Mezhep kelimesi Arapça gitmek anlamındaki “Zehâb” kelimesinden türetilmiştir ve “gidilecek yer ve yol” anlamına gelmektedir. Mezhep kelimesinin İslam dini açısından anlamı, dini inanç esaslarını, ibadetler ve sosyal ilişkiler ile ilgili dini hükümlerin dayandığı delillerin tespit edilmesi ve bunlardan şer'î hükümler çıkarıp yorum yapılması ile ilgili görüşlerin sistemidir. Farz, haram, sünnet, mekruh ve mübah olmaları yönünden mükelleflerin fiillerine dair olan ilahi hükümlerin bilinmesine fıkıh denir. Allah'a muhatap olan bir kimsenin fiili mutlaka farz, haram, sünnet, mekruh veya mübah hükümlerinden birisidir. Fıkıh, bu hükümlerin kitaptan, sünnetten ve Şar’i tarafından tespit edilen delilerden çıkarılmasını temin eden ilim dalıdır. Fıkhî bir mezhep, bir müçtehide ait görüşler ve delillerinin toplamıdır. Bununla beraber bir fıkhî mezhebinin oluşması ve yaşaması için toplumda bir taban ve desteğinin bulunması zorunludur. İslam'ın inanç esasları, ibadetler ve sosyal hayatla ilgili kuralları vahiy ile ortaya konulmuştur. Bu kurallar Peygamberin sözlü ve fiili sünneti ile hayata geçirilmiştir. Bununla beraber bu kuralların farklı anlayıştaki çevrelerce farklı yorumlanması mezhep gerçeğini meydana gelmesine neden olmuştur. İslam'ın bir ilahi yönü, bir de insanların anladığı ve uyguladığı yönü vardır. Mezhep olgusu bunlardan ikincisine tekabül eder. Dolayısıyla mezhep anlayışı İslam'a iman eden bir zümrenin bütün düşünce ve uygulama tarzları, örf, adet ve geleneklerinin bir bütününü ifade eder. İlk İslam alimleri olan Selef uleması şer'î hükümleri kitap, sünnet, icma ve kıyas gibi delillerden birbirinden farklı bir şekilde çıkarmıştır. Aralarında böyle bir farklılaşmanın olması kaçınılmazdı. Çünkü deliller genellikle nasslardan meydana geliyordu. Nassların lafızları ise Arapça idi. Bu nassların ifadesindeki lâfızların ve kelimelerin birçok farklı manaları olmaları, değişik şer'î hükümlerin ifade edilmelerine imkan vermekteydi. Ayrıca, sünnetin tarihleri ve hadislerin senetleri muhtelifti. Bunların ifade ettikleri hükümlerde tearuz (karşıtlık) bulunduğundan, hadisleri kabul etmek bir tercih yapmayı gerektirmiştir. Tercih yapılması da bir ihtilaf konusudur. Nasslar dışında kalan, icma, kıyas, istihsan (güzel bulma), örf ve adet gibi deliller de ayrıca birer ihtilaf konusu olmuştur. Yeni hadiselerin fasılasız olarak devamlı ortaya çıkması sonucunda, nasslar hadiseleri yorumlamakta yetersiz kalmıştır. Nasslarda hükümlerin açık olarak ifade edilmemiş olan hukuki hadiseler için kıyas yapılmış, böylece hükmü nassla sabit olan hadiseler delil olarak kullanılmıştır. Bu yapılırken de ihtilaflar ortaya çıkmıştır. Bütün bunlar kaçınılmazdır. Bu nedenle selef ve müçtehid imamlar arasında farklılaşmalar ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşmaların ana nedenlerini aşağıdaki gibi sıralayabiliriz: 1) Kuran’daki müteşabih ve muhkem ayetleriyle ile ilgili ihtilaflar, 2) Sünnetle ilgili hadislerin gerek lafzı dolayısıyla mana bakımından ve gerekse bazı sahabenin hadislere ulaşmalarının farklı şartlarda olması nedeniyle ihtilaflar, 3) Sahabe kavli ve fetvasının mutlak delil olup olmaması hususundaki ihtilaflar, 4) Bazı hükümlerin illeti (sebebi) nasslarla bildirildiği halde, bazı hükümlerin illetinin nasslarla açıklanmamasının getirdiği ihtilaflar, 5) Bazı fer’i delillerin, İstihsan, Mesalih-i Mürsele gibi, hüccet (delil) sayılıp sayılamaması hakkındaki ihtilaflar, 6) Örf ve âdet ile ilgili ihtilaflar, 7) Delillerin teâruzu (karşıtlığı) ile ilgili ihtilaflar. İlk fikri hareketlerin ortaya çıktığı ve fırkaların oluştuğu dönemde, İslam toplumu genellikle inanç, ibadet ve sosyal hayat konularında beraberlik içindeydi. Bu ana yapıya mensup olan alimler, ortaya çıkan muhalif fıkralara karşı tavır almak ve onları eleştirmek ihtiyacı duydular. Hicri 2. ve 3 yüzyıllarda Hasan-ı Basri, Ebû Hanîfe, Mâlik, Şâfiî, Ahmet bin Hanbel gibi alimler bu çerçevede önemli beyanlarda bulunmuşlar ve eleştirileri ile ilgili eserler telif etmişlerdir. Hz. Peygamber (sav)‘in sağlığında, dini hayat ve hukuki ilişkilere dair meselelerin çözümü, vahyin kontrolü altında, içtihada başvurulmadan hal ediliyordu. O’nun vefatı ile bu imkan ortadan kalktığından, içtihada gerek duyulmaya başlamıştır. Hz. Peygamberin ölümünden sonra değişik toplumlara dağılan ilim sahibi sahabeler, buralarda Müslümanları eğitirken ilim merkezleri oluşturmuşlardır. Bu ilim merkezlerinde sahih (doğru) olduğuna güvenilen sünnet bilgileri ve benimsenen içtihat yöntemleri kullanılarak, kaza ve fetva alanında birçok farklı görüşler ortaya çıkmıştır. Bu farklılaşmanın en belirgin ihtilafları h. 1. ve 2. yy da Irak (Kûfe) ve Hicaz (Medine) alimleri arasında ortaya çıkmıştır. Bu bölgelerde hadis ve rey’e dayanma yöntemleri arasında farklılıklar oluştu. Kûfe'de en önemli ilim halkasına sahip olan Ebû Hanîfe, burada sahabe neslinden itibaren oluşan fıkhî düşünce tarzını esas almıştır. Medine imamı olarak tanınan Mâlik bin Enes de bu şehirde teşekkül eden fıkhî birikimi kendisine esas almıştır. H. 2. yüzyıl ortalarından itibaren fıkhî kavramlar ve meseleler hakkında kapsamlı çalışmalar yapılmıştır. Bu çalışmaları yapanların en önemlileri Ebû Hanîfe, Mâlik bin Enes, Muhammed bin İdris eş Şâfiî ve Ahmed bin Hanbel dir. Bu imamlar kendi görüş ve çalışmalarını düzenli olarak takip eden ders halkalarına sahip kimselerdi. Bunların bu ilim halkalarında yetişen talebeleri hocalarının görüşlerini kayda geçirmiş ve onların o dönemde oluşmaya başlayan fıkıh usulündeki dili yeniden ifade etmişler ve yeni fıkhî konuları da bu gelişmelerin ışığı altında yorumlamışlardır. Fıkıh iki kısma ayrılır: Ehl-i Rey ve Ehl-i Hadis usulü. Ehl-i Rey olanlar Iraklılardır. Onlar şer'î hükümleri şer’î delillerden elde ederken, rey, nazar ve kıyası yöntem olarak kullanmışlardır. Rey lügatta “görmek, düşünerek varılan netice” mânâsına gelir. Kaynağı itibariyle Rey iki kısımdır: 1) Kaynağı Kuran ve Sünnet olan Rey; bu muteberdir. Buna göre Kuran ve Sünnet’te yeni bir hadisenin açık hükmü bulunmazsa, o hadise hakkında dinin ruhundan hareket ederek varılan hüküm ve görüş geçerlidir. 2) Kaynağı sırf akıl ve hevadan alınan Rey; bu makbul değildir. Bu tür Rey’i hiçbir fıkıh alimi kullanmamış ve caiz de görmemiştir. Ehl-i hadis olanlar ise Hicaz’lılardır. Onlar da dini hükümleri çıkarmak için nakli ve rivayeti temel almışlardır. Ehl-i Rey'in imamı Ebû Hanîfe dir. Bununla beraber Hanefî mezhebinin fırkasına Ehl-i Rey ve Ehl-i Kıyas denilmesi soyut bir ifadedir. Çünkü Hanefî hukukunda hadisler, diğer mezhep fakihlerinden daha çok delil olarak kullanılmıştır. Ebû Hanîfe ve talebeleri güçlü bir fıkıh ekolü oluşturmuşlar ve birçok talebe yetiştirmişlerdir. Hicazlıların imamı ise Mâlik bin Enes ve ondan sonra Şâfiî’dir. Şâfiî Irakta Ebû Hanîfe'nin talebelerinden ders görmüştür. Böylece Hicazlıların fıkıh usulü ile Irak ulemasının fıkıh usulünü birleştirerek yeni bir mezhep meydana getirmiştir. Şâfiî mezhebi birçok noktada Mâlikî mezhebine muhalif olmuştur. Mâlik ve Şâfiî’den sonra büyük bir hadis alimi olan Ahmet bin Hanbel ortaya çıkmıştır. O’nun talebeleri de Ebû Hanîfe'nin talebelerinden ders almışlardır. Böylece yeni bir mezhep ortaya çıkmıştır. İslam şehirlerinde ve ilim merkezlerinde dikkate alınan mezhepler bu dört mezhep olup, daha da yeni güçlü mezhepler ortaya çıkmamıştır. Bu dört mezhebin dışında insanların taklit ettikleri ulemanın mezhepleri ortadan silinip kaybolmuştur. Böylece fıkıhta ihtilaf kapısı kapanmıştır. Bütün hukuki meseleler bu dört fıkıh mezhebi esasları ile çözüme kavuşturulmuştur. Bunun sonunda halk bu dört imamdan birini taklit edip uymaya yönlendirilmiştir.
Mezheplerin Önemi Bilindiği gibi İslam dininin esasına ait olan meselelerde yani itikadi konularda ihtilaf edilmesi caiz değildir. Ancak fer’i meselelerde ihtilafta bulunulmasına müsaade edilmiştir. Bu da bir hikmet gereğidir. Bu sebeple bazı meselelerde istişareye ve içtihada müsaade edilmiştir. Hz. Peygamber (sav) bir hadisinde “Ümmetimin ihtilafı düşmesi, kolaylığa vesile olacağı için geniş bir rahmettir.” Buyurmuştur. Nitekim Hz. Peygamber, sahabe ve tabiîn devirlerinde bile istişareler yapılmış, çeşitli ihtilaflar ortaya çıkmış ve çeşitli içtihatlarda bulunulmuştur. Allah Teâlâ, her olay hakkında kat’i bir nass göndermemiştir. Tali derecelerdeki meselelerin çözümünü müçtehitlerin reylerine bırakmıştır. Böylece Allah Teâlâ, kullarının fikren yükselmelerini, aklî muhakemelerinin gelişmesini temin etmiştir. Fıkhın teferruatına ait meselelerde zaman ve mekana göre bazı değişikliklerin olması toplumsal hayatın bir gereğidir. Bu nedenle toplumda şartlar ve ihtiyaçlar değiştikçe içtihadî hükümlerin de değişeceği kabul edilir. Bu durumda müçtehitlerin yüzyılın ihtiyaçlarına en uygun olan görüşleri ile amel edilir ve böylece insanlar sıkıntıdan kurtarılmış olurlar. İslam dininde bireyin ve toplumun dini, hukuki, İktisadi ve sosyal problemlerini çözmek faziletli ve şerefli bir iştir. Bu problemler ancak ilminde yüksek bir seviye elde etmiş müçtehitlerce çözümlenebilir. Müçtehitler ise aynı konuda değişik içtihatlarda bulunabilirler. Ancak bütün bunlar İslam’ın temel nasslarına aykırı olmamalıdır. İslam hukuku kıyamete kadar toplumda meydana gelecek olaylara cevap verecek kudrettedir. O, kudret kaynağını Kuran ve Sünnet’ten almaktadır. Bunların yanında icma ve kıyas yoluyla da içtihat etme hususu vardır ki bu yöntemlerle her meseleye çözüm bulmak mümkün olur.
Hanefî Mezhebi Hanefî mezhebi Ebû Hanîfe'ye nispet edilmiştir. Ancak bu mezhepte Ebû Yusuf ikinci imam, İmam Muhammed üçüncü imam olarak kabul edilmiştir. Ebû Hanîfe (h.80-150) nin adı Numan’dır. Horasandan gelen bir aileye mensuptur. Kûfe'de doğup büyümüştür. Küçük yaşta hafız olmuş, birçok İslam aliminden ders almıştır. 28 yıl hocası Hammâd’ın yanında ilim tahsil etmiştir. Hocası ölünce onun yerine geçmiştir. Ebû Hanîfe, Emeviler ve Abbasiler zamanında kendisine yapılan kadılık teklifini kabul etmemiştir. Ebû Hanîfe, Kuran'ın herhangi bir nassından hüküm çıkarırken bu nassın maksad, gaye ve illetini bulma ve bilme cihetine gidiyordu. Hadislerin sahih ve zayıf oluşları hakkında kendisine has yöntemleri vardı. Bu bakımdan bir hadis uzmanı idi. Ebû Hanîfe, fıkıhtaki içtihadî usulünü şöyle anlatıyor: “Ben Allah'ın kitabı ile hüküm ve fetva veriyorum. Kitapta bulamazsam, Resulallah’ın Sünnet’ine sarılıyorum. Allah'ın kitabında ve Peygamberin Sünnet’inde bir hüküm bulamadığım zaman Sahabenin sözlerine bakıyorum. Yalnız Sahabilerden istediğim kimselerin fetvasını alıyorum, istemediğim kimselerinkini almıyorum.” Buna göre Ebû Hanîfe’nin içtihatta kullandığı kaynaklar şunlardır: Kuran, Sünnet, İcma, Kıyas, İstihsan, Örf ve Âdet. Ebû Hanîfe ölünceye kadar birçok talebe yetiştirmiştir. En önemli öğrencileri Ebû Yusuf ve İmam Muhammed'dir. Bu talebeler onun görüşlerini kitap haline getirmişler ve yayınlamışlardır. Bunlardan İmam Muhammed, Hanefî fıkhının muazzam eserler halinde yazılmasında en çok payı olan büyük bir hukukçudur. Onun tedvin ve tasnif ettiği eserler karşısında hayranlık gösterirken “ne muazzam mesai!” demek sönük ve yetersiz kalır. H. 2. yüzyılda fakihler arasında en çok eseri olan İmam Muhammed'dir. İmam Muhammed’in tedvin ettiği bu eserler Hz. Peygamber (sav) devrinden kendi zamanına kadar geçen devredeki hukuk kültürünü ihtiva etmesi, o zamana ait hukuk malzemelerinin bize kadar gelmesini sağlaması bakımından büyük önem taşır. Bu eserler Hanefî mezhebinin temel kaynakları olmuştur. Bu eserlerden diğer mezheplerin fakihleri de faydalanmışlardır. Hanefî mezhebinin uygulandığı bölgeler Irak, Türkiye, Türkistan, Horasan, Maveraünnehir, Kafkasya, Balkanlar, Suriye ve Mısır’dır. Hanefî mezhebi bütün Müslümanların %90’ı tarafından uygulanmaktadır.
Mâliki Mezhebi Mâliki mezhebinin imamı Mâlik bin Enes (h.93-179) tir. Mâlik Medine'de doğdu. Ehl-i hadis taraftarı bir imamdır. Küçük yaşta hafız olmuş, birçok Sahabe'den ders görmüştür. İmam Mâlik herhangi bir meselenin hükmünü çıkarırken Kuran, Sünnet ve icma’ya bakardı. Medinelilerin ameline büyük bir önem verirdi. Sahabilerin fetvaları ile amel edilmesini vacip olarak telakki ederdi. Bazen kıyas delillerine de müracaat ederdi. Onun başvurduğu delilleri şöyle sıralayabiliriz: Kitap, Sünnet, İcma, Kıyas, Amel-i Ehli’l- Medine, Sahabi kavlî, İstihsan, Mesalih-i Mürsel, Örf ve Âdet. Mâlik bin Enes büyük bir müfessir ve müçtehittir. Hadis alimi olarak da şöhret yapan İmam Mâlik, Muvatta adlı eseri ile 1000 kadar sahih hadisin muhafazasını sağlamıştır. İmam Mâlik, Muvatta’ da Resulullah'a muttasıl veya mürsel senetle ulaşan hadisleri, Sahabe kavillerini, tabiîlerin görüşlerini toplamıştır. Ayrıca kendisinin görüş ve fetvalarını da ilave etmiştir. Kırk yılda hazırladığı bu eser, fıkıh bablarına göre tertip edilmiştir. öğrencileri Muvatta’yı kendisinden dinlemiş ve rivayet etmişlerdir. Harun er- Reşid, herkesin bu esere bağlı kalmasını yasallaştırmak istemişse de İmam Mâlik, ilmi zihniyetine uymadığı için, halifenin isteğine olumlu cevap vermemiştir. Mâlik bin Enes Medine’den hiç ayrılmamıştır. Onun ders halkasına dışarıdan öğrenciler gelmiştir. İmam Muhammed ve İmam Şafiî bunlar arasındadır. Mâliki mezhebi Mısır, Tunus, Cezayir, Fas ve Sudan’da yaygındır.
Şafiî Mezhebi Şâfiî mezhebi imamı İmam eş-Şâfiî (h. 150-204) dir. İmam Şâfiî Şam'ın Gazze kasabasında dünyaya gelmiştir. Küçükken hafız olmuştur. Birçok yerlerden dersler almıştır. İmam Mâlik, İmam Muhammed ve başka imamlardan fıkıh tahsil etmiş ve böylece hem rey, hem de hadis taraftarlarının ilmini kendinde birleştirmiştir. Böylece iki ekol arasında köprü vazifesi görmüştür. İçtihadında kullandığı deliller şunlardır: Kuran, Sünnet, İcma, Sahabe kavilleri, Kıyas, Örf ve Âdet. İmam Şâfiî hadis taraftarıdır ve fıkıh usulüne dair ilk eser yazan bir hukukçudur. Bu kitabının ismi er-Risale’dir. Ayrıca Bağdat'ta el-Hücce kitabını yazarak, fıkhî görüşlerini onda toplamıştır. Mısır'da el-Ümm kitabını yazarak yeni kavilleri bu kitapta toplamıştır. İmam Şâfiî de birçok talebe yetiştirmiştir. Talebeleri Şâfiî fıkhını eserlerinde toplamışlardır. Şâfiî mezhebi Mısır, Irak, Türkiye, İran ve Türkistan’da yayılmıştır.
Hanbeli Mezhebi Hanbeli mezhebinin imamı İmam Ahmed bin Hanbel Bağdat'ta doğmuştur. Ahmet bin Hanbel ehl-i hadis taraftarı olan bir fakih ve muhaddistir. Küçük yaşta hafız olmuştur. İmam Muhammed ve İmam Şâfiî den fıkıh okumuştur. Hadis toplamak için bütün İslam ülkelerini dolaşmıştır. San’a şehrinde bulunan meşhur muhaddis Abdurrezzak bin Hemmâm’dan hadis dersleri almış ve onları rivayet etmiştir. Mutezile etkisinde kalan Memûn’un ortaya attığı, Mu’tasımın devam ettirdiği “Kuran mahluktur” görüşünü kabul etmeyen Ahmet bin Hanbel, bu nedenle büyük eza ve cefa görmüş ve hapishanelerde senelerce işkenceye maruz kalmıştır. Ahmet bin Hanbel hüküm ileri sürerken, Kuran ve Sünnet’e bakıyordu. Buralarda hüküm bulamadığı meseleler için İcma ve Sahabenin sözlerine müracaat ediyordu. Bu arada kıyası da kullanıyordu. Tabiîlerin fetvaları onun için bir hüküm kaynağı idi. Meydana gelmemiş olaylar hakkında bir hükümde bulunmadı ve böyle sorulara cevap vermedi. Ahmet bin Hanbel. Müsned adlı hadis kitabında kırk binden fazla hadis topladı. Kendi mezhebinin fıkhî görüşlerini tedvin etmedi. Onun öğrencileri mezhebin görüşlerini kitaplarında toplamışlardır. Öğrencileri arasında en meşhur olanlardan bazıları Ahmet bin Muhammed El-Esrem (ö.273), Ahmet bin Muhammed el-Haccâc (ö. 275) dir. Hanbeli mezhebi çok taraftarı olmayan bir mezheptir. Bugün sadece Suudi Arabistan’da oldukça kuvvetlidir.
Yaşamayan Mezhepler Ehl-i sünnet olup devam etmeyen mezhepler de vardır. Bunların başlıcaları şunlardır: Evzâi Mezhebi: Ehl-i hadis taraftarı olan Abdurrahman bin Muhammed el – Evzâi taraftan kurulmuştur. El-Ezvâi müstakil bir müçtehit idi. Kitap ve Sünnet’e sıkı bağlıydı. Rey’e iltifat etmemiştir. Bu mezhep bir süre Endülüs ve Şam'da uygulandı. Sevrî Mezhebi: Kurucusu Süfyan es – Sevrî (h. 97-161) dir. Kûfe'de doğmuştur. Ehl-i hadis taraftarı bir fakih ve muhaddistir. El-Câmiu’l Kebir, el-Ferâiz ve Risale adlı eserleri vardır. Bu mezhep Horasan'da hicri 600 yılına kadar yaşamıştır. Zahiri Mezhebi: Kurucusu Davut ez-Zahirî (h.202-270) dir. Kûfe'de doğmuştur. Kitap ve Sünnet’e zahiren sarılmıştır. Kitap, Sünnet ve İcma delillerini kabul etmiş, kıyas ve rey’i şiddetle ret etmiştir. Ancak kaza konularında aciz kalınca delil adı altında kıyas delilini kullanmıştır. Taberî Mezhebi: İbni Cerîr et- Taberî (h.224-310) tarafından kurulmuştur. Taberistanlı olup herhangi bir mezhebi taklid etmedi. Müstakil bir müçtehid olarak hareket ederek fıkıh, tefsir ve tarihi ile ilgili kitaplar yazdı. En meşhurları Câmiü’ l Beyân, An te’vili âyi’l-Kuran, Tarîhü’l-Ümem ve’l-Mülûk, İhtilâfi’l – fukahâ.
Sünnî Olmayan Mezhepler Fıkıh mezhepleri mensuplarının itikadi mezheplerine göre Ehl-i Sünnet ve’l Cemaat ve Ehl-i Bid’at ve’d- Dalâlet olarak iki kısma ayrılır. Bunlara kısaca Sünnî olan ve Sünnî olmayan mezhepler diyebiliriz.
Hariciye Mezhebi: Havâric Havâric (harice çıkan) fırkası Tabiîn devrinde ortaya çıkmıştır. Bu devirde Halife Hz. Osman'a karşı ayaklananlar havariç fırkası'nı oluşturdular. Onlar halifenin idarecilerinin yetersizliğini ve bazı tasarruflarının yetersizliğini iddia ederek önce isyan etmeyi sonra da onu öldürmeyi mübah saydılar. Bu grup Hz. Osman'ın şehit edilmesinden sonra Hz. Ali'ye biat etti. Ancak Hz. Ali ile Hz. Muaviye arasındaki Sıffın savaşından sonra Hz. Ali'den ayrılarak kendi gruplarını oluşturdular. Bunlara Hariciler dendi. Haricilerle Hz. Ali arasında büyük savaşlar oldu ve binlerce insanın ölümüne yol açtı. Haricilerin fedailerinden ibni Mülcem Hz. Ali’yi şehid etti. Bu şekilde hevâriç denilen ve birtakım sapık görüşleri olan bir fırka ortaya çıktı. Bugün havaric’ten İbâdiye kolu yaşamaktadır. İbâdiler, Omân, Ceziretü’l arap, Cezair ve Zengibarda yaşamaktadırlar. Bu fırka, hilafet hakkında Ebubekir ve Ömer'in halifeliğini kabul ederler, bazıları Hz. Osman, Hz. Ali ve Hz. Muaviye’den nefret ederler. Bunlara göre hilafet bir kabileye, yani Kureyş kabilesine mahsus değildir. Müslümanların seçtiği halifeye biat etmek vaciptir. Haktan ayrılan halifeyi Müslümanların azletmesi gerekir. Bunlara göre büyük günah işleyen kimse kafir olur. Bunlar Kuran ve Sünnet’i hüccet olarak kabul ederler. Mezheplerine muhalif olan ehl-i kıbleyi mümin saymazlar. Onlara göre yalan ve gıybet abdesti bozar. Bazılarına göre amel imandan bir cüzdür. Karısı ile onun teyzesi ve halasını bir nikah altında bulundurulabilir. Bunlara göre varise vasiyet caizdir.
Şia Mezhebi Hz. Ali'nin taraftarı olan fırkaya Şia denir. Bunlar hilafetin Hz. Ali ve onun sülalesine ait olduğunu iddia ederler. Bu fırka nassları kendi arzularına göre tefsir etmiş ve bazı hadisler uydurmuşlardır. Şia'nın en meşhur kolları İmamiyye ve Zeydiyye’dir. İmamiyye Mezhebi: Buna göre hilafet Hz. Ali ve Hz. Fatıma'nın soyundan gelenlere mahsustur. Bu mezhepte 12 imam meşhurdur. Bunların inanışlarına göre son imam esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolmuştur ve Mehdi ünvanı ile tekrar yeryüzüne inecektir. Bu mezhebe bağlı olanlar İran, Irak, Pakistan, Suriye ve Afganistan'da yaşamaktadırlar. Bunlar İmamet meselesine çok önem verdiklerinden dolayı İmamiyye, İmam Cafer’e bağlı olduklarından dolayı Caferiyye denir. İmamiyye mezhebi kitap ve sünneti delil olarak kabul eder, ancak imamlarının tefsiri onlar için geçerlidir. Başkaların tefsirlerini itibar etmezler. Kendi imamları kanalıyla gelen hadislerle amel ederler. Ekserisi icma ve kıyas kabul etmezler. Onlara göre imam masumdur. Bunların Ehl-i Sünnet’e uygun olmayan görüşlerinden bazıları şunlardır: Muta nikahı caiz görürler. İmamiyye mezhebine göre Müslüman olan bir kişi Yahudi ve Hristiyan kadınlarla evlenemez. Kadınlar sadece menkul mallara mirasçı olabilir. Bunlara göre talakın (boşanmanın) da nikah da olduğu gibi iki şahit huzurunda olması gerekir. Zeydiyye Mezhebi: Bu mezhep Zeyd b. Ali’ye nispet edilir. Bu mezhep mutedildir. Bazı yönlerden Ehl-i Sünnet’e yakındır. Hz. Ebubekir ve Hz. Ömer'in hilafetini kabul ederler. Ancak hilafeti Hz. Ali’ye daha layık görürler. Bunlar Kuran ve Sünnet’i hüccet olarak kabul ederler. Ancak imamları Zeyd ve onun dedelerinden rivayet edilen hadisler onlar için geçerlidir. Kıyas ve içtihadı kabul ederler. Ehl-i Beyt’in icmasından başka icma kabul etmezler. Zeyd b. Ali (ö.122) Mecmû adlı bir fıkıh kitabı yazmıştır. Bu mezhep Yemen'de yaygındır. Fıkhî görüşleri Hanefî ilkelerine yakındır. Onlara göre muta nikahı caiz değildir. Hilafet ırsî değildir, seçimle olmalıdır. Gayr-i Müslim’in kestiğini haram sayarlar. Müslüman bir erkek ehl-i kitap bir kadınla ile evlenemez. Mesh üzerine mesh caiz değildir. İmamiyye ve Zeydiyye mezheplerinin nispet edildikleri imamlar, Hz. Cafer ve Hz. Zeyd Hz. Ali’nin torunlarıdır. Bu kişiler aslında iman ve itikadlarında dedeleri olan Hz. Ali’nin yolundadırlar. Ancak zamanlarındaki bazı siyasi mücadeleye muhalif olmuşlardır. Bu onların Ehl-i Sünnet olmadıklarını göstermez. Ebû Hanîfe bu iki imamdan da ders okumuştur. Ancak daha sonraları bu fırkalara sızan bazı fitneler onların bazı görüşlerinin Ehl-i Sünnet çizgisinin dışına çıkmasına neden olmuştur. O devirde yaygın olarak İslam düşmanlarının dinde fitne çıkarmak için çalıştıkları bilinen bir gerçektir. Ravendî adlı İslam aliminin parayla satın alınarak nasıl İslam aleyhine konuşturulduğu tarih kitaplarında anlatılmaktadır. Bu nedenle bugünkü Şia mezhebini bu perspektifte anlamak gerekir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|
İslam’da Fıkhî Mezhepler |
Yayınlama Tarihi: 29.06.2019 |