Yazımızın başlığı Kur'an-ı Kerim'deki ayetlerden alınmıştır:

Rabbinin sözü hem doğrulukça hem de adaletçe tamamlanmıştır. O’nun kelimelerini değiştirebilecek hiç kimse yoktur. O işitendir, bilendir.” (Enam, 6/ 115)

“Rabbinin kitabında sana vahyolunanı oku! O’nun kelimelerini değiştirecek kimse yoktur. O’ndan başka bir sığınılacak ta bulamazsınız.” (Kehf, 18/27)

“… Allah'ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur…” (Enam, 6/34)

İyi bilinmeli ki Allah'ın dostlarına hiçbir korku yoktur ve onlar üzülmeyeceklerdir. Onlar iman edip Allah'a karşı gelmekten sakınan kimselerdir. Dünya hayatında da, ahirette de onlara müjde vardır. Allah'ın kelimelerinde asla bir değişme yoktur. İşte budur büyük kurtuluş.” (Yunus, 10/ 62-64)

Kur'an evrendeki tüm varlıkları ve evrene hakim olan bütün kanunları Allah'ın kelimeleri olarak tanımlar. İnsan da dahil olmak üzere tüm varlıklar Allah'tan sadır olan, ama O’nun bir parçası olmayan Allah'ın kelimeleridir.

Kur'an'da Hz. İsa (as) için de Allah'ın kelimesi denilmektedir:

“Melekler dedi ki: Ey Meryem! Allah kendisinden bir kelime ile seni müjdeliyor. Onun ismi Meryem oğlu İsa Mesih’tir.” (Ali İmran, 3/45)

Allah'ın kelimeleri olan evrendeki objektif maddi varlıklar ve onlara hakim olan l kanunlar, insanların onlara inanıp inanmamasından etkilenmez. Onlar objektif varlıklar olup insanın zihninden bağımsız olarak vardırlar. İnsanlar onların varlığına ister inansın ister inanmasın, o kanunlar (Allah’ın Kelimeleri) evrende her şeye hükmederler.

 

Sünnetullah

Bu konuda TDV’nin “İslam Ansiklopedisi”nde şunlar yazılıdır:

“Sünnetullah, Allah'ın tabiatı yaratıp devam ettirmek ve toplum hayatını düzenlemek üzere koyduğu kanunlar anlamında bir Kur'an terimidir. Sözlükte bir şeyi açıklığa kavuşturmak, iyi veya kötü yeni bir yöntem ortaya koymak anlamındaki “Senn” kökünden türeyen Sünnet ile Lafza-i Celâl'den oluşan Sünnetullah terkibi Allah'ın koyduğu kanun (nizam) demektir. Sünnet ve Allah kelimeleri cahiliye döneminde bilinmekle beraber sünnetullah Kur'an'a has bir tâbirdir.

Kur'an'da sünnet kelimesindeki “sürekli, düzenli ve özgün uygulama” anlamı Allah'a nispet edilmek suretiyle, Allah'ın yaratma ve yönetmesinde öteden beri süregelen ve değişmeyen uygulamasının bulunduğuna işaret edilmiştir. Kur'an'da Allah'ın varlığı, birliği ve ahiret gününün meydana geleceğinin kanıtlanması dolayısıyla, tabiatın işleyişini anlatan birçok ayet mevcuttur. Mesela “helâk” anlamına gelen sünnetullah'tan bahsedildiği Fatır suresinin  41.  ayetinde Allah Teâlâ'nın göklerin ve yerin, yani tabiatın işleyiş düzenini kurduğu, bu düzenin bozulması halinde O’ndan başka kimsenin bunu düzeltemeyeceği ifade edilir. Bu konuda Yasin ve Mülk surelerinde (36/33,34), (67/3,4) dikkat çekici örnekler verilmektedir.”

Bazı İslam alimleri sünnetullah kapsamında anlatılan Kur'an kıssalarını, “tarihin derinliklerinde yaşanmış tecrübelerden faydalanarak, ortaya konmuş hayatın zor ve çetin yönlerini gösteren, geleceği belirlemeye yardımcı olan işaret levhaları” diye yorumlamışlardır. Hikmeti gereği Allah Teâlâ bütün kainat nizamını bu sünnetler üzerine kurmuştur. Kur'an'da sünnetullahın karşılığında kullanılan diğer kelime ve terkipler şunlardır: kavl, fıtrat, halk, hak, kelimetullah. Sünnetullah'ın geçici olarak durdurulması suretiyle mucizelerin meydana geldiğini söyleyen yorumlar da mevcuttur.

Kur'an'da hem tabii varlıklar hem de tarihte meydana gelmiş hadiseler alanında geçerli olan ilahi kanunlara vurgu yapılır ve her iki konuda da sistemin belli bir düzen ve kural çerçevesinde işlediği belirtilir. Fertlerin yaşaması ve ölümü için biyoloji kanunlar bulunduğu gibi toplumların yaşaması ve helâki için de sosyal kanunlar vardır. Ancak bu kanunlar zorunlu olmayıp Cenabı Hakk'ın iradesine bağlıdır. Kur'an'da tabiat kanunları ile sosyal kanunlar arasında bağ kurularak, sosyal kanunlara uyulmaması halinde tabiat kanunlarının devreye girip helâki hazırladığına işaret edilir. Hz. Nuh (as)'dan itibaren birçok kavmin tufan, deprem, kasırga ve denizde boğulma gibi afetlerle helak edildiği anlatılır.

Yaratılmış bir varlık olan insan için belirlenmiş sosyal kanunlar (sünnetullah) vardır. Kur'an'da bu kanunlar, geçmiş milletlerin başından geçen olaylarla ortaya konmakta, peygamberlerin bu yasaları öğretmek için gönderildiğini, bunlara göre yaşayan toplulukların mutluluğa erdiğini, kanunları çiğneyenlerin ise sonunda bedbaht olduklarını haber vermektedir. Kur'an sünnetullah'ın zorlama niteliğinde olmadığını bildirmek için onu bazen insana bazen Allah'a nispet eden şartlı önermeler şeklinde ifade etmektedir. Örneğin “Bir millet kendi tutum ve davranışını değiştirmedikçe, Allah da onların durumunu değiştirmez” (Rad, 13/11) ayetinde değişimi insanın fiillerine, “Allah'ın bir ülkeyi yok etmek istediği zaman o ülkenin şımarmış zenginlerine yola gelmelerini emrettiğini, fakat onların kötülük işlemeyi sürdürdüklerini ve bu yüzden helâk edildiklerini” (İsra, 17/16) bildiren ayette ise Allah'ın dilemesine bağlanmıştır.

 

Tasavvufi Yorum

Allah şöyle der:

“Eğer yeryüzündeki ağaçlar hep kalem olsa, deniz de arkasından yedi deniz daha kendisine destek olduğu halde mürekkep olsa, yine de Allah'ın kelimeleri yazmakla tükenmez. Şüphesiz ki Allah çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Lokman, 31/27)

Bu konuda İbn Arabi (ks) Hazretleri Fütûhâtı Mekkiyye adlı kitabında şunları söylemektedir:

“Allah'ın kelimeleri mümkünlerin suretlerinden başka bir şey değildir ve onlar sonsuzdur. Sonsuz olan tükenmeyeceği gibi varlık da onu sınırlayamaz. Demek ki sonsuz olan sübuti (sabitlik) bakımından tükenmezdir. Bu itibarla sübut hazinesi sınırlılığa imkan tanımaz. Çünkü onun genişliğinin ulaşılabilir bir sonu yoktur. Bu hazinenin genişliği hakkında vehim resminde vardığın her sonun ardındadır. Bu hazineden Allah'ın kelimeleri peş peşe ve ardışık tarzda bireyler olarak tezahür eder. Kelimeler de önceki kelimelerin eserleridir. Öncekiler ortaya çıktığında varlık bakımından sonra gelenler onları takip eder. Denizler ve kalemler de kelimeler arasında bulunur. Denizler mürekkep olsaydı, kalemlerle onlardan başka bir şey yazılmayacak, kalemler ile varlıkta meydana gelen kelimeler varlığa girmiş olmakla sonlu olsalar bile tükenmeyecekti. Hal böyle iken varlığın kendisini sığdıramadığı mümkünlerin bireyleri hakkında nasıl hüküm verilebilir ki, işte mümkünün hükmü budur.”

O halde bütün varlık harfler, kelimeler, sureler ve ayetlerden ibaret olduğu gibi aynı zamanda kendisine batılın önünden ve ardından gelemediği büyük Kur'an'dır (Fussilet, 41/42). Bu itibarla varlık cevheri korunmuş olandır. Dolayısıyla yoklukla nitelenemez. Çünkü yokluk şeyliğin olumsuzlanmasıdır. Şeylik ise varlık ve sübut bakımından bilinendir. Üst bir rütbe yoktur, şeyliğin olumsuzlanmasını duyunca bilmelisin ki olumsuzlayan kişi sübut şeyliğinden varlık şeyliğini olumsuzlamış, yani bilgide var olmaktan dışta var olmayı olumsuzlamıştır. Halbuki sübut şeyliğini varlık şeyliği ortadan kaldırmaz. “Bir şey değildin” (Meryem, 19/9) ayetinde geçen şeylik varlık şeyliğidir. Çünkü ayette varlık bildiren kâne kelimesi gelmiş, onu olumsuzluk edatıyla olumsuzlamıştır. Aynı şey “Zikredilen bir şey değildi” (İnsan, 76/1)  ayetinde de geçer.

 

Allah’ın Kelimelerinin Değiştirilebileceğine İnanan İlahiyatçılara Reddiyeler

Bazı ilahiyatçılar, yukarıdaki açıklamalarımıza rağmen Allah'ın kelimelerinin değiştirilebileceğini inanmaktadırlar. Onların bu konudaki görüşlerini aşağıda ele alıyor ve eleştiriyoruz.

 

> Toplumsal gelişim, değişim ve dönüşüm süreçlerinde düşüncenin önemli bir yeri vardır. Bu nedenle onun bu sürece en etkin biçimiyle katkıda bulunabilmesi için özgürleşmesi gerekmektedir.

Burada özgürleşmeden ne anlaşılıyor? Bu özgürlük, ayetlerin akıllarının estiği gibi yorumlanması mıdır? Kur'an'da insanın aklını kullanması emredilirken, bununla ayetlerin anlamlarını keyfi olarak kendi akıllarına göre değiştirmeleri kast edilmiyor. Allah'ın bildirdiği hususlar üzerinde düşünmeyi emrediyor. Burada aklı kullanmak ayetlerin hikmetinin ve amacının ne olduğunu anlamaktır. Yoksa herkesin kendi kafasına göre yorum yapması demek değildir.

 

> Kendi medeniyetini ve kültürünü güncellemekten aciz kalan topluluklar zamanla oluşan ve gelişen başka medeniyetlerin ve kültürlerin baskısı altına girmeye ve onlar tarafından sömürülmeye açık hale gelebilir.

Kültürlerin güncellenmesi ayrı bir konu dinin güncellenmesi ayrı bir konudur. Din evrensel ve ilahidir. Onun güncellenmeye ihtiyacı yoktur. Çünkü Kur'an ayetleri zaman ve mekana bağlı değildir. Eğer zamana ve mekana bağlı olsaydı bu zaten Kur'an'da bildirilirdi. Böyle bir bildirim olmadığına göre Kur'an ayetlerinin zaman ve mekana göre değiştirilmesi mümkün değildir. Batı medeniyetinin gelişmesi tam bir insani gelişme değildir. Batı kültürü de tamamen benimsenecek bir kültür değildir. Seküler bir medeniyetin İslam açısından ve insanlık açısından bir değeri yoktur. Çünkü seküler medeniyetler insanları sömürmeye açıktır, zaten de böyle uygulanmaktadır. İslam’ın kabul etmediği her türlü ahlaksızlığı (zina, fuhuş, içki, zulüm) seküler kültür müsaade etmektedir. Bu nedenle seküler kültür aslında insanların iyiliğine hizmet etmemektedir. Nitekim seküler kültür daima kaos ve savaşlardan nemalanmaktadır. Savaşlar onun hayat kaynağıdır. Böylece büyük sermaye silah, ilaç ve teknoloji satarak büyük paralar kazanır ve kendi halkına da ondan az bir miktar istifade ettirir. Bu kazanılan paralara başka insanların hakkı ve kanı bulaşmıştır. Böyle bir kültür anlayışı hiçbir zaman gerçek bir medeniyet anlayışı değildir.

Hümanizm, özgürlük, eşitlik gibi kavramları ileri sürerek insanları sömürmek hangi medeniyet ilkesinde vardır? Bu gerçekleri görmezlikten gelip batının uygarlığını vazgeçilmez olarak ileri sürenler, hiç düşünmezler mi ki asıl akıllarını kullanmalarının ve düşünmelerin yoğunlaştırılması gereken husus budur.

 

> Bilginin ve onun doğal sonucu olan teknolojinin gücünden yoksun oldukları için İslam batı ile yarışacak güce sahip değildir.

İslam ülkeleri bu bakımdan eksiktir. Ancak batının sahip olduğu bilgi ve teknoloji onun değerlerini haklı çıkarmaz. Yani bilim ve teknoloji, batının seküler değerlerini kabul etmemiz için bir neden değildir. Bilim ve teknoloji seviyesini yükseltmek ve batı ile aynı düzeyde olmak, hatta onları geçmek Müslümanların görevidir. Ancak bu bilim ve teknoloji için batının seküler ve emperyalist kültürünü ve değerlerini kabul etmek yanlıştır. Çünkü bu değerler zulüm işlemektedir. Batının teknolojik üstünlüğünü görerek, onun seküler değerlerine bürünmek İslam'a aykırıdır. Hatta insanlığa haykırıdır. Çünkü bu seküler değerler insanı maddileştirmekte, maddi zevklerin ve iktidarların peşinde koşan varlıklar haline dönüştürmektedir. Bu durum insanın hayvanlaşması demektir. Yoksa bu insanın düşünce ve aklını kullanma özgürlüğü demek değildir.

 

> Kur'an ve sünnet bağlamında eleştirel ve yaratıcı düşüncenin önünün açılabilmesi için metinle hitap arasındaki farkının ortaya konulması gerekir.

Bununla ilgili şu örnekler ileri sürülmektedir:

1) Resul'e itaat konusu: “Kim Resul'e itaat ederse Allah'a da itaat etmiş olur.” (Nisa, 4/80)

Bu ayet gereği insanlar Peygamberimizin (sav) emir ve yasaklarına da uymak zorundadır. Buradaki ayet ve hadislerin tarihsel bağlamı vardır diye, bu emir ve yasakların dışına çıkmak haklı bir davranış değildir. Bu ayeti Kur'an'ı tevhid eksenli yeni bir toplum inşa etmek sürecinde muhataplarına istikamet vermeye yönelik bir hitap olarak yorumlayanlar vardır. Ancak bu tevhid eksenli yeni toplumda peygamberlerin yeri ne olacaktır? Bu toplumlarda peygamberin hadisleri ne olacaktır? Burada dinden Peygamberi uzaklaştırma isteğinin olduğu aşikârdır. Senelerce yalnız “La ilahe illallah” deyip de “Muhammed Resulullah” demeyen insanlar ortalığı kaplamıştır. Onlara göre artık peygambere ihtiyaç yoktur. Her akıllı insan onun yerini tutabilir ve ayetlerde içtihat ederek doğruya varabilir.

Bu düşünceler son derece yanlış olup İslam'ı ortadan kaldırmaya çalışan küreselci emperyalistlerin amacına hizmet etmektedir. Çünkü küreselci emperyalistler İslamı yok etmek için peygamberi ondan ayırmaya asırlarca çalışmışlardır. Oysa bunun mümkün olamayacağını bir türlü fark edemememişlerdir. İslam dini peygambersiz olmaz. Onun rehberliği her yerde her zamanda geçerlidir. İslam'dan peygamberi ayırırsanız, onun yerini insan aklını koyarsanız, bu özgürlük, yaratıcılık değil doğrudan doğruya şirk olur ki İslam bunu yasaklamıştır.

Bu türlü davranışlarla insanlar kendilerini Allah'ın hükümdarlığına ortak etmek istemektedirler. İnsanın nefsinin hoşuna giden bu durum çeşitli felsefe ve ilahiyatçılar tarafından desteklenmektedir. Böylece insan aklı kutsallaştırılmaktadır. İnsan aklı Allah'ın emir ve yasaklarını anlaması için yaratılmıştır. Bu emirler içerisinde peygambere iman ve itaat da vardır.

“Peygamber size neyi verdiyse onu alın, size neyi yasakladıysa ondan sakının.” (Haşr, 59/7)

Bu nedenle insanın kendi aklıyla içtihad etmesi onu din dışına çıkarabilir.   Bu konuda dikkatli olunmalıdır.

2) Kur'an'daki hırsızların elinin kesilmesi cezası (Maide, 5/38).

Bazı ilahiyatçılara göre bu ceza bugün için uygulanamaz. Çünkü bu ceza İslam'ın ilk çıktığı günlerde hırsızların belli olması için başka bir imkan olmadığından uygulanmıştır. O zamanlarda hırsızları hapsedecek, ceza verecek imkanlar yoktu. Hapishaneler inşa edilmemişti. Bu nedenle bugün hırsızlara el kesme yerine hapse koymak suretiyle ceza verilebilir Yani Allah'ın yukarıdaki ayetinin emrini dinlemek zorunda değiliz.

Böyle düşünen ilahiyatçılar tam bir yanılgı içindedirler. Çünkü, o devirde hapishane yoktu, hırsızların nerede muhafaza edileceği problemi vardı, iddiası tamamen yanlıştır. Savaş esirleri pekala belli yerlerde hapsedilmekteydi. Onların orada iaşeleri de temin ediliyordu. Aynı şey hırsızlar için de yapılabilirdi. Fakat hırsızlığın bir ahlaksızlık olması nedeniyle, onu caydırıcı bir ceza olarak el kesme cezası verilmesi emredilmiştir. Çünkü böyle bir ceza insanları hırsızlık yapmaktan alıkoyuyordu. Nitekim o devirde hırsızlık vakaları çok azdı.

Modern ve küreselci ilahiyatçıların dediği şey bugün uygulanmaktadır. Hırsızlara hapis veya para cezası verilmektedir. Ama bu cezalar caydırıcı olamamaktadır. Çünkü en gelişmiş topluluklarda bile hırsızlık devamlı olmaktadır. Hatta devletler düzeyinde bile görülmektedir. Arkası kuvvetli olanların hapis ve para cezaları da çoğu kez uygulanmamaktadır. Ancak garibanlar, arkası olmayanlar hapsi boylamaktadır.

Bu gerçeklerin ışığı altında, Allah'ın emrini bir hitap kabul edip bugünkü muhatapların bundan muaf olduklarını düşünmek bize göre gaflettir. Eğer gerçekten adil olarak hırsızlara el kesme cezası uygulanırsa, bugün kimse kolay kolay hırsızlığa cesaret edemez.

Aynı şey bugün katillere kısas uygulanıp öldürülmeleri için de geçerlidir. Kadın cinayetlerindeki katiller mahkemelerde aldıkları cezalar hapis cezası olduğundan ve bu cezalar da bir süre sonra affa uğradığından insanları cinayet işlemekten alı koymaları mümkün değildir. Oysa İslam'da “Kısasta sizin için hayat vardır” (Bakara, 2/178,179) ayeti gereği başkasını katleden bir insanın da aynı şekilde katledilmesi gerektiği hükmü vardır. Eğer bu şeriatın hükmü bugün uygulansa insanlar cesaret edip başkalarını öldürmeleri hemen hemen mümkün olmaz. Bu nedenle, kadın cinayetlerinin önüne geçmek için katillerin kısasla katledilmesi uygulanmalıdır. Başka türlü bunun önüne geçilemez.

Fakat buna da muhakkak ki modern ilahiyatçılar karşı çıkacaklardır. Çünkü bu yasalar bazı modern ülkelerde uygulanmamaktadır. Biz gerçeği başka ülkelerin kültürlerinde, anlayışlarında değil,  kendi kültürümüz olan ve gerçeği ifade eden İslam nizamında aramamız her şeyden evvel önemlidir. Çünkü ancak İslami şeriata uyulduğu takdirde toplumlarda huzur ve güven içerisinde bir hayat temin edilebilir. Aksi halde mümkün değildir. Tarih bunun örnekleriyle dolup taşmaktadır.

 

> Batı dünyasına özgü kavramlar vardır. Bunlar özgürlük, eşitlik, demokrasi ve hukuk devleti gibi değerlerdir. Bu değerlerin İslam'da tam karşılığı yoktur. Bu nedenle batı medeniyeti İslam medeniyetini geçmiş ve bu nedenle Müslümanlar bugün geri kalmıştır.

Bu kavramların daha güzelleri İslam'da mevcuttur ama seküler değerlerin dünyevi maddi  tadına varmış olanlar, nefislerini dünyanın maddi zevklerine teslim etmiş olanlar için, İslam'ın bu güzelliklerini görmelerine imkan yoktur.

Eşitlik kavramı İslam'da en mükemmel şekilde mevcuttur. Allah karşısında herkes eşittir ve yaptıklarından da her bireyin kendisi mükafatlandırılacak veya cezalandırılacaktır. Bu nedenle Allah'ın adaleti her yer ve zaman için geçerlidir. Bu adaletin gerçekleşmesi Allah'ın kelimeleri içinde mevcuttur.

“Ey iman edenler! Allah için hakkı ayakta tutanlar ve adaletle şahitlik yapanlar olunuz. Bir kavme olan kininiz sizi adaletsizliğe sevk etmesin. Adaletli olun, çünkü o takvaya daha yakındır. Allah'tan korkun. Şüphesiz Allah yaptıklarınızdan haberdardır.” (Maide, 5/8)

Yetimin malına yaklaşmayın, yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına)  en güzel biçimde (yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz). Ölçü ve tartıyı tam adaletle yapın. Biz bir kimseye gücünün yettiğinden fazlasını teklif etmeyiz. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tutun. Öğüt alıp düşünesiniz diye Allah bunları size emretmiştir.” (Enam, 6/152)

Arabın Arap olmayana, beyazın siyaha üstünlüğü, takva dışında, yoktur.” (Hadis)

İnsanlar tarağın dişleri gibi eşittirler.” (Hadis)

İslam dini hakim önünde mutlak eşitliği kabul etmiştir. Devlet adamları buna riayet etmeye çağrılmış, hakim önünde insanların hiçbir grubuna asla imtiyaz tanınmamıştır. Bugün batı medeniyeti, ABD ve diğer gelişmiş ülkelerde, aynı ülkede yaşayan fertler arasında ırk ayrımı engelleyememektedir.

Dr. Muhammed Faruk Er-Nebhan, “İslam Hukukunda Eşitlik” adlı makalesinde bu konuda şunları yazmaktadır:

“Diğer birçok devletlerde buna benzer durumlar görüyoruz. Belki de bunun en mühim sebebi, bu milletlerin düşüncesinde hiçbir rolü olmayan insani kıymetlere sahip olmaksızın, insana dış görünüşü ve şekli ile nazar eden, iğrenç maddi güçlerin hakimiyetin önünde hiçbir şey yapamayan ahlâki değerlerin zayıflığıdır.”

Oysa batıda tam bir eşitlik söz konusu değildir. Orada insanların nasıl zulme uğradıklarına şahit oluyoruz. Onların insanları nasıl sömürdüklerini her gün görüyoruz. Çıkarları için insanları nasıl katlettiklerini görüyoruz. Burada eşitlik anlayışı nerede? Asya, Afrika ve Ortadoğu'da birçok geri kalmış ülkenin insanlarının toptan katledilmeleri nasıl bir eşitlik değeri anlayışıdır? Bunlara hangi modern müctehid cevaz veriyor? Bu zulüm ve katliamlar ancak İslami değerlere sahip bir toplumda söz konusu olamaz. Bu da Allah'ın emir ve yasakları ile Resul'ün yolunu takip etmekle sağlanır.

Batı medeniyeti insanları ne kadar özgürdür? Batı toplumunun dengesini bozmaya yönelik bütün düşünce ve eylemler orada yasaktır. Ancak efektif olmayacak düşünce ve eylemlere özgürlük adı altında müsaade edilmektedir. Oysa batı toplumlarındaki denge, zenginin daha da zengin, fakirin daha da fakir olmasının hedeflendiği kapitalist ve liberalist anlayışları korumaktadır. Bu dengeyi bozmak isteyenler için özgürlük söz konusu değildir. Batının sömürgesi olan ülkelerde de, sömürüye karşı söylemler yasaktır. Burada özgürlük yoktur. Çünkü özgür olmak batı emperyalizmin işine gelmez. Zahiren görülen özgürlük laflarına bakıp da batı medeniyetini göklere çıkaranlar biraz akıllarını kullanıp düşünseler, bunun arkasında nasıl bir zulmün yattığını anlarlar. (Bkz. Nefsin Özgürlüğü ve Ruhun Özgürlüğü)

Batı devletleri hukuk devleti midir? Hangi hukuk prensipleri onların diğer ülkeleri sömürmelerine müsaade etmekte ve hak vermektedir? Batı medeniyeti gerçekten adil değildir. Asırlarca diğer güçsüz insanları, çıkarları için katleden bir medeniyete adil hukuk sahibi demek gerçekten hiçbir akıl ve vicdan sahibine yakışmaz. Bugün de batı medeniyeti adil değildir. Onların anladığı adalet kendi çıkarlarını korumak ve başkalarının haklarını gasp etmek anlamına gelmektedir. Bu konuda yakın tarihi incelemek yeterlidir. Küreselci ilahiyatçıların bizce, bu konuda kendilerini biraz daha doğru bilgilendirmeleri gerekmektedir.

Gerçek adalet İslam dininde mevcuttur. Allah Teâlâ'nın ayetlerinde ve peygamberin sünnetinde bunları görüyoruz. Bu adaletin zamanı geçti, artık menfaat zamanıdır diyenler, yanıldıklarını anlayacakları zaman, kendileri için işten iş işten geçmiş olacaktır. Çünkü Allah'ın adaleti yalnız dünyada değil tam olarak ahirette gerçekleşecektir. Bu nedenle insanların neyi müdafaa ettiklerini çok iyi düşünmeleri gerekir. Bu düşüncelerinin kendilerini yarın ahirette sorumlu tutacağını unutmamalıdırlar.

Demokrasi kavramı da hiçbir zaman tam olarak uygulanabilmiş bir şey değildir. En demokrat gibi görünen toplumlarda nasıl haksızlıkların ve usulsüzlüklerin olduğu bilinmektedir. Bunların örnekleri her tarafta mevcuttur. Demokrasinin en ileri olduğu iddia edilen ülkelerden Norveç ve İsveç, PKK gibi terör örgütlerini himaye etmektedirler. Bu onlardaki demokrasinin bir ayıbıdır.

“Hakimiyet kayıtsız şartsız milletindir” sözünün nereye kadar geçerli olduğu sorulabilir. Hiçbir zaman, bu sözün tam doğru olarak uygulandığı bir zaman dilimine rastlanmamıştır. Çünkü insanın yapısında ona daima kötülüğü emreden bir nefsi vardır. İnsan nefsinin bu egosunu tatmin etmeye kalkarsa, ortada ne demokrasi kalır ne insan hakları. Herkes güçlü olduğu zaman kendi nefsinin arzularını yerine getirmek için çaba gösterir. Böyle bir ortamda halkın mutlak egemenliği geçerli olmaz. Geçerli olan insanların nefislerinin arzuları olur. Bu nedenle bu türlü parlak sözler insanları kandırmanın bir başka yoludur.

Allah Teâlâ yaratandır ve insanlar ise yaratılmışlardır. Bu nedenle İslam'a göre “Egemenlik kayıtsız şartsız Allah'ındır”. İnsanların görevi Allah'ın buyruklarına itaat etmektir. Dünya hayatının bir imtihan olduğu göz önünde bulundurularak insanın hayatını İslami değerlere göre tanzim etmesi kişinin görevidir. Eğer bunu yapmazsa sorumluluk da kendisine aittir. Bunun karşılığı muhakkak görecektir (Zilzâl, 99/7,8).

İslam'da şûrâ, danışma gibi sistemler vardır. Yöneticilerin diğer liyakat sahibi insanlarla danışma ve görüşme halinde olması istenmiştir. Bu ilişkilerin temelinde ise İslami kurallar geçerlidir. İnsanların Allah'ın koyduğu kuralların dışına çıkma yetkisi yoktur. Çünkü herkes yaptıklarından sorumludur. Ancak ilahi bir yöntemin uygulandığı toplumlar doğru yönetilebilir. Diğerlerinde insanların nefisleri daima ön plana çıkabilir. Bu da toplumdaki adalet, eşitlik gibi ilkelerin bozulmasına neden olabilir. Bu nedenle insanların İslam'ın ahlâk ve hukuk değerlerine bağlı kalarak hayatlarını sürdürmeleri kendileri için en uygun olanıdır. Dünya ve ahiret mutluluğu ancak böyle temin edilir.

 

> Allah'ın kelimelerinin değiştirilemeyeceği meselesine genel olarak bakıldığında, lafızların anlamı ve onların anlamsal içeriklerinden ziyade, tevhid ilkesi ve Allah'ın din göndermekteki evrensel maksatlarının değiştirilemeyeceği anlamı gelmektedir. Bu ifadeyi Allah'ın vadinin değiştirilemeyeceği olarak anlamalıdır.

Onlara göre ilahi yasalar maslahatı ve olguları gözetmektedir. Şeriatlar zaman içinde değişebilmelidir. Allah'ın hadleri içerikleri değil maksatlarını korumayı hedeflemektedir. Bu nedenle onlar İslam dininin temel referans kaynaklarının bu tür bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesinin gerektiğini savunmaktadırlar. İslam'ın özünün temel değerlerinin ve ilkelerinin bu tür bir yaklaşıma izin verdiğini ileri sürmektedirler. Onlara göre, aklımızı kullanarak ayetlerdeki anlamları kendi menfaatimize göre yorumlayabiliriz.

Onlar İslam dininin temel referans kaynaklarının, bu tür bir bakış açısıyla yeniden değerlendirilmesi gerektiğini savunmaktadırlar. İslam'ın özünün temel değerlerinin ve ilkelerinin bu tür bir yaklaşıma izin verdiğini ileri sürmektedirler. Bu düşünceye sahip ilahiyatçılar İslam'ı kendi akıllarıyla yeniden yorumlamayı hedeflemektedirler. Bu çaba asırlarca din reformistleri tarafından ortaya konulmuştur. Ancak bu ortaya konuluşların tamamen saf bir entelektüel düşünce olduğundan şüphe ediyoruz. Çünkü bu türlü reformist hareketlerin arkasında İslam dışı güçlerin yönlendirmeleri görülmektedir. Hatta bu kişilerin bazılarının Mason localarına kayıtlı oldukları bilinmektedir.  (Bkz. Dinde Reformistler 1, Dinde Reformistler 2

İslam dini maslahatı ve toplum çıkarlarını daima göz önünde bulundurduğu bir gerçektir. Peygamberimiz ve dört halife dönemindeki uygulamalar da bunu göstermektedir. Ancak bugünkü ilahiyatçıların teklifleri toplumun çıkarlarını düşünmekten çok İslam'ın genel imajını bozmayı yönelik olduğu görülmektedir. Örneğin Peygamber'i İslam'ın dışında değerlendirmek, artık bir peygambere gerek kalmadığını ifade etmek, cennet ve cehennemin hayali şeyler olduğunu ifade etmek, Peygamberimizin mucizelerini inkar etmek, Allah'ın insanların ibadete ihtiyacı olmadığını söylemek, asıl amacın Allah'ı sevmek olduğunu söylemek, Hazreti İsa'nın da bizim Peygamberimiz olduğunu söylemek, şefaatin, mevlüt okutmanın, türbe ziyaret etmenin, tasavvuf ehli olmanın şirk olduğunu ileri sürmek gibi birçok gerçek dışı iddialar yukarıdaki düşünce şekillerinden çıkarılmıştır.

Herkesin kendi aklıyla içtihat etmesinin mümkün olduğu, bugün artık dört mezhebin geçerli olmadığının iddia edilmesi hep bu ıslahatçı ilahiyatçıların ileri sürdüğü şeylerdir. Bütün bunlar Allah'ın maksadı değildir ki ayetlerden bu anlamlar çıkarılmaktadır. Buradaki amacın ne olduğu açık olarak meydandadır. Asıl amaç İslam'ın temel iman ve ahlâki değerlerini yozlaştırmak ve ortadan kaldırmaktır. Bu türlü düşünceler asırlarca İslam düşmanı olan oryantalistler ve misyonerler tarafından da ortaya atılmıştır. Onların hedefi İslam'ı yok etmek olduğuna göre bizim ilahiyatçılara ne oluyor ki onlar da, bu amaçlara bilerek veya bilmeyerek hizmet etmektedirler. Bu faaliyetlerin ve düşüncelerin hiçbiri Allah'ın kullarının maslahatı ve menfaati için istediği şeyler değildir. Bunun böyle olduğunu biraz aklını kullanan hemen anlar.

Dinde reformistler, vehhabiler, yeni selefiler gibi grupların amaçlarının ne olduğu bizim için artık tamamen bilinmektedir. Bunlarla ilgili birçok araştırma ve kitaplar yayınlanmıştır. Bu akımların nereden finansal olarak desteklendiği de her yerde yazılmaktadır (Bkz. Yeni Selefilik). Böyle bir ortamda Müslümanların ve ilahiyatçıların görevi, dinlerine sahip çıkmaları ve onu her türlü iftira ve karalamalardan korumalarıdır. Bunu temin etmek için ehl-i sünnet ve’l-cemaat görüşünü muhafaza ederek dinini yaşamaya çalışmalıdır. Dünya ve ahiret kurtuluşu ancak bu şekilde mümkün olur.

 

Sonuç

Kainattaki bütün olgular, fizik kuralları ve onların işleyişindeki incelikler ve düzenlerin hepsi Allah Teâlâ'nın kelimeleridir. Allah'ın bütün kelimeleri ayrı bir hüküm ifade eder ve bu kelimelerin hükümlerini kimse değiştiremez. Eğer cisimler evrende birbirlerini kütle çekim kanununa göre çekiyorlarsa bu Allah'ın bir kelimesidir. O’nun bir hükmüdür. Bu hükümleri insanların veya başka bir gücün değiştirmesi mümkün değildir.

Kütlelerin çekim kanunu Allah'ın dilediği şekilde hükmetmesinin bir sonucudur. İnsanlar sadece, mevcut olan bu hükmün işleyişi hakkında az çok bir bilgiye sahiptir. Bu bilgiler akıl ve duyular ile elde edilir. Ancak bu hüküm kelimenin sırlarının büyük bir kısmı bugün insanlar tarafından hala bilinmemektedir. Örneğin kara deliklerdeki büyük bir çekim kuvvetinin olmasının mahiyeti ve sebebi bilinmemektedir.

Evrende buna benzer sayısız olgular, fiziksel yasalar mevcuttur. Bütün bunlar Allah'ın kelimeleri olup Allah'ın irade ettiği hükümlerdir. Örneğin Korona virüsü Allah'ın bir kelimesidir. O’nun emriyle ortaya çıkmış olan Korona virüsü, etkisini bütün dünyada göstermiştir. Bu virüsün insanları hasta etmesi, öldürmesi de Allah'ın bir hükmüdür. Bu hükümle her şey yerine oturmuştur. Bu hükmün de değişmesi mümkün değildir. İnsanlar aldıkları maske, aşı gibi sınırlı tedbirlerle, bu virüse karşı mücadele etmektedirler. Bu mücadele de zaten Allah'ın kullarından istediği bir şeydir. Çünkü her şeyin Allah’tan olduğuna iman etmek ve sağlıklı kalmak için mücadele etmek insana sevap kazandıran eylemlerdir. İnsanın dünya hayatındaki amacı yeterli sevabı dünyadayken ahiret için toplamaktır. Aslında bu mücadeledeki fiziksel sonuçlar da Allah'ın bu konudaki kelimelerinin sonuçlarıdır. Bunlar da Allah'ın takdiriyle olmaktadır. Virüsün ortadan kaybolması da Allah'ın bir hükmüdür. Ne zaman ve nasıl olacağını da kimse belirleyecek durumda değildir. İnsanlar bu olaydaki gerçekleri görerek Allah'ın nelere kadir olduğunu düşünmeli ve Allah'a sığınmalıdır. Bunun için O’nun kabul ettiği tek din olan İslam'a girmelidir. Dünya ve ahiret kurtuluşu ancak bundadır.

İnsan dünyada imtihandadır. Evrendeki bütün canlıların dünyada görevleri vardır. Bu görevler onlara bir sorumluluk da yükler. Bu canlılar Allah tarafından verilen görevlerini hakkıyla yapıp yapmadıkları konusunda yarın ahirette sorguya çekileceklerdir. Hatta Korona virüsü de kendisine verilen görevi yapıp yapmadığı konusunda sorumludur. Korona virüsü de bu imtihandan geçmiş olmayı ümit etmektedir.

İnsan aklının kavramakta ve algılamakta zorluk çektiği bu hususlar Allah'ın kelimeleri olarak hüküm sürmektedir. Hakikat yalnız bizim beş duyu ile algıladığımız şeyler değildir. Bunların dışında Allah'ın ilminden biraz nasibi olanlar, Allah'ın kelimelerinin hükümleri konusunda az da olsa, bir bilgiye sahip olabilmektedir. Bu bilgiler insanın imanını ve hayretini arttırmaktadır. İşte gerçek İslam budur. Bu da ancak Sırlar ilmi yani tasavvuf yoluyla öğrenilebilir. Bu ilim Allah'ın Gönül Bahçesidir. Allah dilediği kuluna, az bir miktarda buradan bilgilendirdiği bilinmektedir.

“O bütün gaybi bilendir. Sırlarını, gayb hakkındaki bilgisini hiç kimseye göstermez. Sadece kendilerinden razı olduğu elçilere gösterir.” (Cin, 72/26,27)

Böylece kul gerçeği görerek ve bilerek Rabbine iman ve ibadet eder. İşte gerçek kurtuluş budur.

 

Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa        Yorumlar

 

 

Allah’ın Kelimeleri

Değiştirilemez

Yayınlanma Tarihi : 31.07.2022