İslam’da “Dua Etmek” en önemli ibadetlerden biridir. Dua Allah’a yalvarmak, yakarmak, niyaz etmek, çağırmak, yardım dilemektir. Kelime anlamıyla dua çağırma anlamına gelir. İnsan dua ile Allah’a yakınlaşır ve ruhen tatmin olurak huzura erer. Dua insanın Allah’a kulluk faaliyetlerinin asıl unsurudur ve bu nedenle önemli bir ibadettir. Yüce Allah Şöyle buyurmuştur: “Gizlice ve tazarru yolu ile Rabbinize dua ediniz.” (Araf, 7/55) “Rabbiniz, dua ediniz, kabul edeyim demiştir.” (Mümin, 40/60) Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Dua ibadetin özüdür.” Dua, ihtiyacın anahtarı, muhtaçların istirahatgâhı, darda kalanların sığınağı, dertlilerin nefes alma yeridir. Yüce Allah duayı terk edenleri şöyle zemetmiştir. “Onlar ellerini kapalı tutuyorlar.” (Tevbe, 9/17) Bu ayet, “Onlar ellerine açıp da Bize dua etmiyorlar” şeklinde de tefsir edilmiştir. Kur’an-ı Kerim’e ilk tasavvufi tefsiri yazan Sehl b. Abdullah et-Tüsterî (815-896) şöyle demiştir: “Allah insanları yaratmış ve onlara şöyle buyurmuştur: Bana diliniz ve kalbiniz ile münacatta bulununuz, bunu yapmazsanız bana nazar ediniz (kalplerinizle beni murakabe ediniz), bunu da yapmazsanız beni (vaat ve vaidlerimi) dinleyiniz, eğer bunu da yapmazsanız kapımda bekleyiniz, bunu da yapmazsanız ihtiyaçlarınızı (başkasına değil) bana arz ediniz.” Şeyh Ebû Ali ed-Dekkâk’ın, Sehl b. Abdullah'tan şunu nakletmiştir: “Kabule en yakın olan dua, (sadece dil ile değil) hâl ile yapılan duadır.” Hâl ile yapılan dua, kulun çok darda kalması ve başka çaresinin bulunmaması demektir. Bediüzzaman Said Nursi (ks) (1877-1960), Risale-i Nur Külliyatı adlı eserinde duanın manası ve hikmeti konusunda şöyle diyor: “Dua, ubudiyetin (kulluğun) ruhudur ve hâlis bir imanın neticesidir. Çünkü dua eden adam, duası ile gösteriyor ki: Bütün kâinata hükmeden birisi var ki; en küçük işlerime ıttıla'ı var (haberi var) ve bilir, en uzak maksatlarımı yapabilir, benim her halimi görür, sesimi işitir. Öyle ise; bütün mevcudatın bütün seslerini işitiyor ki, benim sesimi de işitiyor. Bütün o şeyleri o yapıyor ki, en küçük işlerimi de ondan bekliyorum, ondan istiyorum. Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua eden adam bilir ki, birisi var ki; onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir, ona merhamet eder. Onun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanında o yalnız değil; bir Kerim zât var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz ihtiyaçlarını yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlarını def' edebilir, bir zâtın huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar ağır bir yükü üzerinden atıp 'Elhamdülillâhi Rabbi’l-Alemin' der.” Kur'an-ı Kerîm’de yirmi yerde geçen "dua" kelimesiyle birlikte bazı ayetlerde “da‘vâ” ve “da‘vet” kelimeleri de aynı anlamda kullanılmıştır. Bir çok ayette dua kökünden fiiller yer almıştır. Ayetlerde geçen dua ve türevlerinin anlamları şunlardır: - Allah’a yakarma, İslam âlimi Râgıb el-İsfahânî (ö.1108) “Müfredat” adlı kitabında dua kelimesinin anlamı hakkında şunları söylemektedir: “Sözlük anlamıyla dua kelimesinin nidâ ile anlam yakınlığı olmakla birlikte ıstılahî manadaki duada daima tâzim ve tâzimle birlikte istekte bulunma anlamı mevcuttur. Buna da Müslümanların Hz. Peygamber (sav)’i çağırırken saygılı bir ifade kullanmalarını emreden (Nûr, 24/63) ayeti buna delildir.
Dua ve Zikir Dua aynı zamanda zikir sayılır. İslâm literatüründe çoğunlukla “ezkâr ve ed‘iye” (Zikirler ve Dualar) gibi ifadelerle bu iki kavramın birlikte kullanılması duanın içerdiği saygının bir sonucudur. Buna göre duada biri zikir ve saygı, diğeri herhangi bir dilek olmak üzere iki unsur bulunmaktadır. İslam alimleri “Sübhânallah, Elhamdülillâh, Lâ ilâhe illallah, Allahüekber” gibi Allah’a saygı ve övgü ifade eden sözlerin de dua sayıldığını belirtirler. Çünkü bu ifadelerin zikredilmesinin sonucunda sevap kazanıldığı muhakkaktır. Bununla beraber İslâm alimleri, genellikle duadaki dilek ve istek unsurunu ikinci dereceden önemli görerek diğer dinî faaliyetler gibi duada da Allah’a saygıyı, Allah’ın üstün gücü, sonsuz rahmeti karşısında kulun kendi hiçliğini, yoksulluğunu ve Allah’ın yardımına ihtiyaç hissetmesini ön plana çıkarmışlardır. Duanın bu özelliğinden dolayı Hz. Peygamber’in, “Dua ibadetin özüdür” hadisi çok sık ifade edilir. Yine aynı nedenle, İslâm’ın en önemli ibadeti olan namaz da dua kavramıyla ifade edilmiştir. İslâmî literatürde “namaz” anlamında kullanılan salât kelimesinin asıl manası duadır. “Sana vahyedilen kitabı oku ve namazı kıl. Muhakkak ki namaz hayasızlıktan ve kötülükten alıkoyar. Allah'ı anmak elbette en büyük ibadettir Allah yaptıklarınızı bilir.” (Ankebut, 29/45) Başka bir ifadeyle dua kulun, içinde bulunduğu şartların tesiriyle bir ihtiyaç için Allah’a yönelmesidir. Bu durumda dua kavramı, dinî duygu ve yönelişin birbirine komşu olan zikir, tesbih, hamd, senâ, şükür, tövbe, istiğfar, istiâze vb. görünüşlerinin genel çerçevesini oluşturmaktadır. Bu nedenle dua etmek bir çeşit Allah’ı zikretmektir. Bu zikirleri şöyle sınıflandırabiliriz: İstiâze, İstiâne: İnsan içinde bulunduğu zor ve sıkıntılı durumlardan kurtulmak, kötü durumlara maruz kalmamak için Allah’ı hatırlar, aczini, güçsüzlüğünü ve kusurlarını samimiyetle itiraf ederek O’ndan yardım ister. Hamd, Tövbe, İştiğfar : İnsanın kötü durumdan kurtulma isteği, onu işlediği günah ve kusurlar sebebiyle pişmanlık duymaya ve kalbini temizlemeye, Allah’ı övüp yüceltmeye, af dilemeye sevk eder. Şükür, Hamd, Senâ : İnsan sıkıntıdan kurtulduğu, nimet ve rahata kavuştuğu için memnuniyetini dile getirir. Tesbih, Tekbir, Tehlîl: İnsan tabiattaki nizam ve güzelliği yakından müşahede eder, mutlak kemal, güzellik ve gerçekliği sezer ve içinde meydana gelen hayranlık duygularını ifade eder. Psikolojik açıdan dua, ilâhî yardımın celbi için başvurulan genel bir ruhî mekanizmadır. Bu durum daha çok insanın yaratıcısına doğru yakınlaşma isteğini ifade etmektedir. Duanın özünde şunlar mevcuttur: Zihnin maddî olmayan aleme doğru çekilmesi, her şeyin değişmez ve üstün prensibinin huşû içinde bir temaşası, ruhun Allah’a doğru yükselişi, hayat denilen mucizeyi yaratan varlığa karşı aşk ve tapınma ifadesi; her şeyi yaratan, en üstün kemal, kudret, kuvvet ve güzellik kaynağı, herkesin kurtarıcısı ve hamisi olan görülmez bir varlıkla irtibata geçilmesi, Allah’ın durmadan taşan sevgi ve alâkasına kulun verdiği bir karşılık. Evren ve tabiat üzerinde araştırma yapıldığında dinî bilincin (şuurun) uyanmasına yol açacak ve araştırmacıyı sonunda yüce bir kudreti kabule, O’na dua etmeye ve sığınmaya sevk edecek etkilerin ortaya çıkacağı hususu Kuran’da ayetlerle anlatılmaktadır. Bu bağlamda, Allah’ın varlığını en iyi sezip O’nun kudretini en etkili şekilde hisseden ve dile getirenlerin âlimler olduğu aşağıdaki ayetlerde ifade edilmektedir: “Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün birbiri ardınca gelip gidişinde aklıselim sahipleri için ayetler vardır. Onlar Allah’ı ayakta, otururken ve yatarken zikreder, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde derin derin düşünürler ve şöyle derler: Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın; sen münezzehsin. Bizi cehennem azabından koru!” (Âl-i İmrân, 3/190-191), “Kullar içinde Allah'tan ancak alimler korkar.” (Fâtır, 35/28) Âlimler dua etmenin mi yoksa sükût ve rızanın mı daha faziletli olduğu hususunda farklı görüşlere sahip olmuşlardır. Ancak, Hazreti Peygamber (sav), “dua ibadetin özüdür” buyurmuştur. Dolayısıyla ibadet olan bir şeyi yapmak terk etmekten evladır. Ayrıca dua Allah'ın kulu üzerindeki hakkıdır. Yapılan dua kabul edilmezse bile dua etmekle kul bu hakkı yerine getirmiş olur. Çünkü dua, kulun ubudiyet halini, fakirliğini ve muhtaçlığını itiraf etmesidir. Ebû Hazim el-A’rec şöyle demiştir: “Benim için, duadan mahrum kalmam, duamın kabul edilmesinden mahrum kalmamamdan daha zordur.” Kimilerine göre ise ilâhi hüküm karşısında sükût etmek ve teslim olmak daha mükemmel bir haldir. O’nun takdirine rıza göstermek daha evlâdır. Bu sebeple Vâsıtî şöyle demiştir: “Hakkında ezelde takdir edilmiş olanı seçmen, yaşadığın zamana karşı koymandan daha hayırlıdır.” Nitekim Hazreti Peygamber bir kudsî hadiste, Yüce Allah'ın şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “Beni zikretmekle meşgul olup da isteğini arz edemeyen kuluma, isteyenlere verdiğimden daha fazla veririm.” Bazılarına göre ise kulun diliyle dua etmesi, kalbiyle de rıza halinde olması daha evladır. Böylece hem dua hem rıza ehli olmuş olur demişlerdir. Mutasavvıflar kulun vakte göre hallerinin değişmesi nedeniyle, dua ve sükûtun hangisinin tercih edilmesi konusunda şunları söylemişlerdir: “Kulun yaşadığı vakitler farklı farklıdır. Bazı vakitlerde dua sükuttan efdal olur. Böyle durumlarda dua etmek edebe uygun olur. Bazı vakitlerde ise sükût daha efdal olur. Bu vakitlerde de sükût etmek edeptendir. Bunlar vakit ile bilinen şeylerdir. Vakte dair ilim ise ancak o vakitte hasıl olur. Kul, içinde bulunduğu vakitte dua etmesine dair kalbinden bir işaret alıyorsa, o zaman dua etmesi daha evladır. Sükûta işaret alıyorsa sükût etmesi evladır. Kul, dua halinde Rabbini müşahede ediyor olduğunu unutmamalı, hâli gereğine riayet etmelidir. İçinde bulunduğu hâlde dua kendisine ferahlık (bast) veriyorsa, dua etmesi daha evladır, ama bulunduğu hâlde dua esnasında kalbinden sıkılmaya (kabz) benzer işaret alırsa, duayı terk etmesi evladır. Eğer kalbinde ne bast ne de kabz hissetmezse, o zaman dua etmesi ya da duayı terk etmesi eşit olur. Bu durumda iken şuur ve sahv halindeyse dua etmesi daha iyidir. Zira dua ibadettir. Ama bu durumda üzerinde bir marifet hali galip ise, o zaman sükût ve sükûn onun için daha evladır.” Bazılarına göre ise, Müslümanlara bir fayda olacak ya da Allah hakkına taalluk eden bir mevzu söz konusuysa, duayı tercih etmek daha doğrudur, ama kulun kendisiyle ilgili hususlarda sükût etmesi daha mükemmel bir hâldir. Allah Teâlâ’nın, sevdiği kullarının kendisine dua etmesinden çok hoşlandığı bir rivayette şöyle anlatılmıştır: “Allah sevdiği kulun kendisine dua ettiğini görünce, “Ey Cebrail! Bu kulumun hacetini karşılamayı geciktir. Çünkü ben onun duasını dinlemeyi seviyorum” buyurur. Buna karşılık sevmediği bir kulunun dua ettiğini görünce, “Ey Cebrail! Bu kulumun hacetini bir an önce gider, çünkü ben onun sesini dinlemeyi sevmiyorum” buyurur.” Anlatıldığına göre Said b. Kettan Hakk Teâlâ'yı rüyasında görmüş ve “Allah'ım nicedir dua ediyorum, fakat icabet buyurmuyorsun!” demiş. Bunun üzerine Allah, “Ey Yahya! Ben senin sesini dinlemekten hoşlanıyorum, bu yüzden duana bir an önce icabet etmiyorum” buyurmuştur. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Nefsim kudretinde olan Allah'a yemin olsun ki kul, Allah'a dua eder, ama Allah ona gazab edip yüz çevirirse, bu durumda kul usanmadan sürekli Allah'a dua etmeye devam ederse, sonunda Allah ona rahmet nazarıyla bakar ve meleklerine şöyle buyurur: Bu kulum Ben’den başkasına dua etmedi. Ben de onun duasına icabet ediyorum.”
Dua Etmek İbadettir Dua aynı zamanda bir ibadettir. Bu konuda birçok ayet ve hadis vardır. Bunlardan bazıları şunlardır: “Kullarım sana, beni sorduğunda (söyle onlara): Ben çok yakınım. Bana dua edenin dileğine karşılık veririm. O halde (kullarım da) benim davetime uysunlar ve bana inansınlar ki doğru yolu bulalar.” (Bakara, 2/186) “De ki: (Kulluk ve) Duanız olmazsa Rabbim size ne diye değer versin?” (Furkan, 25/77) Bir hadiste rivayet edildiğine göre Rasulullah (sav), “Dua ibadetin kendisidir” buyurup sonra şu âyeti kerimeyi okumuştur: "Bana dua edin ki size icâbet edeyim. Bana (dua ve) ibadet etmeyi kibirlerine yediremeyenler alçalmış olarak cehenneme gireceklerdir.” (Mümin, 40/60) Dua ibadeti kişinin yapabileceği en kolay ve en güzel iştir. Çünkü dua her durumda ve her şartta yapılabilir. Dua yapan kimsenin dili daimi Allah’ı anacağından kendisine hayır kapıları açılacak ve kendisi için her şey kolaylaşacaktır. Bu konuda İbn Ömer (ra)’den şu hadis rivayet edilmiştir: Hz. Peygamber (sav), duanın rahmet kapılarını açtığını beyan ederek şöyle buyurmuştur: “Kime dua kapısı açılmış ise ona rahmet kapıları açılmış demektir. Allah'tan istenen (dünyevî şeylerden) Allah'ın en çok sevdiği şey afiyettir. Dua, inen ve henüz inmeyen her çeşit (musibet) için faydalıdır. Kazayı sadece dua geri çevirir. Öyle ise sizlerin görevi dua etmektir.” Ebu Hureyre (ra)’den rivayet edilen bir Hadis-i Kudsi de Rabbimizin şöyle buyurduğu haber verilmektedir: “Kim bana dua ediyorsa ona icabet edeyim. Kim benden bir şey istemişse onu vereyim, kim bana istiğfarda bulunursa ona mağfirette bulunayım’ der.” Hadisin Müslim'deki bir şekli şöyledir: “Melik benim, Melik benim. Kim bana dua edecek?” Dua kulluğun gereğidir. Kulluk ise gönülden Allah’a yüz çevirmektir. Kul aczini ifade edip, dua ile Allah’a iltica etmelidir. Kul, tedbiri Allah’a bırakmalıdır. Hikmetine itimat etmeli ve rahmetinden ümitvar olmalıdır. Bütün mevcudat, Hakk’a yönelmiş olarak O’na iltica ile dua etmektedir. Dua kulluğun bir ifadesi olduğundan, onda ibadet kastı ve gayesi hakim olmalıdır. Bu nedenle dua sadece kabul edilmesi gereken bir ihtiyaç dilekçesi olarak görülmemelidir. Cenab-ı Hak Kur’an-ı Kerim'de “Bana dua edin size cevap vereyim.” (Mü’min, 40/60) buyurmaktadır. Bu hususta İslam alimleri ittifakla şu görüştedir: Bu ayette Allah “cevap veririm” demektedir, “kabul ederim” dememektedir. O’nun cevap vermesi kul için en hayırlısını nasip etmesidir. Mutlak hikmet sahibi Cenab-ı Hak bize ve dualarımıza cevap verir. Ama kabul etmek hikmetine tabi olduğundan bazen istenen şeyin aynısı bazen de daha güzelini bazen de zararlı olduğunu bildiği için hiç vermez. Bu durumlarda Müslümanların dua etmeyi terk etmemek gerekir. Muhakkak ki Allah Teâlâ dua etmenin mükafatını, o kuluna dünyada ve ahirette mutlaka verecektir. Dinî metinlere göre dua ve ibadet, Allah ile kul arasında canlı bir ilişki ve haberleşmedir. Fahreddin Râzî’ye göre duada Allah ile kul arasında bir vasıta yoktur ve bu sebeple dua kulluk makamlarının en önemlisidir. “De ki: Duanız olmasa Rabbim size ne diye değer versin.” (Furkan, 25/77) ayeti insanın ancak Allah’a olan bu yönelişiyle değer kazandığı belirtmektedir. Bazı hadislerde de Allah’ı güzel isimleriyle anan kimsenin günahlarının deniz köpükleri kadar çok olsa bile yine affedileceği bildirilmiştir. Allah kuluna cevap vermek için onun her ne vesile ile olursa olsun kendisine başvurmasını istemektedir. Hayranlık, nimet içinde olmanın verdiği bir memnunluk duygusu, insanı sıkıştıran ihtiyaç ve korkular veya yapılan kötü bir işten dolayı duyulan pişmanlıklar ve günahkârlık duygusu kulun Allah’a başvurması için vesilelerdir. “De ki: Ey haddi aşarak nefislerine karşı israf etmiş olan kullarım, Allah'ın rahmetinden ümit kesmeyin. Çünkü Allah bütün günahları bağışlar. Şüphesiz O çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir.” (Zümer, 39/53) Bu vesileler insanın Allah önünde kusurunu, zayıflık ve güçsüzlüğünü anlaması ve iyi bir kul olmaya fırsat vermesi bakımından önemlidir. Kulun yaratılışı gereği bazı günahlardan kaçınması mümkün olmayabilir. O zaman kul derin bir pişmanlık duyarak Allah’a yönelmelidir. Kulun tekrar tekrar işlediği günahların affı için Allah’a yönelmesinin, her defasında afla sonuçlanacağını bir hadiste müjdelenmektedir. İslâmî hayat anlayışında insanın Allah’a doğru bir yöneliş halinde O’nun ilgi ve rahmetini isteyerek dua etmesi önemlidir. Bir hadiste Allah’ın kendisine tövbe edilmesinden duyduğu sevinç, çölde devesini kaybedip sonra bulan kimsenin sevincine benzetilmiştir. Ancak bu ilâhî rahmet ve ilginin gerçekleşmesi için kul dua ile Allah’a yönelmelidir. Çünkü şu ayette “Ben yakınım; biri benden bir şey istediğinde onun duasına karşılık veririm.” (Bakara, 2/186) buyurulmaktadır. Bir hadiste de “Kulun Rabbine gösterdiği ilgi ve sevginin fazlasıyla karşılığını bulacağı” anlatılmıştır. Dua ve ibadet, kulda Allah şuurunu daha canlı ve devamlı hale getirmek suretiyle ahlâkî bir hayat sürmesini mümkün kılar. Kişinin hayatta daha mutlu olması için gerekli olan zihin berraklığı, moral gücü, sağduyu ve ferasetin gerçekleşmesine imkân verir. Bu durumda dua gerçek bir tevekkül halini alır. Bir sorunun giderilmesi için gerekli bütün yolların Allah’a dayanmasının sağladığı sükûnet ve güçle mücadele edilir ve sonucun hayırlı olması Allah’tan beklenir. İnsan, gerekli tedbirleri aldığı halde akıl ve bilme gücünün hayat olaylarını anlama ve düzenlemede yeterli olmadığını fark edince, Allah’a dua ederek sorunlarının giderilmesini Allah’a bırakır. Bu durumda başka hiçbir şeye yönelmemesi gerektiği Kur’an’da belirtilmiştir. Allah’tan başkasına, putlara veya kendilerine mutlak nitelikler izafe edilen başka yaratıklara dua ve ibadet edilmesi Kur’an’da kesinlikle yasaklanmıştır. “O halde, sakın Allah ile beraber başka Tanrıya kulluk edip yalvarma. Yoksa azaba uğratılanlardan olursun.” (Şuara, 26/213) Kur’an’ın tasvirine göre “Allah’tan başkasına dua edenler, ağzına su gelsin diye suya doğru ellerini açan, fakat elleri boş kalan kimselere benzerler.” (Rad, 13/14) “Halbuki Allah’ın dışında kendilerine dua edilenler de O’nun kulları ve yaratıklarıdır.” (A‘râf, 7/194, 195; Nahl, 16/20) Bu sebeple Allah’tan başkasına dua etmek “açık bir sapıklıktır” (Hâc, 22/12, 13) ve “Kâfirlerin yaptığı dua boşuna yapılmış bir duadır.” (Mü’min, 40/50). İhtiyaçlar ve hatalar yüzünden Allah’a başvurmak, nimetleri sebebiyle O’nu hatırlamak ve anmak kişide psikolojik bakımdan bir rahatlık, huzur ve mutluluk doğurduğu muhakkaktır. Dua ahlâkî arınmaya ve yücelmeye yol açmakta ve doğru yoldan sapmaları önlemektedir. Böylece kişinin şahsiyetinin tamamlanmasında yapıcı bir fonksiyonu vardır. “Onlar, iman etmiş ve kalpleri Allah zikriyle yatışmış olanlardır. Evet, iyi bilin ki, kalpler Allah’ın zikri ile yatışır.” (Rad, 13/28) Hz. Peygamber (sav), “Allah'ım! Hatalarımı kar ve dolu suyu ile temizle; beyaz elbiseyi kirden arındırdığın gibi kalbimi günahlardan arındır.” mealindeki hadisiyle duanın, işlenen hata ve günahların insan vicdanındaki izlerini gideren ve ruhî arınmaya vesile olan tesirini ifade etmektedir. Dua ve ibadetlerde daha ziyade uhrevî sonuçlar üzerinde durulmuştur. Önemli olan ebedî hayattaki ecir, sevap ve mutluluktur. Ancak bu sonuçlar insanın dünya hayatının da olumlu olmasını temin eder. Kur’an’da hem dünya hem de ahiret için iyilik istenmesi emredilmiştir. “Yine onlardan: “Ey Rabbimiz! Bize dünyada bir güzellik ve ahirette de bir güzellik ver ve bizi ateş azabından koru!” diyenler vardır.” (Bakara, 2/201)
Duanın Önemi İslam alimleri insandaki dinî eğilimlerin fıtrî (doğuştan) olduğunu ifade etmişlerdir. Özünde Allah inancının bulunduğu dinî hayat görüşünde bütün yaratıkların tabiatında Allah’a doğru bir yönelişin olduğu anlatılır. Birçok ayette canlı ve cansız bütün varlıkların Allah’ı tesbih ettiği belirtilmiştir. Bu ayetlerin bazıları şunlardır: “Yedi gök, yer ve bunlarda bulunanlar onu tesbih eder. Onu överek yüceltmeyen hiçbir şey yoktur; fakat siz onların bu tesbihini anlamazsınız.” (İsrâ, 17/44) Zâriyât sûresinde 56. ayetinde insanın esas görevinin kulluk olduğu belirtilmiştir. Bu ayetten, insanın özü itibariyle yaratıcısına doğru bir çekiliş, sığınma, irtibat ve O’nu tanıma arayışı içinde yaratıldığı anlamı çıkmaktadır. İslâmî kaynaklarda, bilhassa tasavvufta bu ayetler insanın dinî meylinin fıtrî oluşuna delil olarak kullanılmıştır. Bu bağlamda hayat, insanın esas yurdundan ayrılmış olmasının verdiği acıları duyması ve ona ulaşma çabası olarak anlaşılmaktadır. “İnsan bir tehlike ve sıkıntıya düşünce bütün samimiyetiyle Allah’a yönelir. Yatarken, otururken, ayakta dururken bıkmadan usanmadan dua edip iyilik ve hayır ister.” (Yûnus, 10/12) Bazı ayetlerde de insanın ihtiyaç ve sıkıntılarının giderildiği, kendini emniyet içinde ve güçlü hissettiği durumlarda dua isteğinin zayıfladığı, Allah’tan yüz çevirdiği, kendi güç ve yeterliliğini gözünde büyütüp bencil ve nankör olduğu, zalimce hareket ettiği vurgulanmaktadır. (İsrâ, 17/67; Lokmân, 31/32) Bu olumsuz gelişmeyi önlemek amacıyla İslam, insan şuurunda dinî inanç ve duygunun mümkün olduğu kadar canlı, etkili bir halde bulunmasını sağlamak için duayı ve ibadetleri insan için bir görev haline getirmiştir. Başa gelen sıkıntı ve zorluklardan kurtulmak için Allah’a dua edilmesi istenmiştir (Mü’min, 40/60). Böylece dini inancın kontrolü altında bencil isteklerine kapılmamasını sağlamaya çalışılmıştır. Dua ve zikir manasına gelen salatın (namaz) müminler için günün belli vakitlerinde mutlaka yerine getirilmesi gereken bir ibadettir (Nisâ, 4/103). Bu husus insan şuurunda Allah inancının devamlı olmasını temin eder. İnsan tabiatının ahlâkî ve manevi yönelişlerinin ihmal edilmesi onu manen duygusuz bir varlık haline getirir. Bu durum onun toplum içinde pozitif bir varlık olmasını engellemektedir. Buna karşı, dini inançların güçlenmesi, toplumun birlik halinde kalması için gereklidir. Bu da İslam dininin hedeflerinden biridir. Hz. Aişe’ye göre Peygamberimizin (sav) duaları özlü ve kapsamlı olup çoğunlukla toplumsal ve ahlâkî hedeflere yöneliktir. Sosyal bünyede görülecek ayrılık ve anarşi, insanın şerefini düşüren cimrilik, korkaklık, tembellik gibi kötü huylar, fakirlik, zenginlik veya ihtiyarlığın yol açacağı ahlâkî çöküntü Peygamberimizin en çok sakındığı durumlardır. Hz. Peygamber (sav)’in, çok meşhur şu duasında insanın ahlâk ve ruh sağlığının korunmasına ne kadar önem verdiği dikkat çekmektedir: “Allah'ım! Ürpermeyen kalpten, doymayan nefisten, fayda vermeyen bilgiden ve kabul olunmayacak duadan sana sığınırım.” Bireysel ve toplumsal faydalar için dua edilmesi İslam’ın emirleri arasındadır. Bu nedenle Müslümanlar, yukarıdaki Peygamberimizin dualarına katılarak kendi dualarını yönlendirmelidirler. Mutasavvıf Seriyyü’s-Sakâti (772-867) şöyle demiştir: “Sufi Veli Maruf el-Kerhî (750-815)’nin meclisinde olduğun bir zamanda bir adam geldi ve “Ey Maruf! İçinde bin dinar bulunan bir kesem kaybold, Allah'a dua et de kesemi bulayım” dedi. Maruf cevap vermedi, adam aynı şeyi yine söyledi. Maruf yine cevap vermedi. Adam üçüncü kez aynı şeyi tekrar edince Maruf, “ne diye dua edeyim? Allah'ım peygamberlerine ve seçkin kullarına vermediğin şeyi şu kuluna ver diye mi dua edeyim?” dedi. Adam durumu anladı ve Allah'a dua et dedi. Maruf da, “Allah'ım! Bunun hakkında hayırlı olan neyse onu ihsan et” diye dua etti. Anlatıldığına göre muhaddis Leys b. Sad (ö.175/791) şöyle demiştir: “Bir defasında Ukabe b. Nâfi’i kör olarak gördüm. Bir süre sonra gözlerinin açık olduğunu gördüm ve “gözlerin nasıl iyileşti?” diye sordum. O da bana şöyle cevap verdi: Rüyada gördüğün bir zat bana, “Ey Kârib, ey Mücib, ey Semi’e’d-dua (duaları işiten), ey dilediğine lütfeden gözümü bana iade eyle” şeklinde dua etmemi söyledi. Ben de bu duayı okuyunca Allah gözümü bana iade buyurdu. Nişâbur sufilerinden Şeyh Ebû Ali ed-Dekkâk (ö.405/1015)’in şöyle anlattığı rivayet edilir: Merv’den Nişabur’a geldiğim günlerde gözlerinde bir ağrı vardı ve bu sebeple günlerce uyuyamamıştım. Bir sabah vaktiyle hafiften uykular gibi oldum, o sırada birinin bana, “Allah kuluna kâfi değil midir?” (Zümer, 39/36) ayetini okuduğunu işittim. Birden irkilip kendime geldim, baktım ki gözlerimdeki ağrı gitmiş durumda. O günden beri bir daha göz ağrısı çekmedim. Hadis ve fıkıh âlimi Muhammed b. Huzeyme (ö.311/924) şöyle demiştir: “Ahmet b. Hanbel öldüğü zaman ben İskenderiye'deydim. Vefatına çok üzülmüştüm. Bir gece rüyamda onun ellerini sallayarak ve böbürlenerek yürüdüğünü gördüm. Kendisine “Ey İmam! bu ne yürüyüşüdür böyle” dedim. O da, “bu Allah'a hizmet eden kulların cennetteki yürüyüşüdür” dedi. “Allah sana nasıl muamele buyurdu?” dedim. O da şöyle cevap verdi: “Allah beni affetti, başıma bir taç, ayağıma altın ayakkabılar giydirdi ve Ey Ahmet! bu Kur'an'ın benim kelamım olduğunu söylemenin ödülüdür” dedi. Sonra bana, “Ey Ahmed! Süfyan-ı Sevrî’den bana ulaşan ve senin dünyada ettiğin dualarla dua et” buyurdu. Ben de, “Ey her şeyin Rabbi olan ve kudreti ile her şeyin üstünde bulunan! Her şeyi affet bana bir şey sorma!” diye dua ettim. Bunun üzerine, “Ey Ahmed! İşte cennet, gir oraya” buyurdu ve ben de cennete girdim.” Şöyle anlatılır: “Delikanlının biri Kabe'nin örtüsüne sarılmış şöyle dua ediyordu: “Şerikin yok ki şefaat için getirilsin, vezirin yok ki rüşvet verilsin, sana itaat ettiysem yine senin lütfunla ettim. Hamdolsun sana. Eğer asi olduysam kendi cehaletimle oldum. Aleyhime hüküm verecek delilere sahipsin, benim ise bu durum karşısında hiçbir delilim yoktur. Tek çarem senin affındır.” Delikanlı böyle dua ederken bir sesin kendisine “Bu genç cehennemden azat edilmiştir” dediğini işitmiştir. (Kuşeyrî, Risale)
Dua Nasıl Yapılmalıdır? Allah Teâlâ duanın nasıl yapılması gerektiği konusunda bize Kur’an’da aşağıdaki ayette yol göstermektedir: “Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Bilesiniz ki o, haddi aşanları sevmez. Allah'a korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Muhakkak ki iyilik edenlere Allah'ın rahmeti çok yakındır.” (Araf, 7/55,56) “Kendi kendine, yalvararak ve ürpererek, yüksek olmayan bir sesle, sabah akşam Rabbini an. Gafillerden olma.” (Araf, 7/205) Bu ayetlere göre dua ederken kibirlenmekten, büyüklenmekten, sesini çok yükseltmekten kaçınmalıdır. Buna göre kul mütevazi bir şekilde, Hakk’ın kapısında boynu bükük, kalbi kırık ve mahzun bir eda ile dua etmelidir. Dua, yalnız Allah için ve Allah’a yapılır. Yani, insan istediğini sadece O’ndan ister, başkasından bir şey istenmez. Çünkü, O’ndan başka hiçbir güç ve kuvvet insanın isteklerini yerine getiremez. Gerçek güç ve kuvvet O’nundur. Kur’an’da şöyle buyurulmaktadır: “El açıp yalvarmaya layık olan ancak odur. Onun dışında el açıp dua ettikleri onların isteklerini hiçbir şeyle karşılamazlar. Onlar ancak ağzına gelsin diye suya doğru iki avucunu açan kimse gibidir. Halbuki (suyu ağzına götürmedikçe) su onun ağzına girecek değildir. Kâfirlerin duası kuşkusuz hedefini şaşırmıştır.” (Rad, 13/14) İslam alimleri, dua etmenin başlıca üç şeklinin bulunduğunu şu şekilde ifade etmişlerdir: 1. Allah’ın birliğini dile getirme ve O’nu övgüyle anma, “Yâ Rabbi, Allah'ım” gibi hitap ve çağrı ifadeleriyle başlayan veya Allah’ı övgüyle anan her sözün dua olduğuna işaret edilmiştir. Buna Hz. Peygamber (sav) Efendimizin arefe günüyle ilgili bir hadisinde geçen, “Arefede benim duam ve benden öncekilerin duası “Lâ ilâhe illallāhü vahdehû lâ şerîke leh lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü ve hüve alâ külli şey’in kadîr” (O’ndan başka ilah yoktur, O tektir, O’nun şeriki yoktur, Mülk O’nundur, Övgü O’nundur ve O her şeye kadirdir) sözüdür” şeklindeki açıklaması delil olarak gösterilmektedir. Bundan dolayı tehlîl (lâ ilâhe illallah), tahmîd (elhamdülillâh) gibi dinî ifadelere İslâmî gelenekte dua gözüyle bakılmaktadır. Nitekim Kuran-ı Kerîm’de de Yûnus suresinin 10. ayetinde, müminlerin cennetteki dualarının Allah’ı tâzim ve tenzih sözleriyle (sübhâneke allāhümme) (Allah’ım Seni tenzih ederim) başlayacağı ve O’nu övgü sözleriyle (el-hamdü lillâhi rabbi’l-âlemîn) (Hamd Alemlerin Rabbi olan Allah’ındır) biteceği bildirilmektedir.
Duaların Kabul Edilmesinin Şartları Mühim bir iş için duaya başlamadan önce sadaka vermek ve iki rekat namaz kılıp abdestli ve kıbleye yönelik olarak dua etmek, önce Allah’a hamd edip sonra da Peygamberimize salavat getirmek, duanın kabulü için önemli şartlardır. Duası reddedilmeyen kimseler ve reddedilmeyen dualar vardır. Bunlar da başta anne ve babanın evladına duası, misafirin duası, mazlumun duası müminin mümine gıyabında yaptığı dua. Hz. Peygamber (sav)’in bir hadisine göre duanın kabulünde birkaç alternatif söz konusudur: “Dua edene istediği şey ya bu dünyada hemen verilir veya âhirete saklanır yahut üzerinden istediği iyilik kadar bir kötülük giderilir.” Dualarının kabul edilmesinde, Allah insan zihninin tek konusu olması önemlidir. Dua esnasında kalpten diğer ilgi ve istekler silinir, insanın vicdanı temizlenir ve kalb Allah’a açık bir hale getirilir. Kuran’da bu durum, kişinin “dini Allah’a has kılması” olarak ifade edilmiştir (Mü’min, 40/14, 65). Peygamberimizin bir hadisinde, “İnsanın mutlaka karşılık alacağına inandığı bir ruh hali içinde dua etmesi gerektiği, gafil bir kalpten gelen duanın kabule yakın olmayacağı” belirtilmiştir. Hadislerde duaların hangi durumlarda kabul edileceği şöyle ifade edilmiştir: “Bir tehlike veya zulüm karşısında çaresiz kalan kimsenin, kalbi tamamen hasbî sevgiyle dolu anne babanın, başkasının iyiliğini isteyen kişinin, toplum için çalışan âdil başkanın ve Allah için nefsi isteklerini engellemiş olan oruçlunun duası geri çevrilmeyecektir.” İmam Gazzâlî, İhyâ adlı kitabında bu konuda şunları söylemektedir: “Olaylar belli sebeplere bağlanmış olduğundan, meselâ kalkanın oktan korunma, suyun bitkilerin büyümesi için birer sebep olması gibi duanın da sıkıntı ve belâyı defetmek ve Allah’ın rahmetini çekmek için bir sebeptir.” Ancak dua sonucunda meydana gelecek bir değişiklik, yapılacak hazırlıklara da bağlıdır. Allah, “Savaş için gereken hazırlığı yapın.” (Nisâ, 4/71) derken silâh kuşanmamak yanlıştır. Tedbirde kusurdur. Aynı şekilde Allah takdir ettiyse çıkar, etmediyse çıkmaz diyerek tohumu saçtıktan sonra toprağı sulamamak Allah’ın takdirine uymak değil bilakis gaflette olmaktır. Bir hadise göre Allah’a tevekkül etmeden önce deveyi sağlam bir kazığa bağlamalıdır. Bunun anlamı, kişi dua ile birlikte gerekli tedbirleri de elinden geldiğince almalıdır. Ancak elinden gelen her şeyi yapan ve çaresiz kalan kişinin Allah’a olan samimi yönelişi ona mutlaka bir şifa, kurtuluş ve aydınlık sağlayacaktır. Nitekim çaresiz kalmış bazı hastalarda duanın şifa verici tesiri olduğu birçok tıbbi araştırmalarda tespit edilmiştir. Kur’an’da, “Başa gelen sıkıntılı durumlarda hem sabır ve direnme göstermek, hem de namaz ve dua ile Allah’tan yardım istemek tavsiye edilmektedir” (Bakara, 2/45, 153). Çünkü zikir ve dua kişiye psikolojik bir rahatlık, güç ve moral verir (Ra‘d, 13/28). Bir hadiste tasvir edildiği üzere Allah’ı ananları melekler kuşatır, üzerlerini rahmet ve sekînet kaplar. Duanın kabul olması için gerekli şartlardan biri, dua eden kimsenin yediği rızkın helal olmasıdır. Hz. Peygamber (sav) Sa’d b. Ebi Vakkâs’a şöyle buyurmuştur: “Helal kazan, duan kabul edilsin.” İslam alimleri şöyle demişlerdir: “Dua ihtiyacın anahtarıdır, bu anahtarın dişleri de helal lokmadır.” Yahya b. Muaz şöyle dua etmiştir: “Allah'ım! Ben bu isyankârlığımla da sana hangi yüzle dua edebilirim! Sen o kadar kerem sahibisin ki, sana nasıl olur da dua etmem!” Anlatıldığına göre, Hz. Musa (as) dua edip yakaran bir adamı gördü ve “Allah'ım! Elimde olsa bu adamın ihtiyacını görürdüm” dedi. Allah da ona, “ben senden daha merhametliyim, ama o kul bir yandan bana dua ederken bir yandan koyunlarını düşünüyor. Kalbi benden başka yerde olan kulumun duasını kabul etmem” diye vahyetti. Hazreti Musa (as) da gidip duruma adama anlattı. Bunun üzerine adam kalbinden her şeyi çıkarıp Allah'a yöneldi, dua etti ve derhal ihtiyacı görüldü. Cafer-i Sâdık’a “neden dualarımız kabul edilmiyor?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Çünkü siz tanımadığınız bir Zat’a (gaflet içinde) dua ediyorsunuz.” İslam alimleri duaların kabul edilmesi için aşağıdaki hususlara özellikle riâyet edilmesini gerekli görmektedirler: > Duadan önce tövbe ve istiğfar edilmelidir. Günah işleyen, haramlardan uzak durmayan bir kulun duasının kabul edilmeyeceği bildirilmiştir. Bu bağlamda Hz. Peygamber’in (sav) şu hadisi çok önemlidir: “Allah yolunda seferler yapmış, üstü başı tozlanmış bir adam ellerini semaya kaldırarak, ‘Yâ Rabbi, Yâ Rabbi’ diye yalvarıyor. Oysa yediği haram, içtiği haram, giydiği haram, gıdası haramdır. Böyle birisinin duası nasıl kabul olur?” > Duaya Allah’a hamd, Peygambere salât-ü selâm ile başlanmalı; yine salât-ü selâm ve Allah’a hamd ile bitirilmelidir. Fedâle b. Ubeyd’den (ra) bir rivâyete göre: “Resûlullah (sav), (mescidde) oturmakta iken bir adam geldi, namaz kıldı, sonra şöyle dua etti: Allah’ım beni bağışla, bana acı. Bunun üzerine Resûlullah (sav), “Ey namaz kılan, acele ettin, namaz kılıp oturduğun vakit Allah’a layık olduğu şekilde hamd et, sonra bana salât ve selâm et, sonra da yapacağın duayı yap.” Bundan sonra başka biri namaz kıldı. Namazdan sonra Allah’a hamd etti ve Peygambere salât ve selâm getirdi. Başka bir şey yapmadı. Bunun üzerine Resûlullah (sav), o kimseye: “Ey namaz kılan kimse! Dua et, duan kabul edilsin.” dedi.” > Dua içten, tevazu ile ve yalvararak yapılmalıdır. Bir âyette şöyle buyrulmaktadır: “Rabbinize alçak gönüllülükle yalvararak ve için için dua edin. Çünkü O, haddi aşanları sevmez.” (Araf, 7/55). Bir hadis-i şerifte ise şöyle buyrulmaktadır: “Allah’a kabul edileceğini gerçekten inanarak dua ediniz. Bilin ki Allah, ciddiyetten uzak ve umursamaz bir kalp ile yapılan duaları kabul etmez.” > Duada ısrar edilmelidir. Bir mümin, ettiği duanın kabul edilmesi hususunda aceleci olmamalıdır. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmaktadır: “Sizden herhangi biriniz, dua ettim de kabul olunmadı, diyerek acele etmediği sürece duası kabul olunur.” > Umut ve korku içinde dua edilmelidir. Kur’ân’da şöyle buyrulmaktadır: “Onlar gerçekten hayır işlerinde yarışırlar, (rahmetimizi) umarak ve (azabımızdan) korkarak bize dua ederlerdi. Onlar bize derin saygı duyan kimselerdi.” (Enbiya, 21/90). > Dua her zaman yapılabilirse de bazı vakitlerde yapılması daha makbul görülmüştür. Bu vakitlerden biri de seher vaktidir. Allah Teâlâ, geceleri dua, ibadet ve istiğfar ile meşgul olanları Kur’ân-ı Kerîm’de övmekte ve şöyle buyurmaktadır: “Onlar, geceleri az uyurlardı. Seher vakitlerinde bağışlanma dilerlerdi.” (Zâriyât, 51/17,18). Hz. Peygamber’e (sav), “Ey Allah’ın Resûlü, hangi dua daha makbuldür?” diye sorulunca, “Gece yarısı ve farz namazlardan sonra yapılan duadır” cevabını vermiştir.
Dua Kapısı Kapanır mı? Allah Teâlâ dua etmeyi Kur'an'daki ayetlerde insanlara emretmiştir. Bu nedenle dua etmek hiçbir zaman engellenmez. Ancak mutasavvıflar, duaların her zaman kabul edilmediğini göz önünde bulundurarak, bu durumu “dua kapıları kapalı” olarak ifade etmişlerdir. Bu husus hakkında, zamanın kutbu olan Şeyhim Hakkı Şiştar (ks) (ö.1979)’ın şöyle anlattığına şahit oldum. Şeyhim şöyle söylemişti: “Eskiden dua için ellerimi kaldırdığımda, daha ellerimi indirmeden duanın kabul edildiğini görüyordum. Fakat bu günlerde dualarımın kabulünün geciktirildiği ve hatta kabul edilmediğine şahit olmaktayım.” Bu husus ile ilgili olarak Şeyhim şöyle bir hatırasını da anlatmıştır: Şeyhim bir gün sokakta yürürken, kalbinden artık duaların kolayca kabul edilmediğini düşünerek, acaba “dua kapıları kapandı mı?” diye düşünürken, o sırada yanından geçen bir zatın kendisine şöyle hitap ettiğini duymuştur: “Muhterem, dua kapılarının kapanması önemli değil, eğer tövbe kapıları kapanırsa o zaman halimiz nice olur?” Bu hitap karşısında şaşıran şeyhim, adama “haklısın” diye cevap vermiştir. O şahıs da muhakkak ki bir Allah dostuydu ve şeyhimin kalbinden geçirdiklerini keşfetmişti ve çok kıymetli ve hikmetli bir cevap vermişti. Eğer tövbeler kabul edilmezse, yani tövbe kapıları kapanırsa insanların hali nice olur? Gerçekten bu insanlar için bir perişanlıktır. Allah Teâlâ o günleri bizlere ve Ümmet-i Muhammed'e göstermesin. Yaşadığımız zaman diliminde, insanlarımız fevkalade bir isyan, küfür ve günah içinde yaşadıklarından dolayı duaların kabulü gecikmekte veya reddedilmektedir. Buna bazen “dua kapıları kapalıdır” diye de ad verilmektedir. Ancak bundan asırlarca önceki İslam toplumları daha imanlı ve güzel amelli olduklarından, o devirlerdeki dualar kolaylıkla kabul ediliyordu. Aşağıdaki anekdot bu hususla ilgilidir: Anlatıldığına göre, Tabiin devrinde Basra’da yetişmiş Salih el-Mürrî (ö.176/792) sık sık şöyle demiştir: “Kapıyı ısrarla çalan kimseye o kapının açılması ümit edilir.” Basralı ünlü kadın sufi Rabiatü’l-Adeviyye (ö.718) ise bu söz üzerine ona şöyle demiştir: “Bu sözü daha ne zamana kadar söyleyeceksin. Kapı ne zaman kapandı ki açılsın!” Salih el-Mürrî de bu sözü çok beğenmiş ve kendisi hakkında “cahil şeyh”, Rabia hakkında ise “âlim hanım” demiştir.
Duanın Adabı İslâmî kaynaklarda diğer ibadetlerde olduğu gibi dua için de bazı şartlara riayet edilmesi istenmiştir. Buna göre dua eden kişinin konumuna uygun bir edep içinde olması gerekir. Nitekim bir nevi dua olan namazda kulun nasıl hareket edeceği tarif edilmiştir. Bu hareketler dış görünüşü bakımından insanın saygı ve sığınma tavrını belli bir disiplin içine almıştır ve özü itibariyle Allah’ın huzurunda güçsüzlüğünü, noksanını, hamd, şükür ve yardım isteklerini sunmayı ifade eder. Namazda ve her türlü dua davranışında edebin esasını kulun kibir, gösteriş, kabalık ve gaflet gibi ahlakî kusurlardan temizlenmesi oluşturur. “Allah’ın huzurunda olanlar büyüklenmezler, aksine O’nun büyüklüğünü anarak secde ederler. Yine Allah’ı anan kimsenin huşû içinde yalvarma vaziyeti alması, O’nu saygıyla ve sesini yükseltmeden anması gerekir; aksini yapmak ise gaflettir” (Araf, 7/205, 206) Duanın gönülden ve gizlice yapılmasını isteyen başka bir ayette de bunun aksine bir hareket, Allah’ın hoşlanmadığı bir iş ve haddi aşmak olarak nitelendirilmiştir. Kul dua ederken Allah’a karşı korku ve saygı içinde bulunmalı, aynı zamanda istekli ve ümitli olmalıdır. (Araf, 7/55, 56) Rivayete göre, yüksek sesle tekbir getirmeye başlayan bazı Müslümanlara Hz. Peygamber engel olmuş ve “Sizler sağır ve uzaktaki birine değil her şeyi duyan ve gören Allah’a dua ediyorsunuz” demiştir. “Şayet kullarım sana benden sordularsa, gerçekten Ben çok yakınımdır. Bana dua edince duacının duasını kabul ederim. O halde onlar da Benim davetime koşsunlar ve Bana hakkıyla iman etsinler ki, doğru yola gidebilsinler.” (Bakara, 2/186) Hz. Peygamber (sav) ayrıca kişinin duayı duyarlı bir kalple yapmasını, isteğini kesin ve sade bir dille belirtmesini, kabulü için acele etmeyip taleplerine ısrarla devam etmesini, yerine göre isteklerini üç defa tekrarlamasını tavsiye etmiştir. Allah huzurunda kulun nasıl bir edep içinde dua edeceği veya ettiği duanın hangi şartlarda kabul göreceği konusunda dini kitaplarda maddeler halinde bazı temel ifadelere yer verilmiştir. Buralarda duanın konusu, vakti, yeri, başlama ve bitirme şekli, duada vücudun alacağı durum üzerinde durulmuştur. İmam Gazzâlî (ks), İhya adlı kitabında duanın gönülden, gizlice ve alçak sesle yapılması esaslarını da içine alan on maddelik bir “âdâb” listesi vermektedir. Buna göre duada uyulması gereken hususlar şunlardır: -Mübarek vakitlerde, Diz çökerek elleri yukarı kaldırmanın ve içe kapanıp Allah’a övgü ve dualarını yöneltmenin genel ve tabii dua vaziyeti olduğu ifade edilmektedir. Hz. Peygamber (sav)’i dua ederken görenler, bazen onun koltuk altları görülecek şekilde ellerini yukarıya kaldırdığını, duadan sonra ellerini yüzüne sürdüğünü, bazen hamd, tekbir, tesbih ifade eden sözleri belli sayıda tekrar ettiğini ve bunu yaparken parmak boğumlarını kullandığını söylemişlerdir. Duanın edeplerinden biri, duanın kalb huzuru ile yapılmasıdır. Hz. Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: “Allah, kalbi gaflet içinde olan kulun duasını kabul etmez.” Duasının kabul olması için gerekli şartlardan biri, dua eden kimsenin yediği rızkın helal olmasıdır. Hz. Peygamber (sav) Sa’d b. Ebi Vakkâs’a şöyle buyurmuştur: “Helal kazan, duan kabul edilsin.” Şöyle denilmiştir: “Dua ihtiyacın anahtarıdır, bu anahtarın dişleri de helal lokmadır.” Yahya b. Muaz şöyle dua etmiştir: “Allah'ım! Ben bu isyankârlığımla da sana hangi yüzle dua edebilirim! Sen o kadar kerem sahibisin ki, sana nasıl olur da dua etmem!” Anlatıldığına göre, Hz. Musa (as) dua edip yakaran bir adamı gördü ve “Allah'ım! Elimde olsa bu adamın ihtiyacını görürdüm” dedi. Allah da ona, “Ben senden daha merhametliyim, ama o kul bir yandan bana dua ederken bir yandan koyunlarını düşünüyor. Kalbi benden başka yerde olan kulumun duasını kabul etmem” diye vahyetti. Hazreti Musa (as) da gidip duruma adama anlattı. Bunun üzerine adam kalbinden her şeyi çıkarıp Allah'a yöneldi, dua etti ve derhal ihtiyacı görüldü. Cafer-i Sâdık’a “Neden dualarımız kabul edilmiyor?” diye sorulunca şöyle demiştir: “Çünkü siz tanımadığınız bir Zat’a (gaflet içinde) dua ediyorsunuz.”
Dua ile İlgili Hikmetli Sözler Aşağıdaki ifadeler Kuşeyrî’nin Risale adlı kitabından derlenmiştir: ● “Duanın faydası, kulun Allah huzurunda ihtiyacını arz etmesinden ibarettir. Allah dilediğini yapar.” ● “Avamın duası dil ile yapılan duadır, zahidlerin duası fiille yapılan duadır, ariflerin duası ise hâl ile yapılan duadır.” ● “En hayırlı dua, hüznü coşturan, insanı hüzne gark eden duadır.” ● “Allah'tan bir hacetinin giderilmesini ister de icabet bulursan derhal O’ndan cenneti iste, umulur ki o gün duanın kabul günüdür.” ● “Tasavvuf yoluna yeni girmiş olan mübtedîlerin dilleri duaya alışıktır, hakikat ehli ariflerin dili ise dua konusunda adeta bağlanmıştır.” ● Kendisinden dua etmesi istendiğinde Vâsıtî şöyle demiştir: “Dua ettiğim takdirde şöyle bir hitaba muhatap olmaktan korkarım: “Dua etmekle, senin takdirin olan bizdeki bir şeyi istiyorsan, bunun tehiri nedeniyle bizi suçlamışsın demektir. Senin için takdir etmediğimiz bir şeyi istersen, o zaman da bize övgüde kusur etmiş olursun. Eğer rıza gösterirsen Biz de senin için takdir ettiğimiz şeyi sana ulaşmasını sağlarız.” ● “Dua günahkarların ilahi affa nail olmaları için çıkacakları merdivendir.” “Dua, Allah ile kul arasında haberleşmedir, devam ettiği sürece her şey güzel ve hayırlıdır.”, “Dua, günahkarların dilidir.” ● Şeyh Ebû Ali ed-Dekkâk şöyle demiştir: “Bir günahkar ağladığı vakit Allah ile haberleşmiş demektir.” ● “Dua, günahları terk etmektir. Dua, mahbuba iştiyakın dilidir. (Sevgiliye olan özlemin dile gelmesidir) “Bir kula dua izni verilmesi ona türlü nimet ve ihsanlar verilmesinden daha hayırlıdır.” ● Kettânî şöyle demiştir: “Allah bir müminin kusurlarını itiraf edip özür dilemesini nasip ettiğinde, ona derhal af kapısını açar.” ● “Dua, bütün kalb huzuru ile ilahi huzurda bulunmayı gerektirir. İhsanı nail olmak ise o kapıdan ayrılmaya sebep olur. Demek ki sevap alıp dönmektense kapıda beklemek daha hayırlıdır.”, “Dua Yüce Allah'ın huzuruna hayâ lisanı ile çıkmaktır.”, “Duanın şartlarından biri, ilahi takdirin tecellileri karşısında rıza ile durmaktır.”, “Günahlarla icabet yolunu kapatmışken, dualarına icabet edilmesini nasıl beklersin?” ● Sufi zatlardan biri, kendisine gelip “benim için dua et” diyen birine şöyle demiştir: “Allah ile arana bir başka kişiyi vasıta kılman, Allah'tan ne kadar uzak olduğunu gösterir.”
Yorum ve Eleştirileriniz için: oryanmh@gmail.com
|
Duanın Hikmeti |
Yayınlanma Tarihi: 24.11.2024 |