Günümüzde insanların büyük bir kısmı Allah'tan korkmadan yaşamaktadırlar. Bunlardan bir kısmı Allah'ın varlığını kabul ediyorlar, bir kısmı ise inkar ediyorlar. Fakat her iki grup ta Allah'tan korkmadıklarını düşünce ve davranışlarıyla ortaya koymaktadırlar. Allah'tan korkmayanlar, O’nun koyduğu emir ve yasaklara uymayıp hayatlarını kendi akıl ve arzularına göre düzenlemektedirler. Yani nefsin ve şeytanın etkisiyle, hayvani arzu ve istekleri ile dünya hayatlarını sürdürmektedirler.

İslam inancına gerçekten sahip olup bu konuda ilim sahibi olanlar Allah Teâlâ'dan hakkıyla korkarlar. Çünkü onlar dünya hayatının amacının ne olduğunu, Kur'an ve sünnetin bildirdiği şekilde tanırlar ve yaşarlar. Kur’an ayetlerinde Allah Teâlâ, kullarına kendinden korkmasını emretmekte ve kendisinden en çok korkanların ise alimler olduğunu ifade etmektedir.

Ey iman edenler! Allah'tan ona yaraşır şekilde korkun ve ancak Müslümanlar olarak can verin.” (Ali İmran, 3/102)

Kulları içinde Allah'tan ancak alimler korkar.” (Fatır, 35/28)

“O halde gücünüzün yettiği kadar Allah'tan korkun, dinleyin, itaat edin, kendi iyiliğinize olarak harcayın. Kim nefsinin cimriliğinden korunursa işte onlar kurtuluşa erenlerdir.” (Tegabun, 64/16)

Tam bir iman ve ilim sahibi olmayanlar ise dünya hayatlarındaki düşünce ve davranışlarında Allah'tan korkmazlar ve yaptıklarından dolayı Allah'a karşı sorumlu olduklarını düşünmezler. Bu davranışlar, hem kişinin kendisi hem de toplum için birçok zararlar ortaya çıkmasına neden olur. Allah'tan korkmadan yaşayan insanların kendilerine zararı günaha girmeleri ve hatta şirke ve küfre düşmeleridir. Bu ise onlar için büyük bir kayıptır. Çünkü bu şekilde hem dünya hayatlarında hem de ahiret hayatlarında hüsrana uğrayacakları ayetlerle bildirilmiştir. Bu kişiler yalnız kendilerini değil, aynı zamanda topluma da zararlar vermektedirler. Çünkü bu kişilerin günah ve isyanları sebebiyle, yaptıklarının karşılığı olarak, toplum da çeşitli cezalara çarptırılmaktadır. Örneğin bir toplumda zinanın ve fuhşun çoğalması, o toplumda daha evvel bilinmeyen hastalıkların ortaya çıkmasına neden olduğu sahih hadislerle bildirilmektedir. Korona virüsünün ortaya çıkışını ve bütün dünyayı perişan etmesini bu bağlamda anlayabiliriz. Gerçekten dünyada zina ve fuhuş alabildiğine çoğalmış ve hatta bir kültürel gereksinim haline getirilmiştir. Modernlik, özgürlük gibi kavramların arkasına sığınılarak, toplumlarda gayri meşru ilişkiler çoğalmıştır. Bu da Allah'ın sünneti gereği, O’nun gazabının insanlar üzerine çekilmesine neden olmuştur.

Daha birçok Allah'tan korkmadan yapılan davranışlar, toplumlarda kıtlık, salgın hastalık, kitlesel ölümler, savaşlar, deprem, sel gibi felaketlerin ortaya çıkmasına neden olmaktadır. Bu gerçekler İslam dininde insanlara Kur'an ayetleri ve hadislerle duyurulmuştur. Fakat insanların kendi zevkleri ve egolarının ağır basması nedeniyle bu ikazları dikkate almamalarına neden olmuştur. Böylece da gerek bireysel ve gerekse toplumsal olarak ceza ve felaketlere muhatap olunması kaçınılmaz olmuştur.

Başınıza gelen herhangi bir musibet kendi ellerinizle kazandıklarınız yüzündendir. Bununla beraber Allah yine de çoğunu affeder.” (Şura, 42/30)
“Yaptıklarının bir kısmını tatsınlar diye, insanların kendi ellerinin kazandığı şeyler yüzünden karada ve denizde fesat ortaya çıktı. Umulur ki, onlar Hakka dönerler.” (Rum, 30/41)
Allah bir kavme gazap ederse, onların fiyatlarında pahalılık olur. Çarşıda  kesatlık olur. Aralarında fitne ve fesat çoğalır. İş başındakilerin zulmü artar. Zenginler zekat vermez olur. Fakirler namaz kılmaz olur.” (Hadis)

Allah'tan korkmayanların topluma nasıl zarar verdiklerini, toplumumuzda yerleşmiş olan şu veciz söz çok güzel ifade etmektedir:

Korkma Allah'tan korkandan; Kork Allah'tan korkmayandan!”

Allah'tan korkmayan insanların düşünce ve davranışlarını kabaca tasnif edersek, aşağıdaki başlıklarla bu konuya daha da açıklık getirebiliriz.

 

Allah’ı ve Peygamberini inkar etmek

İnsanların büyük bir kısmı Allah Teâlâ'ya ve O’nun resulü olan Hz. Muhammed'e (sav) inanmamaktadır.

Onlara göre ilk insanların tabiattaki olaylardan, gök gürültüsünden, geceden ve vahşi hayvanlardan korktukları için kendileri önce ata korkusu ve daha sonra da Allah korkusu sarmıştır. Allah kavramı insan beyinlerinde böylece sığınılacak bir yer olarak oluşmuştur. Fakat bugün için böyle korkular yenildiği için, artık Allah kavramını düşünmek gereksizdir. Bunun yerine akıl ve bilim gibi vasıtalar yer almıştır. Çünkü onlara göre artık tabiatın her şeyden büyük ve her şey olduğu anlaşılmıştır. Akıl ve ilimle tabiatla baş çıkıldığına göre, olağanüstü kavramları düşünmeye ve inanmaya gerek yoktur. Böylece Allah Teâlâ'yı inkar ettiler ve kafir oldular.

İşte Allah’ın düşmanlarının cezası ateştir. Ayetlerimizi bile bile inkar etmelerinin cezası olarak, onlar için orada ebedi olarak kalacakları cehennem yurdu vardır.” (Fussilet, 41/ 28)

Her kim de Kuran’dan yüz çevirirse, bilsin ki ona dar bir geçim vardır ve onu kıyamet günü kör olarak yeniden dirilteceğiz.” (Taha, 20/ 124)

Kıyamet gününde insanların Allah’tan en uzağı, emir ve yasaklarına muhalefet edendir.” (Hadis)

Oysa bu düşüncelerin ne kadar tutarsız olduğu, en son koronavirüs salgınında ortaya çıkmıştır. Çok küçük bir virüs dünyayı esir almış, buna karşı akılların ve bilim adamların ellerinden bir şey gelmemiştir. Herkes virüsün bir gün mutasyona uğrayıp yok olacağını ümit etmektedir. Bu virüsten ancak bu şekilde kurtulacaklarını açıkça ifade etmektedirler. Peki bu virüs nasıl ortaya çıkmıştır, neye göre davranmaktadır ve nasıl kendi kendine yok olacaktır? Bunu bilimle ve akılla açıklayan var mı? Bu, her şeye gücü yeten ve takdir eden Allah Teâlâ'nın bir fiiliyatıdır. Kulların elleri ile kazandıklarını kendilerine göstermiştir. Bu suretle iman edenler de imtihan edilmektedirler. Virüs ancak Allah'ın emriyle ortadan kalkacaktır.

O hanginizin daha güzel iş yapacağınızı denemek için ölümü ve hayatı yarattı. O üstündür, bağışlayandır.” (Mülk, 67/2)

Allah'tan korkmayan ve onu inkâr edenler, aynı mantıkla, hayatın ve insanın ortaya çıkışı hakkında da şu fikirleri taşımaktadırlar: Hayat herhangi bir tabiat dışı etkin müdahale olmadan kendi kendine oluşan bir fiziksel ve kimyasal olgudur. Hayat sıcak, güneşli ve bataklık bir yerde başladı ve oradan denizlere yayıldı. Denizlerden karalara geçti. Bu canlılar çeşitli evrimlere uğrayarak bugünkü insan şekline büründü. İnsanın bugünkü yüksek zekası, idrak ve kudreti milyonlarca nesilden geçerek hazırlandı. Böylece insanın dedesi olarak bir balık veya bir maymun olabileceği tezi kabul edildi.

İnsan aklının her şeyi anlayabileceğini düşünen bu insanlar, böylece İslam dininin bütün temel inançlarını inkar etmişlerdir. Oysa bütün bu düşündükleri birer zandan ibarettir ve bugüne kadar da ispat edilmiş değildir. Hem bilimsellikten dem vurup hem de ispat edilmeyen bu iddiaları ortaya atmak nasıl bir çelişki ve gaflettir. Bu insanlar ölüp de mezara girince hakikati görecekler, ama iş işten geçmiş olacaktır. İnkar ettikleri şeyler kendilerini azapla kuşatınca, dünyada sahip olmak için uğraştıkları servetlerini fidye olarak vermeye razı olacaklardır. Fakat artık çok geçtir onlar için.

Sonra o zulüm yapanlara “Tadın bakalım şu ebedi azabı” denilecek. Vaktiyle  kazandığınızdan başkası ile mi cezalandırılacaksınız?” “Zulüm yapmış olan herkes, azabı görünce yeryüzündeki her şeyin sahibi olsa da, o azaptan kurtulmak için hepsini feda eder ve içten içe pişmanlık duyardı. Fakat aralarında adaletle hüküm verilir ve hiçbirine zulüm yapılmaz.” (Yunus, 10/52,54)

Bu insanlar aynı şekilde Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (sav) Allah'ın elçisi olduğunu ve kendisine vahiy yoluyla Kur'an'ın indirildiğini inkar etmişlerdir. Onlara göre Peygamberliğin başlangıcına dair birçok rivayetler vardır. Bunlara pek çok efsaneler karışmıştır. Peygamberin bildirdiği Kur'an ayetleri hakkında şüpheler vardır. Onlara göre Peygamber uzun bir süre tefekkürle meşgul olmuş ve ayetleri toplumun ihtiyacına göre düzenlemiştir. İnsanlara önce vaiz vermiş, vaizlikten nebiliğe ve nebilikten de nihayet Allah'ın resulü haline geçmiştir. Peygamber, kendi düşüncesine göre yarattığı şeriatla toplumu yönlendirmiş ve harekete geçirmiştir.

Bu iddiaların ne kadar asılsız olduğu tarih kitaplarında ve siyer kitaplarında açıkça anlatılmaktadır. Hz. Muhammed'e Allah tarafından nasıl vahiy ile Kur'an’ın indirildiğine dair birçok şahit ve olay vardır. Bütün bunları bir kalemde silerek inkar etmek hangi bilimsellik ve doğru düşünme ile açıklanabilir. Eğer peygamberlik onların dediği gibi ise, bugüne kadar neden bir daha peygamber gelip de yeni bir Kur'an ortaya çıkmamıştır. Bunun cevabını veremezler. Çünkü kalplerindeki inkarcılık hastalığı onları bu şekilde düşünmeye yöneltmiştir.

Biz peygamberleri, ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman edip durumunu düzeltirse, onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun da olmayacaklardır.” “ Ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, yapmakta oldukları fenalıklar yüzünden onlara azap dokunacaktır.”  (Enam, 6/48,49)

Allah'ı ve Resulünü inkâr edenler ve Allah'tan korkmadan yaşayan insanlar, mevcut olan tek ve mutlak hakikati arkalarına atarak hayat sürmektedirler. Bu hayat ile kazandıkları, bir gün kendilerini tamamen azapla saracaktır. O zaman çok pişman olacaklardır. Fakat bu pişmanlıkları kendilerine fayda vermeyecektir.

“Bizim ayetlerimizi yalanlayan ve onlara inanmaya tenezzül etmeyenler var ya, işte onlara göğün kapıları açılmayacak ve deve iğne deliğinden geçinceye kadar onlar cennete giremeyeceklerdir. İşte suçluları biz böyle cezalandırırız.” “Onlara cehennemde ateşten bir yatak, üstlerine de ateşten örtüler vardır. Biz zalimleri işte böyle cezalandırırız.” (Araf, 7/40,41)

Heva ve hevesini kendine ilah edinen, Allah'ın kendi ilmi dahilinde saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürleyip gözüne perde çektiği kimseyi görüyor musun? Şimdi onu Allah'tan başka kim hidayete erdirebilir? Hala düşünmez misiniz?” “Hem müşrikler dediler ki: “Hayat ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak geçen zaman yokluğa sürükler.” Halbuki onların bu hususta hiçbir bilgileri yoktur. Onlar. sadece böyle zannederler.” (Casiye, 45/23,24)

 

Zulüm ve Haksızlık Yapmak

Bugün dünya üzerinde birçok zulüm ve haksızlık yapılmaktadır. Güçlü olan güçsüzü ezmektedir. Çeşitli bahanelerle güçsüz olanların malları gasp edilmektedir. İnsanlar keyfi bir şekilde öldürülmektedir. Bu olaylara insanlık tarihinin birçok devirlerinde şahit olunmuştur. Bütün bunlar, insanların nefislerinin arzu ve heveslerinin emrine uymaları, şeytanın vesveselerine ayak uydurmalarının sonucudur.

Bugünün toplum ve insanları kendilerini ilgilendiren pek çok olay karşısında duyarsız ve umursamaz bir şekilde tavır takınmakta, neredeyse toprağın üstündeki ölüler gibi hareket etmektedirler. Böylece insanlar mide ve ihtiyaçlarını doyurmaktan başka bir şey düşünmeyen yığınlar haline dönmüşlerdir. Bu durumlara düşmenin asıl nedeni Allah'tan korkmamaktır. Bir insan inansa da inanmasa da, Allah'tan korkmuyorsa kendi arzu ve çıkarı için her şeyi yapar. Çünkü kendisini frenleyecek ve düzeltecek bir düşünceye sahip değildir. Onlar için sadece kendi egoları ve çıkarları ön plandadır.

Zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah'tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud, 11/113)

İnsan dünya malına karşı sevgi besler ve bu bakımdan zayıf yaratılmıştır. Eğer Allah'tan korkup ta, bir gün bunların hesabını vereceğini düşünmüyorsa, böyle insanlar hem kendilerini hem de toplum için her türlü olumsuzluğun kaynağı olurlar. Bu türlü davranışlar insanlara senelerce özgürlük, aydınlanma, hümanizm, sevgi gibi kavramlarla hoş gösterilmiştir. Bunun sonunda toplumlar ekonomik ve sosyal olarak düzensizliğe ve huzursuzluğa sürüklenmiştir. Bunun  sonunda insanlık birçok dünya harplerine sahne olmuştur. Bu harplerde milyonlarca insan ölmüş, dünya üzerinde büyük emekler ile oluşturulan eserler yerle bir olmuştur. Aynı durum bugün de devam etmektedir. Dünyadaki pek çok terör hareketleri, iç savaşlar ve sömürü hareketleri aynı düşünceye sahip insanlar tarafından, yani Allah'tan korkmadan yaşayan insanlar tarafından yapılmaktadır. Bu insanlar kendilerini aldatmaktadırlar. Yaptıklarından sorumludurlar. Allah Teâlâ onları hem dünyada hem de ahirette hesaba çekecek ve cezalarını misli ile verecektir. Bunu bildiren birçok ayet ve hadis vardır.

 “Ey iman edenler! Mallarınızı aranızda haksızlıkla yemeyin. Ancak kendi rızanızla yaptığınız ticaretle yemeniz helaldir. Birbirinizin canına kıymayın. Şüphesiz Allah, size karşı çok merhametlidir.” “Kim, zulüm ve tecavüz yolu ile bu yasakları işlerse, yakında onu cehennem ateşine atacağız. Onu ateşe atmak da Allah'a pek kolaydır.”  (Nisa, 4/29,30)

“Kişi işlediği günahlar yüzünden rızkından mahrum olacaktır.” (Hadis)

Aklın ve bilimin her şeyin üstündedir diye düşünenler şunu da biraz düşünsünler. Allah Teâlâ mükemmel ve kusursuz çalışan bir evren yaratmıştır. Böyle mükemmel bir evren insanların birbirlerine zulüm etmeleri ve öldürmeleri için yaratılmamıştır. Kur'an'da da belirtildiği gibi her şey bir Hak (gerçek, hikmet) ile yaratılmıştır. Bu Hakkın ne olduğu da ayetlerde ve hadislerde anlatılmıştır. Bu anlatılanları göz ardı edenler bunun hesabını verecekleri ve cezaya uğrayacakları yine ayet ve hadislerde anlatılmaktadır. Hangi akıllı ve bilgili insan bu gerçeklerden korkarak imana gelmez? Ey insanoğlu aklını başına topla ve doğru yola, İslam'ın yoluna gir. Başka bir kurtuluş yolu senin için yoktur.

Biz gökleri ve yeri ve ikisi arasındakileri bir oyun ve eğlence olsun diye yaratmadık. Biz onları hak ve hikmetle yarattık. Fakat onların çoğu bunu bilmezler.” (Duhan, 44/38,39)

“Biz gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri ancak hak ile ve belirli bir süre için yarattık. İnkâr edenler uyarıldıkları şeyden yüz çeviriyorlar.” (Ahkaf, 46/3)

Eğer insanlar Allah'tan gerçekten korksalardı ve yaptıklarından bir gün hesaba çekileceklerini düşünselerdi bunları yapmazlardı. Böylece dünya cennet olur, her yerde huzur ve esenlik hakim olurdu. Açlıktan ölen insan olmaz, terör saldırısında telef olan insanlar olmazdı. Herkes mutlu ve huzur içinde yaşardı. Fakat böyle bir dünya inşa etmek mümkün değildir. Çünkü insanın yaradılışından ve dünya hayatının hikmetlerinden dolayı dünya bir kavga ve endişe yeridir. Çünkü insanlar ancak böyle bir kavga ve endişe ortamında imanlarından imtihan edilebilirler. Çok rahat ortamlarda imtihan olmak tam istenilen sonucu vermeyebilir. Bu nedenle insanlar İslam dinini iyice öğrenmeli ve imtihan edilmenin ne olduğunu iyice kavramalıdır. Ancak bu şekilde ebedi saadet, dünya ve ahiret mutluluğu elde edilebilir.

“Çaresiz biz sizi biraz korku, biraz açlık, biraz da mallardan, canlardan ve ürünlerden eksiltme ile imtihan edeceğiz. Sabır gösterenleri müjdele!” (Bakara, 2/155)

“İnsanlar, imtihandan geçirilmeden, sadece “İman ettik” demeleriyle bırakılıvereceklerini mi sandılar?” “ Andolsun ki, Biz onlardan öncekileri de imtihandan geçirmişizdir. Elbette Allah doğruları ortaya çıkaracak, yalancıları da mutlaka ortaya koyacaktır.” “Yoksa kötülükleri yapanlar bizden kaçabileceklerini mi sandılar? Ne kadar kötü ve yanlış hüküm veriyorlar!” (Ankebut, 29/2,3,4)

 

Korona Salgınında Maske Takmamak ve Sosyal Mesafeyi Korumamak

Allah'tan korkmadan yaşayan insanların en belirgin örneğini bugün korona virüsü salgınında görmekteyiz. Salgına karşı nasıl korunması gerektiğini sosyal medyada uzmanlar tarafından defalarca anlatılmış olmasına rağmen, insanların bir kısmı hala bu tedbirlere uymamakta ve hatta bu tedbirlere uyanlara alaycı bakışlarla karşılık vermektedirler. Bu türlü dengesiz ve olumsuz davranışlar toplumda salgının yayılmasına sebep olmakta, birçok insanın hastalanmasına ve hatta ölümlere neden olmaktadır.

Hatta camilere maskesiz girerek namaz kılanlar vardır. Cemaate bulaştırdığını bilerek namaz kılanlar, acaba namazlarının kabul olmayacağından ve kul hakkını yüklendiklerinden farkında değiller midir? İslam dini bu konuda çok kesin ve sert müeyyideler koymuş olmasına rağmen, sorumsuzca maskesiz gezip sosyal mesafeye dikkat etmeyerek camiye gelenler, kafelerde oturanlar, marketlerde dolaşanlar, plajlara ve piknik yerlerine gidenlerin kafalarında nasıl bir düşünce hakimdir. Bu insanlar neden Allah'tan korkmazlar ve şeytan ve nefsin hakimiyeti altında hareket ederler. Bize göre bu insanlar, düşünme yeteneğini kullanmayan sadece heva ve heveslerine göre davranan kişilerdir. Eğer Allah'tan korksalardı ve düşünselerdi kendilerini tedbirli olmaya mecbur hissederler ve toplu olarak bulunan mahallerde maske ile dolaşırlar ve sosyal mesafeye dikkat ederlerdi.

O zulmedenler, azabı gördükleri zaman, artık onlardan ne azap hafifletilir ne de onlara süre verilir.” (Nahl, 16/85)

Bu düşünmeden yaşayan insanların zararları bütün topluma olmaktadır. Toplumun zarara uğradığı konularda bu kişiler de eninde sonunda etkilenecekler ve sonunda onlar da zarara uğrayacaklardır. “Ben gencim, sağlığım yerinde, bana virüs bir şey yapmaz, nasıl olsa yaşlılar ölüyor” diye düşünenler, İslam şeriatı açısından diğer insanların hastalanıp ölümüne sebep olduklarından sorumludurlar. Kur'an'a göre bir Müslümanı haksız yere öldüren ebedi olarak cehennemliktir. Bu ise ne kötü bir sonuçtur.

Kim bir mümini kasten öldürürse, cezası, içinde ebedi olarak kalacağı cehennemdir. Allah ona gazap ve lanet etmiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (Nisa, 4/93)

Ayrıca bu Allah'tan korkmadan yaşayan insanlar, taşıdıkları virüsün etkisi ile uzun vadede birçok hastalıklara uğrayacaklarını da tıp uzmanları ifade etmektedirler. Bir insan nasıl olur da nefsinin keyfi arzusu için kendini bu şekilde tehlikeye atar. Bu düşüncesizlik nasıl bir yaşam tarzıdır? Oysa insanlar Kur'an'da, “Kendinizi kendi ellerinizle tehlikeye atmayın” ( Bakara, 2/195) diye uyarılmaktadır.

 

Din Eğitimi Eksikliği

İnsanların Allah'tan korkmadan yaşamak suretiyle, gerek dünya hayatında gerekse ahiret hayatında birçok cezaya muhatap olacağı kesin iken, neden bu yola devam ederler. Bunun cevabı tek kelime ile “dini eğitimsizlik” tir. Çünkü hiçbir dini ve ahlaki eğitim almamış biri ancak böyle davranabilir. Hayatı yalnız hayvani ve şehevi zevklerin tatmin edilmesi olarak gören insanlar, düşünme diye bir dertleri yoktur. Onlar nefis ve şeytanın kendilerine emrettiği zevkleri tatmin etmek için uğraşırlar ve bunu hayatın amacı olarak görürler. Bunun sonunda da hem toplum hem de kendilerini zarara sokarlar.

Bu insanlar niçin dünya üzerinde bulunduklarını farkında değillerdir. Dünya hayatının amacının ne olduğunu bilmezler. Evrenin nasıl bir programla yaratıldığını, insanın niçin yaratıldığını düşünmedikleri için, tamamen bitkisel ve hayvansal hayat sürmektedirler. İnsanın hem çevresini hem de kendisini bilmesi görevidir. Bu da bunları incelemekle ve öğrenmekle olur. Bu konuda tek ve gerçek bilgi İslam dinindedir. Allah Teâlâ, Kur'an'da ve kutsi hadislerde, dünya hayatının amacını ve kurallarını insanlara açıklamıştır. İnsanların neleri yapması ve neleri yapmaması kesin olarak açıklanmıştır. İnsanın davranışlarının karşılıklarının ne oldukları da açık bir şekilde ifade edilmiştir. Bu şer’i bilgileri bilmeden ve onlara tabi olmadan, insanın dünya ve ahiret hayatını mutlulukla yaşaması mümkün değildir.

Toplumlarda dinin gerçek eğitimi yapılamamaktadır. Dine inanmayanlar ve dini kendi çıkarları için istismar edenler, gerçek bir din eğitimini engellemektedir. Gerçek din eğitimi bilim ve akılla çelişmez. Ancak kendi çıkarları uğruna, bunu kasıtlı olarak yanlış aksettirenler, insanların gerçek İslam dinini bilmelerinden korkmaktadırlar. Çünkü bir yere Hak gelince batıl zail olur. Gerçek İslam dini ise Haktır. Ortaya çıktığı zaman bütün batıl olgular onun karşısında yıkılmaya mahkumdur. Bu nedenle toplumlarda gerçek İslam dininin öğretilmesine karşı çıkılmaktadır. Ancak bu çabalar boşunadır. Çünkü bu konuda Allah'ın dilediği olur. Bazı keşif bilgilerine göre 40 yıl içinde gerçek İslam’ı bilen ve yaşayan bir nesil oluşacak ve bu nesil tekrar İslam'ı dünya üzerinde hakim kılacaktır inşallah. Bu bir keşif bilgisidir, doğrusunu Allah bilir.

Ağızlarıyla Allah'ın nurunu söndürmek istiyorlar. Halbuki kafirler hoş görmese de Allah nurunu tamamlayacaktır.” “O, Resulünü hidayet ve hak dinle gönderdi ki, müşrikler istemese de onu, bütün dinlerin üstüne çıkarsın.” (Saff, 61/8,9)

Batı Dünya Görüşünün Çökmesi

Batı dünya görüşü insanlara modernizm, aydınlanma, rasyonalizm, hümanizm gibi düşüncelerle, bir düşünme ve yaşam felsefesi tanıtmıştır. Bu dünya görüşünün bugün çöktüğüne şahit oluyoruz. Çünkü bu felsefe ile insanlar, dünyanın zahiri isteklerini yaşamak için yönlendirilmişlerdir. Bu felsefede insanlar esas olarak iki konuda odaklanmışlardır. Bunlardan birincisi “mal ve para sahibi olma hırsı”, diğeri “makam ve güç sahibi olmak hırsı” dır. Bu iki hırs dünya hayatının yalnız zahiri tarafını göstererek, nefis ve şeytanın emrettiği hayvani ve şehevi arzuların, insanın her konuda yanlışa düşmesine sebep olmaktadır.

Mal ve para sahibi olma hırsı

Mal ve para sahibi olan insanlar, ellerindeki mal ve paraya güvenerek, onlara bel bağlaması, İslam açısından şirktir. Çünkü mal ve paraya güvenenler, onları put yapmış ve kalplerine koymuş olurlar. Bu insanlardan Allah'tan korkma ve ahlaki bir davranış beklemek boşunadır. Oysa mal ve para insana Allah tarafından bahşedilen bir nimettir. Kul onun sahibi değil, sadece bir emanetçisidir. Kul sadece, emanetçisi olduğu mal ve paranın nasıl sarf edileceğinden sorumludur. Sahip olduğu servetini, yoksul ve fakirlerle paylaşması birçok ayet ve hadislerde emredilmektedir.

Bu ayet ve hadisleri bilmeyen, onlar hakkında akıl yürütmeyen ve düşünmeyen insanlar, bu serveti kendi ilim ve becerileri sayesinde kazandıklarını zannederler. Bu konuda hiç düşünmezler. Bu düşüncesizlikleri kendilerini sorumlu kılacaktır. Bunun karşılığında dünya ve ahirette ceza göreceklerdir.

İnsanlara kadınlar, oğullar, yüklerle altın ve gümüş yığınları, salma atlar, davarlar, ekinler kabilinden aşırı sevgi ile bağlanılan şeyler çok süslü gösterilmiştir. Halbuki bunlar dünya hayatının geçici faydalarını sağlayan şeylerdir. Öyleyse varılacak ebedi hayatın bütün güzellikleri Allah katındadır.”  (Ali İmran, 3/14)

Geçen ümmetlerin her birine fitneler verildi. Benim ümmetimin fitnesi mal, para toplamak olacaktır.” (Hadis)

“Dünyalığa düşkün olmak hataların başıdır.” (Hadis)

“Dünyayı helalden kazanana, ahirette hesap vardır. Haramdan kazanana azap vardır.” (Hadis)

Makam ve güç sahibi olma hırsı

Bazı insanlar sahip oldukları güç ve makamı kendilerinin kazandıklarını, dolayısıyla diğer insanlardan daha akıllı ve üstün olduklarını zannederler. Oysa bu güç ve makam Allah tarafından kendilerine verilen nimetlerdendir. Bu nimetlerin Allah tarafından verildiğini bilmeyen ve bu konuda düşünmeden nefis ve şeytanın teşvik ettiği hayvanı arzularına tabi olanlar,  hayatlarını bu arzulara göre yönlendirirler. Bunun sonunda adil olmayan, insan ve hayvanlara zulüm eden davranışlar kendilerine normal gelir. Ellerindeki güçle başkalarının hak ve hukuklarını tecavüz ederler. Bütün bunlar İslam şeriatına aykırıdır. Allah Teâlâ adil olmamayı, zulüm yapmayı, kul hakkı yemeyi yasaklamıştır.

Bir de aranızda mallarınızı batıl sebeplerle yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günah ile yemek için, o malları hakimlere rüşvet olarak vermeyin.” (Bakara, 2/188)

Müslüman, dilinden ve elinden Müslümanların zarar görmediği kimsedir.” (Hadis) 

“Üzerinde kul hakkı olan kişi, bu borcu ödeyinceye kadar cennete giremez.” (Hadis)

Eğer insan Allah'ın bu emirlerini bilmez ve onlara uygun olarak davranmazsa büyük bir vebal altına girmiş olur. Bu da onun için dünya ve ahiret hayatının hüsranla sonuçlanacağının habercisidir. Böyle bir insan elindeki güç ve makamı düşünmeden kullanarak, kendisine böyle bir kötü sonucu hazırlamış olur.

Bu dünya hayatı sadece bir oyun ve oyalanmadan ibarettir. Ahiret yurduna gelince, işte asıl hayat odur. Keşke bilmiş olsalardı.” (Ankebut, 29/64)

Mal ve makam sevgisi gönülde münafıklık meydana getirir.” (Hadis)

Eğer Allah dünyaya sinek kanadı kadar değer verseydi, kafire bir yudum bile su vermezdi.” (Hadis)

Bu türlü insanlar aslında bütün dünyada yaygın bir vaziyette mevcuttur. Bu insanlar yüzünden korona virüsü dünyada hızlıca yayılmakta ve binlerce can almaktadır. Virüsün en çok yaşlıları öldürdüğü mantığı ile hareket eden insanların, korunma tedbirleri almadan plajları, parkları, kafeleri doldurduklarını görüyoruz. Bunun sonucunda da birçok yeni bulaşma olmakta, bu da hastalıkların daha da artmasına neden olmaktadır. Bu insanlar nefislerinin ve şeytanın emirlerini, hayvani ve şehevi arzularını amaç olarak değerlendirmekte ve onları elde etmek için düşünmeye gerek görmeden hayatlarını sürdürmek istemektedirler. Böylece bütün toplumu bir kaos içine sürüklemektedirler. Bütün bu tablolara dünyada hemen hemen her ülkede görmek mümkündür.

Bütün dünyayı esir alan bu salgın vasıtasıyla, Allah Teâlâ insanların ne kadar zayıf ve güçsüz olduğunu göstermektedir. Böyle bir ortamda kendisini ve toplumu korumaya gayret göstermeyen ve bu yönde tedbir almayan insanlar, dünya üzerindeki bu düşüncesiz yaşamlarının ilkelliğini ve zavallılığını teşhir etmektedirler. Medeniyet diye kendilerini havalara sokanlar, insanlarına hiçbir şey öğretemediklerini bu şekilde görmektedirler. Hümanizm, aşk, sevgi gibi kavramlarla kendini oyalayan insanlar, kendilerini medeni kabul edip diğerlerini vahşi, geri kalmış, ilkel olarak vasıflandırmaktadır. Fakat bunların ne kadar medeni oldukları toplumsal davranışlarında ortaya çıkmaktadır. Bu insanlar medeniyeti kendi ego ve menfaatlerine hizmet etmek olarak algılamaktadırlar. Bu algılarının ne kadar yanlış olduğunu bu salgında herhalde görmüşlerdir. Kendilerini en medeni sayan ülkelerde, yaşlılar huzurevlerinde toplu olarak ölüme terk edilmişlerdir. Parası olmayanı tedavi etmemişlerdir. Bunlardan da hiçbir şekilde pişmanlık ve acı duymamışlardır. Çünkü onlar yalnız dünya hayatının gücünü ve zevkini isteyenlerdir. İstedikleri dünya hayatının kendilerine nasıl bir cevap verdiğini anladıklarını ümit ederiz.

Medeniyetlerin çatışması adı altında İslam'ı hor gören, İslam'ı küçümseyen ve kendi inanış ve düşüncelerini üstün görenlerin bu gerçekler karşısında akıllanacaklarını ümit ederiz. Çünkü bu virüs salgınındaki davranışları kendileri için kara bir belge olarak ortada kalacaktır. İnsanları sömürmek için uydurdukları bu teorilerin ne kadar saçma olduğunu bütün dünya görmüştür. Bu salgın esnasında batılı sömürgeci devletlerin nasıl çelişkiler içinde kaldıklarını kendileri de fark etmişlerdir herhalde. Bütün dünya hayatını,  para kazanma ve zevklerini yaşama yönünde düzenleyen ve bunları elde etmek için her türlü zulüm ve haksızlık yapanlar, bir virüs ile Allah'ın kendilerini nasıl paçavraya çevirdiğini idrak ettiklerini ümit ederiz. Bir virüs karşısında çaresiz kalanlar virüsün kendiliğinden ortadan kalkmasına bel bağladıklarını açıkça dile getirmişlerdir. Virüsün ortadan kalkması ancak Allah'ın iradesi iledir. Çünkü virüs Allah'ın yarattığı bir varlıktır ve O’nun emri ve iradesi ile fonksiyonunu icra etmektedir.

Virüse karşı mücadele ederken, Allah'ın virüsü üzerimizden kaldırması için dua etmelidir. Ancak bilime tapanlar, Allah'ı unuttukları için bu davranışa gericilik diyebilirler. Çünkü onlara göre artık dua etmek devri geçmiş, onun yerini akıl ve bilim almıştır. Fakat virüsün kalkması konusunda Allah'a dua eden insanlar da vardır. Ümit ederiz ki Allah Teâlâ bu insanların duasını kabul eder ve bu sıkıntıyı üstümüzden kaldırır.

Müslüman toplumlarındaki batı hayranı olan insanların da bu tablodan ders aldıklarını ümit ederiz. Çünkü kendilerine hedef koydukları bu batı toplumu anlayışının nasıl yanlışlıklar ve olumsuzluklar içerdiğini görmek için bugünler iyi bir fırsattır. Batının toplum anlayışı ile İslam'ın toplum anlayışını karşılaştırıp bir an evvel İslam dinine dönmeleri kendilerine çok şey kazandıracaktır.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :    yorum@ilimvetasavvuf.com

Ana Sayfa        Yorumlar

 

Allah’tan Korkmadan

Yaşayan İnsanlar

Yayınlama Tarihi: 23.07.2020

La galibe illallah

(Allah’tan başka galip yoktur)