İslam alimleri, “İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdik ve uzuvlarla amel etmekten ibarettir” demişlerdir.

Allah, Adem (as)'ın neslini sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip küfrü yasaklamıştır. Onlar da O’nun Rab olduğunu ikrar etmişlerdir. Bu onların imanıdır. İşte insanlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra küfre sapan, kendi fiili, Hakk’ı inkar ve ret etmesi ve Allah'ın yardımını kesmesi ile küfre sapmıştır. Böylece fıtratı değiştirip bozmuştur. İman ve tasdik eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah'ın lütfu ve yardımı ile iman etmiştir.

Allah kullarını hiçbir zaman iman ve küfre zorlamamış, onları mümin veya kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür kulların fiilleri ile ilgilidir. Allah, küfre sapanı küfrü esnasında kafir olarak bilir. İman etmesi halinde onu mümin olarak bilir.

İmanın şartlarının ne olduğunu en açık şekilde Cebrail (as) ile Peygamberimiz (sav) arasında geçen bir olayı nakleden hadistir.  Bu hadise göre Cebrail (as) sahabilerin önünde insan suretinde Peygamberimize (sav) gelip kendisine imanın ne olduğunu sorduğunda Peygamberimiz şöyle cevap vermiştir: “İman, Allah'ın birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, hayır ve şerrin Allah'tan olduğuna, ölümden sonra dirileceğine inanmaktır.” Bunun üzerine Cebrail (as) “doğru söyledin” diye tasdik etmiştir.

 

Allah'a İman

İslam alimleri, Allah'a iman etmenin farz olduğunu, O’na küfür etmenin de haram olduğunda ittifak etmişlerdir.  Allah'a imanın en kısa ifadesi Kelime-i Tevhid’ dir: “Lâ İlâhe İllallâh”.  Bunun anlamı, “Allah'tan başka ilah yoktur”. Kainatta tek gerçek güç ve kudret ancak Allah'tır. Her şey onun emri ve hükmü ile gerçekleşir. Müslüman aklının yardımı ile Kuran'a sarılıp, vahyin hükümleri ile aklın verilerini bir araya toplayarak iman binasını inşa eder. Bu iman binasının temelinde Allah'ın Zatının, Sıfatlarının ve Fiillerinin iyice bilinmesi yatar. Bu nedenle, Allah'a imandan maksat onun zatına, sıfatlarına ve fiillerine iman etmektir. Bunlardan birine dahi iman etmeyen kişinin imanı eksiktir ve Allah'a iman etmemiş olur. Bu ise küfürdür.

Bütün alemler içinde sadece insan, bazı varlıkları Hakk’a ortak koşmuşlardır (şirk). Hakk’a ortak koşanlar, doğa perdesinin baskın geldiği kimselerdir. Doğa perdesi ibadet edilen ilahı insana görünmez hale getirmiştir. Bu durumda doğanın hakim olduğu insan, gördüğü ve müşahede ettiği varlıklardan bir kısmını ilah edinmişlerdir. Bütün bunların dayanağı ve aslı, görünmeyen bir ilaha ibadet etmek istememeleridir. Eğer insanlar Rabb’lerini açık olarak görselerdi, derhal iman ederlerdi. Ancak burada Allah'a, görmeden ibadet etmek ve biz onu görmüyorsak da,  O’nun bizi gördüğüne inanmanın ortaya çıkmasının istenmesidir.

Burada yatan gerçek, dünya hayatının bir imtihan yeri olmasıdır. Bu imtihanın sonunda, birçok insan doğru yolu bulur, bir çoğu da sapıtır.

“ Allah onunla birçoklarını şaşırtır, birçoklarını da yola getirir.” (Bakara suresi, ayet 26)

Allah dilediğini saptırır ve dilediğine de hidayet verir.” (Nahl suresi, ayet 93)

 

Allah'ın Zatı

Allah'ın zatının mahiyetini bilmek imkânsızdır. Akıl yoluyla ancak onun varlığı bilinebilir. Allah'ın zatını akıl yoluyla anlamaya çalışmak, şeriat tarafından men edilmiştir. Çünkü insan aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir.

 

Allah'ın Sıfatları

Allah'ın sıfatları Selbî ve Sübûtî olmak üzere ikiye ayrılır.

 

Selbi Sıfatlar: Bunlar Allah'ı noksanlıktan tenzih eden (olumsuzlayan) sıfatlardır. Bu sıfatlar şunlardır: Vücut (Varlık), Kıdem (Ezeli oluş), Beka (Ebedi oluş), Vahdaniyet (Bir ve tek olmak), Hiçbir şeye benzemez, Hiçbir şeye muhtaç değildir.

“ De ki Allah ahad (bir) dir.” (İhlas suresi, ayet 1)

“ O’nunla birlikte başka hiçbir ilah yoktur. (Eğer olsaydı) her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka birisi diğerini galebe ederdi (üstün gelirdi).” (Müminin suresi, ayet 91)

“ Evvel, Ahir, Zahir ve Batın olan O’dur.”  (Hadid suresi, ayet 3)

“ O’nun benzeri yoktur.  O her şeyi işitir ve görür.”  (Şura suresi, ayet 11)

Ve  hiçbir şey O’nun dengi değildir.” (İhlas suresi, ayet 4)

“ Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah onun gayrısıdır.”  (Hadis)

 

Sübûtî sıfatlar: Bu sıfatlar Allah Teâlâ'nın zatı ile kaim olan ezeli ve hakiki sıfatlarıdır. Bu sıfatlar şunlardır: Hayat, İlim, İrade, Kudret, Yaratma (Tekvin), Semi ve Basar (İşitme ve görme), Kelam.

“ O her şeyi bilir” (Bakara suresi, ayet 29)

“ Yaratan bilmez mi? O’nun ilmi lâtif olduğu için her şeyi bilicidir.”  (Mülk suresi, ayet 14)

“ Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmedince ona ancak “ol” der, o da oluverir.” (Ali İmran suresi, ayet 47)

 

Allah'ın sıfatlarından her birisi  zatının ne kendisidir, ne de ondan ayrıdır. Sıfatları da ne birbirlerinin aynıdır, ne de birbirlerinden ayrılırlar. “Allah'ın sıfatları zatına hulûl etti  (zatı ile birleşti)” veya “Zatı sıfatlarına mahal (hulül edecek yer) teşkil eder” demek doğru değildir. Mâturîdiler şöyle söylerler:  “Sıfatları kadîm (ezeli) dir ve zatı ile kaimdir.”  Eş’arîler ise “Sıfatları zatı ile mevcuttur.” derler.

Allah'a yakışan mutlaklık ve sınırsızlıktır. Bu vasıflar başka bir varlık için geçerli değildir. Bir insan hakikati bulmak ve ona hakkını vermek isterse, Allah ona genişliğini ve kuşatıcılığını öğretir.

 

Allah'ı bilmenin iki yolu vardır:

1) Şeriatın gelmesinden önce aklın tek başına Hakk’ı idrak etmesidir. Bu yolda elde edilen bilgi, O’nun ilahlığındaki birliği, ortağının olmadığı ve varlığı zorunlu bir ilahın sahip olması zorunlu nitelikler ile sınırlıdır. Bu bilgi Allah'ın zatını bilmeye varmaz. Aklıyla Allah'ın zatını bilmeye kalkan, insanı aciz düşürecek bir şeyi bilmeye kalkışmış olur ki bu edepsizliktir. Böylece kendini büyük bir tehlikeye atmıştır.

2) İkinci yol şeriattır. Şeriatın getirdiği bilgi, Yaratan’ın birliğinin ispatı ve onun zorunlu nitelikleri hakkındadır. Akıl şeriatı getiren Peygamberin Allah ile ilgili aktardığı haberlerde doğru sözlü olduğunu ispatladıktan sonra Allah'ı tavsif eder (niteler). Peygamber şeriatla, Allah'a ait birtakım özellikler açıklar. Bu özellikler, aklın kendi düşüncesiyle ona nispet edemeyeceği şeylerdir. Ancak bu özellikler, masum olduğu aklî düşüncelerle kabul edilen birisi (Peygamber) tarafından getirildiği zaman, ret edilmesi mümkün değildir.

Bu iki yolun ikisi de doğrudur. Bunların kınanması söz konusu değildir. Çünkü mümin (inanan) imanının verdiği bilgi ile hareket ederken, akıllı düşüncesinin verileri ile hareket eder.

 

Allah'ın varlığını ve sıfatlarını inkar en büyük mahrumiyeti sebep olur.

Batıla iman edip Allah'ı inkâr edenler hüsrana uğrayanlardır.” (Ankebut suresi, ayet 52)

 

İbn Arabi (ks) : “Şeriatta nitelenen Rabbine ibadet et ki, sana yakîn gelsin! Yakîn gelince perde kalkar, göz keskinleşir.”

 

Allah'ın zatı olmasının anlamı ile ilah olmasının anlamı aynı değildir. İnsan aklındaki Hakk’ın varlığı bu şekilde ikilenmişken, aslında dışta tektir. Allah mahiyet itibariyle âlemlerden müstağni iken, Esma-ül Hüsna, yani güzel isimler bakımından alemin varlığını talep eder. Söz konusu isimler imkân halinde olan alemi talep ederler, çünkü isimler eserlerinin alemde ortaya çıkmasını isterler. Bu bakımdan ilahi isimler aleme muhtaçtırlar. Eğer alem daha önce var olmuş olsaydı, böyle bir talebe gerek kalmazdı. Buradan alemin ezeli olmayıp sonradan yaratılmış olduğu çıkar. Alemin var olma zorunluluğu için Kitapta hüküm verilmiş ve bununla ilgili bilgi takdir edilmiştir.

 

Allah dilemedikçe siz dileyemezsiniz” (İnsan suresi, ayet 30)

“ Her şey O’nu hamd ile tesbih eder.” ( İsra suresi, ayet 44)

 

Allah'a ait bütün isimler onun zatına delalet ederler. O, bize isimleri Kendisi’ni övmemiz için izhar etmiştir. Allah güzel isimlerin sahibidir. Fakat onlar lafızları değil manalarıdır.

Arif “her şeyi”  Hakk’ da görür. Bu yönüyle Hakk her şeyi ihata eden bir zarftır (ed-Dehr ismi).  Hz Ebubekir (ra) “Gördüğüm her şeyden önce Hakk’ı gördüm.” demiştir. Çünkü o şeyin Hakk’tan ortaya çıkışını görmüştür.

Allah - ki mutlak varlıktır - bizi ardımızdan ihata eder. O halde Allah'ın varlığı ve bizi ardımızdan ihata etmesi bizimle yokluk arasında perde olur ve böylece bizim yok olmamızı engeller. “Varış Rabbimedir.”

 

Said -i Nursî (ks) : “Allah'ın varlığına inanmak ile Allah'ı tanımak birbirinden farklı şeylerdir. Allah'ı tanımaya marefetullah denir. Marefetullah bütün gerçek ilimlerin esası, madeni ve ruhudur. Allah'a iman, yaratılışın en büyük gayesi ve fıtratın en yüce neticesi; marefetullah ise insaniyetin en âli mertebesi ve beşeriyetin en büyük makamıdır.”

 

Ehl-i Sünnet itikadına ters düşen iddialara reddiyeler

Asırlarca, Allah'a iman konusunda ehl-i sünnet itikadına ters düşen birçok iddialar ortaya atılmıştır. Bunlar İslam alimleri tarafından reddedilmiştir. Fakat bu batıl iddialar günümüzde tekrar canlandırılarak, Müslüman toplumlarda ehl-i sünnet itikadını zayıflatmaya çalışılmaktadır. Bunlardan bazılarını aşağıda ele alıyoruz.

 

1) Allah Teâlâ gaybı bilir mi?

İddia ediyorlar ki, Allah gaybı bilmez, teferruatla uğraşmaz, kimin kiminle evleneceği gibi konularda Allah'ın daha önceden bilgisi yoktur. Bütün bunlar İslam inancına aykırıdır. Çünkü Kur'an ve sünnetin bize bildirdiğine göre Allah Teâlâ'nın İlim, Semi ve Basar sıfatları vardır ve gizli, açık her şeyi bilir, görür, işitir ve ihata eder.

 

Allah her şeyi mükemmelen bilen tam hüküm ve hikmet sahibidir.” (Tahrim suresi, ayet 2)

“ O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur. O, her şeyi işitir ve görür.” (Şura suresi, ayet 11)

O, öyle bir Allah'tır ki O’ndan başka ilah yoktur. Gaybı (görülmeyeni) ve şehadeti (görüleni) bilendir. O esirgeyen ve bağışlayandır.”  (Haşr suresi, ayet 22)

 

Bunları inkâr edenler kafir olurlar ve İslam dairesi dışına çıkarlar. Meydana gelen her şey Allah Teâlâ'nın iradesi, kaza ve kaderi ile olur, ister aslı olsun, ister araz olsun, ister  hayır olsun, ister  şer olsun.

 

“ Allah dileseydi, O’na ortak koşamazlardı.” (Enam suresi, ayet 107)

Dilediğini saptırır.”  (Rad suresi, ayet 27)

 

Kulları için en uygun (en hayırlı) olanı yerine getirmek Allah'a vacip olmadığı gibi onlar için kötü olmayan şeyi seçip yaratmak ta üzerine borç değildir. Bununla beraber, bütün Müslümanlar Cenab-ı Hakk’tan bizi günahtan korumasını, bize yardımcı olmasını ve fiillerimizi rızasına uygun kılmasını talep etmenin meşru olduğuna dair ittifak etmiştir.

Yaratıkların fiilleri, halleri ve sözlerinin hepsi yüce Allah'ın kaza ve kaderi ile vücut bulur.  Allah hüküm verendir, hükme konulmaz! Kul O’nun karşısında O’nun iradesine göre davranmalıdır.

 

Ey Ademoğlu! Sen sana taksim ettiğime razı olursan, kalbin ve bedenin rahatlar. Senin için taksim ettiğime razı olmazsan dünyayı sana musallat ederim ve vahşi hayvanlar gibi dünyanın peşinde koşturup durursun. Ne kadar koşarsan koş, dünyada ancak senin adına takdir ettiğimi elde edebilirsin ve bu esnada da kınanan biri olursun.”  (Hadis)

 

2) Allah'a cisim özellikleri verilebilir mi (tecsim) ?

Allah'ın cisim olduğunu söyleyenler (mücessime) şöyle iddia ediyorlar. Aklın düşüncesinde iki türlü varlık vardır. Birincisi cisim olup diğeri de cisimler ile birlikte kaim olan arazdır. Allah Teâlâ araz olamayacağına göre, mevcut olmasından hareketle cisimdir. Yani onlara göre bir şey mevcutsa ya cisim olmak zorunda veya araz olmak zorundadır. Allah'a araz diyemeyeceğimize  göre, Allah cisimdir. Onlara göre Allah arşa temas etmektedir, değmektedir. Allah'ın azası vardır, eli vardır, mekanı vardır, yüzü vardır. Onlar Allah'ı 6 yönden sınırlamaktadırlar.

Bu görüşü ilk ortaya atanlardan en belirgin olanı İbn Teymiyye’dir.  Bu görüşlerin tamamen saçma olduğu hemen anlaşılabilir. Çünkü bu iddialar, her şeyin akıl ile anlaşılabilir olabileceğinin bir sonucudur. Oysa akıl bir mahluktur ve sınırlıdır. Allah Teâlâ'nın zatı akıl ile anlaşılması mümkün değildir. Alemde var olma ile Allah'ın varoluşu karıştırılıyor.

 

O hiçbir şeye benzemez.” (İhlas suresi, ayet 4)

O’nun benzeri olan hiçbir şey yoktur.” (Şura suresi, ayet 11)

 

İmam Tahâvi (ks) : “ Kim Allah'ı beşer vasıflarından herhangi bir vasıfla nitelerse kafir olur.”

 İmam Muhammed (ks) : “Allah Teâlâ'nın kendisiyle vasfettiği sıfatların tefsiri kıraatidir.”

İmam Ebu Hanefi (ks) : “Allah Teâlâ hiçbir şeye benzemez, hiçbir şey de O’na benzemez.  Eli (yedi) vardır ancak bizim elimiz gibi değil,  yüzü (vechi) vardır ancak bizim yüzümüz gibi değil.”

 

Bu nedenle, Allah'ın beşer ile bir parça da olsa ortaklığını gerektirecek ne varsa merduttur (ret edilmiştir). Allah'a izafe edilemez. Bütün ehl-i sünnet alimlerinin görüşü böyledir.

Ehl-i sünnet itikadına aykırı olan bu görüşler, İslam düşmanları tarafından kullanılarak, batıl bir mezhep olan Vehabilik ortaya çıkarılmış ve yayılmıştır. Bu bakımdan tecsime inananlar İslam'a çok zarar vermişlerdir. Bugün de tecsimi diriltmeye çalışan ve bu görüşleri müdafaa edenler büyük bir dalalet içindedirler.

 

3) Tabiatı ilah kabul etmek doğru mu?

Tabiatı ilah kabul etmek onun Allah'ın sıfatları ile sıfatlanmış olmasını gerektirir. Tabiatı ilah kabul edenler ezeli olan Allah Teâlâ'yı ilah kabul etmekten kaçarken, ezeli bir tabiatı kabul ettiklerini farkında değillerdir. Eğer bunun farkında olsalardı küfürlerinden vazgeçerlerdi, çünkü Yüce Yaratıcıya vermekte zorlandıkları bir sıfatı yaratılmış olan tabiata verdiklerini anlarlardı.

İnsanların çoğunluğu Allah'ı tanıyamamıştır. Bunlar kendilerine tabiat, putlar gibi uydurma tanrılar bulmuşlar veya hiçbir ilaha inanmayan ateist olmuşlardır. Bu gerçek Kur'an'da aşağıdaki ayetlerde dile getirilmektedir:

 

Onlar Allah'ı hakkıyla bilemediler.” (Enam suresi, ayet 91)

Biz putlara ancak bizi Allah'a yaklaştırsınlar diye tapıyoruz.”  (Zümer suresi, ayet 3)

 

Tabiata, putlara veya Allah'tan başka ilahlara tapan müşrikler Allah'ı tanıyamadıkları gibi Hz isa (as)’ a Allah'ın oğlu diyen Hristiyanlar da gerçek manada Allah'ı tanıyamamışlardır. Böylece hüsrana uğrayabilecek olan kimselerden olmuşlardır.

 

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :     yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Ana Sayfa           Yorumlar

 

Allah’a  İman

Yayınlama Tarihi:  12.02.2019