İnsan düşüncesinin sorduğu en önemli sorulardan biri, insanın dünya üzerinde olmasının sebebi nedir? İnançlar ne olursa olsun, bu konuda her insan kendi düşüncesinde bir cevap aramaya çalışır. Herkes kendini tatmin edici bir cevapla dünya hayatını yorumlamak ister. Biz de bu soruyu Müslümanlar olarak cevaplandırmak istiyoruz. İslam kaynaklarına dayanarak, insan için dünya hayatının ne anlama geldiğini anlatmaya çalışacağız.
Ruhların Yaratılması Allah Teâlâ varlık alemini yaratmak isteyince, önce kendisinin Ehadiyet (Birlik) güneşinin nurundan Nûr-i Rûh-i Muhammedî’yi yaratmıştır. Bu nurdan da diğer ruhlar yaratılmıştır. Bu durum şu hadiste zikredilmiştir: “Allah Teâlâ'nın yarattığı ilk şey benim ruhumdur (nurumdur).” Hz. Peygamber (sav) bütün varlığın zübde (öz) ve hulâsası (özeti) dir. Allah Teâlâ’nın Peygamberimize “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” dediği bilinmektedir. Bu nedenle Peygamberimiz bütün varlığın mebde’i (başlangıcı) olmuştur. Bütün varlıklar ve yaratılmışların mebde’i (başlangıcı) insan ruhlarıdır. İnsan ruhunun mebde’i ise Hazreti Peygamberin tertemiz ruhudur. Buna göre ruhlar bedenlerinden önce yaratılmışlardır. Bir hadise göre, Allah ruhları cesetlerden 40.000 sene önce, başka bir rivayete göre ise 1000 sene önce yaratmıştır. Nuraniyet ve muhabbet ruhun sıfatlarındandır. Manevi olarak nuraniyet beyaz, muhabbet siyah olarak görülür. Muhabbet sıfatının kemale ermesi için, onun zulmet madeni olan bedene bağlanması gerekir. Çünkü muhabbet sıfatının kemale ermesi için terbiyeden geçmesi ancak bu şekilde olur. Bu nedenle ruh bedene indirilmiştir. Melekler cismanî ve zulmanî böyle bir bedene sahip olamadıkları için, kendilerinde muhabbet tohumu asla kemaliyle terbiye bulamamıştır. Muhabbet tohumunun meyvesi “Allah onları sever, onlar da Allah'ı sever” (Maide, 5/54) ayetidir. Sonradan yaratılmış olan varlıklarda mutlaka karanlık ve yaratılmışlık vardır. Nur mutlak anlamda “Allah göklerin ve yerin nurudur” (Nur, 24/35) sırrınca sadece Allah'a has kılınmış bir sıfattır. Aynı şekilde mutlak anlamda zulmet, “Allah mahlukatı zulmetten yarattı” hadisin sırrıyla yaratılmışların sıfatıdır. Muhabbet ruh için zikredilen her sıfattan öncedir. Çünkü muhabbet ruh için “Allah onları sever” şerefinin neticesidir. Şeyh Abdullah Ensârî buyurdu ki: “Muhabbet kapısını çaldığında mihnet ona şöyle cevap verir: kim kendini küçük görürse ben onun kölesiyim. Her iki cihan ehlinin taşımaktan kaçtığı zalimlik ve cahillik yükünü taşıyan zavallı Ademoğlu, o bu yükü yüklendi, ebedi mihneti seçti ve iki cihan mutluluğunu da kaybetti.”
Elestü Meclisi Allah Teâlâ ruhları yarattıktan sonra, onlara hitap ederek “Elestü bi Rabbikum/ Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” (Araf, 7/172) demiştir. Buna karşı da ruhlar “Evet” diye cevap vermişlerdir. Yani ruhların tamamı Allah Teâlâ'yı tanımaktadır. Ruhlar bedenlere indirilip dünyaya gelmelerinden önce bir manevi alemde bulunmaktadırlar. Bu alemde ruhlar birbirleriyle tanışmakta ve görüşmektedirler. İnsan ruhu dünyaya indirildikten sonra, nefsinde Hakkı görecek göz, onu işitecek kulak meydana geldiğinde ilhami zevkleri duyar. Münasebette olduğu her şeyden gayb ilhamlıların zevkini bulur. Artık onun hareketi Hakk’a doğrudur. Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: “Onlar ki sözü dinlerler de, en güzeline uyarlar.” (Zümer, 39/18) Bu nedenle ne zaman güzel sözlü, vezinli bir hitap işitseler bununla elest hitabının zevkini duyarlar. Bu ahenkli ses, rûhaniyet kuşunda aslî vatanına ve gerçek evine gitme konusunda kuvvetli bir istek meydana getirir. Oraya doğru uçmak istediğinde, beş duyu ile kayıtlı beden kafesi ruh kuşuna zorluk çıkarır. Ruh kuşu elest hitabının lezzetini duyduğundan dolayı, bir türlü sakinleşemez ve ıstırap içinde kalır. Beden kafesini kırarak kendi alemine gitmek ister. Bu, insanların gönüllerindeki itmi’nan, “Haberiniz olsun ki Allah'ın zikriyle kalpler mutmain olur.” (Rad, 13/28) sözünün zikri ile olur. Onlar hâlâ, “Elestü bi Rabbikum / Ben sizin Rabbiniz değil miyim?” hitap şarabının zevkiyle sarhoşturlar. Bütün kainatta “Sen Allah de, sonra onları bırak.” (Enam, 6/91) ayetini okurlar.
Hz. Adem (as) ın Yaratılması Hz. Adem (as) in nasıl yaratıldığı Kuran’da anlatılmaktadır. Bir zamanlar Allah Teâlâ meleklere yeryüzünde bir halife yaratmak istediğini bildirmiştir. Melekler buna karşı, “bu yaratılacaklar dünya üzerinde fesada sebep olacaklar ve kan dökeceklerdir” demişlerdir. Ancak Allah, meleklere “Ben sizin bilmediklerinizi bilirim” diye cevap vermiştir. (Bakara, 2/30) Allah Teâlâ Adem'in bedenini bir kuru balçıktan kendi elleriyle yaratmış ve ona ruhundan üfleyerek hayat vermiştir (Hicr, 15/28,29). Allah Adem'e isimlerinin hepsini öğretti, sonra da Adem bu isimleri meleklere haber verdi. Melekler Hazreti Adem'e secde emrini alır almaz, hemen secde ettiler. Çünkü hepsi de nurdan yaratılmışlardır. Nur, yaratılış gereği itaat etmeye ve boyun eğmeye müsaittir. Ancak melekler secde ettikleri halde, “Yalnız İblis diretti, büyüklendi ve kâfirlerden oldu.” (Bakara, 2/34) Şeytan denen İblis secde etmedi. Çünkü İblis ateşten yaratılmıştı. Ateş özelliği bakımından hep kendini üstün görür, büyüklük peşinde koşar. Allah Teâlâ, Adem'den eşini yarattı (Nisa, 4/1). Her ikisini de cennete koydu. Onlara cennette oturmalarını, her şeyi yiyebileceklerini fakat bir ağaca yaklaşmamalarını, yoksa zalimlerden olacaklarını bildirdi (Bakara, 2/35). Fakat şeytan onları bu yasaklanan ağaçtan yedirerek saptırdı. Bunun üzerine Allah Teâlâ, Adem ve eşini şeytan ile birlikte dünyaya indirdi. Böylece Adem ve eşinden olacak olan bütün zürriyet de dünyaya indirilmiş oldu. Cenab-ı Hakk Adem'e şöyle hitap etti: “Birbirinize düşman olarak inin, orada belirli bir vakte kadar sizin için bir karar yeri ve bir nasip vardır.” (Bakara, 2/36) Bu ayetlere göre Allah Teâlâ insanlara doğru yola ulaştırıcı ve gerçekleri açıklayacağı peygamberler göndereceğini haber vermektedir. Kim Allah'ın gönderdiği peygamberlere uyarsa dünya ve ahirette başlarına gelebilecek kötü şeylerden onlar için korku yoktur ve onlar hiçbir şekilde üzülmeyeceklerdir. Ancak gönderilen elçileri inkâr edenler ve indirdiği ayetleri yalanlayanlar ise ateş ehlidirler, yani onlar hiç ayrılmayacak şekilde cehennem ateşinde sürekli kalacaklardır. Bu süreç bütün insanlık tarihi boyunca süregelmiştir. Hz. Adem ilk peygamberdir. Ondan sonra da binlerce peygamber gönderilmiştir. Bu peygamberler bazı kavimlere gönderilmiş ve onlara uyması gereken şeriat kanunlarını tebliğ etmişlerdir. En son peygamber olan bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) ise bütün insanlara gönderilmiştir. Kendisine Kur'an indirilmiş ve Kur'an ayetleri Hz. Muhammed tarafından insanlara tebliğ edilmiştir. Allah Teâlâ'nın gönderdiği peygamberlere ve şeriata uyanların kurtulacağı ve inkar edenlerin ve ayetleri yalanlayanların ise cehennemde ebedi kalacakları (Bakara,2/38,39) ayetlerinde ifade edilmiştir. Bunlara rağmen insanların büyük bir kısmı tarih boyunca küfürden geri durmamışlardır. Bugün de küfür sözleri ortalıkta dolaşmaktadır. Bazı insanlar gönderilen Kuran ayetlerini, gökten inen dogmalar olarak vasıflandırmakta ve onların bilim dışı olduğunu, dolayısıyla uymayacaklarını ifade etmektedirler. Böylece kâfir olmuşlardır. İnsanların bu davranışlarının zararı kendilerinedir. Allah Teâlâ'yı hiçbir zaman bu şekilde aciz bir duruma düşüremeyeceklerdir. Bir süre dünya hayatında oyalanacaklar, sonunda ölüm gelecek ve ahirete intikal edeceklerdir. Hesaba çekilecekler ve cezalandıracaklardır. Burada takdir Allah'ındır. Bu konuda hiçbir kimsenin dahli yoktur.
Ademoğlunun Dünyada Ortaya Çıkışı Allah Teâlâ insanı önce topraktan (Hazreti Adem) sonra da bir nutfeden yaratmıştır. Bu nutfe ana rahminde, annenin yumurtası ile birleşerek insanın ilk varlığı oluşur. Bu varlık çeşitli merhaleler ile ana rahminde gelişir. Birleşmeden 40 gün sonra bu varlığa ruh üflenir ve kaderi belirlenir, yani ömrünün ne kadar olacağı, rızkının ne kadar olacağı gibi hususlar bu noktada belirlenmiş olur. Ana rahminde gelişen çocuk dünyaya gelir ve kaderinde takdir edilen hayatı yaşar. Ömrü bitince vefat eder. Bütün bunların amacı nedir? Allah insanı neden yaratmıştır? Hayat ve ölüm niçin yaratılmıştır? Bu soruların cevabı Mülk suresinin 2. ayetinde şöyle verilmektedir: “O, hanginizin daha güzel iş yapacağını denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür ve bağışlayandır.” Bu ayete göre insanın dünyaya gönderilmesinin amacı salih ameller yapmasıdır. Bu yapacağı ameller kendisinin ahiret hayatının nasıl şekilleneceğini belirler. İnsan bedeninin ruh ile birleşmesi ile nefsi de ortaya çıkar. İnsanın ruhu, aklı ve nefsi arasındaki mücadele onun dünya hayatını yönlendirir. İnsan dünya üzerinde başıboş ve yalnız bırakılmamıştır. İnsanın dünyadaki yaşamının kurallarını, İslam şeriatı ayet ve hadislerle belirlemiştir. Bu şer’i kurallar Allah'ın emir ve yasakları olup değişmezler. Akıllı insanın görevi bu kuralları iyice öğrenip ona göre hayatlarını düzenlemektir. Nefsin aşırı isteklerinden, şeytanın vesveselerinden uzak kalarak Allah'ın emir ve yasaklarını uygulamaya çalışmalıdır. Bu onun hem dünyada hem de ahiretteki kurtuluşunun anahtarıdır.
İnsanın Gayreti Ahiret İçin Olmalıdır “Kişinin gayreti ahiret için olursa, Allah'ta onun zenginliğini kalbinde kılar, gönül zenginliği verir.” (Hadis) “Kişinin niyeti de dünyayı elde etmek ise, Allah ona fakirlik verir, gücünü dağıtır ve nasibinden başkasına ulaşamaz.” (Hadis) İnsan dünya hayatını yönlendirirken hedefinin ahiret hayatı olmasına gayret etmelidir. Bunun için de nefsinin aşırı ve olumsuz isteklerine karşı aklıyla mücadele etmelidir. Şeytanın vesveselerine kulak asmamalıdır. Bilinmelidir ki şeytan insanın en büyük düşmanıdır. Akıllı insan Allah'ın rızasını ister ve şeytanın dedikodularına uymaz. Şeytan insanları yoldan çıkarmak için dünyadaki şeyleri süsler, insanın kalbine bazı ümit ve kuruntular verir. Mal ve makam sevgisini insanın kalbine yerleştirir. Ancak bu bir aldatma ve kuruntudur. “Kim Allah'ı bırakır da şeytanı dost edinirse, şüphesiz ki o apaçık bir zarara uğramıştır.” (Nisa, 4/19) “ İşte bunların yeri cehennemdir, oradan kaçacak bir yerde bulamayacaklardır.” ( Nisa, 4/21) Akıllı kimse dünyanın süsüne ve ziynetine aldanmamalı, Allah'tan başka hiçbir şeyle sevinmemelidir. Çünkü Allah'ın dışında her şey sonlu ve geçicidir. Anlık ve geçici olan bir şeye aldanıp peşine takılmak aklın, irfanın ve ince kavrayışın kârı değildir. “Allah dedi ki: Kim inkar ederse onu az bir müddet geçindirir, sonra cehennem azabına uğramak zorunda bırakırım. Orası ne kötü bir yerdir.” (Bakara, 2/126) “Ahireti bırakıp dünya hayatına mı razı oldunuz. Dünya hayatının zevkleri ahiretin yanında pek azdır.” (Tevbe, 9/38) “Allah'a yemin olsun ki, ahirete nispetle dünyanın durumu, sizden birinizin parmağını denize sokup çıkardığı zaman parmağında kalan kadardır, baksın parmağında ne kalır.” (Hadis) “Gerçekten dünya tatlıdır, yeşildir.” (Hadis) Dünya nefisler için güzeldir, parlaktır ve lezzetlidir. Tıpkı yeşil ve tatlı meyveler gibi. İnsanın canı bunları arzu eder. Dünyanın haram lezzetleri tatlıdır, fakat ebedi alemde acı ve bulanıktır. Dünyayı sevip onu isteyenler ölüler gibidir. Bir kutsi hadiste: “Ey Davud, eğer Beni seviyorsan dünya sevgisini içinden çıkar, Ben ve dünya sevgisi asla aynı kalpte bulunmaz.” denmektedir. “Sevdiğiniz şeylerden Allah yolunda harcamadıkça gerçek iyiliğe asla erişemezsiniz. Her ne harcarsanız Allah onu hakkıyla bilir.” (Ali İmran, 3/92) Allah Teâlâ, yersiz isteklerini onun rızası için terk eden bir kalbi azap etmekten yücedir. Nefis kötü huyların kaynağıdır ve kötü şeyleri emreder. Çünkü o ruhaniyeti saptırmak için yaratılmıştır. Bunun için nefsin temizlenmesi ve terbiye edilmesi gerekir. “Onu (nefsi) kirletip örten, ziyana uğramıştır.” (Şems, 91/10) Nefsi temizlemek için onun sevdiği şeyleri infak etmek gerekir. Dünyevi zevkleri Allah'a itaate tercih edenler er veya geç cezaya çarptırılacakları bildirilmektedir. “Sizin hiç biriniz için ben, kendisine malından, çocuğundan ve bütün insanlardan daha sevimli olmadıkça iman etmiş olamaz.” (Hadis) Kafirler, münafıklar netice bakımından zevkleri ile meşgul olurlar ve inkârcı olarak ölürler. Bu durum kendilerine bir nimet değil külfet olacaktır. Dünya harap bir ülkedir ondan daha harap olan ise harap dünyayı onarmaya çalışanın gönlüdür. Ahiret ise mamur ülkedir, ondan daha mamur olan ise ahireti isteyenin gönlüdür. “Allah katında dünya bir sivrisinek kanadına denk olmuş olsaydı, inkârcıya bir yudum su bile vermezdi.” (Hadis) “Onların malları da, evlatları da sakın seni imrendirmesin. Bu olsa olsa, Allah'ın onları dünya hayatında bu gibi şeylerle azaba uğratmasından ve canlarının kafir olarak çıkmasını murat etmiş olmasından başka bir şey değildir.” (Tevbe, 9/55)
Dünya Hayatı Bir İmtihandır “Sonra nasıl davranacağınıza bakmamız için onların ardından sizi yeryüzünde halifeler kıldık.” (Yunus, 10/14) “ Allah sizi yeryüzünde halifeler kıldı. Yaptıklarınızı ve ne şekilde tasarruf ettiğinizi gözetmektedir.” (Hadis) “Her nefis ölümü tadacaktır. Biz sizi bir imtihan olarak kötülük ve iyilikle deneriz, sonunda ancak bize döndürüleceksiniz.” (Enbiya, 21/35) İyilik ve kötülüğün karşılığını vermeye yükümlülük yurdu olan dünya alemi yetmez. Bu bakımdan ikinci bir alem gereklidir. Bu alem ise ancak ölümle ve yeniden diriliş ile vardır. Bunun içinde her insanın ölmesi ve sonradan da dirilmesi mutlaka şarttır. Hz. Ömer (ra): “Darlıkla imtihan edildik sabrettik, bollukla imtihan edildik ama şükür etmedik. Kim dünyada kendisine mal ve servet verilir de, onunla kendisine tuzak hazırlandığını bilmezse, o kimse aldanmıştır.” “Ant olsun ki Biz sizi imtihan ederiz, ta ki içinizden cihad edenleri ve sabredenleri bilelim ve haberlerinizi açıklayalım.” (Muhammed, 47/31) “Şüphesiz eğer onlar o yol üzere dosdoğru gitselerdi onlara bol su verirdik ta ki onları onunla sınayalım. Kim Rabbini anmaktan yüz çevirirse Rabbi onu çetin bir azaba sokar.” (Cin, 72/16,17) Bütün bunlar bize dünya hayatının bir imtihan yeri olduğunu anlatmaktadır. Bu imtihanda başarılı olmak zorundayız. Bunun içinde Kur'an ayetleri ve Peygamberin hadislerini iyice bilip uygulamak gereklidir. Akıllı bir insan ancak böyle davranır. Çünkü aksi halde ahirette acıklı ve önemli bir azabın beklediğini unutmamalıdır. Gerçek güzel ve hayır olan ebedi kurtuluş müjdesi şu ayette açıkça belirtilmektedir: “İman edip iyi işler yapanları altlarından ırmaklar akan cennetlere sokacağız. Orada ebedi olarak kalacaklardır. Bu Allah'ın gerçek vadidir. Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?” (Nisa, 4/22)
Allah’a İbadet Etmek Peygamberimiz (sav) bir hadisinde şöyle buyurmaktadır: “ İslam beş esas üzerine kurulmuştur: Allah'tan başka ilah olmadığını ve Muhammed'in Allah'ın kulu ve Resulü olduğuna şahitlik etmek, namazı dosdoğru kılmak, zekat vermek, hac etmek ve ramazan orucu tutmak.” “Şüphesiz Ben Allah'ım. Benden başka hiçbir ilah yoktur. Onun için Bana kulluk et ve Beni anmak için namaz kıl.” (Taha, 20/14) “Ey iman edenler! Rüku edin, secdeye varın, Rabb'inize kulluk edin, iyilik yapın ki kurtulabilirsiniz.” (Hac, 22/77) “Ey iman eden kullarım şüphesiz Benim yarattığım yeryüzü geniştir, o halde yalnız Bana kulluk edin.” (Ankebut, 29/56) “Ben cinleri ve insanları ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.” (Zariyat, 51/56) “Sana yakin (ölüm) gelinceye kadar Rabbine ibadet et.” (Hicr, 15/99) “Kim güzelce abdest alırsa, tırnak altlarına varıncaya kadar bütün bedeninden günahlar dökülür.” (Hadis) “Beş vakit namaz birinizin kapısı önünde akan ve içinde her gün 5 defa yıkandığı suyu bol bir nehir gibidir.” (Hadis) “Sabah namazını kılan kimse Allah'ın himayesindedir.” (Hadis) “Oruçlunun uykusu ibadettir, susması teşbihtir, amelleri misli ile kabul edilir, duası makbuldür, günahı affedilir.” (Hadis) “Kur'an okuyun zira Kur'an kıyamet gününde kendisini okuyanlara şefaatçi olarak gelir.” (Hadis) İbadetin anahtarı düşüncedir. İsabet etmenin alameti de nefse ve hevaya muhalefet etmektir. Muhalefet ise şehevi duyguları terk etmektir. Namaz bedeni ibadetlerin en üstünüdür. Zekat ise mali ibadetlerin en faziletlisidir. İslam alimleri ibadet hakkında şu 6 şeyi tavsiye etmektedirler: 1) Kimin uykusu çok olursa, ondan kalp hassasiyeti umulmaz. 2) Kimi çok yemek yerse, ondan gece ibadeti beklenmez. 3) Zalimle arkadaşlık kurandan iyi bir dindarlık beklenmez. 4) Yalanı adet edinmiş kimsenin dünyadan imanla ayrılması umulmaz. 5) İnsanlarla çok haşır neşir olanın ibadetten zevk alması umulmaz. 6) Sırf insanların hoşnutluğunu isteyenin Allah'ın rızasını kazanması umulmaz. İbadet kelimesinin anlamı Allah'ın emrettiği farzları yerine getirerek haramlardan kaçınmak ve onun koyduğu sınırları aşmamaktır. İbadetin temeli Allah'ı tanımak, ondan çekinmek, umudunu ona bağlamak ve kendini her an onun denetimi altında hissetmektir. İnsan bu sıfatlardan uzaklaşınca imanın özünü kavrayamaz. Çünkü Allah'ı tanımaksızın, onun beşeri bilgi ve hayal sınırlarını aşkın, benzersiz bir işitici, görücü, yaratıcı, bilgili ve muktedir bir ilah olduğuna inanmadıkça yapılacak ibadet geçerli değildir. Yapılan ibadet sevap umuduna ve ceza korkusuna dayanıyorsa, böyle düşünen kul gerçek manada ihlas sahibi olamaz. O kendi nefsi için çalışmış olur. “Hiçbiriniz yalnız sahibinin korkusu ile görev yapan, yaramaz bir köpek gibi veya ücreti verilmeyince çalışmayan kötü bir çırak gibi olmamalıdır.” (Hadis) Allah'a ibadet etmemiz ve bu ibadetin farz oluşu üzerimize geçmiş farz kereminden dolayıdır. Kaldı ki onun bize bu yolda emir vermiş olması, ibadetimize karşılık mükafat vermesi, fazilet ve emrine uymadığımız takdirde ceza vermesi bir adalettir. Bilesin ki kul dünya sevgisini terk etmedikçe Allah'a karşı ibadetini kemale erdiremez. Hikmet ehlinin sözlerindendir: “Dünya bir anlık bir zamandır, sen onu ibadetle geçir.” “Kazancın helal, amelin salih olsun.” (Hadis) Allah'tan gündelik rızık iste ve kendini ölülerden say. İşlediğin amelleri beğenmekten sakın. Bu durum amelleri ortadan silen korkunç bir tehlikedir. Çünkü amellerini beğenen kimse yaptıkları kabul edilmiş mi yoksa geri mi çevrilmiştir diye düşünmeden, Allah'ı minnet borcu altına koyduğu kanaatine varır. Oysa ki, hayal kırıklığı ve zillet geçiren nice günah vardır ki büyüklük ve kendini beğenmişlik duygusu doğuran ibadetten daha hayırlıdır.
Allah Yolunda Cihad Etmek Cihad kelimesi Arapça “cehd” kökünden türemiştir. Cihad kelimesi şu anlamlara gelir: Dini emirleri öğrenip ona göre yaşamak ve başkalarına öğretmek, iyiliği emredip kötülükten sakındırmaya çalışmak, İslam’ı tebliğ etmek, nefse ve düşmanlara karşı mücadele vermek. “Allah uğrunda gerektiği gibi cihad edin. Sizi o seçmiş, babanız İbrahim'in yolu olan dinde sizin için bir zorluk kılmamıştır. Daha önce ve Kur'an'da peygamberin size şahit olması, sizin de insanlara şahit olmanız için size Müslüman adını veren O dur. Artık namaz kılın, zekat verin, Allah'a sarılın. O sizin sahibinizdir. O ne güzel sahip ve ne güzel yardımcıdır.” (Hac, 22/78) “İman edip de hicret edip, mallarıyla, canlarıyla Allah yolunda cihad edenler, Allah katında en büyük dereceye sahiptirler .İşte bunlar murada ermiş mutlu kullardır.” (Tevbe, 9/20) “Ama bizim yolumuzda cihad edenleri, elbette kendi yollarımıza eriştireceğiz. Hiç şüphe yok ki Allah iyi davrananlarla beraberdir.” (Ankebut, 29/69) İslam alimlerine göre cihad üç çeşittir: Düşmana karşı yapılan cihad, Şeytana karşı yapılan cihad ve Nefse karşı yapılan cihad. “Eliniz ve dilinizle düşmana karşı cihad ediniz.” (Hadis) “Mümin kılıcı ve diliyle cihad eder.” (Hadis) “Cihadın en faziletlisi zalim sultanın yanında hakkı söylemektir.” (Hadis) Hz. Peygamber (sav) Tebük Savaşı'ndan dönerken “Küçük cihattan büyük cihada döndük.” buyurmuştur. Gerçekten nefse karşı cihad, düşman ve şeytanla mücadele etmekten daha zordur. Nefse karşı cihad, nefsi ilahi emirlere uyumaya ve yasaklarından kaçınmaya sevk etmektir. İslam alimleri, normal şartlarda cihadı farz-ı kifaye, umumi seferberliği gerektiren bir tehlike ve saldırı halinde ise farz-ı ayın olduğunu ifade ederler. “İçinden samimi şekilde Allah yolunda cihad yapmayı temenni eden bir kimse bilahare ölse de, öldürülse de şehid sevabı kazanır.” (Hadis) “Size insanların en hayırlısı ve en şerlisini haber vereyim mi? İnsanların en hayırlısı o kimsedir ki, kendi veya başkasının atının sırtında ya da yaya olarak, ölünceye kadar Allah yolunda çalışır. İnsanların en şerlisine gelince o da, Allah’ın Kitab’ını okuyup (emir ve yasaklarına) riayet etmeyen kimsedir.” (Hadis)
İnsanın Ölümü “Her nefis ölümü tadacaktır.” (Enbiya, 21/35) Peygamberimiz buyuruyor ki dünyevi hazları gözden düşüren ölümü sık sık hatırlayınız. Ölüm her Müslüman için bir kefarettir. Ölüm Mümine hediyedir. Her insan kendisine verilen ömrü tamamlayınca, görevli melekler tarafından ruhu bedenden çıkarılır. Böylece beden canlılığını yitirir. Ölüm vakti kesindir, ne öne alınır ne de tehir edilir. Ölüm meleği insanların ruhunu çıkarırken insanın manevi durumuna göre davranır. Eğer kişi ahiretini kazanmış mümin birisi ise, ona güzel bir surette gözükür ve canını kolayca çıkarır. Eğer kişi günahkar veya kafir ise ona kötü bir surette gözükür ve canını azap verecek bir şekilde çıkarır. Ölüm Allah dostu için bir vuslat olduğundan düğün günü olarak değerlendirilmiştir. Allah'a kavuşmanın kapısıdır. Ölen kişi kabre konulur. Kabirde beden çürümeye terk edilirken, ruh kabirde yaşamaya devam eder. Eğer vefat eden mümin bir kul ise ruhu kabrinde rahata kavuşturulur. Kabrinden uzaklaşarak diğer ruhları ziyaret edebilir. Günahkar bir kulun ruhu ise kabirden ayrılamaz, günahlarına karşılık kabirde azab görebilir. Kabir hayatı kıyamete kadar devam eder. Kıyamette ikinci Sur üflenince ruhlar mezarlarından kalkarak yeni yaratılan bedenlerine girerler ve mahşere doğru yola çıkarlar. Böylece ahiret hayatı başlamış olur. Bu insanın dünya üzerindeki sürecinin sona ermesi demektir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com |
Biz İnsanlar Neden Dünyadayız? |
Yayınlanma Tarihi: 30.04.2020 |
“Küllü nefsin zâikatül mevt” “Her nefis ölümü tadacaktır” (Enbiya Suresi, ayet 35) |