Tasavvuftaki Dört Kapı – Kırk Makam kavramı günümüzde Hacı Bektaşi Veli ile ilişkilendirilmektedir. Ancak bu kavram çok daha öncelerde kullanılmış ve tasavvuf eğitiminde esas alınmıştır. Günümüzde bilinmektedir ki, Dört Kapı – Kırk Makam kavramı ilk olarak Hoca Ahmed Yesevî tarafından yazıya dökülmüştür. Bu nedenle onun hayatını ve eserlerini incelemek önemlidir.  Bu yazımızda Hoca Ahmed Yesevî’nin Divan-ı Hikmet adlı eserini ele alacağız. Daha sonra başka bir yazımızda Fakrname adlı eserini inceleyeceğiz.

 

Hoca Ahmed Yesevî’nin Hayatı

Hoca Ahmed Yesevî’nin hayatı konusunda TDV İslam Ansiklopedisinde şunlar yazılıdır:

Batı Türkistan'daki Çimkent şehrinin doğusunda bulunan ve Tarım ırmağına dökülen Şahyar nehrinin küçük bir kolu olan Karasu üzerindeki Sayram kasabasında doğdu. Ahmed Yesevi'nin doğum tarihi kesin olarak bilinmemektedir. Ancak Yüsuf el-Hemedaniye (ö 535/ 1140-41) intisabı ve onun halifelerinden oluşu dikkate alınırsa Xl. yüzyılın ikinci yarısında dünyaya geldiğini söylemek mümkündür. Sayram'ın tanınmış şahsiyetlerinden olan babası, kerametleri ve menkıbeleri ile tanınan ve Hz. Ali soyundan geldiği kabul edilen Şeyh İbrahim adlı bir zattır. Annesi ise Şeyh İbrahim'in halifelerinden Musa Şeyhin kızı Ayşe Hatun'dur. Şeyh İbrahim’in Gevher Şehnaz adlı kızından sonra ikinci çocuğu olarak dünyaya gelen Ahmed Yesevi önce annesini, ardından da babasını kaybetti. Kısa bir müddet sonra Gevher Şehnaz. kardeşini de yanına alarak Yesi şehrine gitti ve oraya yerleşti.

Tahsiline Yesi'de başlayan Ahmed Yesevî, küçük yaşına rağmen birtakım tecellilere mazhar olması, beklenmeyen fevkaladelikler göstermesi ile çevresinin dikkatini çekmiştir. Menkıbelere göre, yedi yaşında Hızır'ın delaletine nail olan Ahmed Yesevî, Yesi'de Arslan Baba'ya intisap ederek ondan feyiz almaya başlar. Yine menkıbeye göre ashabtan olan Arslan Baba’nın Yesi'ye gelerek Ahmed Yesevi'yi bulması ve Hz. Peygamber'in kendisine teslim ettiği emaneti vermesi, terbiyesi ile meşgul olup onu irşad etmesi, Hz. Peygamber'in manevi bir işaretine dayanmaktadır. Arslan Baba’nın terbiye ve irşadı ile Ahmed Yesevî kısa zamanda mertebeler aşar. Şöhreti etrafa yayılmaya başlar. Fakat aynı yıl veya ertesi yıl içinde Arslan Baba vefat eder. Ahmed Yesevi, Arslan Baba'nın vefatından bir müddet sonra zamanın önemli İslam merkezlerinden biri olan Buhara'ya gider. Bu şehirde devrin önde gelen alim ve mutasavvıflarından Şeyh Yusuf el-Hemedani'ye intisap ederek onun irşad ve terbiyesi altına girer. Yusuf el-Hemedani'nin vefatı üzerine irşad mevkiine önce Abdullah-ı Berki, onun vefatıyla Şeyh Hasan-ı Endaki geçer. 1160 yılında Hasan-ı Endaki'nin de vefatı üzerine Ahmed Yesevi irşad postuna oturur. Bir müddet sonra vaktiyle şeyhi Yusuf el-Hemedani'nin vermiş olduğu bir işaret üzerine irşad makamını Şeyh Abdülhalik-ı Gucdüvani'ye bırakarak Yesi'ye döner; vefatına kadar burada irşada devam eder.

Ahmed Yesevi altmış üç yaşına geldiğinde geleneğe uyarak tekkesinin avlusunda müridlerine bir çilehane hazırlatır, vefatına kadar burada ibadet ve riyazetle meşgul olur. Çilehanede ne kadar kaldığı belli değildir, fakat ölünceye kadar buradan çıkmadığı ve hücrede vefat ettiği muhakkaktır. Doğum tarihi bilinmediğinden kaç yıl yaşadığı hususunda da kesin bir şey söylemek mümkün değildir. Sayram'da imam Muhammed b. Ali neslinden gelenlere hace denildiği gibi onlara bağlı olanlara da aynı isim veriliyordu. Ahmed Yesevi de bu silsileye bağlı olduğu için Hace Ahmed, Hace Ahmed Yesevi, Kul Hace Ahmed şekillerinde de anılmaktadır.

Türkistan. Maveraünnehir ve diğer Orta Asya bölgelerinde olduğu gibi Anadolu'da da kendilerini Ahmed Yesevi'nin neslinden sayan pek çok ünlü şahsiyet çıkmıştır. Bunlar arasında Semerkantlı Şeyh Zekeriyya, Üsküplü Şair Ata ve Evliya Çelebi zikredilebilir.

Rivayete göre, Ahmed Yesevî'nin on iki bini kendi yaşadığı muhitte, doksan dokuz bini de uzak ülkelerde bulunan müridleri ve geleneğe uygun olarak hayatta iken tayin ettiği pek çok halifesi bulunmaktaydı. İlk halifesi Arslan Baba'nın oğlu Mansur Ata idi.

Mürşidi Şeyh Yusuf el-Hemedani gibi Ahmed Yesevî de Hanefi bir alimdir. Kuvvetli bir medrese tahsili görmüş, din ilimleri yanında tasavvufu da iyice öğrenmiştir. Bununla beraber devrinin birçok din alim ve mutasavvıfı gibi belli bir sahada kalmamış, inandıklarını ve öğrendiklerini çevresindeki yerli halka ve göçebe köylülere anlayabilecekleri bir dil ve alıştıkları şekillerle aktarmaya çalışmıştır. Bir mürşid ve ahlakçı hüviyetiyle onlara şeriat hükümlerini, tasavvuf esaslarını, tarikatının adab ve erkanını öğretmeye çalışmak, İslamiyet'i Türkler'e sevdirmek, Ehl-i sünnet akidesini yaymak ve yerleştirmek başlıca gayesi olmuştur.

Bu öğreticilik vasıfları sebebiyle hikmetleri, bazılarınca sanat endişesi taşımadan söylenmiş şiirler olarak kabul edilmiştir. İslam şeriatına ve Hz. Peygamber'in sünnetine sık sıkıya bağlı olan Ahmed Yesevî'nin şeriat ile tarikatı kolayca telif etmesi, Yeseviliğin Sünni Türkler arasında süratle yayılıp yerleşmesinin ve daha sonra ortaya çıkan birçok tarikatIara tesir etmesinin başlıca sebebi olmuştur.

Ahmed Yesevî edebi şahsiyetinden ziyade fikri şahsiyetiyle, tarihi hayatından ziyade menkıbevî hayatıyla Orta Asya Türk dünyasının en büyük ismidir. Onun gibi geniş bir sahada ve asırlarca tesirini devam ettirebilmiş bir başka şahsiyet gösterebilmek mümkün değildir.

Eserleri:

● Divan-ı Hikmet

● Fakrname

● Risale der Adab-ı Tarikat

● Risale der Makamat-ı Erba’in

 

Divan-ı Hikmet

Ahmet Yesevî'nin en bilinen eseridir. Bu eserde Allah aşkı, ibadet gibi konular işlenmiştir. Türk tasavvuf edebiyatının ilk eseridir.  Ahmet Yesevi, aslen bir şair değil, fikirlerini ve duygularını halka ulaştırmak için manzum hikmetleri tercih etmiştir. Onun hikmetleri, coşkunluktan ziyade derin fikirler ve ahlaki öğütler üzerine kuruludur. Yesevi’nin tarikat mensupları tarafından ortak bir eser olarak kabul edilen Divan-ı Hikmet, onun manevi öğretilerini ve dünya görüşünü yansıtan önemli bir metindir.

Divan-ı Hikmet, Karahanlı Türkçesinin Hakaniyye lehçesiyle yazılmış didaktik bir eserdir. Eserde sade ve yalın bir dil kullanılmıştır. Manzumeler hem hece hem de aruz ölçüsüyle yazılmıştır. Dolayısıyla hem dörtlükler halinde koşma tarzında hem de beyitler halinde gazel tarzında şiirlere rastlanır. Eser üzerinde hem İslam öncesi edebiyatın hem de İslami dönem edebiyatının izleri görülür. Bu etki şekil bakımından (ölçü, nazım biçimi, kafiye) olduğu kadar içerik bakımından (konu, kelime örgüsü…v.s.) da kendini hissettirir.

Ahmed Yesevî’nin hikmetlerinin başlıca gayesi, İslâm dinine yeni girmiş veya bu dini henüz kabul etmemiş Türkler’e İslâmiyet’in esaslarını, şeriat ahkâmını ve Ehl-i sünnet akîdesini öğretmek, Yeseviyye tarikatı müridlerine tasavvufun inceliklerini, tarikatın âdâb ve erkânını telkin etmektir. Bu sebeple hikmetler sanat endişesinden uzak ve sade bir ifade yanında didaktik bir özellik taşımaktadır. Ancak bazı hikmetlerde ifadenin sûfiyâne ve coşkulu oluşu onları basit manzumeler olmaktan kurtarmıştır.

Hikmetlerin muhtevası ile şekil ve dil yapısı, Ahmed Yesevî’nin yetiştiği çevre, hayatı, şahsiyeti, gayesi ve hitap ettiği zümrenin sosyal ve kültürel yapısı ile ilgilidir. Ahmed Yesevî’nin İslâmiyet’in esaslarını, tasavvufun inceliklerini bir Türk mutasavvıfı olarak yorumlayışı, bunları halk edebiyatının bilinen şekilleri içinde hece vezniyle ve sade bir dille herkesin anlayacağı tarzda ifade etmesi hikmet tarzını doğurmuş ve bu tarz zamanla Yesevî dervişleri vasıtasıyla gelenek halini almıştır. Yeseviyye tarikatında şeyhin söylediklerini öğrenmek için hikmetlerini belli bir makamla okuyup yaymak önemli bir husustur. Bundan dolayı zamanla daha geniş bir çevreye yayılan, huşû içinde okunup ezberlenen ve yazıya geçirilen hikmetler, muhteva bakımından olduğu kadar dil bakımından da değişikliğe uğramış, çeşitli ilâvelerle zenginleşmiştir.

Ahmet Yesevi aynı zamanda Yesevilik tarikatının da kurucusudur. Bu tarikat ve hikmet adlı şiirler, Anadolu’da İslamiyet’in yayılmasında oldukça etkili olmuştur. Ahmet Yesevi, daha sonra Anadolu’ya yayılacak olan tasavvuf anlayışının temellerini bu eserde atmıştır. Yunus Emre, Hacı Bektaş-ı Veli, Eşrefoğlu Rumi gibi gibi şairlerin yetişeceği manevi ortamı hazırlamıştır. Kurduğu Yesevilik tarikatının etkileri Orta Asya’dan Anadolu’ya kadar yayılmıştır. Şiirlerini inançlarından aldığı güçle, şairlik iddiası taşımaksızın, inandıklarını, düşüncelerini halka daha iyi duyurabilmek için yazmıştır. (TDV İslam Ansiklopedisi)

İslami zahir ve batın ilmine vakıf olan Hoca Ahmed Yesevî  İslam'ın esaslarını, şeriat hükümlerini, tarikatının adab ve erkanını öğretmek gayesiyle sade bir dille şiirler söylemiştir. Tarikatının sülük adabını Arapça ve Farsça bilmeyen Türk dervişlerine anlatmak için halk edebiyatından alınmış şekiller ile hece vezninde hikmetler ifade etmiştir. Bu şiirler daha sonra Divan-ı Hikmet adı verilen kitaplarda bir araya getirilmiştir. Hoca Ahmed Yesevî, Arap ve Fars edebiyatının çok iyi bildiği halde uzlete çekildiği çilehanesinde ziyaretine gelenlere kolayca anlayabilecekleri Türk dili ile hitap etmeyi tercih etmiştir.

Yüzyıllar boyu Divan-ı Hikmet’te yer alan şiirler müritler tarafından her türlü toplum faaliyetinde okunmuş dillendirilmiştir. Bugün bile hikmet temelli bu kültürün son temsilcilerine bütün Türkistan coğrafyasında rastlamak mümkündür. Hatta büyük bir kültürel kırılma ile hem batı Türkistan'dan hem de tüm Türk yurtlarından ayrıştırılan Çin işgalindeki doğu Türkistan'da bile Yesevihan hikmet han geleneğinin sürdüğü bilinmektedir.

Elde bulunan Divan-ı Hikmet nüshalarına Hoca Ahmed Yesevi'den sonra aynı tarzda eser veren bazı Yesevi dervişlerine ait olan ve yine hikmet adıyla bilinen şiirler de karışmıştır. Ancak Divan-ı Hikmet’teki Hoca Ahmed Yesevi'ye ait şiirler ve gerekse Ahmed Yesevi'nin hikmetlerine benzetilerek diğer Yesevi dervişleri tarafından verilen eserler Ahmet Yesevi'nin manevi etkisiyle ortaya çıktıkları için tesirlerini aynı çerçevede değerlendirmek mümkündür. (Dr. Hayri İnce, Hoca Ahmed Yesevî Divan-ı Hikmet)

Divan-ı Hikmet önceleri yazma nüshalar şeklinde daha sonraları ise basma tekniği ile çoğaltılmıştır. Bilindiği kadarıyla geçen 200 yıl içinde 17 kez Taşkent'te 9 kez İstanbul'da 5 kez Kazanda ve birer kere de Buhara ve Kaganda matbu olarak yayınlanmıştır. Son zamanlarda Türkistan tasavvufu konusunda neşrettiği değerli yazı ve yayınları ile dikkat çeken Özbek akademisyen Nadirhan Hasan tarafından yayına hazırlanan “Yeni Bulunan Hikmetler” adlı kitabındaki hikmetler de gözden geçirilmiş ve önceki baskılarda bulunmayan yeni şiirlerinde metne eklenmesiyle yapılan bu baskı ile bugüne kadar yayınlanmış olan en hacimli Divan-ı Hikmet külliyatı ortaya çıkmıştır.

Divan-ı Hikmet’i asırlara karşı böylesine dirençli ve etkin oluşunda öncelikle ilahi yardım olmakla birlikte zahir olarak hikmetlerdeki dil ve şiiriyet özelliklerin de etkisi olmuştur. Vezinli - kafiyeli, “ozan sagu”larına aşina Türk obalarının yine vezinli-kafiyeli ve hatta ilave olarak müzikal makamlarla okunan hikmetleri benimsemeleri çok kolay olmuştur.

Divan-ı Hikmet’te pek çok konu ele alınmıştır. Bu konulardan biri de sosyal eleştiri veya zamane eleştirisidir. Bu bağlamda hikmetlerde dikkat çekici eleştirilere rastlanır. Bu eleştirilerden bazıları doğrudan kendi nefsine yönelik olduğu gibi, bazıları da Yeseviliğe mensup dervişlerin hal ve hareketlerinde görülen aksaklıkları düzeltmeye yönelik eğitici bir mahiyettedir. Bazen de devrin ilim adamları ve idarecilerinin davranışları, verdikleri fetvalarla isabetsiz kararlarında ve davalarında yaptıkları haksızlıklar da kıyasıya eleştirilmektedir. Örnek vermek gerekirse:

Molla müftü olanlar yalan fetva kılanlar
Akı kara kılanlar cehenneme girmişler
Rüşvet alan hakimler haram alıp yiyenler
Parmağını dişleyip korkup durup kalmışlar
Kadı imam olanlar haksız dava kılanlar
Eşek gibi olarak yük altında kalmışlar

Hoca Ahmet Yesevi, “Hikmet”lerde sade, basit ve halkın kolaylıkla anlayabileceği bir dil kullanmakla birlikte, okuyup yazan kesime de hitap etmiştir. Hikmetlere bu gözle bakıldığında bu iki farklı hitap şekli hemen hissedilmektedir. Nitekim Ahmet Yesevi, her ne kadar “herkes için” söylemişse de Hikmetlerin derin ve ince manalar taşıdığını kendisi de ifade etmektedir.

 

Hoca Ahmed Yesevî’nin Dört Kapı – Kırk Makam Anlayışı

“Divan-ı Hikmet”te de Dört Kapı’ya yer verilmiştir. Ahmed Yesevi’ye ait bazı hikmetlerde Şeriat, Tarikat, Hakikat bir arada anılmıştır. Bunlardan birinde Ahmed Yesevi, hakikat sırlarına ulaştığını bildirmektedir:

Üç yüz molla geldi, yazdı çok haber
Şeriattır, ben de yazsam bir haber
Tarikatten, hakikatten ne haber?
Başım verip, Hak sırrını bildim ben

Yine aynı eserde bir dörtlükte Ahmed Yesevi insanın tekâmülüne işaret etmekte, kendi tekâmülünü tamamladığını bildirmektedir:

Âşıkların efsanesi şeriattır
Âşık, ârif incileri tarikattır
Nere gitse sevgilisi hakikattir
Bu sırları arş üstünde gördüm ben işte

Kimi hikmetlerde ise Dört Kapı’nın tamamı birlikte anılmıştır. Bunlardan birinde her kapının başka bir aşamaya karşılık geldiği farklı metaforlarla anılmıştır. Şeriat pazara, tarikat gül bahçesine, marifet bahçeye ve hakikat de aşka benzetilmiştir:

Şeriat pazarın seyrân eyledim.
Tarikat gülzârını tayrân eyledim.
Marifet bahçesin cevlân eyledim.
Hakikat aşkını ben aştım dostlar!

Ahmed Yesevi, bir başka hikmetinde tekâmül aşamalarını geçen kâmil insanların çerağ gibi aydınlık olduğunu ve mahşerde özel kişiler arasında yer alacağını söyler:

Kadı, müftü, mollalar yolunda şeriatın,
Ârif, âşık almıştır, şevkini tarikatın.
İlmiyle âmil olan, çerağı hakikatin,
Burak biner mahşerde, eğri tutar börkünü.

Ahmet Yesevî’nin bahsettiği dört kapı dervişliğin aşamalarıdır. Ahmet Yesevî bu aşamaları birbirinin alternatifi değil birbirinin tamamlayıcısı olarak görmektedir. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapıları genelden özele doğru gidişi gösterir.  Bu aşamalar yataydan çok bir dikey tekâmülü öngörmektedir. Şeriat dairesi içerisinde kemale ermenin bir yolculuğudur. Şeriattan hakikate kadar gerçekleşen yolculuk zahirden batına, ruhsatlarla amelden azimetle amele, fetva Müslümanlığından takva Müslümanlığına seyr niteliğindedir.

Ahmet Yesevî’nin öngördüğü dört kapı, sufilerin tasavvufî tecrübelerinin gelişim sürecini ortaya koymaktadır. Dört kapının hakkını verenler ilim düzeyinden irfan ve hikmet düzeyine gerçekleşen idrak derinliğini ortaya koymaktadır. Şeriat ve tarikat kapıları tasavvufun tahalluk boyutunda gerçekleştirilmesiyken, marifet ve hakikat kapıları tasavvufun tahakkuk boyutunda yaşanmasını salık vermektedir.

Ahmet Yesevî şeriat temellerine dayalı, İslam dininin tüm emirlerine sadık kalınarak marifet ağacının meyvelerini derebileceğimizi, Kur’an ve sünnet çizgisinde bir ömür sürerek vuslat, hakikat boyutunda marifet makamına erebileceğimizi söylemektedir. Şeriat, tarikat, marifet ve hakikat boyutunda yaşanan dindarlıkla dervişin Hakk’ın dışındaki her türlü işten gönlü soğuyacağını, nefis ve şehvetlerden arınacağını, iç dünyasını afetlerden arındıracağını, iç dünyasını berrak kılacağını, gözünü her iki dünyaya karşı da kapalı kılacağını söylemektedir.

Hakikat şarabını içince ten dünyasını harap ve aslını toprak kılan Ahmet Yesevî, seraba dönüşen gönlü ve yaşaran gözleriyle Hakk’ın nurunu görmeye geldiğini söylemektedir. Hak’tan hitap gelince kulların azap görmeyeceği müjdesini vermekte ve Hakk’a kavuşmak uğruna gözlerinden yaşların çeşme olup aktığını belirtmektedir.

Ahmet Yesevî  Divan-ı Hikmet’deki şiirlerinde şeriat, tarikat, marifet ve hakikat kapılarından dem vurmaktan maksadını Allah’ı bulmanın derdine düşmek, Allah’ın huzurunda durmadan lafza-yı celȃl zikrine koyulmak, sürekli ağlayarak Allah’ı anmak, gereğince kul olup Allah’a kulluğa boynunu sunmak, Zekeriya (a.s.) gibi başını bıçkıyla vermek, Eyyub (a.s.) gibi tenine kurtlar salmak, Musa (a.s.) gibi Tȗr’da taat kılmak, Yunus (a.s.) gibi deniz içinde balık olmak, Yusuf (a.s.) gibi kuyu içinde vatan tutmak, Yakub (a.s.) gibi Yusuf için ağlamak, Ebȗbekir Şiblȋ gibi ȃşık olup semȃ’ eylemek, Bayezid-i Bistȃmȋ gibi gece gündüz Kȃbe yollarına düşmek ve Kȃbe içinde yüz sürüp ağlamak, Ma’rȗf-ı Kerhȋ gibi hakikat yoluna adım atmak, Hallac-ı Mansur gibi candan geçip idam sehpasına koyulmak, kulluk içre sabir kalmak, zakir olup Hakk’ı anmak, Allah’ın zikriyle şevklenip kavrulmak suretiyle Allah’ı bulmanın çabasını gütmek ve vuslat arayışına koyulmak olarak ifade etmektedir. (Prof. Dr. Kadir Özköse, Ahmet Yesevi Hikmetlerinde Dört Kapı ve Kırk Makam Anlayışı)

 

Hoca Ahmet Yesevi ve Misyonu

Türkistan adını Bütün Türklerin ana yurdu oluşu sebebiyle ortadan kaldırmak isteyen Sovyet yönetiminin karşılaştığı en büyük engellerden biri yine Ahmet Yesevi olmuştur. Onun Hazret-i Türkistan, Pir-i Türkistan şeklinde bilinen ismine duydukları bağlılığın, bütün Türk İslam'da ruh birliğini sağladığını gören Rus egemenliğindeki komünist yönetim, Ahmet Yesevi'nin büyüdüğü ve türbesinin de bulunduğu o zamana kadar Yesi adıyla bilinen tarihi şehre Türkistan adını vermiştir. Böylece hem Pir-i Türkistan'ın nüfus alanını küçük bir kasaba ile sınırlandırmak, hem de 10 milyon kilometrekarelik Ulu Türkistan'ın binlerce yıllık adını tarihten ve coğrafyadan olduğu gibi Hazret-i Türkistan'ın adından da silmek istemişlerdir. Ancak bu hedeflerine hiçbir zaman ulaşamadıklarına aradan geçen asırlara ve zulüm derecesinde baskılar altında geçen 70 yıla rağmen bugün bütün Türkistan'da adı hürmetle kutlanarak anılan ve bir “Allah dostu” olarak ölümünden 800 yıl sonra bile dipdiri yaşamakta olan Ahmet Yesevi de tanıktır.

Ahmet Yesevi'yi bugün ki zamane şeyhleriyle benzeştirmek ve Ahmet Yesevi dilinden bize kadar ulaşmış “hikmetler”i herhangi bir “dini manzume” olarak değerlendirmek büyük bir gaflet olur. Ahmet Yesevi'nin Divan-ı Hikmet’inde neredeyse bin yıldır Türk'ün gönül gözünü ısıtan bir ışık saklıdır. Bu ışığın hüzmeleri her bir hikmetin satırları arasında süzülerek ruh dünyamızı aydınlatmaya, uzun bir zulmet devrinden sonra bütün Türk yurtlarında yeniden başlamıştır.

Hoca Ahmet Yesevi'den neredeyse 900 yıl sonra bize kadar ulaşan “Hikmetler” Türkler arasında İslam etrafında örgütlenen bir iman birliğinin teşekkül etmesine hizmet etmesi yönüyle Türk dünyasının manevi hayatında çok önemli bir yere sahiptir. Hazret-i Türkistan'ın dilinden dökülen hikmetleri okurken yüzyıllar önce bu mesajları ilk defa işiten atalarımızdan biri yerine koyun kendinizi… İşte o zaman Yesevi'nin büyüklüğünü daha iyi idrak edeceksiniz.

Hoca Ahmet Yesevi dün olduğu gibi bugün de dünya Türklüğünü dizleri dibinde bir araya getiren manevi yol göstericimiz olmaya devam etmektedir. Hoca Ahmet Yesevi'yi, gerçek kimliği ile tanımamız Türkiye ve Türkistan Türklerinin kardeşliğini güçlendirecek ve ortak manevi atamız durumundaki Hoca Ahmet Yesevi'nin dergahında kucaklaşmamızı da sağlayacaktır.

O dergâh, Orhun'dan Tuna'ya kadar uzanan bütün Türk yurtlarını içine alacak genişliktedir. (Dr. Hayati Bice, Hoca Ahmed Yesevi Divan-ı Hikmet)

 

Divan-ı Hikmet’ten Şiirler

Divan-ı Hikmet'te her ne kadar konusu gereği pek çok Arapça, Farsça kelime yer alsa bile metin Türkçedir.  Öyle ki devrin yaygın edebi dili olan Farsça’ya rağmen -ve kendi ifadesi ile- Farsça’yı da iyi bildiği halde Hoca Ahmed Yesevî  mesajını iletilmesini öncelediği için Türkçe kullanımında ısrarlı olmuştur. Bunu ifade eden hikmet çok anlamlıdır:

Hoş görmez alimler dediğiniz Türkçeyi

Ariflerden işitsen açar gönül ülkesini

…..

Ayet-hadis anlamı Türkçe olsa uygundur,

Anlamına yetenler yere koyar börkünü…

…..

Miskin, zayıf Hoca Ahmet yedi ceddine rahmet,

Farsça dini bilse de güzel söylemekte Türkçe'yi.  

Divan-ı Hikmet‘deki Dört Kapı (Şeriat, Tarikat, Marifet, Hakikat) ile ilgili şiirlerin bazılarını aşağıda ifade ediyoruz:

Her kim eylese tarikatın davasını

İlk adımı şeriata koymak gerek

Şeriatın işlerini tamam eyleyip

Ondan sonra bu davayı kılmak gerek

 

Şeriatsız söz etmezler tarikatta

Tarikatsız söz etmezler Hakikatta

İş bu yolların yeri bilinir şeriatta

Hepsinin şeriattan sormak gerek

 

Ondan sonra bir er gerek iradeli

Olmuş olsa o bir erden icazetli

Şeriatta doğru uygun keramedi

Öyle erin eteğinden yapışmak gerek

 

Kim bilmeden bu yolları Şeyhim dese

Kerametten velileye haber verse

Batıldır eğer ruhü’l-emin bile ise

Özünü öyle batıllardan korumak gerek

 

İradesiz, icazetsiz mürşid olmaz

Tarikatın yollarını asla bilmez

Müptedidir iradeye layık değil

Böylelerinden bucak bucak kaçmak gerek

 

İradeyi ver icazet ehline 

Kaim ol gece-gündüz riyazete

Sayıp onun kulluğunu ibadete

Kulluğunda beli bağlayıp durmak gerek

 

Ondan sonra mücahede elbisesini giyip

Riyazetin potasında eriyip akıp

Ben-benlikten geçip özünü saf kılıp

İzzet rahatını satıp horlanmayı almak gerek

 

İşte budur erenlerin yaptıkları

Taliplere bilsin diyerek söyledikleri

Doğrudur bu söz bilesin yoktur yalanları

Can kulağı ile bunu bilmek gerek

 

Sadakat ile her kim kabul eylese bunu

İtikadı ile olsa gece-gündüz

Zikri ile meşgul olsa uzun geceleri

Erenlerden himmet yarı eylemek gerek

 

İradesiz bu yola girmediler

İnabesiz yola adım koymadılar

İcazetsiz yarım nefes almadılar

Mürid olan bu sıfatlı olmak gerek

 

Her kim girse bu yola belini bağlayıp

Kul Hoca Ahmed gerek özünü kul eyleyip

Niyetini Allah'ına dürüst eyleyip

Teveccühü azizlere eylemek gerek

*****

Şeriatın şartlarını bilen aşık

Tarikatın makamını bilir dostlar

Tarikat işleri tamam eyleyip

Hakikatin deryasına batar dostlar

 

Cemalini görmek olmaz gece gündüz uyuyup

Temiz aşkını ele almadın ele almadan olmaz yürüyüp

Hakikatin deryasının tehlikeleri çok

Hiç uyumadan cemalini gördüm dostlar

 

Ey Aşık, bu dünyada sıkıntı çek

Çektiğin sıkıntı ve eziyetleri rahatlık bil

“Hu” sohbetini kuran yere kendini vur

Vuran aşık muradına yeter dostlar

 

Bu yolların belasıdır kaygı sıkıntı

Sıkıntı çekip cefa çeken görür rahat

Seherlerde ağlamak güzel saadet

“Hu-Hu” diye bu dünyadan geçer dostlar

 

Gerçek gönül ile ağlayanlar göre cemal

Sübhan Rabb'im eyleye armağan

Kılavuzsuz yola girmen aynı hata

Yola giren menzillerden geçer dostlar

 

Vah ne yazık geçti ömrüm bilmeden kaldım

Bu dünyanın sebeplerini ele aldım

Dünyayı arayıp din işini arkaya koydum

Bilemem halim nice olur dostlar

 

Muhabbetin şarabından tatmayanlar

Beyazid gibi her gün özünü satmayanlar

Bu dünyanın izzetinden geçmeyenler

Hayvandırlar belki ondan da beter dostlar

 

Aşık olsan aşk yoluna koy adımı

Dünya kaygısını boşayıp koy Edhem gibi

Akıllı isen dünya için yeme gam

Kıyamet günü cezalarını verir dostlar

 

Sır şarabını içen aşık kendini bilmez

Bu dünyanın izzetlerini gözüne iliştirmez

Yüzbin bilge nasihat etse öğüt almaz

“Vaşuka” deyip kendini bilmeden yürür dostlar

 

“Elest” günü Allah kendi nida eyledi

“Kalu bela” deyip ruhlar cevap verdi

Hazrete doğru ruhlar uçup karşısına geldi

Öyle aşık Hakk cemalini görür dostlar

 

Kul Hoca Ahmet aşık olsan dünyayı bırak

Ahiretin azabından kaygı ye

Erenlerin yaptıklarını hem sen de yap

Hizmete eyleyen sonunda murad bulur dostlar

*****

Tarikatı şeratsiz girenlerin

Şeytan gelip imanını alır imiş

İş bu yolu pirsiz iddia eyleyenleri

Şaşkın olup ara yolda kalır imiş

 

Tarikate siyasetli mürşit gerek;

O mürşide itaatli mürid gerek

Hizmet kılıp Pir rızasını bulmak gerek

Böyle aşık Hakk’tan pay alır imiş

 

Pir rızası Hakk rızası olur dostlar

Hakk Teâlâ rahmetinden alır dostlar

Riyâzette sır sözünden bilir dostlar

Öyle kullar Hakk’â yakın olur imiş

 

İşbu yola ey kardeş pirsiz girme

Hak yadından bir an gâfil olup yürüme

Mâsivaya -akıllı isen-, gönül verme

Lânetli şeytan kendi yoluna salar imiş

 

Ey dostlar, hiç bilmedim ben yolumu

Saadete bağlamadım ben belimi

Mâsivadan hiç çekmedim ben dilimi

Cahilliğin beni rezil eyler imiş

 

Şeriatı, tarikatı bileyim desen

Tarikatı hakikate ulayım desen

Bu dünyadan inci ve cevher alayım desen

Candan geçen seçkinleri alır imiş

 

Aşık kullar gece gündüz asla dinmez

Bir saati Hak yâdından gâfil olmaz

Öyle kulu Sübhan Melik’im ziyanda bırakmaz

Dua eylese, icabetli olur imiş

 

Vah ne yazık, geçti ömrüm gaflet ile

Sen bağışla günahlarımı rahmet ile

Kul Hoca Ahmed sana yandı hasret ile

Kendi kendisine kendisi yanıp yakılır imiş

****
 Marifetin minberine binmeyince

Şeriatın işlerini bilse olmaz

Şeriatın işlerini tamam eylemeyince

Tarikatın meydanına girse olmaz

 

Tarikatta türlü adabı bilmeyince

Nefsi ile muharebe kılmayınca

Aşk yoluna özünü layık etmeyince

Hakikatin sırlarını bilse olmaz

 

Şeriatta maksat odur yola girmek

Tarikatta maksat odur nefsden geçmek

Hakikatte aziz canı feda eylemek

Candan geçmeden aşk şarabını içse olmaz

 

Kâmil olmadan “şeyhim” diye iddia eden

Kendi yapmadan halk içinde vaaz edip söyleyen

Sözü yalan dünya için amel işleyen

Dünyayı bırakmayınca “Hal” ilmini bilse olmaz

 

Erenler bu yola adım attı

Mücahede derdi ile amel eyledi

Mükaşefe batın içinde malum oldu

Böyle olmayınca dergahına yetse olmaz

 

Ne iştir erim diye iddia eylemek

Seccadeye halk içinde Tur’a koymak

Kendisi bilmeden bu mânâya nefsini vurmak

Dalgıç olmadan inci-cevherini asla olmaz

 

Vahdaniyet gemisinin sırrını bilmeden

Aşk-sırlar sözlerinden haber almadan

Tecrit-tefrid işlerini tamam eylemeden

O tevhidin meyvesinden asla olmaz

 

Kul Hoca Ahmed tecrid-tefrid ümid eyle

Mustafa'nın sözlerine amel eyle

Tevbe diyerek geceleri görüp ağlayıp inle

Ağlayıp inlemeden cemalini görse olmaz

 

Divan-ı Hikmet’e Yapılan Bazı Eleştirilere Cevaplar

Son yıllarda ülkemizde yoğunlaşan İslam üzerine tartışmalarda tasavvuf konusunun da gündeme getirilmiş olduğu herkesin bildiği bir husustur. İslam tasavvufunu yıpratmak isteyenler Hoca Ahmed Yesevi'ye de dil uzatmaktan çekinmemişlerdir.

Hoca Ahmed Yesevi'nin Divan-ı Hikmet’inde yer alan şiirler anlam yönünden analiz edilecek olursa, başta Resulallah (sav) olmak üzere kişilerle ilgili olanlar, başta Arslan baba olmak üzere menkıbe anlatımı tarzındadır. Hoca Ahmed Yesevi'nin hikmetlerinde halkı iman konusunda şüphelere düşürecek, itikatları sarsacak, özel imgelere, imalara rastlanmaz. Şeriat hükümlerine karşı bazen dikkatsizce hareket eden cezvesi galip büyük bir kısım sufilerden sadır olan ve onların zahir alimleri tarafından suçlanmasına yol açan ve “şatahat” adlı verilen söz ve ibareler Yesevi hikmetlerinde görülmez.

Yesevi hikmetlerinin maruz kaldığı “basitlik, kuruluk” gibi iddiaları okurun kendisinin yargılayabilmesi maksadıyla hikmetlere örnek olması için ve özellikle hikmetlerin günümüzde de ne kadar anlamlı olduğunu göstermek için hüküm bildiren ve eleştiri içeren hikmetlerden bazılarını yukarıda Dört Kapı kavramı dolayısıyla  yukarıda verdik.

Tasavvuf hakkında fikir beyan edenlerin üzerinde önemle durdukları ve bazı tasavvuf maruzlarının durmaksızın tekrarladıkları bir konu da tasavvufçuların kendilerine hayali bir dünya oluşturup eleştiriden ve çevre ilgilerinden koparak yaşadıkları hakkındaki iddialardır. Asırlardır yaşanan tasavvufi hayatlardan bu eleştirilerin zemin olacak tavır ve uygulamalar çıkartmak da hiç zor değildir. Buna karşın Hoca Ahmed Yesevi'nin nasıl gerçekçi bir tavırla çevresini incelediğini ve eleştirdiğini hem de tasavvuf konusunda insanlara zarar veren yanlış adamları nasıl irdelediğini gösteren aşağıdaki örneklerden anlamak mümkündür. Nakaratında yer alan “ahir zaman şeyhleri” ibaresi ile mürşitlik iddiasındaki sahtekar din tüccarlarını eleştiren “sahte aşıklar” dan söz ettiği hikmetler ve özellikle bütün kıtaları “Sufi-nakş oldun veli, daha Müslüman olmadın” mısra ile bağlanan ve en hacimli hikmetlerden birisi olan Hikmet eleştirel yönlerin öne çıktığı hikmetlerden bazıları şunlardır:

Aşk davasını bana kılma, sahte aşık;

Aşık olsan, bağrın içinde göz kanı yok.

Muhabbetin şevkiyle can vermese,

Boşa geçer ömrü onun, yalanı yok.

…..

Hakk zikrini can içinden çıkarmasan,

Üçyüzaltmış damarlarını kımıldatmasan,

Dörtyüzkırkdört Kemiklerini kul eylemesen,

Yalancıdır Hakk'a aşık olduğu yok.

…..

Zahid olma, abid olma, âşık ol

Mihnet çekip aşk yolunda sadık ol

Nefsi tepip dergahına layık ol

Aşksızların hem canı yok, imanı yok.

*****

…..

Sufilik öyle midir daima işin gaflet ile

Tesbih tanesi elinde dillerin gıybet ile

“Çilpeç sellisi” vurursun kötü nefs izzet ile

Sûfi-nakş oldun veli, daha Müslüman olmadın

…..

Sufi olmayıp neylesin evde yapacak işi yok

Sufilik iddiası eder halka vermeye aşı yok

Ah vah derler yine gözünde damla yaşı yok

Sûfi-Nakş oldun veli, daha Müslüman olmadın

 

Sufi olup nefs için her dem kapıya bakasın

Adak alıp geldi mi deyip her dem kişiye bakarsın

Allah'ın lanetini boynuna her dem takarsın

Sûfi-nakş oldun veli, daha Müslüman olmadın

…..

Ey Sûfi gamsız yürürsün tesbih tanesi alıp

Dünyaya mağrur olup din işini arkaya atıp

Kork şimdi kork şimdi Allah'a yalvarıp

Sûfi-nakş oldun veli, daha Müslüman olmadın

…..

*****

Bu sırrı bilmeyen cahil kişiler

Dervişlerin değerini ne zaman bilir?

Dil ucuyla “ümmetiyim” diye iddia eder

Mustafa'nın değerini ne zaman bilir?

…..

Gece gündüz ibadet eylese o aşık

Bu dünyada günahından olur uzak

Dervişleri gıybet eden o münafık

Marifetin değerini ne zaman bilir?

…..

Çok kişiler iddia eder nefsini gözetip

Yeyip içip hayvan gibi geceleri yatıp

Oruç tutmaz, zekat vermez hem utanıp

Hakk Teâlâ'nın değerini ne zaman bilir?

Hoca Ahmed Yesevi’yi bilerek veya bilmeyerek ne kadar eleştirseler de, onun kişiliğini ve misyonunu bozmaya kimsenin gücü yetmeyecektir. Çünkü Hoca Ahmed Yesevi bir Allah dostudur. Hz. Peygamber (sav) bir Kudsi Hadiste şöyle buyurmaktadır:

Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harb ilan ederim.”

 

Yorum ve Eleştirileriniz için:  oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa            Yorumlar

Hoca Ahmed Yesevi

Divan-ı Hikmet

Yayınlanma Tarihi : 12.01.2025