Hristiyanlar İslam’ın yükselişi karşısında çaresiz ve etkisiz kalınca, yalan ve iftiralarla İslam’ın önüne geçmeye çalışmışlardır. Bunun için İslam peygamberi Hazreti Muhammed (sav)’e en kaba ve aşağılayıcı iftiralarda bulunmuşlardır. Bu iftira ve karalamalara bugüne kadar sürdürmüşlerdir. Ancak buradaki asıl amaç, batılı Hristiyanların ve ruhani kişilerin, insanları İslam'dan uzak tutarak, kendi güç ve iktidarlarının devamını sağlamaktır. Bu nedenle İslam’a ve Peygamberimize en ağır saldırıları kilise papazları ile başlamıştır. Bunların en önemli örnekleri Yuhanna ed- Dımeşkî (675-749)  ve Martin Luther (1483-1546) dir. 

Hıristiyanlık altı yüzyıldan fazla bir zaman zarfında doğduğu yer olan Ortadoğu’da sağlam temellere sahip bir hale gelmişti. Daha sonra birdenbire Hazreti Muhammed adındaki bir peygambere vahyolunan yeni bir din, İslam dini, Arabistan’da zuhur etti. Bu din kısa sürede sınırlarının çok ötelerine doğru hızla yayıldı. İslam, diğer dinlerin yani ehli kitabın peygamberleri tarafından getirilen mesajı tamamlamak için geldiği iddiasındaydı. Hıristiyanlık ilk defa olmak üzere doğduğu topraklarda tehdit edildiğini hissetti. Bu din rahiplerin ve resmi kilisenin nüfuzunu tehdit ediyordu. Bu nedenle İslam’ın gelişi hiçbir şekilde dikkate alınmadı ve tek tercih olarak İslam’a kulak asmamak ve eğer mümkünse onu Ortadoğu coğrafyasından silmek amaçlandı.

Hazreti İsa’nın vefatının ardından, kendi statüsünü korumaya çalışan Hıristiyanlık içinde bir çıkar çevresi olarak rahiplik gelişti. Arkasından Hristiyanlığın kurumsallaşması süreci başladı. Protestanlar, başka Avrupa ülkelerinde kendi rahip sınıflarına ve merkezlerine sahip olurlarken, Roma’daki Papa, Katolik rahipliği için en yüksek devlet memuru haline geldi. Katolik ve Protestanların her ikisinin de İslam’a yaklaşımı aynı idi. Onlara göre İslam, rahip sınıflarının sahip olduğu statükoyu tehdit ediyordu. İslam’ı kabul ettikleri takdirde kendi konumları tehlikeye düşecekti. İslam’ın ne söylemekte olduğunu anlamaya yönelik herhangi bir uğraş onları ilgilendirmiyordu. Batı tarihinde bu rahip sınıf muazzam bir güce sahip oldu. Kilise devlete hükmetti. Bu nüfus öylesine büyüktü ki, peş peşe gelen papalar her ne zaman İslam’a karşı savaş çağrısında bulunsalar, krallar itaat ediyor ve ordularını Müslümanların üzerine sürüyorlardı. Hıristiyanlık aleminin tarihi boyunca İslam’a ve Müslüman halklara yönelik saldırıları sürekli devam etmiştir.

Hz. Muhammed'in peygamberliği hakkında insanları şüpheye düşürtme gayreti, Mekkeli müşriklerden beri devam etmektedir. Hıristiyan papazlar, geçmiş asırlarda müşriklerin söyledikleri şeylerden başka bir şey söylememektedir. Eskilerin (Müşriklerin) mantığı yenilerin de mantığıdır. Zira küfür tek millettir.

Hazreti Peygamber öteden beri Batı tarihinde İslam konusunda hakkında en çok söz söylenen ama aynı oranda öfkelenip hakarete maruz bırakılan şahsiyet olmuştur.  İslam’ın ilk yıllarında yaşamış kilise babalarından Yuhanna ed-Dımeşkî’nin, orta çağ İtalyan şairi Dante’nin, Protestanlığın kurucusu Martin Luther’in Hazreti Peygambere dair iddiaları ile, 2000’li yıllarda Amerikalı Evangelist Jerry Falwell’in ve diğer çağdaş yazarların Peygamberimiz hakkındaki, sahte bir dinin kurucusu, şehvetperest, şiddet yanlısı, terörist olarak lanse edilen iddiaları nüanslara sahip olsa da temelde aynıdır. Bu nedenle İslam’ın ortaya çıkışından bugüne kadar, Hazreti Peygamber ile alakalı batıdaki iftiralar, mekan ve aktörler değişse de, aslında değişmemiş ve birbirini tekrarlayan bir süreklilik göstermiştir.

İngiliz şarkiyatçısı, papaz W. M. Watt (1909-2006), Dünya ünlüleri arasında bugüne değin Hz. Muhammed kadar dil uzatılan biri olmadığını, bunun sebebinin de asırlarca İslam'ın Hıristiyanlığın en büyük düşmanı olarak algılanmasının yattığını belirtir.

Batıda Hazreti Peygamber hakkında yazı yazanların hemen her birisi için, çoğunlukla birbirinin aynısı olan iddiaları ve teorileri söz konusudur. İslam Medeniyeti Tarihi’ne dair çalışmaları ile tanınan İngiliz şarkiyatçısı S. H. R. Gibb (1895-1971), Batı’daki sîret (Peygamberimizin hayatı ve ahlâkı) çalışmalarındaki bu genel temayülü son derece veciz şu ifadelerle özetler:

“…Bu adam (Hazreti Peygamber) hakkında neredeyse biyografi yazarları adedince farklı teoriler bulunmaktadır.”

Bu kadar çalışmaya ve bu çalışmalardaki görüş ve teorilere rağmen Kilise veya Batı, zihnî arka planlarındaki Hazreti Peygamber algısını bir türlü tashih edememekte ve gerçekleri söyleyememektedir. Çünkü büyük oranda hâlâ tarihteki iftira ve hezeyanlarla dolu negatif imajın/tasavvurun etkisi ve esareti altındadır.

Bazı yazarların şu sözleri olayın açıklanması için yol göstericidir:

“Biz en fazla mesaimizi, (Hazreti) Muhammed’in peygamber olmadığını ispat üzerine yoğunlaştırdık. Zira o peygamber değilse Kur’an’da vahiy olmayacaktı.” (Norman Daniel)

 “Müslümanların Kitabı (Kur’an) ve (Hazreti) Muhammed’in peygamberlik tecrübesi o kadar içiçedir ki, biri olmaksızın diğeri asla anlaşılamaz.” (Alfred Welch)

“Dünyadaki büyük insanlardan hiçbiri Muhammed kadar iftiraya uğramamıştır.” (W. M. Watt)

“Düşmanını iyi tanırsan onu kolayca altedersin” (C. S. Hurgronje)

 

Peygamberimiz (sav)’e İftira Atan Papazlar

8. yüzyıldan beri var olan nefret ve düşmanlık odaklı yaklaşım tarzının kökenini Yohanna ed-Dımeşkî oluşturur. Birçok İslam karşıtı yazarlar  Dımeşkî'den aldığı görüşleri aynen eserlerine aktardılar. Dımeşkî ve Hıristiyan el-Kindî tarafında ortaya atılan olumsuz Muhammed tasavvuru, Bizans ve Batı Hıristiyanlığına ait eserlerde bir takım kurgusal-hayali öğelerle daha da olumsuz hale getirilmiştir. Hz. Muhammed'i tasvir ederken kullanılan aşağılayıcı üslup ortaçağda Dımeşkî'nin temsil ettiği geleneksel üslubun devamıdır.

Dımeşkî, Emevi halifelerinin sarayında babasının yüksek bir mevkiye sahip olduğu bir yer olan Şam'da doğdu. Hayatının ilk dönemlerinde sarayda hizmette bulundu. Daha sonra ise bir keşiş oldu ve Kudüs piskoposu tarafından rahip olarak atandı. Kudüs yakınlarındaki St. Sabas’ta bulunan manastıra girdi.

Dımeşkî, De Haeresbius adlı Yunanca yazılmış olan risalesinde İslam'dan söz eder. Hristiyanlar arasında o İslam konusunda ilk otorite olarak kabul edilmiş ve kaleme aldığı risale gelecekteki bütün İslam karşıtı münakaşa eserlerinin cephanesi haline gelmiştir. Dimeşkî, Kur’an'ın vahyolunmadığını, fakat meydana getirildiğini iddia ediyordu. Bahira adındaki bir Hıristiyan keşişinin Kur’an'ın meydana getirilmesinde yardımcı olduğu şeklinde bazı uydurma şayialar yaymak suretiyle, Hz. Muhammed'in şüphe ile karşılanmasına gayret ediyordu. Dımeşkî inanıyordu ki, Hz. Muhammed büyük bir ihtimalle bir Arap keşişle işbirliği yapmak suretiyle Eski ve Yeni Ahitten haberdar olmuştu. Yapmacık bir dindarlık sayesinde insanların desteğini elde ettiği zaman, Allah'tan bir kutsal kitap gönderildiğini ilan etmiştir.  Dımeşkî diğer Bizanslı yazarlar tarafından iddia edilen, Hazreti Peygamberin sara nöbetlerinden mustarip olduğu şeklindeki yalanlara da arka çıkmıştı. “O aynı zamanda, Allah'ın yardım etmesini - kendi cinsel düşkünlüğünü mazur göstermeye yönelik teşvik edici vahiy – istedi” diye Peygamberin kişiliğine de dil uzatmıştır. Onun amacı İslam'ı, sayısız zevceye, cariyelere ve cinsel düşkünlüğe izin veren bir din olarak resmetmek idi. Dımeşkî iddiasını desteklemek için, Peygamber’in Zeyd’i eşinden boşanması için nasıl zorladığına ve ardından da kendisinin evlendiğine dair çarpıtılmış bir rivayeti nakletmiştir. O, aynı zamanda Arapları, bir Yahudi ismi olan “Saracenler” diye adlandırılmıştır. Saracenler, Batı’daki İslam'a dair ilk literatürde Arapların kast edildiği ortak bir isim haline geldi.

Dımeşkî gibi kimselerin eserleri, İslam'ı doğrudan doğruya araştırmaya yönelik bütün girişimler için kaynak materyaller haline geldi. Hristiyanlar birkaç yüzyıl boyunca hapiste bulunup dışarıdaki olayların söylentilerini işiten ve ön yargıya dayalı fikirlerinin yardımıyla işittiği şeylere şekil vermeye çalışan kimsenin yaşadığı cehalet tarzında bir davranış sergilediler. 1100'den önceki Batılı yazarların İslam karşısındaki durumu bu minval üzereydi. Bu kimseler, bir din olarak İslam konusunda gerçekten hiçbir şey bilmiyorlardı. Bilakis, Kitab-ı Mukaddes, İslam'ın tetkikinde kaynak haline gelmişti. Milattan sonra 700'den 1100'e kadar Kitab-ı Mukaddes, “Saracenler’in Eski Ahit tarihinde yatan kökenlerini” bulmak için kullanıldı. Kitab-ı Mukaddes Orta Çağ'ın ilk dönemlerinin etkili tek entellektüel aracı olarak kaldı. Fakat kutsal kitapları araştırmak, İslam fenomenini izah etmede pek fazla işe yaramadı. Bununla beraber Batı dünyasının İslam’ı doğrudan doğruya  tecrübe edişi, çok zaman önce vuku bulmuş bir hadise değildi. 

Dımeşkî üzerine ciddi araştırma yapan Amerikalı tarihçi Philip S. Khoury, Dımeşkî'nin İslam ve Peygamberimiz üzerine verdiği detayların pek çoğunun asılsız olduğunu ve İslam'a duyduğu düşmanlık ürünü olarak yazdığını belirtir. Hz. Peygamber (sav)’e ait Ortaçağ’daki imajla, günümüzdeki imajı arasında alabildiğine benzerlik vardır ve bu imaj tarih boyunca tekrar edile gelmiştir.

Dımeşkî’nin ardından İslam'a Hristiyan rahiplerinden gelen saldırılar önceden tahmin edilebilir nitelikteydi. Zira onların karşı koyuşları bir dizi gözde konular üzerinde odaklaşıyordu. Bu konular arasında Hz. Muhammed'in hayatı, Kur'an ve değişik yönleri ile İslam vardı. En şiddetli saldırı ise, bir İspanya kralı tarafından İspanya'ya davet edilmiş bir Fransız olan Pierre Maurice de Montboissier’den geldi. Pierre zamanla Aziz Peter (1084-1156) diye bilinir oldu. Pierre, kendisini İslam'ın araştırılmasına hasretmiş bir rahip idi. Onun başlıca derdi bir dizi yöntemle gerçekleştirmeye çalıştığı bir hedef olarak İslam'ı itibardan düşürmekti. Allah Resulünü güç ve kudret peşinde koşan, son derece kurnaz bir kişi ve bu sıfatla da haydutluk, istila, hilekarlık ve adam öldürme yoluyla amacına ulaşan bir kimse olarak görmek suretiyle, ona olan saldırılarını gerçekleştirdi. Peter’e göre Muhammed, ne bir peygamber ne de Tanrının bir habercisiydi. Fakat aldatıcılıkla meşgul habis bir kimse ve şeytanın bir müridiydi. Peter’e göre  Kur'an vahyolunmamıştı. O kitap kendi kilisesinin iktidar itikatlarına karşı gelen bir keşişle iş birliği içinde yazılmıştı. Hz. Muhammed  Kur'an'ını icad ederek kendisinin barbarca tarzı üzere bir şeytani kitap derlemişti. Peter’in Kur'an tercümesi Leicestershire’daki Rutland’lı bir İngiliz olan Robert of Ketton tarafından hazırlanmıştı. Bu çalışma birçok hatalarla doluydu. Bu kitabın nüshaları Avrupa’nın bütün kütüphanelerine dağıtılmıştır. Aslında Peter, diğer bazı kimselerle birlikte Robert of Ketton’u, temel İslami vesikaların tercümelerini hazırlamaya memur etmişti.  Bunun sonucunda, İslam'ın anlaşılmasına yönelik olan ve 14. yüzyıla kadar değerini yitirmeyen bir vesikalar koleksiyonu oluşmuştu.  Bu koleksiyon şunlardan oluşuyordu: Bir Kur'an tercümesi, İslami bakış açısıyla kaleme alınmış muhtasar bir dünya tarihi, Yaratılış, Atalar, Hazreti Peygamberin hayata ve dünyaya gelişi esnasındaki durum hakkında bir menkibeler koleksiyonu, Arabistan diyaloğu olarak bilinen Muhammed'in öğretisinin bazı yönlerinin şerhi ve el-Kindî’nin  müdafaası olarak bilinen Hristiyan-Müslüman tartışmalarının ilk kitabı.

Kur'an'ın, Kitab-ı Mukaddese olan inancı sarsmayı hedef edinmiş şeytani bir eserden başka bir şey olmadığı fikrini destekleyen bir başka Bağdatlı Dominikan misyoneri olan Ricoldo of  Montercrose (1243-1320)'nin tezi, Peter’inkini takip etti. Ricoldo’nun  kitabı “Confutado Alcorani” kaleme alındığı devirde bir din olarak İslami ilimler sahasında yüksek bir noktaya erişmiş ve asırlar boyunca aşılmamış bir eser olarak görüldü. Ricoldo, Kitab-ı Mukaddes tarafından teyit olunmadığı için Kur'an'ın ve peygamberinin Allah'tan geliyor olamayacağını görüşünü savundu. Ayrıca, Kur'an'ın edebi üslubunun Tanrının seviyesinin altında olduğunu, muhtevasının da çelişkilerle dolu olduğunu, Kitab-ı Mukaddes’e muhalefet ettiğini, şiddete göz yumduğunu, ayetlerinin düzenden yoksun bulunduğunu ve Hz. İsa’nın mucizelerini tasdik etmediğini iddia etti.

İslam'a ve onun Peygamberine yönelik önceki saldırılar Katolik kilisesi tarafından başlatılırken şimdi asıl Protestan saldırısı, Papa ile çatışan ve orta çağ Hıristiyanlığı içinde bir hizip doğurmuş olan Mart'ın Luther tarafından başlatılıyordu. Luther, Kuran'ın şeytan tarafından meydana getirdiğini görüşünü savunuyor ve tıpkı Papa'nın İsa muhalifi olması gibi Türk'ün de tecessüm etmiş şeytanın ta kendisi olduğunu iddia ediyordu. O, Türklerin Kur'an'dan edindiği bilginin Tanrı hakkında değil şeytan hakkında olduğuna ve onları Hristiyanların inançlarını yıkmaya, kılıcı kapıp öldürmeye yönelten kimsenin şeytan olduğuna inanıyordu. İslam'ın Yahudi, Hristiyan ve putperestlerin inançlarından devşirildiğini düşünüyordu. Peygamber Allah'ın mesaj sesi olarak kabul edilmiyordu. Luther, İslam'ın yanlış ve saçma olduğunu iddia ettiği teslis doktrini gündeme getiriyor, Müslümanların Tanrının eşi olmadığı için çocuğu olamayacağı söylediklerini öne sürüyordu. Müslümanların Peygambere bir put olarak taptıklarına inanıyordu ve bu bütünüyle halis putperestlikti. Luther’in görüşleri Hristiyan kafalarda halihazırda oluşmuş bulunan kin ve nefrete yeni bir boyut getirmedi. İslam'a ve onun Peygamberine duyduğu nefrete Türkleri kurban etti. Protestan hareketinin kurucusu olarak İslam'ın araştırılması için yeni bir kapı da açmadı. Bilakis Avrupa'da Orta Çağ dönemlerinden beri savunula gelen anti-İslami telâkkileri yeniden kuvvetlendirdi.

 

Prof. Dr. Yusuf Hamzaoğlu, “Hz. Muhammed, İslâm ve Hz. İsa Hakkında Öne Sürülen Yalanlar ve İftiralar” adlı yazısında şunları söylemektedir:

“Avrupa’nın Rönesans hümanistleri veya Hümanizm rönesansçıları ve onların torunları, Hz. Muhammed (sav) ve İslâm hakkında çok asılsız bilgiler vermişler ve tezler öne sürmüşlerdir. Hz. Muhammed (sav)’i ve İslâm’ı küçümsemeye ve kompromite etmeye çalışmışlardır. Bu konuda bütün Avrupa hümanistleri ve rönesansçıları aynı tutarsız, yalan, iftira ve uydurma dolu tezler öne sürmüşlerdir. Hz. Muhammed (sav)’i ve İslâm’ı Batı’nın en büyük düşmanları olarak tanımlamışlardır. Özellikle Lâtin asıllı müelliflere göre, düşmanla ilgili asıl önemli husus onların Arap veya Türk olmaları değil, Müslüman olmalarıydı. Bu bağlamda, Kudüs’ü fetheden Müslümanlar için “dinsizler” tabirini kullanmışlardır. Onlar bu iftiraları genellikle Hz. Muhammed (sav)’in hayatını ve İslâm’ın yaygınlaşmasını hikâyeleştirerek yapmışlardır. Hz. Muhammed (sav)’in Bizans kroniklerindeki dağınık ayrıntılara, İspanya’daki teolojik ve tarihî çalışmalara ve Haçlılar döneminde Filistin’de toplanan kulaktan dolma bilgilere dayanan tartışma dolu biyografisi, İslâm konularıyla ilgili XII. ve XIII. yüzyıl tartışmalarına hâkim olmuştu. Bu konular sadece İslâmî Doktrinle ilgili teolojik tartışmalar değildi, aynı zamanda çağın İslâmî güçlerinin durumu ve politik amaçlarıyla da alâkalı olan tarih yazılarıydı.

XV. yüzyıl Rönesans hümanistlerinden Francesco Filelfo, Aeneas Sylvius ve diğerleri, Türklerin ve İslâm’ın hızlı yükselişiyle meşgul oluyor ve dönemin papaları ile Avrupa hükümdarlarına gönderdikleri mektuplarda bu yükselişten doğabilecek olumsuz neticelerden bahsediyorlardı. Sylvius’a göre, İslâm, ilk başlarda Araplar tarafından uygulandığı şekliyle Hıristiyanlığa fazla zarar vermemişti. Gerçek kriz ve Hıristiyanlığa büyük tehdit Türklerin İslâm’ı kabul etmesi ve sahneye çıkmasıyla meydana gelmiştir. İslâm’ın oldukça hızlı bir şekilde yayılmasından rahatsız olan Aeneas Sylvius bu durumu şöyle izah etmiştir:

“Felâket (yani İslâm) Heraklius’un hükümdarlığı sırasında başladı. Çünkü, kurtuluş yolu Tanrı’nın oğlu İsa tarafından herkese açılmıştı…/…İnsan ırkına karşı nefretle dolu olan şeytan, İsa’nın her yerde hükümdar olmasına öfkelenerek Arabistan’da Muhammed adında sahte bir peygamber yetiştirdi…/...Yunanlar arasında imparatorluk çoktan zayıflamıştı ve Roma’nın faziletleri değişik bir yere (İstanbul) nakledildikten sonra zayıf düştü…/…Bununla birlikte Frankların kralı Pepin’in zamanına kadar Asya’da çok sayıda Hıristiyan kalmıştı…/…O dönemde Türkler İskyt ülkesinden çıkarak Kapadokya, Pontus, Bitinya, Truva, Kilikya ve Küçük Asya’nın tümünü işgal ettiler ve bizim ihmalimiz sayesinde güçlenmiş olarak, sadece Hıristiyanları Asya’dan sürmekle kalmadılar, Çanakkale Boğazı’nı teknelerle geçerek Makedonya, Trakya ve Atika’yı da istilâ ettiler”

Sylvius ve onun gibi düşünen Rönesans hümanistleri ve bütün Hıristiyanlar, Peygamber Hz. İsa’yı Tanrı’nın oğlu Tanrı, insanlık tarihinin en büyük dehası olan Hz. Muhammed (sav)’i ise “şeytanın yetiştirdiği sahte bir peygamber” olarak göstermektedirler. Ancak Hz. İsa Tanrı’nın oğlu değildir.  O da Allah’ın Yahudi topluluğuna gönderdiği bir elçi, bir peygamberdir. Hz. Muhammed (s.a.v.) ise sahte bir peygamber değildir. O’nu şeytan yetiştirmemiştir. O’nu Allah, sadece bir kabileye, kavme, millete veya ırka da göndermemiştir. Allah Hz. Muhammed (sav)’i bütün insanlığa kıyamete kadar son peygamber olarak göndermiştir.

Muhammet sizin adamlarımızdan hiçbirinin babası değildir. Ama Allah’ın Resulü ve peygamberlerin sonuncusudur. Allah her şeyi hakkıyla bilendir.” (Ahzab, 33/40)

 Onun aracılığıyla kendi mucizesi olan Kur’ân-ı Kerîm’i de indirmiştir.

Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur’ân’ı indirdik ki, insanlara vahyedileni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.” (Nahl, 16/44)

Rönesans hümanistleri ve diğer Hıristiyanlar başlangıcından günümüze kadar geçen dönem içerisinde büyük bunalım ve yanılgı içerisinde bulundular. Bundan böyle de aynı inançta kalırlarsa, yine bunalım ve yanılgı içerisinde bulunacaklardır. Çünkü Hz. İsa Allah’ın oğlu değildir. Kur’ân-ı Kerîm’in Meryem Sûresi’nin 35. ayeti’nde şöyle denmektedir: “Allah’ın bir evlât edinmesi, olur şey değildir. O, bundan münezzehtir. Bir işe hükmettiği zaman, ona sadece “Ol!” der ve hemen olur.” Hz. İsa Allah’ın bir kulu ve Hz. Muhammed (sav)’den önce sadece bir Yahudi kabilesine gönderilen bir peygamberdir. Hıristiyanlıkta Hz. İsa hakkında öne sürülen irrasyonel ve mantıksız bilgileri Kur’ân-ı Kerîm aşağıdaki ayetlerle düzeltmektedir. Kur’ân-ın Meryem Sûresi’nin 1 - 39 âyetleri arasında Hz. İsa’nın dünyaya Allah Teâlâ’nın bir kulu ve kitap verilen bir peygamberi olduğu anlatılmaktadır. Bu sûrenin 29. âyetinde, “Bunun üzerine Meryem çocuğu gösterdi. ‘Biz, dediler, beşikteki bir sabî ile nasıl konuşuruz?” ifade edilmekte ve aynı sûrenin 30. ayetinde İsa şöyle demektedir: “Ben, Allah’ın kuluyum. O, bana Kitab’ı verdi ve beni peygamber yaptı.” 36. ayette ise İsa şunları söylemektedir: “Muhakkak ki Allah, benim de Rabbim, sizin de Rabbinizdir. Öyle ise O’na kulluk ediniz. İşte doğru yol budur.” 37. ayette: “Sonra guruplar kendi aralarında ayrılığa düştüler. Büyük güne şahit olunduğu zamanda vay o kâfirlerin haline!” denmektedir.

Bu ayetler Hz. İsa’nın gerçek durumunu anlatmakta ve Hz. İsa hakkında sapkın inanışlara sahip olan Hıristiyanların da yarın ahirete nasıl dehşetli bir ceza ile cezalandırılacaklarını bildirilmektedir. Bu şiddetli cezadan kurtulmak için Hıristiyanların sapık inançları terk ederek İslam’a girmelerini tavsiye ediyoruz. Gerçek kurtuluş budur.

 

Papa 16. Benedict’in Konuşmasının Yorumu

Papa 16. Benedict, 12 Eylül 2006 tarihinde, Almanya'da daha önce öğretim üyesi olarak görev yaptığı Regensburg Üniversitesi'nde “İman, Akıl ve Üniversite” başlıklı bir konuşma yapmıştır. Bu konuşmada Bizans imparatoru Manuel II. Paleologus ile bir İranlı arasında 1391 yılında geçen bir diyaloğu dile getirmiştir. Bu diyalogda II. Manuel Hazreti Peygamber hakkında şunları söylemektedir: “Hadi bana Muhammed'in yeni olarak ne getirdiğini göster. Bu konuda kendisinin vaaz ettiği dini kılıç ile yayma emri türünden kötü ve insanlık dışı şeylerden başka bir şey bulamazsın.” Bu sözler orta çağ boyunca oluşmuş batıdaki Hz. Peygamber imajının günümüzde en yetkili kişilerde bile devam ettiğinin önemli bir göstergesi olmuştur. Papa'nın 14. asrın sonlarında Bizans İmparatorluğu ile bir Müslüman arasında yapılan konuşmadan naklettiği sözlerin rastgele seçilmediği aşikârdır. Zira seçildiği dönemde akademisyenliği ve entelektüel birikimi vurgulanan Papa'nın alıntı yapma yöntemini bilmediği düşünülemez.  Konuşma metnini Papa’nın bizzat kendisinin hazırladığı muhakkaktır. Müslümanların ötekileştirmenin altın çağının yaşandığı Ortaçağ'da, II. Manuel’in ön yargıyla ortaya konan bu metinde geçen Hazreti Peygambere dair negatif ifadelerin paylaşılması manidardır. Avrupa, Orta Çağda bu konu ile ilgili en karanlık dönemini yaşamaktaydı. Papa 16. Benedict’in bu konuşmasında  İslam’ın “Şiddet Dini”, Hazreti Peygamberin “Şiddet Peygamberi” olarak ifade edilen  Orta Çağ döneminin en temel imajını öne çıkardığı açıktır. Buna karşılık Hristiyanlığın Barış Dini, Hazreti İsa'nın da Barış Peygamberi olduğu imasında bulunmuştur. Halbuki şiddet ile ilgili emirler  Kitab-ı Mukaddeste de alabildiğine mevcuttur. Kur'an'da, vatanı savunma durumunda kalınması veya düzene karşı silahlı kalkışma durumları gibi şiddet kullanımının gerekli görüldüğü yerler vardır. Ancak bütün dinlerin ortak noktası kullanılmasına izin verilen şiddetin geçici, barış ve esenliğin ise kalıcı olmasıdır. Papa yıllar öncesine ait diyaloğu hatırlatırken Kur'an'daki “Dinde zorlama yoktur” (Bakara, 2/256) ayetine değiniyor. Ancak onu henüz devletleşmemiş inananların zayıf olduğu bir dönemle irtibatlandırıp, İslam'da ve Hazreti Peygamberde şiddetin belirgin olduğu imasını yapıyor. Onun ima yoluyla ifade ettiği bu durum günümüzde Batıda İslam ve Hazreti Peygambere yönelik en temel iftiralardan biri haline gelmiştir. Nitekim Deaş, Boko Haram gibi post-oryantalistlik politikaların ürünü olan terör örgütleri yoluyla da bu imaj bugün alabildiğine yaygındır. Ancak bu örgütlerin kapitalist Hıristiyan devletlerinin sömürgeci anlayışları doğrultusunda kendileri tarafından oluşturuldukları bugün için bilinmektedir. Dolayısıyla 16. Benedict’in İslam'a hakaret etmek için Bizans'ın kafası karışık bir imparatorunun tek yanlı tanıklığına başvurması, Batı toplumunda Hazreti Peygamber karşıtlığının en yetkili ağızdan tekrar edilmesidir. Bu davranış Papa’nın, İslam ve Hz. Peygamber karşıtlığı üzerinden kimliğini yeniden inşa etme çabasının göstergesidir. Böylece Papa’lık çökmekte olan inanç sistemlerini kendi dindaşları arasında güçlendirmeye çalışmaktadır.  Yani derinlerde izleri olan bir hafızayı tazeleyerek Batının bir anlamda kendini kurtarmaya çalışmasıdır. Papa’ya göre bu hafıza Katolikliktir. Papa ve Katolik kilisesi eğer Avrupa'ya Hristiyan kimliğini hatırlatacaksa ötekileştirebilecekleri bir öteki bulmaları lazımdır. Bu şeytanlaştırılacak ötekiye karşı alınacak tutum Avrupa'ya Hristiyanlık zemininde bir bütünlük sağlayacaktır. Papa'nın önünde ötekeleştirilmeye müsait en önemli düşman Müslümanlar ve Hazreti Peygamberdir.

İslam'ın ve Hazreti Peygamberin şiddet ile özdeşleştirilip ötekileştirilerek düşman olarak görülmesi, Dortmund Üniversitesi'nden Wolfram Richter’in ifadesiyle, “İslam karşıtlığı” Avrupa'da uyanan “antisemitizm” hastalığının yeni bir yüzüdür. Şu ifadeler ona aittir: “Bir zamanlar Yahudilere yaptığımızı şimdi Müslümanlara yapacağımızdan korkuyorum. Yeni “holochost”un kurbanları Müslümanlar olacak.”

 

Günümüzde Peygamberimize atılan iftira faaliyetlerini, Prof. Dr. Özcan Hıdır, “Batı’da Hz. Muhammed İmajı” adlı kitabında şöyle anlatmaktadır:

“Hazreti Peygamber karşıtlığı batıda adeta nesilden nesle aktarılmış bir miras gibidir. 11 Eylül 2001 hadisesi sonrasında ise bu miras özellikle İslam karşıtı aşırı sağ gruplar, partiler, Neocon ve Siyonist Hıristiyanlar olarak da nitelenen radikal Evanjeliklerce, modern versiyonlarıyla devam ettirilmiştir. 2005 yılında İslam dünyasında büyük infiale yol açan Danimarka’daki karikatür krizinin ardından, 2006 yılında bir önceki Papa 16. Benedict’in, Regensburg’ta  Hazreti Peygamber’i, “elinden kılıç düşmeyen şiddet peygamberi” diye niteleyen konuşması, 2008 yılında Wilders’in  “Fitna” adlı 16 dakikalık filmiyle Hazreti Peygamber’i Hitler’e ve Kur’ân’ ı da Hitler’in  Mein Kampf (Kavgam) adlı kitabına benzeten hezeyanları, Amerika’da İslam karşıtı karanlık odaklarca hazırlanan “Müslümanların masumiyeti” filmi, İran asıllı Hollandalı politikacı Ehsan Jami’nin “Interview with Muhammed” adlı kurgu röportajı, Almanya Münster’de  daha sonra İslam’dan irtidat ettiğini ilan eden İslam kürsüsü profesörü Sven Kalisch’in Hazreti Peygamber’i “mitolojik” bir şahsiyet olarak niteleyen hezeyanı, İran asıllı Hollandalı ateist ressam Hoera Sera’nın Hazreti Peygamber ile Hazreti Ali’yi çirkin bir şekilde tasvir eden resimleri, 2015’te Fransa’daki  Charlie Hebdo karikatürleri ve 2015 yılında  Amerikan Özgürlük Koruma İnisiyatifi’nin (American Freedom Defense Initiative)  Teksas’ta düzenlediği “Tarihte Muhammed Karikatürleri Sergisi” ve son olarak bu olayların birçoğunda başat rolü olan ve İslam, Kur’an, Hazreti Peygamber karşıtı söylem/eylem galerisi bir hayli geniş olan Geert  Wilders’in, Haziran 2018’de aynı yılın Kasım ayında yapacağını ilan ettiği, ancak tehditleri gerekçe göstererek son anda “iptal ettiğini” duyurduğu Hollanda’daki Hazreti Peygambere dair “karikatür yarışması” bu meyanda hemen akla gelenlerdir. Yine Pakistanda Hazreti Muhammed’e hakaret edip 8 yıl hapiste kaldıktan sonra Kasım 2018 serbest bırakılan Hristiyan kadın Asia Bibi’yi de sayabiliriz. Bibi, 2009 yılında Hazreti Peygambere hakaret etmiş, tutuklanmasından bir yıl sonra da 8 yıla mahkum olmuştur. Olay dünya kamuoyunda yankı bulmuş ve insan hakları örgütleri Pakistan’a baskı kurmuş, lehte ve aleyhte gösteriler düzenlenmişti. Hatta 2015 yılında Papa da Bibi’nin kızı ile görüşerek annesi için dua ettiğini söylemiştir.”

 

Pakistanlı sosyolog Asaf Hüseyin, “Batının İslâmla Kavgası” adlı kitabında bu konu ile ilgili olarak şunları yazmaktadır:

“Hristiyanların tartışma bazındaki kitapları, İslam'ın tarafsızca bir incelenmesi temeline dayandırılmadı Bu çalışmalar zanlar, önyargılı fikirler, tarafgirlikler ve genellikle de yalan üzerine temellendirildi. İslam, Hristiyan bilginleri tarafından müstakil bir konu olarak değil, fakat Hristiyan bakış açısına göre ne olması gerekiyorsa o şekilde araştırıldı. Böylelikle bu eserler, İslam'a yönelik akla mantığa uymayan bir bakış açısının temellerini atmış oldu.

Bunun sonuçları küçümsenecek gibi değildir; bu vakıa Batı dünyasını sonsuza dek İslam düşmanı yapmıştır. İslam'dan farklı olarak Hristiyanlık, kökeni olan Orta Doğu'nun başlıca bir dini haline gelemedi; merkezlerini Batıda tesis etti. Dinî bir görüş noktasından yola çıkarak, İslam'la savaşması için Batıyı harekete geçirdi. Fakat böyle yaparken, İslam'ın açık fikirli bir şekilde anlaşılmasına da son vermiş oldu.

19. yüzyılın ikinci yarısı boyunca önde gelen oryantalistlerin bir kısmı Peygamberin hayatı üzerine kitaplar yazdılar. Bu kitapların çoğu Peygamberin hayatına dair bazı yaygın temalar üzerinde odaklaşıyordu. Bazısı onun mütevazi kökenlerden geldiğini, sara nöbetlerinden mustarip olduğunu, ilahi misyonundan kuşkuya düştüğünü, Mekke'de bir peygamber Medine'de bir politikacı gibi hareket ettiğini, Müslümanların kendisine bir put olarak taptığını, tabii Mukaddes bilgisine sahip olduğunu, Musevilik ve Hıristiyanlık gibi diğer dinleri taklit ederek İslam'a biçim vermeye çalıştığını düşünüyordu. Bu çalışmalar Hz. Muhammed'e yönelik bir karakter suikastını hedefliyordu. Eğer bu gerçekleştirilebilseydi Peygamberin doğruluğu kuşku uyandırmış olacaktı. İspatı yapılmamış böylesi genellemelere genellikle batılılar tarafından inanılmış ve bunlar misyonerler tarafından kullanılmıştır.

Sobartı gibi bazıları da peygamberin şairane bir coşku ve hayal gücüne sahip olduğunu öne sürmüş ve bu fikirler Kur'an'ın peygamberin şuursuz aklının bir şiiri olduğunu düşünen R. Bell ve M. Rodinson tarafından da desteklenmiştir. Kimi oryantalistler bu kanıtlarla ikna olmadılar ve Kur'an'ın onun bilinçaltı aklı ile dile getirilen hüsnü kuruntunun sonucu olduğu faraziyesi üzerinde durdular. Öte yandan, Montgomery Watt gibi diğer bazıları, daha da kurnazca davrandı ve “insana dışarıdan geliyor gibi görünen bir şey, hakikatte onun şuursuzluğundan kaynaklanabileceği için” Hazreti Peygamber’in yanılmış olabileceğini ve bu durumda da, Kur'an'ın “yaratıcı muhayyilenin ürünü” olduğunu düşündüler Müslüman bir âlim olarak Tivabi  oryantalistleri münakaşalarını büyütmek için uygun soruyu ortaya attı. O şöyle yazıyordu: “Bir an farz edelim ki Kur'an, onun kendi tertibi. Peki, bir tarih öğrencisi, Muhammed'in eski kaynaklardan ödünç fikirler aldığını nasıl kanıtlayacak?” “Oryantalistler” diyordu o, “tahmin ya da spekülasyondan öte bunu ispatlamaya güç yetirememişlerdir. Şu halde oryantalistler, çalışmalarının akademik olarak tanınmasını nasıl hak edebilirler? Fakat Kur'an, hiçbir yaratıcı muhayyilenin böyle bir eseri terkip edemeyeceği kanısında olan pek çok oryantalist için hâlâ bir muamma olarak durmaktadır.”

Son yıllarda batıda İslam'a yönelik düşmanca söylem ve eylemlerin genelde Kur'an ve özellikle de Hazreti Peygamber üzerinden yürütüldüğü görülmektedir. Bunun en önemli nedenlerinden biri Kur'an'ın son ilahi mesaj ve Hazreti Peygamberin de son peygamber olarak etkisinin batıda günden güne artmasıdır. Sîrete dair bilgi ve rivayetleri temel itibariyle kabul eden, ancak onun Kur'an'ın yazarı olduğunu ileri süren Alman oryantalistlerden Alfred Welch, Batıda Kur'an ve Hz. Peygamberin sîretine dair “skeptik ve revizyonist” çalışmaların ortaya konulmasının sebebini şu ifadelerle açıklar: “Müslümanların kitabı Kur'an-ı Kerim ve Muhammed'in peygamberlik tecrübesi o kadar iç içedir ki biri olmaksızın diğeri asla anlaşılamaz.”

Öte yandan peygamberler başta olmak üzere insanlık tarihinin kadim zamanlarındaki öncü şahsiyetleri arasında Hazreti Peygamber, Doğulu ve Batılı araştırmacıların ekserisinin şu veya bu şekilde ifade ettiği üzere, hayatı en iyi bilinen yegane şahsiyettir. Batı dünyasındaki İslam karşıtları ahlâki meziyetler, üstün karakter, iyi, doğru ve güzelin hayatında tecessüm etmesi açısından böylesine örnek bir insanın Müslümanların önderi, Peygamberi olmasından tabiatıyla rahatsızlık duymakta ve dolayısıyla da onun hayatını şüphe, karalama ve iftiraları ile kirletmeye çalışmaktadır. Bütün bunlar ise esasen bir yönüyle de 11 Eylül sonrasında alabildiğine etkilerini ve tezahürlerini gördüğümüz ırkçı kültürel, ırkçı tutumlardır. Zira bugün İslam karşıtlığı ırkçılığın Batıda Müslümanlara yönelik olarak daha ziyade Kur'an ve Hz. Peygamber başta olmak üzere İslam'ın kutsal kabul ettiği değerler üzerinden yürütülmektedir. Esasen modern ve post modern dönemde, sünnete yönelik yapı bozucu tutumların da bu söylenenlerle alakası vardır. Bütün bunların ise İslam dünyası ve Müslümanlara yönelik teo-politik veya post-oryantalistlik politikaların önemli bir parçası olduğu aşikârdır.

 

Hz. Muhammed’in Övülmesi

Bununla beraber hakikatleri gören ve Hazreti Muhammed’e tam olarak hakkını veren batılı yazarlar da vardır. Örneğin, Hz. Muhammed'i 'dalga' ile sembolleştiren Goethe, O'nun şahsiyetine hayranlığını dile getirmiştir. O'nun ırmak ve dereleri de bünyesinde toplayarak okyanusa, yani Allah'a ulaşmasını ‘Doğu Batı divanı’ adlı eserinde anlatır. Divanına Hicret adlı şiiriyle başlar. 1820 yılında gelini ağır bir hastalığa tutulunca, "Artık söyleyecek bir şey kalmadı, yine İslam'a tutunmaya çalışıyorum" diye bir dostuna yazar. Teslisi reddeden Goethe, "Hepimiz İslam'ı yaşıyoruz" der.

John Davenport'un, 1967 yılında Ankara Üniversitesi yayınları arasında çıkan 'Hazreti Muhammed ve Kur’an-ı Kerim' adlı eseri, 2007 yılında Moralite Yayınları tarafından 'Hz. Muhammed'ten Özür Diliyorum' adı altında, daha 'güzel ve güncel' bir çeviri ile yeniden basılmıştır.  Yazarın önsözünde şunlar yazılıdır:

“Önümüzdeki sayfalar Hz. Muhammed’in hayat hikâyesini, yalancı iddia ve taassup saldırılarından ayıklamak için ve insanlığa en büyük iyilikleri işleyenlerin biri olduğu haklı davasını sağlamak için yapılmış değersiz fakat samimi bir teşebbüstür. Hz. Muhammed, dini bir müceddid (Yenileyici) ve bir şâri’ (Kural koyucu) olarak düşünülmeli ve buna göre değerlendirilmelidir. Hz. Muhammed hiç şüphesiz bütün dünyada ortaya çıkan en ender ve en yüksek dahilerden biridir. Hz. Muhammed’in çıkışından önce Araplar ne halde iken ondan sonra durumlarının ne kadar değiştiğini göz önüne alır ve İslam inancının yüz milyonlarca insan kalbinde uyandırdığı şevk ve heyecanı düşünürsek ona karşı hayranlığımızı saklamanın en büyük zulüm olduğunu duymamaya imkân yoktur.”

 

Özcan Hıdır’ın kitabında Hz. Muhammed’in övgüyle bahsedilmesi hakkında şunlar yazılıdır:

“Dünyanın en meşhur ilk 100 kişisi arasında ilk sıraya Hz Peygamberi koyan Amerikalı astrofizikçi M. Harc; Hz. Peygamberin hadislerini derleyen ve hatta Müslüman olduğuna dair de bilgiler bulunan meşhur Rus yazar Lev Tolstoy; Hazreti Peygambere dair 1859 tarihli “Mahomet” adlı şiirinde övücü ifadeleri bulunan ünlü Fransız romancı Victor Hugo; 1762'de yayınladığı “Le Contrat Social” ile adeta Hazreti Peygamberin bir propagandasını yapmış Fransız filozof, romancı J. J. Rousseau; R. Maria Rilke ve Alman A. Schimmel bu anlamda zikredilebilir. Hatta bu listeye “Tüm kalbimle inanıyorum ki Hazreti Muhammed tarihin gördüğü en büyük devrimcidir; putları yıkıp daha eşit ve daha özgür bir düzen kurmuştur” diyen Karl Marx ile İslam ile ilgili çelişkili görüşleri olsa da M. İkbal'in “kalbi mü’min, mantığı kafir kaldı” dediği F. W. Nietzsche'nin “Haçlılar aslında önünde diz çökmeleri gereken asil ve yüksek bir kültüre karşı savaş açmışlardı” sözü ile Hazreti İsa'yı son Hristiyan kabul edip Pavlus’un sahte/primitif bir Hıristiyanlık icat ettiğini söylemesini ve ayrıca Hristiyanların Tanrısının öldüğünü söylemesine rağmen “Muhammed ölmedi, kalbimizde yaşıyor” demesini de zikredebiliriz.

Yine bu listeye, “İslam yani Muhammed'in dini, insanlığın başlangıcından bu yana, başka hiçbir dinin yapamadığı bir şekilde insanlık ve medeniyet için bir reform icra etmiştir” diyen Sir Philip Gibbs; “İnsanlığın başlangıcından beri yeryüzünde bulunan insanların en doğrusu ve bütün beşeriyetin en büyük şahsiyetidir” diyen Leonard; Hz. Peygamberin şahsiyetine/ahlâkına övgü dolu sözler söyleyen Lamartine; Hz. Peygamberin Arabistan'daki bozulmuş olan düzeni ıslahtaki büyüklüğünü övücü sözlerle anlatan Alfred Martin gibi batılı önemli yazarları da ekleyebiliriz. İrlandalı ünlü yazar Bernard Shaw’ın  geçmişteki negatif İslam ve Hazreti Peygamber nitelemelerine yönelik açıklamaları içeren şu ifadelerine ise ayrıca yer verilmelidir:

“Ben inkar edilemez yüceliği sebebiyle Muhammed'e çok büyük saygı duyuyorum. Onun dini her insana, her zamana uyan, hayatın her merhalesine ve bu alemin her köşesinde uygulanabilen yegane dindir. Onun dininin bugün olduğu gibi yarın da Avrupa'da kabul göreceğini söyleyebilirim. Orta Çağ'da Hristiyan din adamları bazen cahilliklerinden bazen de taassuplarından dolayı İslam'ı ve Hz. Peygamber'i karanlık bir surette tasvir ettiler. Onlar bu şekilde yetiştiler. Onlar Muhammed'in İsa'nın karşıtı olduğuna inanıyorlardı. Muhammed hakkında çok kitap okudum. Bu büyük insanın tebliğ ettiği dini araştırdım ve onu çok beğendim.”

 

Sonuç

Çıkar peşinde koşan ve sahip oldukları statükoyu ellerinde tutabilmek isteyen Hıristiyanlar, İslam dinini ve onun Peygamberini iftiralarla karalamaya çalışmışlardır. Onlar ayrıca kendi çıkarları için Hazreti İsa’nın dinini de suistimal ederek, onu Tanrı ve Allah’ın oğlu ilan etmişlerdir. Fakat İslam karşıtlarının asırlarca uğraşmalarına rağmen İslam’ın yayılışına mani olamamışlardır. Tam aksine İslam dünyanın her yerinde insanların kalbine tesir etmiştir. Bunun sonunda Hıristiyanların büyük bir kısmı artık kendi din adamlarının iftira ve aldatmalarına inanmaktadırlar. Bu nedenle İslam’a ilgi ve yöneliş dünyanın her tarafında gittikçe artmaktadır.

Ağızlarıyla Allah’ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kâfirler hoş görmese de, Allah nurunu tamamlayacaktır.” (Saff, 61/8)

Yukarıdaki ayetin hükmü gerçekleşecektir. Dünyada önümüzdeki yıllarda İslam dini tekrar bütün insanların kalplerinde yer alacak ve dünyaya tekrar İslam hakim olacaktır. 2060 yıllarında dünya üzerinden tamamen İslam hakimiyeti kurulacaktır. Bundan sonra bir süre insanlar mutlu ve adaletli bir hayat sürdüreceklerdir. Ancak bu sürenin sonunda insanlar tekrar sapıtıp İslam’ı terk edeceklerdir. İnsanların bir süre sapıtmış bir halde yaşamalarından sonra Mehdi (as) zuhur edecektir. Artık ondan sonraki dönem Mehdi (as) dönemidir. Allah Teâlâ’nın rahmeti gereği Mehdi (as) sapıtan dünyayı tekrar İslam’ın şeriatına uygun hale getirecektir. Mehdi (as) ve İsa (as) birlikte hükmederek 40 yıllık bir dönemde insanlar tekrar İslam şeriatına göre yaşayacaklardır. Ancak bu sürenin bitiminde insanlar tekrar sapıtacaklardır. Fakat kıyamete kadar bir daha düzenlemeleri mümkün olmayacaktır. Bu bilgiler sufi abilerimizin bize bildirdikleri keşif bilgileridir. Doğrusunu Allah bilir. 

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :  oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa           Yorumlar

Hıristiyanların  Hz. Muhammed (sav)’e İftiraları

Yayınlanma Tarihi : 17.04.2024