Tevhid İslam düşüncesinin dayandığı ilk temel esastır. Tevhid tek ilahın Allah olduğunu, O’dan başka bir ilahın olmadığını kabul ve ifade etmektir. Kelime-i Tevhid olan “Lâ ilâhe illâllah” (Allah’ta başka ilah yoktur) kelimesi bunu açıkça ifade eder. Bununla ilgili hüküm Bakara suresi 163. ayette ifade edilmektedir: “Sizin ilahınız bir tek ilahtır. O’dan başka hiçbir ilah yoktur. O’dur Rahman, Rahim.” Tevhid akidesi, Allah indinden gelen her dinde karşılaştığımız en açık hususlardan birisidir. Çünkü tarih boyunca gelen semavi dinlerin hepsi İslam esasına dayanmaktadır. İslam, tek başına Allah’ın dinine teslim olmak ve hayat olaylarında sadece Allah’ın şeriatına uymak ve her türlü işte Allah’ın emir ve yasaklarını kabul ederek, O’nun şeriatına uyarak Allah’a kulluk etmektir. Bununla beraber diğer dinler zamanla tahrif edilerek tevhid akidesinden saptırılmıştır. Allah’ın lütfu ve koruması ile Hz. Muhammed’in (sav) getirdiği İslam dini bozulmamış ve tevhid inancı, bugün için geçerli yegane ilahi din olan İslam’da temel hususiyetlerden biri olarak devam etmektedir. Bu bakımdan, İslam düşüncesi halis tevhid inancı ile yeryüzünde mevcut bulunan diğer itikadî ve felsefî düşünce sistemlerinden ayrılır. Gerçekten tevhid esasına dayalı bulunan İslam düşüncesi insan ruhunda ve gönlünde öyle tesirler icra eder ki, başka bir düşünce sisteminin bunu temin etmesi imkansızdır. İslam düşüncesi insanın ruhunda, gönlünde ve hayatında bir kontrol oluşturur ve bunun sayesinde değerler kıymetini yitirmez ve yaşamda sarsıntılar ve depresyonlar yaşanmaz. Allah Teâlâ’nın ahad (tek) oluşu, varlığın tek birliğidir. Alemde O’nun hakikatinden başka hakikat, O’nun varlığından başka gerçek varlık yoktur. Diğer bütün varlıklar o gerçek varlıktan alır varlığını, O zatın hakikatinden alır hakikatini. Binaenaleyh bu birlik aktif bir birliktir. O’nun dışında yapıcı ve yaratıcı hiçbir şey yoktur alemde. Müslümanın düşünce sisteminde tevhid akidesi (inancı) kainatın her safhasına yayılmıştır. Kainatta yegane faal güç Allah’ın birliğinde ortaya çıkan güçtür. Müslümanın hayatında tek başına hakim olacağı güç, Allah’ın birliğine dayalı güçtür. Tevhid inancı insanın dünya ve ahiret ile alakalı, bütün yönlerini düzenleyen bir unsurdur. Varlıklar dünyasında her tarafa yayılan ve geçerliliğini vurgulayan tevhid akidesinin dışında en küçük bir tanecik bile oynayamaz. Alemde tek gerçek varlık Allah Teâlâ’nın Zatıdır. Diğerleri O’nun varlığının gölgeleridir. Bunlar Allah’ın kul olarak yarattığı şeylerdir. Allah ile kullar arasında ilgi, yaratanın yaratılmışlar ile olan ilgidir. Kur’an’da muhtelif ayetlerde, Allah’ın insanlara gönderdiği peygamberlerin, onları tek ilaha ibadet etmelerine davet ettikleri ifade edilmektedir: “Ant olsun ki Nûh’u elçi olarak kavmine gönderdik de dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin sizin O’dan başka bir ilahınız yoktur. Doğrusu ben üzerinize gelecek büyük bir günün azabından korkuyorum.” (A’raf, 7/59) “Semûd kavmine de kardeşleri Salih’i gönderdik: “Ey kavmim dedi. Allah’a kulluk edin, sizin O’dan başka bir ilahiniz yoktur…” (A’raf, 7/73) “Medyene de kardeşleri Şuayb’i gönderdik: “Ey kavmim, dedi. Allah’a kulluk edin, sizin O’dan başka ilahınız yoktur. …” (A’raf, 7/85) “Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahyetmiş olmayalım: “Gerçek şu ki benden başka ilah yoktur. Onun için bana ibadet edin.” (Enbiya, 21/25) Ne var ki, bütün peygamberlerin getirmiş oldukları bu tevhid akidesi zamanla tahrifata uğramış ve muhtelif inanç formlarından bazı eklemeler karışmıştır. Gerek semavi dinlerden, gerekse putperest dinlerden eskiden kalma mitolojik hususiyetler bu dinlere karışarak onların aslî yapılarını değiştirmişlerdir.
Tevhid’in Tasavvufî Anlamı Tevhid, insanın nefsinde onu var eden Allah’ın birliği ve ilahlığında ortağı bulunmadığı hususunda bir bilginin gerçekleşmesi için yapılan bir gayrettir. Her şeyde Allah’a ait bir ayet vardır. Bu ayet O’nun bir olduğunu gösterir. Mutlak birlik bir tenzih niteliğidir. Bir’i birlediğini düşünüp bununla birliğe ilave bir şeyi ekleyerek onu bir yaptığını zanneden kişi, doğru düşünmemiştir. Bir, birlenmez. Çünkü o birlenmeyi kabul etmez. Kabul etseydi iki olurdu. Bu ikilik şu demektir: Kendiliğindeki birliği ve birleyenin birlemesiyle ortaya çıkan birlik. Tevhid ispat edildiğinde şirk haline gelir. Çünkü kendisi nedeniyle bir olan, senin birlemenle bir olmaz. Sen onu ispat edemezsin. Gerçekte tevhid ancak içten ve dıştan susularak anlaşılır. Her ne ki, konuşur, sonuçta var eder. Var ettiğinde ise şirk koşar. Susmak ise bir yokluk niteliğidir.
“Lâ ilâhe illâllah” Zikrinin Özelliği Bu zikrin özelliği “O’na hoş kelimeler yükselir.” (Fâtır, 35/10) ayetinde açıklanmıştır. Buradaki kelime “Lâ ilâhe illâllah” dır. Yani Allah Teâlâ’ya bu kelime ile yol bulunur. Bu kelimede nefy (uzaklaştırma, olumsuzlama) ve ispat (doğrulama) vardır. “Lâ ilâhe” ile Hakk’ın dışındaki her şey nefyedilir. Bu kelimeyi söylerken, zâkir (zikir eden) içteki ve dıştaki tüm batıl ilahları yok etmeye çalışmalıdır. “illâllah” ile sadece Hazret-i Hakk ispat edilir, yani doğrulanır. Bu kelime ile gerçek mabudu ispat ederken batıl ilahları gönlünden siler ve sadece Allah’ın varlığını düşünür. Bu zikre devam ederek ve sabır göstererek ruh, Hakk’ın dışındaki şeylerden ilgisini kesmekle Allah’ın güzelliği izzet perdesinin ardından tecelli eder. Böylece “Artık Beni zikrediniz ki Ben de sizi zikredeyim.” (Bakara, 2/152) ayetin hükmü gerçekleşmiş olur. Ruhun zikri, ruhun varlığı ile birlikte “Beni zikrediniz” zâkirinin denizinde helâk olarak yerini, “Ben de sizi zikredeyim” zâkirine bırakır. Bu şekilde, “Allah, şehadet etti ki, gerçekten O’ndan başka ilah yoktur.” (Al-i İmrân, 3/18) hakikati ortaya çıkmış oldu. İslam binasının niçin “Lâ ilâhe illâllah” kelimesi üzerine kurulduğu bu şekilde anlaşılmış olur. Dolayısıyla bu kelimenin manasının tasarrufu olmadan manevi şirkten kurtulmanın imkânı yoktur. Şöyle denilmiştir: Bütün varlığı “Lâ ilâhe” kılıcıyla ortadan kaldır, Böylece dünya “illâllah” sultanı için tertemiz olsun.
Tevhid Anlayışına Ters Düşen İnanışlar Dünya üzerinde halen mevcut olan, İslam dışındaki inanç sistemlerinde tevhid inancı eksiktir ve yanlıştır. Bunlardan bazılarını aşağıda ele alıyoruz. Hinduizm (Budizm) inancına göre, var olan tek varlık ‘Brahma’dır. Bu varlık tek başına hayrın temsilcisidir ve kemal sahibi olan tek varlıktır. Fakat bu varlığın, şerrin ve eksikliğin timsali olan ‘yokluğa’ hulûl ettiğine (içine girdiğine) inanılmaktadır. Brahma yokluktan ibaret olan bu varlıklar dünyasının her parçasına hulûl etmiştir. Dolayısıyla her şey hem hayır hem de şerden oluşmaktadır. Bir Budist’in görevi şerden sıyrılıp hayra kavuşmaktır. Bu şekilde Brahmaya kavuşmuş olur. Brahma bu kainatı yaratmış değildir. Sadece onun içine girmiştir. Bu içine girmekle her şey kendiliğinden oluşur. Bu inanış İslam’la hiçbir şekilde bağdaşmaz. Bu bakımından, tasavvufun bu inanıştan alındığını iddia edenler tamamen bir yanılgı içindedir. Tasavvufun Budizm ile hiçbir ilgisi yoktur. İslam’a göre Budizm putperestliktir. Tamamen batıldır. Ayrıca Budizm’e teslis inancından bazı hususlar geçmiştir. Çünkü, Budizm’de Brahma, tek bir ilahın üç şekilde görünmesiyle ifade edilir. Brahma, bir taraftan yaratıcı, bir taraftan koruyucu ve bir taraftan da yıkıcı şekilde gözükür. Dolayısıyla burada bir karma ilah anlayışı vardır. Budizm, Buda tarafından inşa edilmiş bir felsefedir. MÖ 5. asırda yaşayan Buda, Hindistan’da bir kralın oğludur. Buda, çocukluğunda ve gençliğinde sarayda lüks bir ortamda yaşamıştır. Fakat bir gün saraydan kaçarak, çevredeki insanların fakirliğini ve sefaletini görünce şok olmuştur. Buda, bu sefaletin gerçek sebebini araştırmış, yalnız akıl ve duyuları kullanarak kendi felsefesini kurmuştur. Akıl ve duyularla mutlak gerçeğe ulaşmak imkansızdır. Dolayısıyla, Buda’nın fikirleri gerçeği tam olarak ifade etmekten uzaktır. Buda, kendisini kutsal olarak ilan etmemesine rağmen, sonradan insanlar Buda’ya tapmaya başlamışlardır. Budizm’de tanrı kavramı olmamasına rağmen, zamanla Buda tanrı yerine geçmiştir. Budizm’de reenkarnasyona, yani yeniden dünyada başka kişilerde ortaya çıkmaya inanılır. Onlara göre her Budist, Buda tabiatındadır. Yani, ileride her insan bir Buda olabilir ve böylece ilahi bir güce sahip olabilir. Bu nasıl bir inanıştır, herkes aşkın bir varlık olursa, nasıl kainatı yönetebilirler? Bütün bunlar Budizm’in hiçbir gerçeğe ve mantığa dayanmayan bir felsefe olduğunu gösterir. Dolayısıyla İslam, Budizm’i putperestlik olarak görür. İmam Rabbani Hazretlerinin Mektubat’ında belirttiği gibi, Hindistan’da çok eskiden gönderilen Hak peygamberlerin getirdiği tevhid dini zamanla unutulmuş ve tahrif edilerek bugünkü putperestlik formuna gelmiştir. Dolayısıyla bugün bu inanca sarılan bazı entelektüel zümrenin, bu inanca sahip çıkmadan önce bu hususları iyice incelemelerinde fayda vardır. İmam Rabbani Hazretlerinin bahsettiği olay eski Mısır, eski Yunan için de geçerlidir. Bu bölgelere, eski zamanlarda gönderilen Hak peygamberlerin getirdiği tevhid dini zamanla unutulmuş ve tahrif edilmiştir. Eski Mısır’ın dini olan Achnaton inancında da bir nevi tevhid şekline rastlansa da, gerçek tevhidden sapmış bir inançtır. Eski Yunan’da da başta Aristo olmak üzere bir çok filozoflar tarafından, ilahlar hakkında çeşitli teoriler ve inançlar ortaya atılmıştır. Fakat bunların da gerçek İslam tevhid inancıyla hiçbir ilgisi yoktur. Hz. Musa (as) İsrail oğullarına peygamber olarak geldiği vakit tevhid akidesini getirmiştir. Ancak İsrail oğulları sonradan tevhid akidesini tahrif ederek Allah’ın hükümlerinin yerlerini değiştirmişlerdir. Uzeyr’in Allah’ın oğlu olduğunu iddia etmişlerdir ve kendi aralarından kızlarla evlenerek Amalika kavmini dünyaya getirdiğini iddia etmişlerdir. Yahudiler, kendilerinin Allah’ın oğulları ve dostları olduklarını iddia etmişler, bu nedenle kendilerine Allah’ın azap etmeyeceğine inanmışlardır. Bu şekilde birçok efsane ve hurafeleri dinlerine katarak tevhid akidesini lekelemişlerdir. Hz. İsa (as) da Yahudilere tevhid inancını getirmiştir. Sonrada Hristiyanlar onu tevhid esasından kaydırarak üçlü bir ilah sistemine dönüştürmüşlerdir. Baba,Oğul ve Ruhu’l-Kudüs’ün teşkil ettiği üç asıla dayalı tek bir Allah şeklinde göstermeye çalışmışlardır. Ahd-i Cedid’i oluşturan dört incil, Matta, Luka, Markos ve Yuhanna ve diğer çeşitli mektup ve risalelerden hiçbirisi, Allah Kelâmı olmadığı gibi, Hz.İsa’nın (ra) sözleri de değildir. Hristiyanlar bu kitap ve risalelerin sahiplerini, ilahi ilhama mahzar olmuş resuller olduklarını iddia ederler. Ancak bu kitapların asıllarının mevcut olmaması, sadece kopyalarının mevcut olması nedeniyle, bu kitapların Hz. İsa’nın (ra) talebelerinin sözleri diye inanmakta mümkün değildir. Dolayısıyla bu kitapları Allah Kelâmı veya Mukaddes Kitap olarak kabul etmek, akla, mantığa ve tarihi gerçeklere uymaz. Çünkü, bu kitapların hiçbirisi hakiki incil olmadığı gibi, Hz.İsa’ya, hatta onun Havarilerine dayandırılması ilmi ve tarihi belgelerle sabit olmadığı anlaşılmaktadır. Bu husus, Kur’an’da teyid edilmektedir. Yahudi ve Hristiyanların Tevrat ve İncili tahrif ve tebdil ettikleri birçok ayetlerde bildirilmektedir: (Bakara, 2/75,113), (Nisa, 4/46), (Maide 5/13,41), (A’raf, 7/162) . Halen Yahudiler ve Hristiyanların ellerinde bulunan Tevrat ve Ahd-i Atik, söz ve anlam bakımından birbirini tutmayan olaylarla doludur. Bu kitaplarda ekserisi basit ve faydasız anlamlar ihtiva etmekte, aralarında fikirsel bir bütünlük bulunmamaktadır. Hatta bu kitaplarda Hz. İbrahim, Hz. Lût, Hz. Davûd ve Hz. Süleyman gibi büyük peygamberler hakkında yalan söylemek, gizli münasebette bulunmak ve zevcelerinin hatırı için puta tapmak gibi “İsmet-i Enbiya” ile asla bağdaşmayan çirkin iftiralar ve hurafeler bulunmaktadır. Bugün ılımlı İslamcılar, Hristiyanlığın bu üçlü birliğini, İbrahim (as) ın tevhid anlayışı olduğunu iddia ederek, buna birin birliği diye sıfatlandırmaktalar ve dolayısıyla Hristiyanlarla Müslümanların din kardeşi olduklarını iddia etmektedirler. Onlara göre Hz. Muhammed (sav), Hz. İsa (ra) ve Hz. Musa (ra), Hz. İbrahim’in (ra) kökünün üç ayrı dalıdır. Hepsinin amacı tevhidi devam ettirmektir. Dolayısıyla İbrahim’in dinine dahil olanlar kardeştir. Bu düşünce tamamen yanlıştır. Yukarıda belirttiğimiz gibi Yahudi ve Hristiyanlar tevhid akidesini bozmuşlardır. Allah’tan başka ilahlar edinmişlerdir. Bu bakımdan İslam’ın tevhid anlayışına ters düşmüşlerdir. Kur’an’a göre ancak müminler, yani Allah’ın tek ilah olduğuna inanalar kardeştir. Bu bağlamda bugünkü Yahudi ve Hristiyanlar, Müslümanların din kardeşi olamazlar. Bugün maalesef bazı camilerde hocalar Müslümanları, birin birliğinde buluşmaya davet etmektedir. Bu anlayış İslam’ın tevhid anlayışına tamamen aykırıdır. Müslümanlar ancak İslam birliğinde buluşabilir, diğer geçersiz olan ve Hak din olmaktan çıkmış bulunan dinlerin birliğinde buluşmak Müslümanları küfre sürükler. Müslümanları birin birliğine davet edenler, bu teorileriyle İslam’ın gerçek tevhid akidesinin Müslümanlar arasında bozulmasına hizmet etmektedirler. Gerek buna çalışanlar ve gerekse bunların arkasından gidenler, yarım mahşerde büyük bir vebal altında kalacaklardır. Çünkü bu gayretleri aşağıdaki ayetleri inkar etmek demektir: “Sen dinlerine tabi oluncaya kadar, Yahudiler ve Hristiyanlar asla senden razı olmazlar.” (Bakara, 2/120) “Doğrusu, Allah katında din İslamdır.” (Al-i İmran, 3/19) Tabiatı (doğayı) ilahlaştıranlar için de aynı şeyler söylenebilir. İnandıkları ilah,yani doğa, aslında, duymayan, görmeyen, emir ve yasaklarını açıklayamayan, kullarından hiçbir amel ve fazilet istemeyen, hiçbir kötülükten ve rezaletten yasaklamayan bir şeydir. Doğaya kul olan insanlar, hangi metodu ve sistemi benimsemek durumunda bulunacaklardır. Kafaları ve gönülleri hangi hususta huzura erecektir? Genellikle inandıkları ilahın sıfatlarını bile bilememektedirler. Her gün bu ilahın yeni bir özelliğin keşfetmekle meşguldürler. Bu bilgilerin, bir müddet sonra, bazılarının yanlış olduğunu anlamaktadırlar. Buna göre tabiat nasıl bir ilah olabilir? Kendisinin tüm sıfatlarını anlatamayan ve kullarına ne yapmaları gerektiğini onlara önceden bildiremeyen bir şey nasıl ilah olabilir? Bu soruların bir tek cevabı vardır. O da, tabiat bir halik değil mahluktur. Yani bir ilah değil kendisi de bir kuldur.
Sonuç Bugün bütün Müslüman toplumlarında, İslam’ın temel inancı olan tevhid inancı tehlikededir. Gerek yaşanan sosyal hayatın hedefleri ve gerekse Müslümanların düşünce tarzları, tevhid inancından sapmaya ve böylece İslam dininin temel direkleri olan inanış sisteminin yozlaşmasına yol açmaktadır. Bu durumda, bütün Müslümanlar, İslam’ın gerçek tevhid inancını öğrenmeleri ve çevresine öğretmeleri farz olan bir ibadettir. Özellikle gençliğe, bu inancın doğru bir şekilde yerleşmesi için, İhlas suresinin anlamını onlara her vesile ile anlatılmalıdır (Bak: İhlas Suresinin Sırları). Bu şekilde, İslam inancını bilerek veya cehaleten bozanlarla en iyi şekilde mücadele edilmiş olur. Allah Teâlâ, bütün Müslümanları gerçek tevhid inancından ayırmasın. Amin.
Faydalanılan Eserler: “Fütûhât-ı Mekkiyye”, İbn Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008 “İslam İnançları ve Felsefesi”, Ali Arslan Aydın, Diyanet İşleri Yayınları, Ankara, 1964 “Mektûbât-ı Rabbânî”, İmâm Rabbânî, Yasin Yayınevi, İstanbul, 2008 “Rabbânî İlhamlar”, İmâm Rabbânî, Sufi Kitap, İstanbul, 2011 “Tasavvuf Yolu”, Necmeddîn-i Dâye, İFAV, İstanbul, 2013
Yorum ve eleştirileriniz için: yorum@ilimvetasavvuf.com |
İslam Düşüncesinde Tevhîd Gerçeği |
Yayımlama Tarihi : 25.04.2016 |