeye çağırdığı hususları unutturdu. Böylece, ümmetine tebliğ ettiği ahkamın öğrenilmesi ve itaat edilmesi yerine, şahsiyetinin açıklanıp anlaşılması gerekli olduğu ileri sürüldü.

Bu durum, Hz. İsa (Logos=Mukaddes kelam) kelimesi ile izah edilmesine ve neticede, tanrılaştırılmasına sebep oldu. İskenderiyeli Yahudi felsefeci Filon, bu hususu destekleyen felsefi görüşler ileri sürmesi bu oluşumun ortaya çıkmasında en önemli bir etken oldu.

Bu zamandaki kilise babaları, Hz. İsa hakkında bu yönde yazılar yayınladılar. Bu yazılarda bir çok, uygunsuzluklar, saçmalıklar vardır. Kilise babalarının bu yazılarında, Hz. İsa’nın ehemmiyetle üzerinde durduğu tek Allah inancı ile kendisine izafe edilen Tanrılık iddiasını uzlaştırma gayreti içinde oldukları görülmektedir.

Bunun sebebi aşikardır. İnsanların zihinlerini çarpıtarak kendilerini ön safta göstermeye ve böylece gerek dinde ve gerekse sosyal hayatta otorite sahibi olmak istemeleridir. Çünkü eğer halk Hz. İsa’nın tutarlı olan anlayışını ve sözlerini duysa hemen buna uyacakları aşikardır. Bu durumda papazların irade ve güçleri zayıflamış olacaktır. Özellikle karışık akıl yürütmeler ile halkın anlamasını zorlaştırılmış ve böylece halk bu inançları tamamen papazlara terk ederek onları kutsamışlardır. Bu da papazlar için güç ve otorite demektir.

Prof. Dr. İskender Oymak, “Hıristiyanlığın Teslis Doktrinine Kadı Abdülcabbar’ın Eleştirisi” adlı yazısında şunları ifade etmektedir:

“Hıristiyanlığın doğduğu ve yayıldığı coğrafyaların dini ve felsefi mirasının etkisiyle teslisin unsurları hakkında farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Teslis inancı ile ilgili Miladi II. yüzyılda başlayan tartışmalar daha sonraki dönemlerde artarak devam etmiştir. Din adamları arasında yapılan toplantılarda (konsil/sinod), unsurlar hakkında ileri sürülen görüşler hararetle tartışılmış, neticede aforozlar ve bölünmeler gerçekleşmiştir. Bu tartışmalar bir inancın merkezinde yer alan ve ilah olarak nitelendirilen bir varlığa atfedilen sıfatlar üzerinden yapıldığı için, O varlığın zatına uygun düşmeyen fikirlerin ortaya çıkması doğal olarak eleştirilere sebep olmuştur. Tanrı ve İsa için Baba Oğul nitelendirmesi, bazı Hıristiyan mezhepleri ve din adamlarından çeşitli tepkilerle karşılanmıştır. Bu noktada Hıristiyanlığın ilk dönemlerinde Melkaniyye’nin Tanrı ile İsa’yı özde bir kabul etmesi, Nesturilerin Tanrı ile İsa arasındaki ayrılığı vurgulayan ve aralarında irade birliği olduğunu söylemesi, Yakubiler’in bu inançlara ters düşen ve İsa’da tek bir ilahi tabiatın varlığını kabul eden görüşleri, İsa’nın yaratılmış bir insan olduğunu gösteren İncil ifadeleri ve İslam’ın İsa algısı teslis konusundaki eleştirileri her zaman gündemde tutmuştur.

Netice olarak günümüzde de Hıristiyanlar, teslisin unsurları ile ilgili yaptıkları yorumlarla her durumda mantık kurallarını aştıkları için, konunun imani bir mesele olduğunu ileri sürerek problemin üstesinden gelmeye çalışmaktadırlar.”

 

Hıristiyanlıktaki Baba ve Oğul İnancına Eleştiriler

Allah Teâlâ Hz. İsa’yı erkek olmaksızın yarattığından, Hıristiyanlar  Hz. İsa’yı Allah’ın oğlu olarak nitelendirmişlerdir. Ancak Hz. Adem’i de Allah erkeksiz ve kadınsız yaratmıştır. Bu durumun Hz. Adem için de geçerli olması gerekir.  Eğer Hz. İsa’nın, başkasının terbiye edilmediği bir şekilde terbiye edildiği ve bundan dolayı ona Tanrının oğlu denmesi caizdir denirse, bu durumun bütün peygamberler için caiz olduğu söylenebilir. Çünkü her peygamber Allah tarafından özel olarak eğitilmiştir. Ancak emzirme, yedirme ve içirme gibi sorumluluk alma Allah için uygun değildir.

Hz.İsa’nın annesi tarafından eğitilmesi de diğer insanlardan farklı değildir. Hz. Adem bu konuda İsa’dan daha ileridedir. Çünkü Allah onu özel kılmış, yaratmış, terbiye etmiş, ona cennetinde yaşatmıştır. Bütün bu işler Hz. Adem için daha orijinal ve ilktir. Eğer Hz. İsa Allah’ın oğludur denilirse, bu durum Hz. Adem için daha öncelikli olur.

Hz. İsa’nın Allah’ın oğlu olmayacağını anlatan bir hadis vardır. Bu hadis Tam İlmihal (Saadet-i Ebediyye) adlı kitapta şöyle anlatılmaktadır:

“Resulallah (sav) Efendimize Necran’dan bir Hıristiyan heyeti gelmişti. Bunlar 60 süvari olup reisleri Abdülmesih idi. İçlerinden Ebûlhâris bin Alkama en alimleri idi. Bu heyet Medine’ye gelip ikindi namazından sonra Mescid-i Şerife girdiler. Üzerlerinde süslü papaz elbiseleri vardı. O sırada onların da namaz vakti gelmiş olduğundan Mescid-i Şerifte namaza kalmışlardı. Bu durumda Resulallah (sav) de “bırakınız kılsınlar” buyurmuştu. Heyetin büyüklerin konuşmaya başladı. Söz arasında İsa (as) için bazen Allah diyorlar, bazen Allah’ın oğlu, bazen da üç Tanrıdan biri diyorlardı. Allah demelerine sebep ölüleri diriltir, hastaları iyi ederdi. Gaybları haber verir, çamurdan kuş yapıp üfleyince uçardı diyorlardı. Allah’ın oğlu olduğuna sebep belli bir babası olmaması idi. Üçten birisi olmasına sebep de Allah “Yaptık, Yarattık” diyor, eğer bir olsaydı “Yaptım, Yarattım” derdi diyorlardı. Resulallah (sav) bunları dine davet etti. Birkaç ayeti kerime okudu. İmana gelmediler. “Biz senden önce iman ettik” dediler. Resulallah (sav), “Yalan söylüyorsunuz! Allah’ın oğlu var diyenin imanı olmaz” buyurdu. Allah’ın oğlu değilse o halde bunun babası kim dediler.

Resülallah (sav) buyurdu ki: “Bilmiyor musunuz? Allah Teâlâ, hiç ölmez ve her şeyi varlıkta tutan O’dur. İsa (as) ise yok idi ve yok olacaktır.”

Onlar -  Evet biliyoruz

Resulallah -  Bilmiyormusunuz, babasına benzemeyen hiçbir yavru var mı?

Onlar - Her yavru babasına benzer.

Resulallah - Bilmiyor musunuz, Rabbimiz her şey yaratıyor, büyütüyor, besliyor. Halbuki İsa (as) bunların hiç birini yapmıyordu.

Onlar - Evet yapmıyordu.

Resulallah – Rabbimiz, İsa (as)’ı dilediği gibi yarattı değil mi?

Onlar - Evet yarattı.

Resulallah - Rabbimiz yemez, içmez. Onda değişiklik olmaz. Bunu da biliyor musunuz?

Onlar - Evet biliyoruz.

Resulallah-  İsa (as)’ın anası var idi. O, her çocuk gibi dünyaya geldi. Onlar gibi beslendi. Yer, içer, zararlı maddeleri kendinden atardı. Bunu da biliyorsunuz değil mi?

Onlar - Evet biliyoruz.

Resulallah - O halde, İsa (as) zannettiğiniz gibi nasıl olur?

Onlar bir şey diyemeyip sustular. Biraz sonra: “Ya Muhammed (sav)! Sen İsa’nın Allah’ın kelimesi ve O’ndan bir ruh olduğunu söylemiyor musun? dediler.

Resülallah – Evet, buyurdu.

Onlar - Eh bu da bize yetişir deyip, inat ettiler.

Bunun üzerine Allah Teâlâ onları mübâheleye çağırmasını emretti. Resulallah (sav) de, bana inanmıyorsanız gelin sizinle mübâhele edelim. Yani, “Hangimiz zalim isek, yalancı isek Allah Teâlâ ona lanet etsin diyelim” buyurdu. Allah Teâlâ’nın bu emri Ali İmran suresinin 61. ayet-i kerimesinde bildirilmektedir. Seyyid dedikleri Şerhabîl, bunları toplayıp, “Bunun peygamber olduğu her şeyinden anlaşılıyor. Bununla mübâhele edersek, ne biz kurtuluruz ne de bizden sonra gelenlerimiz kurtulur. Muhakkak bir belâya uğrarız “dedi. Mübâhele etmekten kaçındılar ve “Ya Muhammed (sav)! Senden razıyız. Ne istersen sana verelim. Ashabından bir emin kimseyi bizimle beraber gönder vergilerimizi ona  verelim” dediler.

 

Hıristiyanların Ruhul Kudüs İle İlgili İnançların Eleştirisi

Hacı Abdullah Petricî “İzâhü’l-Meram” adlı kitabında, Hıristiyanların Teslisin  bir unsuru olarak kabul ettikleri Ruhul Kudüs ile ilgili eleştirilerde bulunmaktadır. Ona göre Hıristiyanların Ruhul Kudüs ile ilgili inançları tutarsızdır. Çünkü Allah’tan başka ezeli ve ebedi bir varlık olarak kabul ettikleri anda şirke düşmüş olurlar. Şayet bununla Allah’ın “hayat” sıfatını kast ediyorlarsa, bu durumda Allah ile kaim olan bir sıfat olarak kabul edilecektir ve kendi başına ayrı bir varlık olduğu kabul edilemez. Zira sıfat daima mevsufuna bağımlıdır. Bu durumda sıfatın mevsufundan ayrılarak kendi başına başka bir şeye intikali aklen saçmadır. Buna göre Ruhul Kudüs’un ayrı bir varlık olduğunu söylemek de saçma olacaktır.

Ancak Hıristiyanlar akla ve nakle aykırı olarak kelam sıfatının Allah’tan ayrıldığını ve Hazreti Meryem’in karnına girdiğine inanırlar. Hatta anne karnında kardeşi olan İsa ile birlikte doğup insan gibi yiyip içip yaşadığına, 30 yaşına gelince Ruhul Kudüs’un tekrar Babadan ayrılıp güvercin şeklinde İsa’nın üzerine konduğuna inanırlar. Oysa böyle bir inanç her akıl sahibinin reddedeceği bir husustur.

Yeni Ahit’te Ruhul Kudüs’un sadece Hz. İsa’ya değil, onun dışında başka kimselere de dahil olduğundan bahsedilmektedir. Mesela Hz. Zekeriya’nın (Luka, 1/67) ve eşi Elisabeth’in (Luka, 1/41,42) Ruhul Kudüs ile dolduğu, Hz. İsa’nın göğe yükselişinden sonra Pentakost gününde havarilerin üzerine gelip onunla doldukları (Resullerin İşleri, 2/4), Pavlus’un Korintoslulara  mektubunda bütün inananların Ruhul Kudüs ile dolduğu (Korintoslulara I. Mektup, 3/16) anlatılmaktadır. Bu örnekler Hıristiyanların anlayışına göre birer mesih gibi ilah olma özelliklerine sahip olmalıdırlar. Ancak bu ifadeler gerçek değil mecaz ise bu durumda Hz. İsa ile ilgili ifadelerini de mecaz olup tevil edilmesi gerekecektir. Hatta Hz. Meryem’i hamile bırakan Ruhul Kudüs olduğuna göre Hz. İsa’ya “İbnullah” değil “İbnu Ruhul Kudüs” demeleri gerekecektir. Bu durumda Luka İncilindeki ifadeler dikkate alınacak olursa, Hz. Yahya, Hz. İsa’nın kardeşi olmalıdır. Çünkü Luka İncilinde Hz. Yahya’nın annesinin de  Ruhul Kudüs tarafından hamile bırakıldığı ifade edilmektedir (Luka, 1/35,36).

Petricî’ye göre, İncillerdeki Ruhul Kudüs ifadesinin anlamını Kuran’daki anlamıyla anlamak daha doğru olacaktır. Çünkü Kur’an’da ve İslam inancında Ruhul Kudüs ile genellikle Cebrail (as) kastedilmektedir (Bakara, 2/87). Nitekim Luka İncili’nin ilk babındaki ifadeler de bu anlamı teyit etmektedir: “Ve altıncı ayda, hemen o melek Cebrail, Allah tarafından Celile memleketinde vâki Nasıra nam şehre irsal olundu. Bir kıza ki Al-i Davut’tan, Yusuf nam bir ademe nişanlı idi. Ve o kızın adı Meryem idi” (Luka, 1/26,27).

 

Teslis İnancının İncillerle Çelişmesi

Tevhit inancı İncillerdeki Hazreti İsa’nın sözlerinde de mevcuttur. Bu inanç hem Tevrat’ta hem de bütün peygamberlerin tebliğlerinde merkezi bir öneme sahiptir. Allah’ın birliği konusunda bütün peygamberler ittifak halindeyken Hazreti İsa’nın teslisi emretmesi düşünülemez.

Protestanlar ile diğer Hıristiyan mezhepleri inanç esaslarını Yeni Ahit’den hareketle belirlemişlerdir. Ancak Yeni Ahit’te bugün hıristiyanların inandıkları birçok şeye zıt ve muhalif olan ve Hz. İsa’dan nakledilen sözler mevcuttur. Mesela Markos İncilinde Hz. İsa’dan şu sözler nakledilmektedir: “…Bir din bilgini yaklaşıp ona  (Hazreti İsa’ya) buyrukların en önemlisi hangisidir? diye sordu. İsa şöyle karşılık verdi: En önemlisi şudur: Dinle, ey İsrail! Tanrımız Rab Tek Rab’dır. Tanrın Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla, bütün nefsinle, bütün niyetinle ve bütün gücünle seveceksin.” (Markos, 12/29,30)

Yine Matta İncili’nde Hazreti İsa’dan benzer bir nakil daha vardır: “…Bir Kutsal Yasa uzmanı, İsa’yı denemek amacıyla şunu sordu: “Öğretmenim, Kutsal Yasa’da en önemli buyruk hangisidir?” İsa ona şu karşılığı verdi: “Tanrı Rab’bi bütün yüreğinle, bütün canınla ve bütün aklınla seveceksin. İşte ilk ve en önemli buyruk budur. İlkine benzeyen ikinci buyruk da şudur: Komşunu kendin gibi seveceksin.” Kutsal Yasa’nın tümü ve Peygamberlerin sözleri bu iki buyruğa dayanır.” (Matta, 22/35-37)

Matta, Markos ve Luka da zikredilen şu ifadeler de buna örnek olarak zikredilebilir:

“Ve yola çıkarken bir kimse ona seğirtti ve önünde diz çöküp ona, “Ey muallim, ne eyleyeyim ki ebedi hayatı temellük edeyim?” diye sual etti. Hazreti İsa da ona dedi ki: “Niçin bana iyi dersin? Bir Allah’tan gayri iyi kimse yoktur.” (Matta, 19/16,17); (Markos, 10/17-19); (Luka, 18/18,19)

Allah’ın birliği teması sadece sinoptik İncillerde değil aynı zamanda Yuhanna İncili’nde de çeşitli vesilelerle açıkça ifade edilmektedir. Enkarnasyon inancıyla ilgili en önemli pasajların yer aldığı Yuhanna İncilinde Allah ile Hazreti İsa arasında açıkça ayrım yapan cümleler vardır. Yuhanna İncili’nde Hazreti İsa’nın dilinden şöyle denmektedir: “Sonsuz yaşam tek gerçek Tanrı olan seni ve gönderdiğin İsa Mesihi tanımalarıdır. Yapmam için bana verdiğin işi tamamlamakla seni yeryüzünde yücelttim.” (Yuhanna, 17/34)

Aynı şekilde Yuhanna incilinde yer alan ifadelerin çoğu Hazreti İsa’nın kul ve resul olduğunu açıkça ifade etmektedir. Mesela bunlardan biri, insanların hidayete erdirilmesinin sadece Allah’ın elinde olduğunu ifade eden Hazreti İsa’nın şu sözleridir: “Kimse bana gelmeye kadir değildir; meğer beni gönderen Baba, onun çeke de, (yani hidayet eyleye de) ben onu son gününde ihya eyleyeyim.” (Yuhanna, 6/44)

Bu sözlerin aşikâr olarak İsa Mesih’in risalet ve ubudiyetini ispat ettiği görülmektedir. İncillerde ki bu ifadeler Allah’ın tevhidini açıkça ifade etmektedir. Hazreti Muhammed (sav) de aynı bu daveti tebliğ etmek için gönderilmiştir. Bu nedenle Hazreti Muhammed’i inkar edenler aslında ondan önceki bütün peygamberleri de inkar etmiş sayılırlar.

 

İslam’ın Teslisi Reddetmesi

Hıristiyan teologları, teslisin tek bir Tanrı’daki üçlü yapıyı ifade ettiğini ve bir tevhid biçimi kabul edilmesi gerektiğini ileri sürse de, Hıristiyan geleneğinde bile tartışmalı olan bu inanç, gerek Kur’an’da gerek sonraki reddiye kitaplarında Allah’ın mutlak birliği ve tekliği manasında İslâm tevhid akîdesine aykır görülmüş ve Hıristiyanlığa yönelik en önemli eleştiri konusunu teşkil etmiştir. Kur’an’da da bir çok ayette teslis inancı eleştirilmektedir.

Ey kitap ehli! Dininizde taşkınlık etmeyin ve Allah hakkında ancak doğru olanı söyleyin. Meryem oğlu İsa Mesih sadece Allah’ın elçisi, Meryem’e atılmış olduğu kelimesi ve O’ndan bir ruhtur. Allah’a ve peygambere inanın. Allah üçtür demeyin. Kendi yararınız için buna son verin. Muhakkak ki Allah tek bir ilahtır. O çocuk sahibi olmaktan yücedir. Göklerdeki ve yerdekilerin hepsi O’nundur. Vekil olarak Allah yeter.” (Nisa, 4/171)

Allah üçün üçüncüsüdür diyenler elbette kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, elbette onlardan inkâr edenlere acı bir azap dokunacaktır.” (Maide, 5/73)

Yukarıdaki ayetlerde Allah’ın üç veya üçün biri kabul edilmesi rededilmektedir.

And olsun, “Allah Meryem’in oğlu Mesih’tir” diyenler elbette kafir olmuşlardır. Oysa Mesih onlara “Ey İsrail oğulları, hem benim hem de sizin Rabbiniz olan Allah’a ibadet edin. Kim Allah’a ortak koşarsa şüphesiz Allah ona cenneti haram kılmıştır ve onun varacağı yer cehennemdir. Zalimlerin yardımcıları da yoktur” demişti.” (Maide, 5/72)

Yukarıdaki ayette, İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu iddiası rededilmektedir.

Ve Allah demişti ki: “Ey Meryemoğlu İsa! Sen mi insanlara, “beni ve annemi Allah’tan başka iki Tanrı edinin” dedin. “Haşa” dedi. Sen yücesin. Benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer demiş olsam, Sen bunu bilirsin. Sen benim nefsinde olanı bilirsin, ben ise Senin nefsinde olanı bilmem. Çünkü gaybları bilen yalnız Sensin, Sen.” (Maide, 5/116)

Îsâ’nın Allah’ın oğlu olarak görülmesi ve ilâhlık nisbet edilmesi yukarıdaki ayette reddedilmektedir.

Allah evlat edinmemiştir. O’nunla beraber hiçbir ilâh da yoktur. Aksi takdirde her ilâh kendi yarattığını sevk ve idare eder ve bir gün mutlaka onlardan biri diğerine galip gelirdi. Allah onların yapıştırdıkları şeylerden münezzehtir.” (Müminun, 23/91)

Allah Teâlâ bu ayetle, Hıristiyanların üçlü Tanrı anlayışının ne kadar anlamsız ve yanlış olduğunu göstermektedir.

Kur’an’da daha bir çok ayette Teslis inancı reddedilmekte ve buna inananların kafir olacakları beyan edilmektedir.

 

İslam Alimlerinin Teslis Hakkındaki Reddiyeleri

Müslüman âlimler, teslise yönelik eleştirilerinde aklî deliller noktasında daha çok teslisteki unsurların ve Îsâ’ya atfedilen lâhûtî (ilâhi)  ve nâsûtî (beşeri) tabiatların kadîm ve hâdis olma bakımından birbiriyle ilişkisi üzerinde durmuştur.

● Teslisin bir sayı / terkip biçiminde ortaya konduğu, her terkibin hâdis / mümkin ve bunun da ilâhlığa zıt olduğu,

● Sıfat ve niteliğin zat ve mevzuda mevcut bulunduğu, tek başına kaim olan şeyin sıfat ve nitelik değil zat ve mevzu olduğu, teslis anlayışında ise uknûmların birer zat / mevzu biçiminde ortaya konduğu,

● İlk akıl, ezelî kudret ve ezelî hayat şeklinde üç ebedî varlığın öngörüldüğü,

● Şayet teslisteki unsurlar aynı öze sahip ve kadim ise bunlardan hangisinin baba, hangisinin oğul olarak adlandırılacağı noktasında karışıklık bulunduğu,

● Unsurlar kadîm ise oğul ve kutsal ruh için geçerli sayılmayan bir niteliğin (kudret) babaya, baba için geçerli olmayan bir niteliğin de (ilim ve hayat) diğerlerine atfedilemeyeceği, teslîste ise bu kuralın ihlâl edildiği,

● Sonralığın hâdislik özelliği taşıdığı, babadan sonra olan oğulun da kadîm değil hâdis olacağı, hâdisin ise ne ilâh olabileceği ne de ilâha dönüşebileceği,

● Cisim ve araz olmadığına göre Allah’ın bir cisme hulûlünün imkânsızlığı, cisim kabul edildiği takdirde ise O’nun başka bir cisme hulûlü halinde kendi cüzlerinin o cismin cüzleriyle karışması anlamına geldiğinden bu da Allah’ı cüzlerindeki ayrılığı gerektireceğinden bu varsayımın imkânsız olduğu,

● O’nun araz olduğu düşünülürse bir mekâna ihtiyaç duyacağından bunun da imkânsız olduğu, Allah’ın bir bölümünün veya cüzünün başka bir şeye hulûlünün de imkânsız olduğu, zira Allah’tan ayrılan cüz ilâhlıkta muteberse Allah’tan ayrıldığında Allah’ın ilâhlığının kalmayacağı, muteber değilse Allah’tan bir parça sayılamayacağı,

● Mesîh’te birleştiği iddia edilen ilâhî ve insanî tabiat aynı karakterde kaldıysa birleşmenin geçersiz olduğu, eğer birleşmeyle kastedilen kaynaşma ise bunun da cins birliğini gerektirdiği için imkânsız bulunduğu, kastedilen zırhlanma ise kadîmin zırh olması cisme göre şekillenmesi demek olduğundan lâhûtun nâsûta zırh olmasının geçersiz sayıldığı, hâdis olan hâdis olarak kalacağı için nâsûtun lâhûta zırh olmasının da geçersiz olduğu,

● Zat Mesîh’in insaniyetiyle birleşmiş ve bu birleşme neticesinde iki zat (iki cevher) meydana gelmişse birleşmenin geçersiz olduğu, tek cevher meydana gelmişse her ikisinin sıfatının değişiklik geçireceği yani lâhûtî sıfatın kıdeminden bir şeyler eksileceği, bunun ise imkânsız bulunduğu,

● Allah’ın veya O’nun bir sıfatının Mesîh’le birleşmesinin veya ona hulûl etmesinin bâtıl sayıldığı, zira birliği farzolunan iki şeyin birleşme durumunda ya var ya yok ya da birinin var, diğerinin yok olacağı, ilkinde ikiliğin sürüp hakkındaki birlik tasavvurunun bâtıl olacağı, ikincisinde birleşmeden üçüncü bir şeyin meydana gelmesi gerekeceğinden bunun bir birleşme olmayacağı, üçüncüsünde ise madûmun mevcutla birleşmesini var saymak gibi mantıken çelişkili bir durum gerekeceğinden bunun da imkânsız olduğu, şayet lâhûtun nâsûta hulûlü ateşin kömürdeki husulü gibiyse bunun Allah’a cisim atfetmek olacağı, rengin cisimdeki husulü gibiyse bunun Allah’ın mahalle tâbi olmasını gerektireceği, sıfatın zatlardaki husulü gibiyse bunun da Allah’ın muhtaç olmasını gerektireceği, ancak bunların hepsinin de bâtıl olduğu,

● Mesîh’in kutsal ruhtan bedenlendiği düşünülüyorsa, bu durumda onun babanın değil kutsal ruhun oğlu kabul edilmesi gerektiği,

gibi aklî mantıkî deliller ileri sürülmüştür.

Bu konuda TDV İslam Ansiklopedisinde şunlar yazılıdır:

“Teslise karşı en sistematik aklî eleştirileri Ebû Îsâ el-Verrâk ile Ya‘kub el-Kindî ortaya koymuştur. Cevherle uknûmlar arasındaki ilişkiyi ayrıntılı biçimde tartışan Verrâk tek cevher üç uknûma, üç uknûm tek cevhere eşitse ve uknûmlar yine de birbirinden farklıysa bunun bir çelişki olacağını, şayet cevher uknumlardan tamamen farklıysa o zaman ya sadece cevherin ya da uknûmların ilâh olması gerektiğini, bazı açılardan farklıysa bunun da bir birlik meydana getirmeyeceğini ileri sürmüş ve konuyla ilgili bütün ihtimalleri tek tek ele alıp sorgulamıştır.

Kindî ise reddiyesini Hıristiyanlarla Müslümanlar arasında ortak bir zemin kabul ettiği Grek mantığına dayandırarak Hıristiyanların inancına göre teslisteki üç şahsın her birinin ezelî birer cevher olduğunu ve birbirinden farklı birer ezelî niteliğe sahip bulunduğunu, dolayısıyla her birinin ortak bir cevher ve ayrı birer niteliğin birleşiminden teşekkül ettiğini, halbuki her birleşimin bir sebebinin bulunduğunu, sebeplenmiş şeylerin (baba, oğul ve kutsal ruh) ise ezelî olamayacağını söylemiştir. Aynı şekilde ezelî olanın basit ve sebepsiz olması gerektiği ilkesinden hareketle teslisteki üç şahsın ne ezelî cins ne ezelî tür ne ezelî fert ne ezelî fark ne de genel veya özel anlamda araz olduğunu, çünkü bunların her birinin terkip veya çokluk içerdiğini, aksi takdirde teslisin bütün unsurlarına ezelî olmayan ezelîler demek gerekeceğini, yani bu unsurların ezelî olmaksızın ezelî gibi kabul edileceğini, bunun da mantıken geçersiz olduğunu ortaya koymuştur.

 

Sonuç

Hz. İsa (as) Allah Teâlâ’nın bir peygamberidir. Kendisine semâvi bir kitap olan İncil verilmiştir. Hz. İsa, Hz. Musa (as)’ın dinini terk eden ve saptıran Yahudilerin tekrar Hz. Musa’nın dinine dönmeleri için tebliğ ve irşâd görevini yapmıştır. Yahudilerin her türlü uygunsuzluğu, ahlaksızlığı ve putperestliği terk ederek doğru yola girmelerini temin etmek için onlara 3 sene süren peygamberliği süresince vaaz ve nasihatlerde bulunmuştur.

Hz. İsa’nın vaaz ve nasihatları o devirdeki Yahudilerin bir kısmını rahatsız etmiştir. Çünkü Hz. İsa onlara haram ticaretle uğraştıklarını ve toplumda sapık ilişkiler içinde olduklarını bildirmiştir. Bu ise onların çıkarlarına dokunmuştur. Bu nedenle bu Yahudiler, gerçek şeriatın onlara zarar verdiğini görünce, Hz. İsa’yı Romalılara şikayet ederek öldürülmesine çalışmışlardır. Ancak Hz. İsa çarmıha gerilmeden önce Allah tarafından göğe yükseltilerek Yahudilerin zulmünden kurtarılmıştır.

Bundan sonra Yahudiler Hz. İsa’nın vaaz ve nasihatlarını saptırmak ve halkı kandırmak için ellerinden geldiğince çalışmışlar yaptılar.  Pavlus adında bir Yahudi, Hz. İsa’yı görmediği halde, sanki ondan duymuş gibi uydurma sözlerle halkı sapık inançlara yöneltmiştir. Hz. İsa’nın tanrı olduğunu ileri sürmüştür. Pavlos burada aslında Hz. İsa’nın getirdiği şeriatı kendi menfaatlerine uygun olarak kullanmayı amaçlamaktadır. Bunda da başarılı olmuştur. İnsanlara Hz. İsa’nın esas tebliğini değil kendi sapık düşüncelerini kabul ettirmiştir. Buna muhalefet eden olduysa da bunların güçleri çok azdı ve sesleri fazla çıkmadı.

Hz. İsa’nın tebliği Yahudilerin sınırlarını aştı ve dünyaya yayılmaya başladı. Ancak dünyanın büyük bir kısmı putperest idi. Putperestler kendi inanışlarını İseviliğe  monte ederek insanlara uydurma bir din anlayışı empoze ettiler. Buna en çok gayret edenler, o toplumlarının güçlerini ellerinde bulunan kişilerdi. Bu kişiler, bu yeni din anlayışıyla dünyadaki hakimiyetlerini devam ettirmeye çalıştılar. Bunun için eski Mısır, Hint ve Yunan’daki “Üçlü Tanrı” anlayışını İseviliğe monte ettiler. Böylece teslis inancı oluştu. Bu yeni oluşan dine de Hıristiyanlık denildi.

Hıristiyanlığı yöneten papazlar, bu dinin yardımıyla kendilerine büyük bir itibar ve dünyalık sağladılar. Halkın gerçeği anlamaması için dini inanışları karışık ve çelişkili ifadelerle süsleyerek birçok yeni dini metinler yazarak yayınladılar. Halk bu metinleri anlamakta zorluk çektiği için, bu metinleri bırakıp kutsallığı papazlara bıraktılar. Onlar da bu kutsallık kisvesi altında insanları kolaylıkla sömürdüler. Dünya tarihi bu sömürünün detayları ile doludur.

Teslis inancı da bu sömürünün bir parçasıdır. Bugün de papazlar ve ruhban sınıfı bu sömürüye aynen devam etmektedirler. Aklı başındaki insanların yaptıkları itirazları bertaraf etmek için yeni karmaşık yazılımlar ortaya koyarak insanları kandırmaya devam etmektedirler. Bunun en son örneği 1992  yılında yayınlanan “Catechism of the Catholic Church” (Katolik Kilisenin Kateşizmi) adlı kitaptır. Bu kitapta da karışık akıl yürütmeler vardır. Bu akıl yürütmelerini sıradan bir insanın anlaması mümkün değildir. Böylece papazlar dini saltanatlarını devam ettirmeyi amaçlamışlardır.

Muhakkak ki bu böyle devam etmeyecektir. Teslis gibi saçma iddialara insanlar artık inanmamaktadır. Bunun sonunda insanlar İslam dinini tercih etmektedirler. Hıristiyan papazlar ne kadar uğraşırlarsa uğraşsınlar bu gelişmeyi durduramayacaklardır. Bir süre sonra bütün dünyada İslam inancı tekrar hakim olacaktır. Bu ise diğer dinlerin insanların gözünde yıkılmaları demektir.

“Allah indinde din İslam’dır.” (Ali İmran, 3/19)

 

Kaynaklar

Dıyâ-ül-Kulûb”, Harputlu İshak Efendi, Hakikat Kitabevi Yayınları, İstanbul, 2005

Hıristiyanlık”, Atilla Baysal, Ezr Yayıncılık, İstanbul, 2019

Hıristiyanlık Eleştirisi”, İsmail Taşpınar, İFAV, İstanbul, 2009

Hristiyanlığımızdaki Putperestlik”, A. Weigall, Ozan Yayıcılık, İstanbul, 1998

Hıristiyanlığın Reddine Yönelik Tartışmalar”, Fahreddin Râzî, İstanbul, 2006

Hıristiyanlığın Teslis Doktrine Kadı Abdülcabbar’ın Eleştirisi”, İskender Oymak, Erciyes Akademisi,2021, Özel Sayı, 676-696

İlk Dönem İslam Kelamcılarının Teslis Eleştirileri”, Fikret Soya, Doktora Tezi, İstanbul, 2011

İzâhü’l-Meram”, Hacı Abdullah Petricî, İstanbul, h.1276

Kitab-ı Mukaddes”, Yeni Yaşam Yayınları, 2001

Müslümanların Hıristiyanlara Karşı Yazdığı Reddiyeler ve Tartışma Konuları”, M. Aydın, TDV Yayını

Rûhu’l Beyân Tefsiri”, İsmail Hakkı Bursevî, Damla Yayınevi, İstanbul, 2010

Tam İlmihâl Saadet-i Ebediyye”, Hüseyin Hilmi Işık, Hakikat Kitapevi, İstanbul, 2012

Teslis”, TDV İslam Ansiklopedisi

 

Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa        Makaleler

 

Hıristiyanların Teslis İnancı

Bâtıldır

Yayınlama Tarihi : 31.03.2024