“Esmâ” kelimesi “isim” kelimesinin çoğuludur. “Hüsnâ” kelimesi “güzel, en güzel” anlamına gelir. Bu ikisinin terkibi olan Esmâ-i Hüsnâ kelimesi Allah'a nisbet edilen bütün ilahi isimleri ifade eder. Esmâ-i hüsnâ'daki “hüsnâ” kelimesi “güzel” manasında sıfat veya “en güzel” anlamında ism-i tafdîl sayılmıştır. Bu nedenle Allah'ın güzel olmayan bir isminden bahsetmek anlamsızdır. İlahi isimlerin güzellikle nitelendirilmesinin sebeplerini İbn Arabî (ks) şöyle ifade etmektedir:

1) Allah hakkında yücelik ifade eder ve kullarda hürmet hissi uyandırır.

2) Zikir ve duada kullanıldığında duanın kabulüne ve sevap kazanmasına vesile olur.

3) Kalplere huzur ve sükunet verir. Lütûf ve rahmet ümidi telkin eder.

4) Esmâ-i hüsnâ konusunda marifet sahibi olanlara, bu marifet üstünlük ve şeref kazandırır.

5) Bu isimler Allah hakkında vâcip, câiz ve muhal olan sıfatları ihtiva etmeleri nedeniyle, onunla ilgili en yeterli ve en doğru marifet edinmemizi sağlarlar.

Esma-i hüsnâ'nın 99 isimden oluştuğunu İslam alimleri tarafından genellikle kabul edilir. Ancak Kur'an'da Allah'a nispet edilen isimler 99 ile sınırlı değildir. İslam alimleri bununla ilgili bir hadiste kaydedilen sayıya bağlı kalmak için esmâ-i hüsnâ'nın 99 tane isimden oluştuğunu kabul etmişlerdir. Bu isimler, bid’atların zuhurundan ve fırkaların ortaya çıkmasından önce selefin üzerinde icma ettiği isimleri kapsar.

Esmâ-i hüsnâ'nın yanında Allah'ın Kur'an veya herhangi bir kitapla indirdiği, özel olarak bazı kullarına bildirdiği veya kendi katında başkalarından gizlediği isimleri de vardır. Bunu teyid eden bir hadiste Peygamberimiz (sav) şöyle dua etmektedir: “Allah'ım! Zatının isimlendirdiği, kitapta kaydettiğin, mahlukatından birisini öğrettiğin ya da gayb ilminde kendine tahsis ettiğin her ismin hürmetine Senden dilerim.”

 

Esmâ-i Hüsnâ’nın Sayımı (İhsâ)

Birçok hadis kitabında nakledilen ve rivayeti Ebu Hureyre (ra)’a dayanan şu hadis vardır: “Allah'ın 99, yüzden bir eksik, ismi vardır. Bunları ezberleyip benimseyen (İhsâ) cennete girer.” Bazı rivayetlerde de buna ilaveten “O tektir, tek olanı sever” vardır. Hadis metninde geçen “İhsâ” kelimesi İslam alimleri tarafından çeşitli şekillerde yorumlanmıştır. Buhârî'den itibaren ihsâ kelimesinin anlamı üzerinde önemle durulmuştur. Kelimenin sözlük anlamı olan “saymak, ezberlemek, anlamak” şeklindeki anlamlarının ötesinde bir anlam taşıdığı görüşü ağırlık kazanmıştır. Öyle anlaşılıyor ki bu kelime İslam'ın uluhiyyet inancını naslara başvurmak suretiyle tespit edip anlamak, benimsemek ve bu inanca uygun bir ruhî yetkinlik kazanmak anlamını içermektedir.

Ebû Hureyre'nin rivayet ettiği hadiste ki 99 sayısı şüphelidir. Bu bakımdan Allah'ın güzel isimlerinin adedi farklı hadis kitaplarında farklı sayıda ifade edilmiştir. Bu nedenle hicri 2. yüzyıldan itibaren doğrudan doğruya Kur'an-ı Kerim'den esmâ-i hüsnâ listeleri çıkarma çalışmaları yapılmaya başlanmıştır. İbn Abbas ve İbn Ömer'den nakledilen Süyûtî’de bulunan bir hadis şöyledir: “Allah'ın 99 ismi vardır ki, onları sayan cennete girer. Onlar da Kur'an'da mevcuttur.” Bu hadisin etkisiyle insanlar Allah'ın güzel isimlerini Kur'an'da aramaya yönelmişlerdir. Ancak bu konuda çalışanların tespit ettikleri isim sayıları birbirlerini tutmamaktadır. Bunun nedeni eş anlamlı kelimelerin tekrarı, izafet ve benzeri bir bağlantı ile oluşan veya fiil sigası ile geçen bir kavramdan türetilen isimlerin alınıp alınmaması hususundaki tereddütler, dikkatsizlik ve bir de istihsan hatası olarak düşünülmektedir.

İbn Arabî'ye göre Kur'an ve hadisler incelendiğinde bu isimlerin ortaya çıkması mümkündür. Böylece Kur'an ve hadislerin okunması “ihsâ” olarak düşünülmekte ve bunun neticesinde de cennete gidilebileceği ümit edilmektedir. Hadiste geçen “İhsâ” ifadesi Kur'an ve sünneti öğrenmeye teşvik olduğu belirtilmiştir. Bazı İslam alimleri Allah'ın isimlerinin sayılmasının mümkün olmadığını, bazıları ise isimlerin sayımının kolay olduğunu savunmuşlardır.

İslam alimleri, isimlerin sayımının (ihsâ) kavramını farklı şekillerde anlamışlardır. Bazıları ihsâ’yı bütün esmâ-i hüsnâ ile Allah'a dua ve sena etmektir şeklinde yorumlarken, diğer bir kısmı da bu isimleri hakkı ile öğrenmeli ve amel etmeli tarzında anlamışlardır.

İbn Berracân, “Şerhu esmâ’illâhi’l-hüsnâ” adlı kitabında İhsâ’yı, “Allah'ın isimleriyle alakalı ilimleri bilmek, zikretmek ve bununla kullukta bulunmak” şeklinde izah etmiştir. Zeccâc ise, “Tefsîru esmâ’illâhi’l-hüsnâ” adlı kitabında, ihsâ’yı, esmâ-i hüsnâ'nın manalarını derinden tefekkür etmek şeklinde anlamıştır.

Şiî literatüründe 99 isim hadisi Hz. Ali (ra)'dan rivayet edilmektedir. Bazen de Ali ile Ebu Hureyre'nin rivayetleri birleştirilerek sayı 133'e çıkarılmaktadır. Şiî alimlerinin Kur'an'dan çıkardıkları esmâ sayısının 127 olduğu ifade edilmektedir. Cevşen-i Kebir’de ise her biri 10'ar isim içeren 100 bölüm halinde 1000 isim mevcuttur.

 

Allah’ın İsimlerinde İlhâd (Sapma)

“En güzel isimler Allah'ındır. Bundan dolayı Allah'a onlarla dua edin. O’nun isimlerinde sapıklık eden mülhidleri terk edin.” (Araf, 7/180)

Ayette geçen, “Allah'ın isimlerinde ilhâda düşme” ifadesi, müşriklerin yaptığı gibi isimleri putlara nispet etme, anlamlarını değiştirerek isimlerde ziyade ve noksanlık yapma olarak yorumlanmaktadır.

İbn Arabî'ye göre ilhâd, Allah'ın isimlerinde ta’til (işlevsiz yapmak) veya teşbih (benzetme) gibi tevhide aykırı yanlış yorumlar yapmak suretiyle haktan ayrılıştır. İlhâda düşmemek için Kur'an ve Kütüb-i Sitte'de geçen (Buhârî, Müslim, Tirmizî, Ebû Davûd, Nesaî ve el-Muvattâ) isimlerle Allah'ın anılması yeterlidir.

İlhâd kavramı içine şu eylemler de girer:

1) Allah'ın Zatını anlamaya ve tanımaya vesile olan tefekkür ortamından uzaklaşma,

2) Allah ile kulluk irtibatını keserek, bu isimler üzerinde değişik tasarruf gayeleri edinme suretiyle onlardan maddi sonuçlar bekleme.

Esmâ-i hüsnâ bilgisi Allah ile alem arasındaki ilişkiye ışık tutması ve böylece Allah'ı tanıma bakımından önemlidir. Bazı filozoflar Allah'a isim ve sıfat nispet etmekten kaçınırlar. Mâtürîdî ilahi isimleri benimsemek istemeyenlere “Kitâbü’l – Tevhîd” adlı kitabında şu soruları yöneltmektedir:

• Evrenin yaratılışını kime nispet ediyor ve hangi dini benimsiyorsunuz?

• Neye tapıyor, hangi varlığa karşı dua ve niyazda bulunuyorsunuz?

• Dini emir ve yasakları hangi kaynaktan alıyorsunuz?

Mâtürîdî bu sorularıyla yüce Allah'ın sadece zihinsel bir varlık olmadığını, fiilen de mevcut bulunduğuna, O’nu ancak isim ve sıfatları vasıtasıyla aklın idrak edebileceğini anlatmaktadır. Böylece duyular ötesi olan Allah, kendisini duyular aleminin kavramlarıyla tanıtmıştır.

 

Esmâ-i Hüsnâ’nın Geçtiği Ayetler

Esmâ-i Hüsnâ ifadesi Kur'an'da 4 ayette yer almaktadır. Nuzûl sırasına göre bu 4 ayeti şöyle sıralayabiliriz: Araf, 7/180; Taha, 20/8; İsra, 17/110; Haşr, 59/22,23,24.


1
)“Oysa en güzel isimler Allah'ındır. Bundan dolayı Allah'a onlarla dua edin. Onun isimlerinde sapıklık eden inkarcıları terk edin. Onlar yakında yaptıklarının cezasını çekecekler.” (Araf, 7/180)

Bu ayette Allah'ın güzel isimlerinin bulunduğunu, kendisine onlarla dua edilmesi gerektiği ifade edilmekte ve onun isimlerinde ilhâda düşenlere itibar edilmemesi istenmektedir. İlhâd kelimesinin anlamı haktan sapmak, itidalden ayrılmaktır. Buna göre ilhâdın bu ayetteki manası iki noktada ifade edilebilir:

1) İsimleri ya tamamen inkar etmek veya inkara götürecek şekilde tevile  tabi tutmak.

2) İsimleri ancak Allah için geçerli olan anlamlarıyla Allah'tan başkasına nispet etmek (teşrik) veya onu yaratılmışlara ait isim ve kavramlarla adlandırmak (teşbih).

Bu ayet İslam'ın ilk yıllarında ısrarla üzerinde durulan tevhid inancını pekiştirmektedir.

2) “Allah odur ki kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. En güzel isimler O’nundur.” (Taha, 20/8)

Bu ayet de, Allah'ı kainatın yaratıcısı, yöneticisi ve sahibi olarak niteleyen ve en gizli şeyleri bildiğini ifade eden bir grup ayetten sonra gelmekte ve yine tevhid akidesine vurgu yapmaktadır.

3) “Sen onlara de ki: İster Allah deyin, ister Rahman deyin. Nasıl çağırırsanız çağırın. En güzel isimler onundur.” (İsra, 17/110)

İslam'dan önce özellikle Güney Arabistan'da Rahman kelimesinin tanrının ismi olarak kullanıldığı bilinmektedir. Bu sebeple Taberî'nin naklettiğine göre Hazreti Peygamberin (sav) dua, niyaz ve ibadetlerinde Rahman ismini kullanması müşrikler tarafından yadırganmış, bu tutumun onun ana ilkesi olarak kabul etti tevhid inancına ters düşeceği ileri sürülmüştür. Bunun üzerine yukarıdaki ayet inzal olmuştur. Bu ayette Allah adına veya Rahman adına dua edilmesinin neticeyi değiştirmeyeceği, çünkü O’nun birden fazla isminin bulunduğu ifade edilmektedir.

4) “O öyle Allah'tır ki, O’ndan başka ilah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bilendir. O esirgeyen, bağışlayandır. O öyle bir Allah'tır ki, kendisinden başka hiçbir ilah yoktur. O malik ve sahiptir, münezzehtir, selamet verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini zorla yaptıran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah puta tapanların ortak koştukları şeylerden münezzehtir. O yaratan, var eden, varlıklara şekil veren Allah'tır. En güzel isimler O’nundur. Göklerde ve yerde olanlar O’nun şanını yüceltmektedir. O, galip olan, her şeyi hikmeti uyarınca yapandır.” (Haşr, 59/22,23,24)

Bu ayetler Medine döneminde nazil olan Haşr suresinin son 3 ayetidir. Bu ayetlerde Allah'ın 16 ismi sıralanmış ve onun esmâ-i hüsnâsının olduğu belirtilmiştir. Bu ayetlerde, Allah'ın birliği vurgulanmakta, tenzîhî, sübûtî ve fiilî bazı sıfatları dile getiren isimler zikredilmektedir.

 

İsim – Müsemma (İsimlenen) Tartışması

İslam'ın erken dönemlerinden itibaren akaid ve kelam literatüründe isimler ve sıfatlar konularında isim - müsemma tartışması ortaya çıkmıştır. Genellikle Mutezîle ve Şîa alimleri Allah'a nisbet edilen isim veya sıfatların müsemmânın yani Zat-ı ilahinin gayrısı olduğunu iddia etmişlerdir. Buna mukabil ehl-i sünnet alimleri “gayrı” kelimesini kullanmaktan çekinmiş, bazen “İsim müsemmânın aynıdır” demiş, bazen de “Ne aynı ne de gayrıdır” demiştir. Bu konudaki tartışma İbn Arabî'nin de belirttiği gibi daha çok lafzidir. Bu konuda Türkiye Diyanet Vakfı’nın yayınladığı “İslam Ansiklopedisi”nde, Esmâ-i Hüsnâ maddesinde şunlar ifade edilmektedir:

“Her dindar insanın manevi yöneliş ve ibadetlerinin yüce yaratıcının bizzat kendisine olduğu şüphesizdir. Onunla iletişim kurmak ve söyleşmek dindar için vazgeçilmez bir ihtiyaç, paha biçilmez bir haz olup, bu iletişime zihinle kalbin yanında bunlarla etkileşim halinde bulunan dilin ve kulağında katılması lazımdır. Dil onun isimlerini zikreder, kulak da bu zikri algılar. Böylece dindar insan bu ruhi yücelik çabasında Allah, Rab ve benzeri esmâyı duyuş ve yüceliş aracı, yani iletişim vasıtası olarak kullandığı gibi bazen esmâya yaklaşabilmek için isim kelimesinden faydalanmayı gerekli görebilir. Mesela Müslümanın hayatı boyunca dua ve iltica cümlesi olarak en çok tekrar ettiği besmelede “Allah ile başlıyorum” yerine “Allah adıyla başlıyorum” demesi onun kulluk konumu bakımından çok daha uygun görülmektedir. Konuya teknik açıdan nasıl yaklaşılırsa yaklaşılsın, gerçekten bu tür kelime ve kavramlar delâlet ettiği varlığın bizzat kendisi değil onun hatırlatıcısı ve tanıtıcısı durumundadır. Bu sebeple isim müsemmânın gayrıdır. Bunun yanında Allah, Rab ve benzeri esmâ ile veya bunlara isim kelimesinin eklenmesi ile yapılan teşbih, tâzim, hamd ve zikirlerde gönlün amaçlayıp bağlandığı varlık, yüce yaratıcının kendisi olup kelimeler ona ulaştıran önemli vasıtalardır. Bu bakımdan da isim müsemmânın  aynıdır.”

 

Zamirlerin Kullanımı

Esmâ-i hüsnâ yanında Allah Teâlâ için ayet ve hadislerde “ene” (ben), “nahnü” (biz), “ente” (sen), “hüve” (o) zamirleri de kullanılmıştır. Örneğin namazda okuduğumuz Sübhâneke, Fâtiha, Salli - Bârik metinleri ile selamdan sonra okunan “Allahümme ente’s-selâm” tesbihinde muhatap zamirleri hâkimdir.

Tasavvufta “hüve” (hû) zamirine büyük bir önem atfedilmiştir. İbn Arabî, Fütûhat’ta hüve zamirini “zihinlerin doruk noktası” olarak değerlendirmiştir. Hüve zamiri  mâbudun nitelikleri değil doğrudan doğruya zâtını, başka bir değişle bütün vasıflarını ihtiva eden lafza-i celâli  simgeler. Hüve’nin tasavvufta geniş ölçüde önem kazanmasının bir nedeni, cehrî zikre elverişli olan söyleyiş kolaylığı ve ses vurgusunun olmasıdır.

Hüve zamiri esmâ-i hüsnâ'nın çokça zikredildiği Haşr suresinin son ayetlerinde 7 defa müstakil olarak, iki defa da bitişik zamir olarak tekrar edilmiştir. Tevhid inancının veciz bir uslûpla dile getirildiği İhlâs suresinin başında, surenin içerdiği tenzîhî sıfatların mevsufu (vasıflanan)  olarak kullanılmıştır.

İbn Arabî “Marifet ve Hikmet” adlı kitabında hüve zamiri için şunları söylemektedir:
“Allah ehli arasından zevk sahibi kimi görmüşsek Allah yolunda seyri sülük edenlere bu konuda özellikle hüve (o) lafzıyla zikretmeyi tavsiye ettiklerini gördük. Onlar bunu özelin özeli bir zikir olarak görmüşlerdir. Çünkü onlar nezdinde hüve kelimesi Allah isminden daha tanıtıcıdır işin aslında. Çünkü bu zamir hiçbir türevi olmaksızın özellikle sadece yerini tuttuğu varlığa delâlet eder. Allah ehli zamirler ve kinayeler üzerine çoğunlukla onu tercih etmişlerdir. Çünkü O’nun hakikatine ilmin taalluk etmesi suretiyle o “Mutlak Gayb” zamiridir. Ayrıca Allah ehli “hüve” lafzının O’nun hüviyyetine raci olduğunu söylerler ki o hüviyyeti ancak O bilir. Öyleyse onlar buna güvendiler, özellikle Allah'ın nefsini yine ancak Allah'ın bileceğini iddia eden bir grup, zikirde mertebe bakımından “hüve” lafzından daha mükemmel olan bir lafız bilmezler.”

 

İsm-i Âzam

Esmâ-i Hüsnâ hakkında konuşulan konularından birisi de İsm-i Âzam (en yüce isim) konusudur. Bu ismin bilinmesi çok zor olduğu için alimler arasında bu konuda bir ittifak oluşmamıştır. Çünkü bu konuda kesin bir nakli delil yoktur. Bazı İslam alimleri İsm-i Âzamı meşhur 99 isim içinde ararken, bazıları bu listenin dışında aramışlardır. Bazı alimler tercihlerini lafza-i celâl, yani Allah ismi istikametinde kullanmıştır. Allah ismi bütün isimleri kapsadığından İsm-i Âzam ile dilekte bulunmak isteyenlerin Allah ismini zikretmeleri tavsiye edilmiştir.

İmam Gazalî,  “Allahü lâ ilâhe illâ hüve’l – hayyu’l – kayyum” ifadesini İsm-i Âzam olarak kabul etmiştir. Tirmizî ile bazı alimler “Lâ ilâhe illâ ente’l -mennân bedî’u’s-semâvâti ve’l-ard  zü’l-celâli ve’l-ikrâm” ifadesini İsm-i Âzam olarak kabul etmişlerdir. Bu kabullere çeşitli itirazlar yapılmıştır.

Bununla beraber havas (seçkin kullar) İsm-i Âzam'ı bildiklerini ifade etmişler, fakat bu ismim açıklanmasının yasak olduğunu söyleyerek bu bilgileri insanlarla paylaşmamışlardır. Ancak başta Peygamberimiz (sav) olmak üzere Allah dostlarının dualarında İsm-i Âzam’ı kullanmadıklarını ifade edilmiştir.

Bu konuda İbn Arabî “Marifet ve Hikmet” adlı kitabında şunları ifade etmektedir:
“Sonra bir de İsm-i Âzam diye adlandırılan genel bir isim vardır. Bu isim Ayetü’l-Kürsî’de ve Ali İmran suresinin baş tarafındadır. Hazreti Peygamber onu bilmesine rağmen, onunla dua etmemiştir. Eğer o isimle dua etseydi, Allah ona istediği şeyin aynısından karşılık verirdi. Allah'ın eşya hakkındaki ilmi iptal olmaz. Bu nedenledir ki Allah, Allah ehlini edepli kılmıştır.”

Bu isme “en büyük” özelliği nispet etmek için elimizde herhangi bir delil yoktur. Aslında anlam ve şûmulünün genişliği sebebiyle bu özelliği taşıyacak bir isim varsa o da Allah ismidir. Hangi ismin neye göre İsm-i Âzam kabul edileceği hususu belirsizdir. Buradaki tercih sebebi kişinin şahsi durumu olmalıdır. Eğer kul masivadan sıyrılıp aklı, fikri ve gönlüyle sadece Allah'a yönelirse onun dua ve zikrinde yer alan her isim en büyük etkiyi sahip olacağı beklenir.

 

Esmâ-i Hüsnâ Tevkîfîmidir?

İslam alimleri, Allah'ı nitelendirdiğimiz isim ve sıfatların nasla belirlenmesinin gerekli olduğunu ileri sürerler. Buna tevkîfî olma denir. Bazı alimler de bazı isimlerin tevkîfî, bazılarına da akılla tespit edilebileceğini ileri sürerler.

İbn Arabî aklın tek başına Allah'a isim ve sıfat nispet edemeyeceğini, bunun ancak naslarla olabileceğini ileri sürer. Ona göre akıl sadece isim ve sıfatların anlamları üzerinde düşünebilir. Peygamberler, insanların akıllarıyla Allah'ın Zâtını idrak edemeyecekleri için gönderilmiştir. Peygamberler insanların anlamakta aciz kaldıkları konuları onlara açıklarlar. Dolayısıyla naslar lafız ve ibarelerin tespitinde, akıl ise bunların tanım ve yorumunda söz sahibidir.

İmam Gazalî, isimlerin tevkîfî olduklarını benimsemekle  beraber, mâna bakımından O’na nispetinde bir sakınca bulunmayan “vasf” şeklindeki ifadelerin naslarda yer almasa da kullanılabileceğini ileri sürer.

 

Keşfü’l-Ma’nâ an Sırrı Esmâillâhi’l-Hüsnâ (İbn Arabî)

İbn Arabî’nin, Esmâ-i Hüsnâ'daki tasavvufî sırları anlattığı kitabın adı “Keşfü’l-Ma’nâ an Sırrı Esmâillâhi’l-Hüsnâ” dır. Bu kitabın bir yazma nüshası Süleymaniye Kütüphanesi'nde mevcuttur. İbn Arabî bu kitabı İmam Gazalî'nin “el-Maksadü’l – Esmâ fi Şerhi Esmâillâhi’l Hüsnâ” adlı kitabı üzerinden şekillendirmiştir. Her iki yazar da söz konusu kitaplarda Allah Teâlâ'nın isimlerini O’nun alem ve insan ilişkisi boyutunda ele almışlardır.

İbn Arabî bu kitabında Ehl-i sünnetin görüşleri doğrultusunda hareket etmiş ve daha çok Eş'arî geleneğini takip etmiştir. Yazar Allah'ın isimlerini 3 ayrı özellikle ele almıştır. Bu özellikleri şöyle açıklayabiliriz:
Taalluk:  Kulun Mukaddes Zâta delaletleri açısından Allah'ın isimlerine muhtaç olması.

Tahakkuk: Hakkı isimlerinde görmek. Hakka ve kula nispetle isimlerini bilmek.

Tahalluk: Kulluğa yaraşır tarzda isimlerle ahlaklanması. Hak şanına yaraştığı tarzda onlara sahip olduğu gibi, kendisine yaraşır şekilde kulun isimlerle ayakta durması. İsimlerin Hakka nispetleri O’nun yüceliğine yaraşır şekilde olduğu gibi, kula nispetleri de kulluğa yaraşır şekilde olması. Böylece kulun kulluğa hakkını verdiği gibi rubûbiyete de hakkını vermesi.

İbn Arabî'ye göre insan ve evren ilahi isimlerin bilinmesine ve tecelli etmesine vesile olmuştur. Kul ilahi isimlerin farklı tecellileri ile çeşitli hallerde bulunmaktadır. Her kulun haline uygun düşen ilahi bir isim vardır. Bu isim onun rabbi sayılır. Kul bir bedendir, ona karşı gelen ilahi isim ise onun kalbi gibidir. İbn Arabî yukarıda adı geçen kitabını bu temel anlayışa göre oluşturmuştur.

İbn Arabî söz konusu kitabında şunları ifade etmektedir:
“Tecelliyat insanlarda iki şekilde gerçekleşmektedir. Bazı insanlar, ortaya çıkan tecelliyatın, söz konusu isimlerden kaynaklandığını bilir. Bir kısmı ise bunun farkında değildir. Allah'ın isimleri ile kul arasındaki bağlantı, taalluk, tahakkuk tahalluk şeklindedir. Buradaki taalluk, Allah'ın Zâtına delalet etmesi açısından kulun isimlere mutlak ihtiyacını hissetmesidir. Tahakkuk ise, Allah ve kulun kendisiyle bağlantılı olarak isimlerin anlamlarının bilinmesidir. Tahalluka gelince, Allah'a yaraşır bir şekilde nispet edilen isimlerin, kul tarafından kendisi ile bağlantısının kurulmasıdır.”

İbn Arabi bu kitabında Allah'ın güzel isimlerinin tasavvufî sırlarını tahalluk özelliği olarak anlatmaktadır. Ancak bu anlatımların üstü kapalıdır. Bunları ancak konu ile ilgisi olanlar anlayabilirler. İlahi isimlerin sırlarını herkesin bilmesi sakıncalı olduğu için bunlar halktan gizlenmiştir. Aksi halde insanlar bu sırların tahakkuk etmesi için ilahi isimleri çeşitli sayılarda zikretmek suretiyle evrendeki olgulara etki etmeye çalışabilirler. Bu da evrenin düzenini bozacaktır. Bu nedenle bu sırlar gizli tutulmuştur. Bu sırları bilenler, hatta peygamberler bile, ancak Allah'ın izniyle onları kullanmışlardır.

 

Allah İsminin Sırları

İbn Arabî yukarıda bahsedilen kitabında Allah isminin sırları ile ilgili şunları ifade etmektedir:
Bu isim diğer isim ve sıfatları cem eden Zâti isimdir. Ancak bu cem etme taalluktan dolayıdır, bu isim ve sıfatlarla ahlaklanmaktan dolayı değildir. Bu durumun nedeni ahlaklanmanın ancak sıfat isimleri ile olmasından ötürüdür. Allah ismi ise zât ismidir. Ancak Allah adı, bütün ilâhi nitelikleri kendisinde toplayan bir isim olarak düşünülürse, bu durumda, diğer isimler gibi, bununla tahalluk mümkündür.

Taalluk: Mevcut olanın tümüne özlü ve kapsamlı bir şekilde meşru sınırlar içerisinde ulaşmak için insan bu ismi ihtiyaç duyar.

Tahakkuk: Bu ismin delalet ettiği anlamları bilmek veya ulaşılamaz olarak belirttiği hususların sadece Zât-ı İlâhiye ait olduğunu idrak etmek gerekir. Yine bu ismin anlamının içerdiği hususları bütün boyutlarıyla gereği gibi ve insani ölçüler içerisinde kavramaya çalışmak, Allah adının tahakkuk alanındandır.

Tahalluk: Allah isminin delalet ettiği bütün anlamları müminin kendisinde yer etmesi gerekir. Zira Allah adı, bize bildirilen ve bildirilmeyen bütün isimleri kendi bünyesinde toplamaktadır.

Alemde nitelendirilemeyecek ve hiçbir şekilde tanımlanamayacak olgular mevcuttur. Allah evrende sebep-sonuç ilişkisinin ötesinde, hikmetli bir biçimde olguları yönlendirmektedir. Alemin dışında ise çok özel bir hükümle  muamelede bulunmaktadır. Bu nedenle “Bana dua edin ki cevap vereyim” buyurmuştur. Buradaki icabet mutlak anlamda olmayıp, aleme yönelik belli alanlardaki yönelişlerdir.

Böyle bir yöneliş mertebesine ulaşan bir kimse, Allah adıyla ahlaklanır. Ancak bu yüce yaratıcıya özel olan şekliyle Allah ismi ile bir tahalluk olmaz. Bu, bir sıfat bağlamında delalet ettiği anlama yönelik bir tahalluktur.

Nitekim Allah ismi ile hâl sınırlaması olmaksızın mutlak anlamda tahallukta bulunmak imkânsızdır. Bu makama ulaşan kimsenin zihninde açıkça belirgin olmasa bile, bu isimde tahalluk etmenin şartı, buna yönelen kimsenin halini, amaç ve hedefini iyi tespit edip, bulunduğu konumun bilincinde olması gerekir.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :     oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa        Tasavvuf  Sohbetleri

 

Esmâ-i Hüsnâ

Yayınlama Tarihi : 02.08.2021