Şeriat, İslam'ın getirdiği hükümlerin genel adıdır. Devlet yönetimi de bunun içine girmektedir. Şeriat Allah Teâlâ’nın, insanların hem dünyada hem de ahirette saadet elde edebilmeleri için koyduğu hükümlerdir. Bu hükümler insanı ve onun çevresindeki bütün alemi içine almaktadır. Şeriat: “Din”, “Allah’ın emri”, “İlâhî emir ve yasaklar” gibi manalara da gelmektedir. İslam alimlerinin şeriat kavramını nasıl tanımladıklarını aşağıda ele alıyoruz: Şeriat sözcüğü Ragıb El İsfahani’nin “Müfredat” adlı kitabında şöyle tanımlanmaktadır: “Şeriat sözcüğü “açık, belli olan yola” ad olarak konulmuştur. Ayrıca bu müstear olarak “dinin ilahi yolu” anlamın da kullanılmıştır. Bazılarına göre “suya inilen yere, sulama, su içme yerini, insanların kendisinden su içmek ve su çekmek için geldikleri yere, ya da suya giden yol” olarak tanımlanmıştır. Çünkü her kim ona gerçekten ve sıdkla girerse hem suya kanar hem de temizlenir. Burada “suya kanmadan” kastım bazı hikmet ehli kişilerin söylediği “içerdim ama kanmazdım, fakat ne zaman ki yüce Allah'ı tanıdım, içmeden kandım” sözüyle ifade edilmek istenilen husustur. Temizlenmekten kasıt ise günahlar ve kirden uzaklaşıp tertemiz pampâk olmaktır.” Şemseddin Sami Efendinin, dilimizin en esaslı lugati olarak bilinen “Kamus”unda şeriat şöyle tanımlanmaktadır: “Şeriat, “evamir ve nevahi-yi İlahiyye ve âyet ve hadis ve icma-ı ümmet esasları üzerine müesses kanun-u İlahi” dir.” Bu tanımda iki unsur dikkat çekmektedir. Biri, şeriatın “İlahi emirler ve yasaklar” oluşu, diğeri, bu İlahi kanunların “âyet, hadis ve icma” denilen temeller üzerine kurulu bulunduğudur. Ömer Nasuhi Bilmen ise, “Hukuk-u İslamiyye ve Istılahat-ı Fıkhiyye Kamusu” adlı mükemmel eserinde şeriat kavramını ayrıntılı biçimde şöyle açıklamaktadır: “Şeriat, din lisanında, Cenab-ı Hakk'ın, kulları için vazetmiş olduğu dini, dünyevi ahkamının heyet-i mecmuasıdır. Bu itibarla şeriat, din ile müradif (eş anlamlı) olup, hem ahkam-ı asliye denilen itikadiyatı, hem ahkam-ı fer'iye-i ameliye denilen ibadet, ahlak ve muamelatı ihtiva eder.” Şeriat, umumi manasına nazaran seçilmiş bir peygamber tarafından tebliğ edilmiş ilahi kanunlar demektir. Ahkam-ı şer'iye denilince, bundan ilahi kanunların hükümleri manasını anlamak lazımdır. Ve bununla asıl Kur'an'a, Hadise, İcmaa açık olarak dayandırılan hükümler kastedilmiş olur. Şeriat kavramının içinde, imani hükümlerin yanında ahlaka, ibadete ve günlük hayattaki işlere dair hükümlerin hepsi vardır. Genel anlamda, her peygamberin getirdiği İlahi kanunlara da şeriat denilir. Şeriat kelimesiyle, açıkça Kur'an'a, Hadise ve İcmaa dayanan hükümler kastedilmiş olur. Asrımızın en büyük müfessirlerinden olan Elmalılı Hamdi Efendinin, “Hak Dini Kur'an Dili” isimli tefsirinde şeriat şöyle tarif edilmektedir: “Lugatte bir ırmak veya herhangi bir su menbaından su içmek veya almak için girilen yol demektir. Bunda, insanların hayat-ı ebediyeye ve saadet-i hakikiyeye ulaşması için, Allah Teala'nın vaz u teklif ettiği ahkam-ı mahsusaya ve mezheb-i müstakime bilistiare ıtlak edilmiştir ki, din demektir.”
Evreni Ayakta Tutan Yasalar Şeriattır Şeriat Kur'an ve sünnette ifade edilen hükümlerdir. Bu hükümler arasında ibadet, ahlak gibi bireysel hususlar olmakla birlikte, evrenin çalışmasında esas olan Allah'ın hükümleri ve koyduğu kanunlar da vardır. Bugün tabiat kanunları olarak ifade edilen ve pozitif bilimlerde ele alınan olgular da, Allah'ın koyduğu yasalar yani şeriattır. Çekim kanunları, elektriksel güçler, atomik güçler hepsi Allah'ın belirlediği kurallara tabidirler. Taneciklerin ve dalgaların hareketleri hep belirli bir yasayla olur. Bu yasalar hiçbir zaman değişmez. Bu yasalar Allah Teâlâ tarafından vazedilmiş ve her an için O’nun kontrolü altındadır. Bu hareketlerde en ufak bir sapma görülmez. Bu hususu Said-i Nursi Hazretleri kitaplarında şeriatı tarif ederken şöyle ele almaktadır: “Şeriat ikidir. Birincisi, alem-i asgar olan insanın ef'al ve ahvalini tanzim eden ve sıfat-ı kelamdan gelen bildiğimiz şeriattır. İkincisi, insan-ı ekber olan alemin harekat ve sekenatını tanzim eden, sıfat-ı iradeden gelen şeriat-ı kübra-yı fıtriyedir ki, bazan yanlış olarak tabiat tesmiye edilir.” 1. “Küçük âlem” olan insanın fiillerini ve işlerini düzenleyen ve Allah'ın “kelam” sıfatından gelen bildiğimiz şeriat. 2. “Büyük insan” olan âlemin hareketlerini ve durumlarını düzenleyen şeriat. 3. Maddi âlemdeki kanunlara “tabiat” demek yanlış. Çünkü, bu kavram Allah'ı hatıra getirmiyor. Oysa, bu “fıtri” kanunları koyan ve tatbik eden O'dur.” Bu açıklama başka bir manayı da hatırlatıyor: Kainattaki varlıklar, Allah'ın “fıtri” kanunlarına isyansız itaat ettikleri için, bu alem muntazam ve mükemmeldir. Hiçbir yerde en küçük bir karışıklık yoktur. Demek insanlar da yaşayışlarında İlahi kanunlara isyansız itaat etseler, özlenen ahenge kavuşacak ve aradıkları saadete ereceklerdir. Uyumsuzluğun ve huzursuzluğun sebebi, isyan ve tuğyanlarıdır. Ahiret saadeti gibi, dünyevi huzurun da çaresi İslam'dadır. Bu açıklamalarda göre bir insanın “Ben şeriatı istemiyorum” demesi kadar gaflet dolu bir ifade olamaz. Çünkü şeriatın hükümleri biz istesek de istemesek de geçerlidir. İnsanın iradesi ancak imanını belirlemekte sınırlıdır. Şeriatın Allah'ın yasaları olmadığını düşünen insanlar, İslam imanının şerefine sahip olmayan kişilerdir. Onların iman sahibi olmaması Allah'ın koyduğu hükümleri geçersiz kılmaz. İnsan istese de istemese de kalbi çalışır, kanı deveran eder, böbrekleri kanı süzer. Ben bunları istemiyorum demek, nasıl bir saçma ifadedir. Ancak insan inanmayarak, nefis ve şeytanın arzularına uyarak, şeriatın ibadet ve diğer emirlerini yerine getirmeyebilir. Bu onun için günaha girmesi ve ahiretini mutluluğuna kaybetmesi demektir.
Şeriatın Amacı Nedir? Şeriat, insanın hem dünyada ve hem de ahirette saadeti elde etmesi için bir vasıtadır. Şeriat ile bütün insanlar ve alem, Hakk’ın belirlediği esaslarla varlıklarını devam ettirirler. Bir çekirdeğe ağaç olma kâbiliyeti yükleyen, onu meyve verebilecek şekilde programlayan Allah, bu gayenin tahakkukunu birtakım şartlara bağlamıştır. Bu şartların tümüne şeriat-ı fıtriye deniliyor. O çekirdek, toprağını bulacak, suyuna kavuşacak, güneşle temas edecektir ki ağaç olabilsin. İnsanın mahiyeti de o çekirdek gibidir. Cennet hayatına ulaşabilecek bir çekirdek. İşte şeriat, insanın rıza beldesi olan cennete lâyık olabilmesi için uyması gereken kanunları belirler. Akıl, Allah Teâlâ’nın koyduğu sınırlar içinde düşündüğü takdirde, mârifetullaha (Allah’ı bilmeye) eriyor. Dil, hayır söylediği ölçüde o ebed ülkesinde ulvî sohbetler yapmaya aday oluyor. Beden, Allah için yorulduğu nispette o saadet beldesinin maddî nimetlerinden faydalanmaya hak kazanıyor. Sevgi, korku, şefkat, merhamet gibi hislerden, göze, kulağa, ele, ayağa kadar her şey ancak Allah’ın emir dairesinde çalışmaları hâlinde terakki ediyor, ulvîleşiyor ve ulvî âlemlere yöneliyorlar. Bu nedenle şeriat, hakikate giden yolun ismidir. Onun lügat manası da, “Su membaından su almak için girilen yol” dur. Şeriatla Hakk’a ermenin ve hakikati bulmanın yolunu, Yunus aşağıdaki şiirinde çok güzel açıklıyor: "Şeriat, tarikat yoldur varana, Hakikat meyvesi andan içerü." Muhakkak ki, yola girmeden, menzile erişilemez. Şeriatsız, hakikate erme iddiaları, sahibini oyalamaktan öte bir işe yaramaz. Bu husus bugün insanların en çok yanıldıkları şeydir. Herkes hakikate erişmek istiyor, ancak şeriatsız gidenler yolda birçok engellerle karşılaşıyorlar. Bu durumda hakikate erişmeleri tam olarak mümkün olmuyor. Bugünün pozitif bilim anlayışında, akıl ile her hakikate erişilme çabası boşunadır. Çünkü aklın gücü sınırlıdır. Her hakikati anlama ve yorumlama gücüne sahip değildir. Hakikati tam anlayabilmek için Peygamberin getirdikleri de dikkate alınmalıdır. Bu da İslam şeriatına tam olarak uymakla mümkün olur. Örneğin elektronların davranışlarını anlayabilmek için onların hem zahiri hem de batıni taraflarını bilmek gerekir. Bunun için İslam’ın öğrettiği Sırlar İlmini bilmek gerekir. (Bkz. Kuantum Teorisi ve Tasavvuf) Tarikat, nafile ibadetlerin simgesidir. Bu, şeriat yolunda sağlam yürüyebilmek, nefis ve şeytana karşı daha güçlü olabilmek için konulmuş bir terbiye ameliyesidir. Kulu, Rabbine daha fazla yakınlaştırmaya vesiledir. Nefsini daha tesirli bir şekilde terbiye etmesine yardımcıdır. Ancak günümüzde bazı sahtekar tarikatlar nedeniyle, insanlar tarikata düşman olmakta ve onları İslam dünyasının dışına itmektedir. Oysa gerçek öyle değildir. Tarikat İslam yolunda sağlam yürümenin bir parçasıdır. Müslümanın görevi gerçek tarikatları bulup onları yaşatmaktır. Kısacası, hakikate ulaşmak için öncelikle İlâhî emirlere harfiyen riayet etmek ve bu vadide kalbini daha sağlam, ruhunu daha güçlü kılmak için de nâfile ibadetlere devam etmek gerek. Büyük konuda İslam Müceddidi İmam-ı Rabbani şöyle diyor: “Dilin yalan söylememesi ve doğru konuşması şeriattır. Kalpten yalan düşüncesini uzaklaştırmak, eğer zorlayarak ve çalışarak olursa tarikat, eğer zorlanmaksızın müyesser olursa hakikattir.” Büyük İmamın bu güzel misalinden şunu anlıyoruz: Doğru sözlü olmak, Allah’ın razı olduğu güzel bir ahlâk, yâni hakikat. Kul, bu hakikate ermek için, ilk olarak, şeriatın “yalan söylemeyiniz” emrine uyar; dilini bu günahtan uzak tutar. Daha sonra kalbine yalan söyleme arzusu gelmemesi için ruhunu tedavi etmeye başlar. Bu vadide bir gayretin, bir faaliyetin içine girer. Sonunda kalp hiçbir zorlamaya, çalışmaya lüzum kalmaksızın yalan söylemekten nefret eder hâle gelir. Artık o kalbe, yalan yanaşamaz olur. Konuştumu mutlaka ve büyük bir rahatlıkla doğruyu söyler. İşte bu adam doğru söylemenin hakikatine ermiştir. Şeriat yalnız, İslâm’ın ceza hukukuna dair hükümlerin uygulanması demek değildir. Yalan söylememek de şeriattır. Yalan söylemeyen, gıybet etmeyen, başkasının malına, canına, ırzına, namusuna kötü nazarla bakmayan, helâl kazanç peşinde olan bir insan da şeriat üzeredir ve hakikat yolundadır. Böyle birinin şeriata karşı çıkması, kendisiyle tenakuza düşmesi demektir. Dinin temeli, şeriatın esası, insanın yaratılışına dayanır. Karşımızda bir cansızlar âlemi mevcuttur. Bu âlemde her zerre, her yıldız, hava, toprak, su, ziya her şey Allah’ın küllî iradesine tâbidir. O’nun koyduğu İlâhî kanunlara uygun hareket etmektedir. Ama bu uymada, irade söz konusu değildir. Her şey O’nun emrine, yine O’nun iradesiyle boyun eğmektedir. Melekler âlemi de bu hakikatin bir başka görüntüsünü sergilemektedir. İbadet için, tesbih için, hamd için yaratılan bu varlıklarda da insandaki manasıyla bir irade mevcut değildir. Onlar, Allah neyi emrederse onu yaparlar. İnsana gelince o, yaratılış olarak apayrı bir durum sergilemektedir. Her şeyiyle Allah’ı tesbih eden şu kâinatın bu şuurlu meyvesinin de her hücresi, her organı daima tesbihte, daima ibadettedir. Zaten bunların idaresi ona verilmiş değildir. Ne ciğerini kendisi çalıştırıyor, ne kanını kendi iradesiyle deveran ettiriyor. İşte, hepsi Allah’a itaat üzere bulunan bu beden ülkesine, bir sultan tayin ediliyor: Ruh. Bu ruha, büyük bir lütuf ve yine büyük bir imtihan olarak irade takılıyor. İnsan iradesinin önünde iki ayrı saha var. Biri dünya, diğeri ise âhiret işleri. Ama şu var ki, İslâm’da dünya işlerinin hepsi için de getirilmiş kanunlar, kaideler mevcuttur. Kul, bunlara uyduğu takdirde hem ibadet etmiş, hem de dünya hayatını daha rahat, daha mesut yaşamış olur. Şeriat üzerinde yapılan münakaşaların daha çok bu ikinci grupta merkezleştiğini görüyoruz. Bu ikinci kısım da ikiye ayrılıyor. Biri muamelât, diğeri ceza. Ve şeriat üzerindeki tartışmaların ağırlık merkezi, bu son kısımdır. Elbette, ceza hukuku yönünden de İslâm’ın koyduğu birçok hükümler mevcuttur. Bunlar da şeriat ve bunlara da inanmak farzdır. Her emir gibi bunlara riayet etmeyen de mesul olmaktadır. Böyle bir emre uymayış, ona karşı bir vurdumduymazlık, bir isyan mahiyeti taşıyorsa sahibini günahkâr eder. Şayet, o İlâhî emri, o Kur’anî hükmü inkâr etmek, onu reddetmek tarzında ortaya çıkıyorsa küfre sokar. İslâmî hükümler şu üç ana gruba ayrılırlar. Biri, ferdin kendi nefsine karşı vazifeleri. Diğeri, ailesine karşı vazifeleri. Üçüncüsü de toplum hayatındaki vazifeleri. Şeriatın bunların her üçüne de getirdiği ölçüler, hükümler vardır. Her birinin inkârı küfür ve her birine karşı isyan etmek günahtır. İnsanın kendi nefsine ve ailesine ait sorumlulukları hususunda, bütün semâvî kitaplarda hükümler mevcuttur. Hepsinde de ibadet emredilmiş, hepsinde günahlardan sakınma esas tutulmuştur. Bu ibadetlerin şeklinde, vaktinde, miktarında farklılıklar var, ama ibadeti emretmeyen, ahlâkı emretmeyen bir hak din göstermek mümkün değil. Lâkin, sosyal kaideler, hele devlet yönetimine dair hükümler, dinlerin en mükemmeli ve en sonuncusu olan İslâm’da kemâliyle yer almıştır. İnsanın yaratılış gayesi, Kur’an-ı Kerim’de aşağıdaki ayetle ifade edilmiştir: “Ben insanları ve cinleri ancak bana ibadet etsinler diye yarattım.”(Zâriyât, 51/56) Bir de belli şartların tahakkukuna bağlı emir ve yasaklar vardır. Bunlardan biri de ceza hukukuna dair hükümlerdir. Bu hükümler şarta bağlıdır. Bugün Almanya’da, İngiltere’de, Fransa’da yaşayan Müslümanların bu emirleri tatbik güçleri yoktur. Bu nedenle bunlardan sorumlu da değillerdir. Şeriat yani İslam’ın temel hükümleri, ferdin uymak zorunda olduğu İlâhî emirlerdir. Devlet yönetimiyle ilgili hükümler de İlâhîdir, onlara inanmak da her mümine farzdır. Kişi devlet yönetiminde olmamakla bunun sorumluluğundan kurtulamaz. Yönetime seçtiği kimselerin ehl-i İslam olmalarına dikkat etmek zorundadır. Aksi halde, yöneticilerin İslam’a aykırı karar ve uygulamalarından onları seçenler de sorumlu olacaktır. İlâhî hükümleri şu şekilde de iki kısma ayırabiliriz: Bir kısmı sadece Müslümanlara uygulanan hükümler, diğeri ise bir İslâm beldesinde yaşayan herkese tatbik edilen hükümler. İşte bu ikinci kısım, “muamelât” ve “ceza” hükümleri. Bir gayri müslim cizye vererek İslâm beldesinde yaşıyorsa, o beldenin bir vatandaşı olarak bütün muamelat ve ceza hükümlerine muhatap olur. Hırsızlık ederse eli kesilir, birisine zina iftirasında bulunursa cezalandırılır.
İslam Şeriatı Bugün de Geçerli midir? Bu soru günümüzde Müslümanlara yöneltilen en önemli sorulardan biridir. Bazı insanlar, bu asırda İslâmî hükümlerle hükmetmenin mümkün olmadığını iddia etmektedirler. Bu bir yanılgıdır. Çünkü meşhur bir kaide vardır. “Bir şey sabit olursa, levazımıyla sabit olur.” El dendi mi, parmaklar onun lâzımıdır. Eli, parmaksız düşünemezsiniz. Ve böyle bir elden istifade edemezsiniz. Yüz dendi mi, gözü ondan ayıramazsınız. Gözsüz bir yüzün önemli bir yanı eksik demektir. Gözün de akını karasından ayıramazsınız. Parmak elin, göz yüzün, gözbebeği de gözün lâzımıdır. Ondan ayırır ve tek olarak düşünürseniz bir fayda elde edemezsiniz. İslâmî hükümler de öyledir. Bir bütün olarak düşünülmelidir. Ve ancak o zaman, ferdi ve cemiyeti terakki ettirir; huzura, saadete kavuşturur. İslâm’ın temel şartlarının ihmale uğradığı, ferdî ve ailevî hayatın yanlış esaslar üzerine bina edildiği bir cemiyette, sadece muamelât ve ceza hükümlerinin tatbiki fazla bir fayda sağlamaz. Yahut bu hükümlerin, böyle bir cemiyete tatbiki mümkün olmayabilir. Olsa bile, birçok kimse, bunlara, inanmadan ve istemeyerek uymakla nifaka düşer. Müslüman görünür, ama bir İslâm düşmanı olarak yaşar. Şeriatın bir bütün olarak değerlendirilmesi gerektiğine şöyle bir örnek verilebilir: İslâm’da faiz haramdır, yasaktır. Bu yasağı getiren ayet-i kerimeyi “Müminler ancak birbirinin kardeşidirler.” ayetiyle birlikte düşünmek gerekir. O zaman şu hakikat ortaya çıkar: “Bir mü’min, ihtiyaç içinde kıvranan ve kendisinden borç isteyen bir kardeşine borç verirken, şer’î ifadesiyle ona karz-ı hasende bulunurken, bu parayı fazlasıyla geri alma talebinde bulunamaz. Bunun kardeşlikle bağdaşması mümkün değildir.” İslâmî kardeşliğin son derece zayıfladığı, kişinin kendi öz kardeşine oyunlar oynadığı, tuzaklar kurduğu, devlet malının acımasızca yağmalandığı bir cemiyette, İslâm’ın faiz yasağı icra edilemiyorsa, kabahat o bozulan bünyenindir; ilâcın, yahut gıdanın değil. Şeriat Allah'ın koyduğu, inanılmasını ve yaşanmasını emrettiği i'tikadî, içtimaî, iktisadî, hukukî ve ahlâkî kanunların bütünüdür. Yâni şeriat İslâm'dır. Kur'ân'dan ve hadislerden çıkan hayat nizamıdır. Ezelden gelmiş, ebede gidecektir. Şeriat Allah Resulü'nün insanlığa getirdiği rahmet, adalet, merhamet, şefkat, huzur ve saadettir. Dünyayı ve insanı yaratan Allah Teâlâ, her zamanın ihtiyacına cevap verecek genişlik ve zenginlikte değişmez İlahî kanunlar koymuştur. Şeriat Müslümanlar için kurtuluş reçetesidir. Onu ilk tatbik eden Allah Resulü, insanlık tarihine misli olmayan bir asr-ı saadet yaşatmıştır. Râşit halifelerin o güzel idareleri, Hz. Ömer'in (ra) o parlak adalet örnekleri şeriatın eseridir. Emevîler ve Abbasîler şeriatın kanunlarına riayet ettikleri nisbette ayakta durabilmişlerdir. Selçuklular ve Osmanlılar İslam şeriatına uydukları kadar hâkimiyyet sürebilmişlerdir. Osmanlılar, Avrupa'ya yönelip şeriattan ellerini gevşetince koca Osmanlı Devleti temelden sarsılmaya yüz tutmuş ve düşmanların istediği gibi yıkılmıştır. Zira İslâm düşmanları ulu çınarı devirmek için onun kökü ve temeli olan İslâm şeriatından ayırmaya, uzaklaştırmaya, içten ve dıştan asırlarca çalıştılar ve maalesef muvaffak oldular. Bugün de İslam dünyasını çökertmek ve etkisiz hale getirmek için, İslam şeriatı kötülenmekte ve insanların ondan uzaklaşmalarına çalışılmaktadır. Bunlar yapanlar, İslam’ın kendi sömürülerine engel olduğunu düşünen emperyalistlerdir. Kökleri çürümüş ağaç yaşamaz. Temeli yıpratılmış bir bina uzun ömürlü olmaz. Devletler İlâhî bir nizam üzerine oturtulmazsa çabuk yıkılır. Beşerin kanunları da beşer gibi fânidir, ölür. Allah'ın kanunları bâkîdir. Ona dayanan devletler yıkılmaz. Mukadder olan eceli gelinceye kadar yaşar. Bugünkü devletimizin bu kadar yaşayabilmesi de, yine halkımızın ekserisinin dinine bağlı olmaları sayesindedir. Yoksa dinsiz devlet yaşayamaz. Cenâb-ı Hak Kur'ân-ı Kerîm'de ferman ediyor: "Seni din konusunda bir şeriatın üzerinde görevli kıldık. Artık ona uy! Bilmezlerin arzularına uyma! Muhakkak Allah indinde hak din İslâmiyettir, yâni şeriattır." (Maide, 5/48, 49) Şeriatı kötülemekle bütün Müslümanların nefretini kazanan zâlimler müstahak oldukları akıbeti bulacaklardır. Biz onlara da Allah'tan hidayet istiyoruz. Allah nurunu tamamlayacaktır, münkirler istemeseler de! Hâkimiyet Kur'ân'ın olacaktır, kâfirler hoş görmeseler de! (Saf, 61/8)
Bediüzzaman Hazretleri diyor ki: "Şeriat-ı garrâ, kelâm-ı ezelîden geldiğinden ebede gidecektir. Nefs-i emmârenin is-tibdâd-ı rezîlesinden selâmetimiz, İslâmiyet'e istinat iledir. O hablü'l-metine temessük iledir. Ve haklı hürriyetten hakkıyla istifade etmek îmandan istimdad iledir. Zira Sâni-i Âlem'e hakkıyla abd ve hizmetkâr olanın halka ubudiyyete tenezzül etmemesi gerektir. Herkes kendi âleminde bir kumandan olduğundan, âlem-i asgarında cihad-ı ekberle mükelleftir. Ve ahlâk-ı Ahmediyye ile tahalluk ve sün-net-i nebeviyeyi ihya ile muvazzaftır." Bu veciz cümleler şeriatın nereden geldiğini, ümmet-i Muhammed'in zulüm ve zarardan nasıl kurtulacağım Allah'a kul olanların kula kulluk yapamayacaklarını, İslâmiyet'i yaşayarak sünnet-i Ahmediye'yi ihya ile vazifeli olduğumuzu ifade etmektedir. Osmanlı Devleti'nin son zamanlarından beri dillerde dolaşan bir kelime var: Şeriat... Bu kelimenin mânâsını tam olarak bilmeyen bir kısım kimseler onu zararlı bir şeymiş gibi gösteren münafıklara aldanarak Müslüman oldukları halde şeriata karşı tavır alıyorlar. Halbuki din ve şeriat hem mânâ, hem de muhteva bakımından aynıdır. Şeriatı baş kesen, kol kesen bir cellat gibi göstermek din düşmanlarının işidir. Şeriat âlemlere rahmet olarak gelmiştir. Ecdadımız ne güzel ifade etmiş: "Şeriatın kestiği parmak acımaz!" Müslüman ülkelerini idare edenlere de şunu hatırlatmak istiyoruz: İlim asrında yaşıyoruz. Herşeye ilim ve îman gözüyle bakmalısınız. Muvaffak olmak istiyorsanız, Allah'ın kanunları olan İslâm şeriatına uygun hareket ediniz. Yoksa hiçbir hayırlı işte muvaffak olamazsınız! Çalışmalarınız, emekleriniz boşa gider. Millete ve memlekete bilmeyerek zarar vermiş olursunuz!
Şeriatın Önemi Ekonomi, hukuk, inanç, ibadet, ahlak ve toplumsal hayatla ilgili, Kur’an ve hadislerle belirlenmiş olan hayat düzenine şeriat denir. Allah’ın koyduğu, inanılması ve yaşanmasını emrettiği kanunların bütünüdür. İnsan kendisini en iyi tanıyan, onun her türlü ihtiyacını, zaaflarını, isteklerini bilen, ona en yakın olan Allah’ın koyduğu şeriat kurallarına uymakla, şahsi ve toplumsal hayatını düzene koymuş olur (Kaf, 50/16,17). İslam inancına göre kâinatın tamamını; atomdan güneşe galaksilere kadar her şeyi Allah yaratmıştır (Bakara, 2/29). İnsan dışında yaratılan her canlı yaratılış gayesine uygun olarak belli bir düzende hareket eder. Güneş doğmayı, rüzgâr esmeyi reddetmez. İnsan ise Allah’ı tanımak, onu sevmek ve kulluk etmek için yaratılmıştır (Zariyat, 51/56). Bununla beraber irade sahibi bir varlıktır. İradesini kullanarak, yaratılış amacının gereğini yerine getiren insan, Allah’ın emir ve yasaklarına uygun hareket ederse, hem toplum huzuru sağlanmış hem de Allah’ın rızasını kazanmış olur. İnsanlık tarihinde pek çok peygamber gelmiş ve temelde aynı inanç esaslarını ümmetlerine öğütlemişlerdir. Helaller-haramlar, emirler-yasaklar gibi temel prensiplerde bu inanç esasları şeriat hükümleri ile aynıdır. Kur’an da geçmiş ümmetlerin şeriatlarından da bahsedilir (Maide, 5/46-48), (Ali İmran, 3/50). Bununla beraber İslam’ın son din olarak gelmesiyle şeriat kuralları İslam’daki haliyle olgunluk kazanmış ve diğer dinlerin hükümleri geçerliliğini kaybetmiştir (Enam, 6/145,146). Allah’ın hoşuna gitmeyecek, toplum huzurunu bozacak ve diğer insanların hakkını ihlal edecek davranışlar sergilemeyi tercih eden insan, İslam’a göre başıboş ve yaptırımsız bırakılamaz. Bu düzeni ve adaleti sağlayacak olan da şeriattır. Şeriatta hüküm koyucu Allah’tır. Başka herhangi bir kimsenin haram ve helalleri değiştirme, kural koyma hakkı ve yetkisi bulunmamaktadır. Peygamberler de ancak Allah’tan öğrendikleri hükümleri bildirirler (Necm, 53/3,4). Günümüzde şeriat; basına yansıyan ve zihinlerde canlanan haliyle sadece cezai işlemler ve yaptırımlardan ibaretmiş gibi bir yanılgıya uğratılmıştır, oysa bu sadece şeriatı ceza hukukuna indirgeyen bir yaklaşımdır. Esasen şeriat; adalet, merhamet, iyiliği yayma, barış, güzel ahlak inşası, takva, haksızlık ve kötülüklerle mücadele, ibadetleri en güzel şekilde yerine getirme prensipleri gibi toplum düzenini oluşturan bir sistemdir. Bu düzen yerine getirilmediğinde cezai işlemler uygulanması da şeriat kapsamındadır ve bununla ancak adaletin sağlanması hedeflenmiştir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com
|
Şeriat Nedir? |
Yayınlama Tarihi: 08.08.2024 |