Şirk nedir?

“Şirk” kelimesi “şerike” fiil kökünden türetilmiştir. Şerike’nin anlamı “ortak olmak” tır. Bu nedenle şirk kelimesi ortak koşma, ortak tanıma anlamına gelir. İslam düşüncesinde şirk, Allah'ın Zatı’na ve Sıfatlarına eş koşmak ve O’nun fiillerine başka şeyleri ortak yapmaktır.

Bütün alemler Allah'ın takdiri, kuvveti ve iradesi ile var olmaktadır. Bu alemlerdeki bütün fiillerin faili Allah Teâlâ’dır.  O dilemeden hiçbir nesne var olamaz, herhangi bir değişime uğrayamaz ve hareket edemez. Ancak insanlar çevresindeki makro ve mikro uzaylardaki olaylara baktığında, olayların bazı sebeplerle ortaya çıktıklarını gözlemlerler. Bunun sonucunda olaylardaki etki eden gücün bu sebepler olduğu kanaatine varırlar.  Oysa Allah Teâlâ alemdeki olayları birbirlerine sebeplerle bağlamıştır. Sebeplerin ortaya çıkmasını ve etki etmesini sağlayan güç ve irade yine kendisidir. Alemdeki düzen Allah'ın isim ve sıfatları ile yönetilmektedir Bu bakımdan alem (doğa) edilgen olup faili Hakk’tır.

 İnsanlar alemdeki gerçek faili göremeyince, vesile olan sebepleri gerçek fail olarak algılamışlardır. Böylece Allah’ın yanında başka faillerinin var olduğunu düşünerek şirke düşmüşlerdir. Buradaki şirk, Allah'ın mülkü olan alemde O’na ortak koşmadır. Oysa mülk yalnız Allah'ındır ve mutlak anlamda yalnız O’nun tasarrufu altındadır. Bu anlamdaki şirke insanlar günlük hayatlarında düştükleri gibi müspet bilim insanları da doğadaki olayları incelemelerinde düşerler. Çünkü akılcı bilim insanları doğa olaylarında gerçek faili göremeyip başka failler tasavvur etmektedirler. Çok az sayıda insan gerçek failin Allah olduğunu düşünmektedir. Bu nedenle şirk toplumlarda yaygın bir şekilde insanların düşüncelerinde hakimdir.

Bu konuda İbnî Arabî (ks)  Hazretleri Fütûhât-ı Mekkiyye adlı kitabında şunları yazmaktadır:

“Onlar Allah'ın fiillerini hem doğrudan hem de araçla yaptığını gördüklerinde O’na ortak koştukları şeyleri, varlıkta gerçekleşen bazı fiillerin ortaya çıkmasında ‘yardımcı vezir’ saymışlardır. Bu nedenle Allah tek başına zikredilince, zikredenin gerçeğe hakkını vermediğini zannetmişlerdir. Çünkü bazı fiillerin yaratıkların varlığına bağlı olduğunu öğrenmişlerdir. Bu bağlamda varlıkta yaratılmış sebeplerden ortaya çıkan ilahi fiilleri müşahede etmiş, fiillerin tevhidini (birliğini) kabul etmemişlerdir.

Allah, Allah'tan başka fail görmeyen müminlerin tarafını tutarak onları kınamıştır. Müminlere göre hadis (sonradan olan) kudrete ve sebeplere bağlı şeylerin fiilde bir etkisi yoktur. Allah'ın bu hitabını tahsis ettiği kimseler sadece müminlerdir.

Allah'ı inkâr edenler ise, şirk perdesiyle O’nu örtenlerdir. Onlar bâtıla iman etmişlerdir. Bâtıl ise yokluktur. Onların kafir olmaları, varlığı Allah'a nispet etmeyi örtmeleri demektir. Varlıkta gördükleri ortaklık, varlığı sadece Allah'a nispet etmekten geri durmalarına neden olmuştur. Bu nedenle onlara Allah “Hüsrana uğrayanlardır” ( Bakara Suresi, ayet 27) buyurmuştur. “Onlar dalaleti hidayet karşılığında satın almıştır.” (Bakara Suresi, ayet 16), yani beyan ve açıklık karşısında hayrete ve şaşkınlığı satın almışlardır.

Allah'ı birleyenler gerçekte O’nu O’nunla birleyenlerdir. Allah'ı – O’nunla değil -nefislerine göre birleyenler ise tevhide şirk  katanlardır.  Bu hususta Allah Teala şöyle buyurmaktadır:

Onların çoğu şirk koşmadan Allah'a iman etmezler.” ( Yusuf suresi, ayet 106)

Bâtıla iman edip Allah'ı inkar ederler.” ( Ankebut suresi, ayet 52)

Bunun nedeni şirke düşenler varlığı olmayanı var saymış, var olanı kendi inançlarında yok kabul etmişlerdir. İşte bu yok kabul ettikleri şey Allah'tır. Bu durum setr, yani örtme diye isimlendirilir. Bu örtme ile Allah'ın varlığı onlardan perdelenmiştir. Böylece kafir yani örten olmuşlardır. 

Şirk koşmak Allah'a ait olan bir şeyi O’ndan almaktır Bu nedenle müşrik (şirk koşan) Allah tarafından sevilmez ve O’nun öfkelenmesine neden olur. Öfke darlığa yol açar. Dolayısıyla müşrik dar bir mekandadır ve ancak kendisi gibi müşrik olanlarla birlikte bulunabilir. Buna mukabil genişlik ancak tek olan Allah ve O’na iman edenler için geçerlidir.

Cahil insan gizli veya açık olarak Allah'a şirk koşan kimsedir. Arifler ise cahil insanların onlara nereden hitap edeceklerini ve onların mertebelerinin ne olduğunu bilirler. Bu nedenle onlarla tartışmaya girmezler. Çünkü cahillere cevap vermeye kalksalardı, cehalet yönünden onlara katılmış olurlardı. Halbuki Arif olan insanlar bilirler ki, bir insan başkasıyla ancak onunla konuşmuş olduğu sözle boyanarak ve onun haline girerek konuşabilir. Bu bakımdan aşağıdaki ayetin hükmü onlar için geçerlidir:

O çok merhametli Allah'ın has kulları onlardır ki yeryüzünde tevazu ile yürürler ve cahil kimseler kendilerine laf attığı zaman incitmeksizin “Selam” deyip geçerler” (Furkan suresi, ayet 63).

Bazı insanlar doğadaki olayların sebeplerini fail olarak kabul ederler, fakat bununla birlikte sebeplerin Allah tarafından konulmuş olduğuna iman ederler. Bu türlü şirk kınanmaz ve kötülenmez. Bunun dışındaki şirkler kınanır ve kötülenir. Bu şirklerin kınanmasının ve kötülenmesinin nedeni, Allah karşısında bir veya daha fazla ilah kabul etmeleridir. Müşriklerin bu kabulleri, Peygamberimiz(sav)’ in tebliğine karşı söyledikleri sözlerle aşağıdaki ayette dile getirilmektedir:

İlahları, bir tek ilah mı kılmış? Bu gerçekten şaşılacak bir şey, çok tuhaf!” (Sad suresi, ayet 5)

Şirk koşanlar sıkıntı ve güçlük halinde tevhide dönerler. Buna mukabil rahatlık durumunda müşriklerde tevhid alameti gözükmez. Örneğin gemi yolculuğu yapan insanlar kalplerinde şirk  alametleri taşıyabilirler. Geminin hareketine şu kuvvetler neden olmaktadır, gemi sağlam yapılmış dolayısıyla batmaz gibi düşüncelerle şirkin darlığında dolaşırlar. Ancak fırtına çıkıp da gemi tehlikeli bir şekilde sallanınca şirk alametleri onlardan kaybolur. Şirk koştuğu şeyleri unutarak Allah'a dönerler ve yalvarmaya başlarlar. Bu durumda kişi şirki terk ederek gerçek tevhide dönmüş olur. Allah onları sıkıntıdan kurtarıp selamete kavuşturunca, insanların bir kısmı ettiği dua ve yakarışlarını unutup tekrar tevhidi terk ederler ve şirkin darlığına düşerler. Bu durum aşağıdaki ayetlerde dile getirilmektedir:

De ki: Kendinizi hiç düşündünüz mü? Allah'ın azabı size gelse veya kıyamet vakti gelse Allah'tan başkasına mı yalvarırsınız? Eğer sözünüzde doğru kimseler iseniz cevap verin. Hayır, yalnız o Allah'a yalvarırsınız. O da dilerse, kaldırılmasını istediğiniz belayı kaldırır ve o zaman ortak koştuğunuz şeyleri unutursunuz.”(Enam suresi, ayet 40-41)

Denizde başınıza bir felaket geldiği zaman, Allah'tan başka yalvardığınız bütün putlar kaybolur. Allah'ın sizi tehlikeden kurtarıp karaya çıkarınca da yüz çevirirsiniz. Zaten insan çok nankördür. Denizden karaya çıktığınızda, O’nun sizi karada yerin dibine geçirmeyeceğinden yahut üzerinize taş yağdıran bir kasırga göndermeyeceğinden emin misiniz? Sonra kendinize bir vekil de bulamazsınız. (İsra suresi, ayet 67-68)

Şirk büyük bir zulümdür. Buna mukabil Allah'a iman edip şirk koşmayanlar için büyük müjde vardır. Bunları aşağıdaki ayet ve hadislerden öğreniyoruz:

Allah'a şirk koşma; kuşkusuz şirk büyük bir zulümdür.” (Lokman suresi, ayet 13)

“ İman edenler ve imanlarını zulüm ile karıştırmayanlar… İşte güven onlarındır ve doğru yolu bulanlar da onlardır.” (Enam suresi, ayet 82)

Hz. Peygamber(sav)  bir gün ashabından Muâz (ra)’a  şöyle hitap eder: Muâz! Eğer kulları yalnız Allah'a ibadet eder ve ona şirk koşmazlarsa  onların Allah üzerindeki haklarının ne olduğunu biliyor musun? Kulların Allah üzerindeki hakkı, O’na şirk koşmayanlara Allah'ın azap etmemesidir.” (Hadis)

 Allah Teala semaları ve yeri ve içindekilerini insanlar için yarattı. İnsanların bilerek O’na ortak koşmamaları şu ayette emredilmektedir:

Allah sizin için yeri bir döşek, göğü de bir bina yaptı. Gökten su indirdi, onunla size rızık olarak çeşitli ürünler çıkardı. Öyleyse siz bilerek Allah'a ortaklar koşmayın.” (Bakara suresi, ayet 22)

Bununla beraber insanlar göklerde ve yerde nice ayetler (deliller) görürler, fakat bunlarda başka failleri düşünerek Allah'a şirk koşarlar. Bütün devirlerde insanlar Allah'tan başka ilah tanımaya devam etmişlerdir. Cahiliye döneminde Araplar telbiyelerinde şöyle derlerdi: “Allah'ım buyur! Senin ortağın yok, ancak sana ait ortak var. Sen ona maliksin, o sana malik değildir.” Putperestler şöyle söylüyorlardı: “ Tek Rabbimiz Allah'tır. Putlar ise ibadete layık olmada O’nun ortaklarıdır.” Yahudiler “Rabbimiz sadece Allah'tır.  Üzeyir ise O’nun oğludur.” derler. Hristiyanlar da “Rabbimiz sadece Allah'tır. Mesih İsa ise O’nun oğludur.” diyorlar. Oysa müşriklerin Allah'a ortak koştukları kendilerine hiçbir faydası olmadığı gibi, onlar da Allah'ın azabından korkarlar ve onun rahmetini ümit ederler:

De ki: Allah'tan başka ilah olduğunu sandığınız şeyleri çağırın size yardım etsinler. Onlar ne sizden sıkıntıyı kaldırabilirler, ne de değiştirebilirler. Onların yalvardıkları da Rablerine daha yakın olmak için vesile ararlar ve onun merhametini umarlar, azabından korkarlar. Çünkü Rabbinin azabı korkunçtur.” (İsra suresi, ayet 56-57)

 Allah Teala müşriklerin birer pislik olduklarını ve onların Mescid-i Haram’a sokulmamalarını şöyle emretmektedir:

“ Ey iman edenler! Müşrikler pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar.” (Tevbe suresi, ayet 28)

Bütün peygamberlerin ilk mücadele ettikleri konu şirktir:

Senden önce hiçbir peygamber göndermedik ki, ona şöyle vahiy etmiş olmayalım: Gerçek şu ki benden başka ilah yoktur. Onun için bana ibadet edin.” (Enbiya suresi, ayet 25)

“ Ant olsun ki, vaktiyle Nuh’u da kavmine gönderdik. O onlara şöyle dedi: Ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Ben size gelecek olan bir günün azabından korkarım.” (Hud suresi, ayet 25-26)

“ Ad kavmine de kardeşleri Hud’u gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur. Siz sadece iftira edip duruyorsunuz.”  (Hud suresi, ayet 50)

“ Semud kavmine de kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O’ndan başka bir ilahınız yoktur.” (Hud suresi, ayet 61)

Medyen’e de kardeşleri Şuayb’ı gönderdik. Dedi ki: Ey kavmim! Allah'a kulluk edin. Sizin O’ndan başka ilahınız yoktur.” (Hud suresi, ayet 84)

 Allah Teala şirk koşanların amellerinin boşa gideceğini ve af olunamayacaklarını bildirmektedir:

“ Şüphesiz Allah kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz. Bunun dışında dilediğini bağışlar. Allah'a ortak koşan muhakkak ki, derin bir sapıklığa düşmüştür.” (Nisa suresi, ayet 116)

Ant olsun ki, sana da senden öncekilere de şu vahyedildi: Yemin ederim ki, eğer şirk koşarsan bütün çalışmaların boşa gider ve mutlaka kendine yazık edenlerden olursun.” (Zümer suresi, ayet 65)

İşte bu Allah'ın doğru yoludur. Kullarından dilediğini O doğru yola iletir. Eğer onlar Allah'a ortak koşsalardı,  yaptıkları bütün ameller boşa giderdi.” (Enam suresi, ayet 88)

Şirkin en büyük günah olduğu hakkında Peygamberimiz (sav) şunları ifade etmektedir:

“(En büyük günah) Allah seni yaratmış iken, O’na ortak koşmandır.”

Bana göre, sizin için deccalden daha çok korktuğum şeyi haber vereyim mi? O gizli şirktir ki, bu kişinin başkasına gösteriş olsun diye amel etmesidir.”

Şirk ümmetimde düz taşta karanlık gecede karıncaların gezintisinden daha gizlidir. Alameti adaletsizlikten dolayı muhabbet ve adaletten dolayı buğz etmektir. Ve din Allah için sevgi ve Allah için buğzdan başka nedir? Allah Teâlâ buyuruyor ki, eğer siz Allah'ı seviyorsanız bana tabi olun ki Allah da sizi sevsin.”

Allah Teâlâ buyuruyor:  Kişi bilsin ki, Ben Kudret sahibiyim, günahları af ederim. O şirke düşmedikçe, ben onu affederim.”

İslam düşüncesinde şirk olan davranışlar:

Heva ve hevesini ilah edinmek

“Heva” kelimesi boş, değersiz gibi anlamlara gelir. Bu terim insan nefsinin aşırı şehvet, zevk gibi boş ve faydasız şeylere düşkünlüğünü anlatır. Bunlar insanların aşırı istekleri olup, İslam dinine göre meşru değillerdir. Örneğin aşırı yemek, aşırı cinsel istek, boş laflarla gevezelik etmek, insanları güldürmeye çalışmak, haramları helal saymak, helalleri haram saymak gibi yanlış isteklerdir. Bu çeşit istekler insanın dünyada ve ahirette azabı uğramasına neden olur. Ancak insan nefsinin İslam şeriatının meşru saydığı şeyleri istemesi helaldir ve bu davranışlar insana sevap kazandırır. İnsanlar daima nefislerinin isteklerinin ve şeytanın vesveselerinin etkisindedir. Bunlara karşı İslam dininin yol gösterdiği gibi mücadele edemeyenler, bir müddet sonra onlara tâbi olmaya başlarlar ve bunun sonucunda nefis ve şeytanın esiri olurlar. Bu insanlar için nefis ve şeytanın emirleri birer hedef ve amaç olur. Bu emirler İslam dinine aykırıdır ve kişinin günaha girmesine sebep olur. Bu durumla mücadele edemeyen kişi için, artık heva ve hevesi, yani nefis ve şeytanın emirleri onun için ilah olmuştur. Kişi bu durumda ilahının sözünün dışına çıkamaz. İşte bu şirktir.

Hevanın şirk oluşu ile ilgili ayetler şunlardır:

Gördün mü hevasının arzularını, isteklerini tanrı haline getireni? Onun üzerine sen mi vekil olacaksın?” (Furkan suresi, ayet 43)

Şimdi sen kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözünün üstüne de bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz öğüt alıp düşünmüyor musunuz?” (Casiye suresi, ayet 23)

Kişi kendi hevasına uyarsa, Allah'tan yüz çevirmiş olur. Bu da büyük bir dalalet ve sapıklıktır. Bu insanlar Müslümanlar tarafından dost edinilmez: “Kendi hevalarına uyanlara tabi olmayın.” (Sad suresi, ayet 26). Bu insanlar vahyi bırakıp kendi hevalarına tabi olmaktadırlar. Bu nedenle Müslümanlar onlara uymamalıdır ve onları dost edinmemelidir. Allah Teâlâ, onların hevalarına tabi olunsaydı, evrende her şeyin fesada uğrayıp bozulacağını haber vermektedir:

Eğer Hakk onların hevalarına uyacak olsaydı, hiç tartışmasız gökler, yer ve bunların içinde olan herkes (ve her şey) fesada (bozulmaya) uğrardı.” ( Müminun suresi, ayet 71)

Çünkü hevaya tabi olmak, Allah'ın koyduğu kuralların dışına çıkmaktır. Oysa kainat O’nun koyduğu kurallarla ayakta durmaktadır.  Eğer bu kurallar keyfi olarak değiştirilirse evrendeki sistem çöker.

Hevalarını kendilerine ilah edinenler gerçekten cahil insanlardır. Onlar İslam gerçeğini bir kenara itip kendi gayrimeşru istekleri doğrultusunda hayat sürerler. Bu nedenle onlara uyulmaması gerektiği Kur'an'da hatırlatılmaktadır:

Sana gelen bu ilimden (Kur'an ve hükümlerinden) sonra onların hevasına uyarsan senin için Allah'tan bir veli ve yardımcı yoktur.” (Rad suresi, ayet 37)

Allah'ın indirdiği ile hükmet, onların hevasına uyma!”  (Maide suresi, ayet 48- 49)

Emrolunduğun gibi dosdoğru ol ve onların hevasına uyma.” ( Şura suresi, ayet 15)

Toplumda insanların kendi hevalarına uyarak hareket etmeleri, toplumun sosyal dengesini bozar. Toplumda adalet ve hukuk ortadan kalkar, adam kayırma, tarafgirlik, hukuksuzluk, adaletsizlik ortaya çıkar. Bu da o toplumun yaşanabilir olmaktan çıkması demektir. Böyle toplumlar sonunda çökmeye ve yok olmaya mahkumdur. Kur'an'da bu şekilde yok edilmiş bir çok kavimlerden  bahsedilmektedir.

Hevalarına uyanlarla İslam dinine uyan müminler bir değildir. Bu iki grup yarın kıyametten sonra mahşerde birbirinden ayrılacak ve her ikisi de hak ettiklerine kavuşacaktır. Hevalarına uyanlar cehenneme giderken İslam şeriatına uyan müminler cennete gidecektir. Bu iki grubun aynı şekilde değerlendirilmeyeceği  şu ayette dile getirilmektedir:

Şimdi Rabbinden apaçık bir belge üzerinde bulunan kimse, kötü ameli kendisine süslü ve çekici gösterilmiş ve kendi hevasına uyan kimse gibi midir?” (Muhammed suresi, ayet 14)

Bu konu ile ilgili şu hadisler vardır:

Yüce Allah'ın yanında gök kubbe altında Allah'tan başka tapınılan Tanrılar içinde, kendisine uyulan hevadan daha büyüğü yoktur.”

Hakiki mücahid, nefsiyle (hevasıyla, kötü arzu ve istekleri ile) savaşandır.”

Hevasına uyanlar için haram olan şeyler onlara göre normaldir ve yapılmasında sakınca yoktur. Haksızlık yapmak, hırsızlık yapmak, başkalarının mal ve can güvenliğini tehdit ve tecavüz etmek gibi her türlü olumsuz davranışlar insanın hevasına tabi olmasından kaynaklanır.  Bu türlü insanlar toplumda çoğunlukta ise, artık bu toplumda huzur içinde yaşamak mümkün değildir. Müslümanların böyle bir toplumdaki görevi İslam şeriatına sıkı sıkıya sarılmak ve bu insanlarla mücadele etmektir. Çünkü aksi halde Müslümanlar ahirette bu gevşekliklerinden ve yüz çevirmelerinden sorumlu olacak ve hesaba çekilecektir.

Amellerini Allah'tan başka gayeler için yapmak  (Riya)

“Riya” kelimesi “ru’yet” kelimesinden türemiştir. Ru’yet görme anlamına gelir. Buna göre riya, kişinin başkalarının görmeleri için amel ve ibadet yapmasıdır. Buradaki amel ve ibadetlerden kişinin amaçladığı Allah'ın rızası değildir. Kişinin buradaki amacı insanların beğenisini ve takdirini kazanmaktır. Bu şekilde davrananlara “riyakar” veya “mürai” denir.

Riya kişinin samimi olmadığını, ikiyüzlülüğünü ve kişiliksiz olduğunu gösterir. Bazı zayıf karakterli İnsanlar, dünyalık elde etmek, makam elde etmek veya şöhret kazanmak için başkalarının beğenilerine yakın davranış içine girerler. Kişinin ibadet olarak yaptığı eylemlerde riya varsa bu şirktir. Çünkü bu kişiler ibadetlerini Allah'ın rızası için değil, başkalarına gösteriş olarak yapmaktadırlar. İslam'da riyakarlık yerilmiştir. Kuran'da riya münafıkların bir özelliği olarak ifade edilir:

Münafıklar, Allah'ı aldatmaya çalışırlar. Halbuki Allah onları aldatacaktır. Onlar namaza kalktıkları zaman tembel tembel kalkarlar. İnsanlara gösteriş yaparlar. Allah'ı pek az anarlar.” (Nisa suresi, ayet 142)

Aynı şekilde,  Maun suresinde de namazı gösteriş için kılanlar kınanmaktadır.

Riya olduğundan farklı bir şekilde iyi görünerek insanların gözünde hak etmediği bir değer kazanma çabasıdır. Bu nedenle riya kişinin karakterinin bozuk ve ahlakının zayıf oluşunu gösterir. Yani bir yerde Allah'ı ve insanları kandırma çabasıdır. Bu nedenle Kur'an Allah'a ve ahiret gününe inanmayıp insanlara karşı gösteriş olsun diye mallarını infak edenleri kınar ve onların yaptığı amellerin geçersiz olduğunu belirtir. Buna mukabil Müminler mallarını yalnız Allah rızası için harcarlar.

Bunlar, Allah'a ve ahiret gününe iman etmedikleri halde mallarını, insanlara gösteriş yapmak için harcarlar. Şeytan kimin arkadaşı olursa o ne kötü arkadaştır!” (Nisa suresi, ayet 38)

Bu konu hakkındaki hadisler şunlardır:

Allah Teâlâ  buyuruyor ki: Ben şirk koşulan her şeyden müstağniyim (onlara ihtiyacım yoktur, onlardan uzağım).  Kim bir amel yapar, buna Ben’den başkasını da ortak kılarsa, onu ortağı ile başbaşa bırakırım.”

Kahramanlık ve gösteriş için cihad eden Allah yolunda değildir. Ancak bir kimse Allah'ın Yüce adı için cihad ederse o Allah yolundadır.”

Gizli şirk

İnsanların kalpleri aşırı mal ve mülk sevgisi, aşırı para ve servet hırsı, aşırı şöhret ve makam arzusu gibi duygularla taşıyorsa, bunlar Allah sevgisinin önüne geçtiği için gizli şirk olarak değerlendirilir. Müslümanlar için asrımızın en büyük problemi gizli şirktir. Çünkü günümüzde insanlarda maddiyatçılık çok ileri seviyededir. İnsanların büyük çoğunluğunun amacı maddi getiri elde etmektir. Kimse az ile kanaat edip, maddi varlıklarını fakirlerle paylaşmak düşüncesinde değildir. Bu maddi kazanç hırsı insanları her bakımdan esir almıştır. Bu nedenle de insanların büyük bir kısmı İslam şeriatının prensiplerini unutmuştur. Kalpler madde, para, mal, mülk sevgisi ile dolmuştur. Böyle bir kalp huzur ve huşu içinde ibadet edemez. Bu durum şirk olarak değerlendirilir. Çünkü Müslümanın kalbinde yalnız Allah sevgisi olmalıdır. Oysa kalpler masiva dediğimiz dünya sevgisi ile doludur. Bu durumda insanın ihlas ile ibadet edebilmesi mümkün değildir. Çünkü kalpler Allah yerine başka sevgiler taşımaktadır. Dolayısıyla kalplerde Allah'a ortaklar oluşmuştur. Masivanın insanı sardığı günümüzde insan farkında olmadan rahatlıkla gizli şirke düşebilmektedir. Bu durum nefis ve şeytanın da desteği ile katlanarak büyür ve insanı uçuruma götürür.

Bazı kişi ve kurumlara karşı aşırı sevgi beslemek ve onları kalplere yerleştirmek de gizli şirktir. Örneğin günümüzde bazı siyasilere, sporculara ve spor kulüplerine, tiyatro ve sinema sanatçılarına ve şarkıcılara karşı aşırı sevgi gösterilmekte ve bunları övmek için “En büyük sensin”,  “Hayatım sana feda olsun” gibi sözler sarf edilmektedir. Söz konusu olan kişi ve kurumların İslam dini ile ilgileri yoktur ve bunlar tamamen dünyevi şeylerdir. Tamamen dünya ile ilgili olan bu şeyler için bu sözleri sarf etmek insanı şirke götürür. Çünkü Allah'tan başka en büyük yoktur. Hayatını Allah yolunun dışındaki bir iş için feda etmek te İslam'da yasaktır.

Bu bağlamda riya da bir çeşit gizli şirktir. Bu konu ile ilgili Peygamberimiz (sav)’in  bazı hadisleri şunlardır:

Hz. Peygamber bir gün ashabına hitap ederek: ‘Ey insanlar şirkten sakınınız. Muhakkak ki o karıncanın kımıldamasından daha gizlidir.’ İçlerinden biri ‘Ey Allah'ın Resulü karıncanın kımıldamasından daha gizli olduğu halde böyle bir şirkten nasıl sakınabiliriz?’ diye sordu. Bunun üzerine Allah'ın Resulü şöyle cevap verdi: ‘Ey Allah'ım, bile bile sana herhangi bir şeyle şirk koşmaktan yine Sana sığınırız. Bilmediğimiz şeylerden de Sen’den mağfiret dileriz.’ deyin buyurdu.”

Ümmetim ile ilgili olarak korktuklarımın en korkutucu olanı Allah'a şirk/ortak koşmalarıdır. Dikkat edin; ben size onlar aya güneşe ve puta tapacaklar demiyorum. Fakat onlar Allah'tan başkasının emirlerine ve arzularına göre iş yapacaklardır.”

Sebepleri gerçek fail kabul etmek şirktir

Evrendeki olguların bazı sebepler sonucunda ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Bu nedenle insanların büyük bir kısmı olguların gerçek failleri olarak bu sebepleri kabul etmektedir. Oysa sebepler Allah'ın koyduğu nesnelerdir ve olguların oluşmasında birer vesiledirler. Dolayısıyla olguların oluşmasında gerçek ve mutlak fail Allah Teâlâ’dır. Bu nedenle sebepleri gerçek fail kabul etmek Allah'ın kudret ve iradesine ortak koşmaktır. Bu ise şirktir.

Bu durum özellikle günümüzdeki insanların bilim anlayışında ortaya çıkmaktadır. Bilim insanlarının büyük bir çoğunluğu evrendeki olayların sebeplerini gerçek fail olarak kabul etmekte ve bütün bilimsel teoriler bu varsayıma dayanmaktadır. Fakat gerçekte durum böyle değildir. Çünkü evrendeki sebepler, Allah'ın kudret ve iradesi ile çalışan vesilelerdir. Bu gerçek aslında bütün bilimsel teorilerde kendini göstermektedir. Çünkü bilimsel teorilerin hiçbiri mutlak anlamda geçerli değildir ve her birinin eksik ve çelişkili yanları vardır. Bu eksiklik ve çelişkiler sebeplerin gerçek fail olarak kabul edilmelerinden dolayıdır. Stephen Hawking’in dediği gibi, hiçbir fiziksel teorinin yarın yanlışlanamayacağının garantisi yoktur. Bu çelişki ve eksiklikler ancak ve ancak Allah Teâlâ'nın gerçek fail olduğunu kabul etmek ve olguların oluşunda maddesel yöntemlerle tespit edilemeyecek bazı manevi bilgilerin etkilerini kabul etmekle ortadan kalkar.

Müspet bilimi ve akılı ilah edinmek şirktir

Günümüzde insanların birçoğu, müspet bilim verilerini mutlak doğru kabul edip onu tanrılaştırmaktadır. Müspet bilimin her şeyi bir gün kesin ve mutlak olarak çözeceğine ve açıklayacağına inanmaktadırlar. Bu, insanın aklını ve müspet bilimi putlaştırması demektir. Buna mukabil bazı müspet bilim insanları daha gerçekçi olup, ellerindeki imkanların sınırlı olduğunu itiraf etmektedir. Örneğin ünlü fizikçi Heisenberg bir dersinde, atom çekirdeğindeki nükleer gücü anlatırken şöyle demiştir: “Biz bu güçlerin varlığını tespit ediyoruz. Ama böyle çok büyük bir gücü çok küçük bir yere kim koydu bilemiyoruz.”

Fakat günümüzde bilimin ve aklın ilah edinilmesi çok yaygındır. İnsanlar matematiğin kesin doğru olan bir bilim dalı olduğuna inanmakta ve bunu hiç sorgulamamaktadır. Bazı profesör ünvanı taşıyan bilim adamları “Tanrının var olmadığı matematiksel olarak ispat edilmiştir.” gibi sözleri medyada kullanarak kendilerinin ne kadar cehalet içinde olduklarını göstermektedir. Matematiği  mutlak kesin kabul etmek bir cehalet, onunla Tanrının varlığını karşılaştırmak başka bir cehalettir. Bu bilim insanları, bu iddialarını yalnız lafta bırakmayıp bir de ispatlarının nasıl olduğunu yayınlasalardı, daha gerçekçi olurlardı. Biz de böylece nasıl yanıldıklarını onlara gösterirdik. Ortada böyle bir çalışma yayınlanmadan, matematiğin kesinliği inancının arkasına saklanarak iddialarda bulunmak ne büyük bir gaf ve cehalet örneğidir.

Matematiğin mutlak kesin bir bilim olmadığını web sitemizde yayınladığımız makalelerde anlattık. Bu makalelerde matematik biliminin bazı aksiyomlar (kabuller) üzerinde kurulduğunu ifade ettik. Bu aksiyomların birini bile kabul etmesek bütün matematik ilmi çöker. Bu aksiyonların doğruluğu ispat edilememiştir. Hatta bu aksiyonların matematiksel olarak ispat edilmelerinin mümkün olmadığı ispat edilmiştir. Bu nedenle İnsanların bu konularda kayıtsız şartsız inanmalarından önce sorgulamalarını ve araştırmalarını tavsiye ederiz. Çünkü aksi halde insan şirke düşmüş olur. Bu ise kişinin ahiret hayatının kararması demektir.

İslam düşüncesinde şirk olmayan davranışlar:

Tasavvuf ehli olmak şirk değildir

Tasavvuf, İslam dininin batını tarafının yaşanmasıdır. İslam dininin zahiri tarafı farz ve nafile ibadetleridir. Ancak İslam dininin bir de batının tarafı vardır ki bu da ancak tasavvufî bir eğitimle öğrenilebilir. Bu eğitim İslam dininin ortaya çıkması ile başlamıştır. Peygamberimiz (sav) ashabına dinin zahiri tarafını öğretmenin yanı sıra onlara dinin bâtını tarafı olan gizli ilimleri de öğretmiştir. Bu gizli ilimlere ledünnî ilim denir. Bu gizli ilimler bu işi bilenler tarafından günümüze kadar kişiden kişiye aktarılmak ve öğretilmek suretiyle gelmiştir. Bugün de bu ilme sahip olan insanlar vardır. Bu ilim Allah'ın izniyle bu konuda kabiliyeti olan kişilere yetkili mürşidler tarafından öğretilmektedir. Bu konuda ilk ve en büyük öğretmen Peygamberimiz (sav) dir. Allah Resulü bir hadisinde “Ben size Allah'ın ilimlerini öğretmek için gönderildim.” buyurmaktadır. Bir ayet-i kerimede Allah Resulü'nün insanlara Kuran ayetlerini açıklamak ve onlara Hikmet öğretmek için görevlendirildiği ifade edilmektedir.

Nitekim içinizden size bir peygamber gönderdik. O size ayetlerimizi okuyor, sizi temizliyor, size kitabı ve hikmeti öğretiyor. Size bilmediğiniz şeyleri öğretiyor.” (Bakara suresi, ayet 151)

Bu ayette hikmet ile kast edilen ledünnî ilimdir, yani Gizli İlimlerdir. Tasavvufun konusu bu gizli ilimlerdir:

Dilediğine hikmet verir. Hikmet verilene ise pek çok hayır verilmiş demektir ve bunu ancak üstün akıllılar anlar.” (Bakara suresi, ayet 269)

Bu ilimi öğretmek için yapılacak eğitim, kâmil bir Mürşid tarafından yapılır. Bu tasavvuf eğitiminde Mürşide ibadet edilmez Bu işin içinde olan herkes bilir ki ibadet ancak Allah-ü Teâlâ’ ya yapılır. Tasavvuf eğitimi ve öğretimi için mürşitler vasıtadır. Kâmil mürşit bu gizli ilimleri başka mürşitlerden daha önce öğrenmiş ve Allah tarafından başkalarına öğretmek üzere görevlendirilmiştir. Burada her şey Allah'ın izni ve iradesi ile gerçekleşir. Burada mürşidlere tapılmaz. Gerçek ilah Allah'tır ve bu husus bu işin içinde olan herkes tarafından böyle bilinir. Ancak günümüzde bazı kişiler tasavvufu kötülemek için onu şirk ilan ediyorlar ve gerçek dışı ifadelerle insanları saptırmaya çalışıyorlar. Bunları yapanlar aslında İslam'ın manevi tarafından habersizdirler. Bilmedikleri ve yaşamadıkları bir dünyayı kötülemek ile haksızlık yapmaktadırlar. Bu eylemlerinin kendilerini yarın ahirette kötü bir duruma düşüreceği  kesindir.

15 asır boyunca tasavvuf, İslam’ı geliştiren ve yaşatan bir ilim olmuştur. İslam bu manevi eğitimi alan kişiler vasıtasıyla yayılmış ve dünyaya tanıtılmıştır. İbnî Arabî, Mevlânâ, Yunus Emre,  Ahmet Yesevi, İmam Rabbânî gibi kişiler tasavvuf ehlidirler.  Bunların yetiştirdiği birçok talebe dünyaya İslam dinini öğretmişler ve böylece İslam dini sağlam temeller üzerinde yükselmiştir. İslam dininin yükselmesinden hoşlanmayan ve onu engellemeye çalışan kişiler İslam'ın yükselme kaynağı olan tasavvufa saldırarak kendi akıllarınca İslam’ın yükselmesine mani olacaklarını zannetmektedirler. Oysa aldanıyorlar. Çünkü Allah Teâlâ yine tasavvuf ehli Müslümanların çalışmalarıyla dinini yükseltecek ve ileride İslam dini tekrar dünyaya hakim olacaktır. Bunun örnekleri tarihte birçok defa görülmüştür. O zamanlarda da İslam dininin düşmanları birçok engellemeler yapmışlar, ama başarılı olamamışlardır. Bugün de bu kişiler aynı şekilde başarılı olamayacaklar ve İslam dini Allah'ın izniyle tekrar galip gelecektir:

Gevşemeyin, üzülmeyin. Eğer hakikaten inanıyorsanız, muhakkak üstün olan sizsiniz.” (Al-i İmran suresi, ayet 139)

Tarikat ehli olmak şirk değildir

“Tarîk” kelimesi yol anlamına gelir. “Tarîkat”  Allah Teâlâ'ya yaklaşmak ve onun hoşnutluğunu kazanmak maksadıyla takip edilmesi gereken yollar demektir. Allah'a ulaşan yollar nefesler kadar çoktur ve hepsi birer vasıtadan ibarettir. Tarikatın esası insan ruhunun terbiye ve irşad ile dış alemden ilgisinin kesilmesi, bu sayede Hakk’a vasıl olmasının gerçekleşmesidir. Allah'a ulaşmaya vasıta olan tarikatlar toplumda tasavvufî eğitimi gerçekleştirmek için teşkilatlanmışlardır.  Bugüne kadar bilinen küçük, büyük tarikatların sayısı ikiyüz kadardır. Bunların arasında en meşhurları Nakşibendilik, Mevlevilik, Bektaşilik gibi tarikatlardır. Tarikatlar arasındaki fark, giyimlerinde, zikir tarzlarında ve tasavvufi eğitimdeki görüşlerindedir.

Tarikatların silsilesi, dört halife vasıtasıyla Peygamberimiz (sav) de son bulur. Yani bütün tarikatların çıkış noktası peygamberimiz (sav) dir.  Onun öğrettiği ledünni ilim dört halife tarafından diğer Müslümanlara aktarılmıştır. Bu aktarılma ile tarikatlar oluşmuştur.

Herhangi bir Tarikata girmek arzusunda olan kimseye talib, girene de mürid ismi verilir. Mürid cüzî iradesini külli iradeye teslim eden kimsedir.  Şeyh, kendisine tabi olanları o gayeye sevk eden gerçek bir mürittir. Gaye Allah'a ulaşmak, O’na teslim olmak ve O’nun rızasını kazanmaktır. Şeyh, müridi bu gayeye yöneltmeye hizmet eden bir vesiledir. Müridin Allah'a ulaşması için önce masivadan yüz çevirmesi ve sadece O’na yönelmesi gerekir. Bu sürecin tam olarak gerçekleşmesi için bir mürşide, bir rehbere ihtiyaç vardır. Burada müridin mürşide ibadet etmesi diye bir şey söz konusu değildir. Mürşit olan şeyh, talebesinin manevi yükselmesini temin etmek için onu seyr ü sülük denilen yola sokar. Talebesinin nefsini terbiye etmesinde yardımcı olarak, zikir ve sohbetlerle onun bu yolculukta kemale ermesine yardımcı olur. Bu nedenle tarikat ehli olmak şirk değildir. Çünkü burada ne şeyhe secde edilir, ne şeyhe ibadet edilir ve ne de Allah'a ortak koşulur. Bilakis Allah'a ulaşmaya yardımcı olan bir özelliktir.

Anadolu ve Rumeli topraklarında tarikatlar vasıtasıyla bin yıldır İslam dini yayılmıştır. Bu nedenle tarikatlar İslam dininin önemli sosyal kurumlarıdır. Bugün için bazı sahtekar şeyh ve mürşitlere rastlansa da toplum bunları elemeli ve gerçek tarikatların gelişmesine çalışmalıdır. Bir toplum ancak gerçek İslam dinini yaşarsa huzur ve rahat bulabilir. Aksi halde huzursuzluk ve sıkıntılardan kurtulamaz.

Tarikatları şirk ve zararlı sosyal kurumlar olarak göstermeye çalışanlar, ya bu konuda cahil kimselerdir veya kasıtlı olarak İslam dininin yayılmasını ve kökleşmesini önlemeye çalışan kimselerdir. Müslümanlar bu kişilere karşı uyanık olmalı ve onların İslam dinini saptırmalarına aldanmamalıdır.

Evliyadan dua istemek şirk değildir

Evliya Allah dostudurlar. Allah Teâlâ onlardan razı olmuş ve onları güzel bir makama yerleştirmiştir. Evliyanın halen yaşamakta olanı da vardır, vefat etmiş ve ahirete gitmiş olanı da vardır. Bu insanlar Allah yanında rıza makamında olduklarından onların dualarının Allah tarafından kabul edilmeleri ihtimali yüksektir. Dolayısıyla, bir kişinin bir Allah dostundan bir ihtiyacının sağlanması için Allah'a dua etmesini istemesinde bir sakınca yoktur. Bu şirk değildir. Allah dostu olan evliya, dua isteyen kişi için isterse dua eder isterse etmez. Bu kendi bileceği iştir. Eğer dua ederse bu duanın kabul edilme yeri Allah Teâlâ'nın kendisidir. Allah isterse bu duayı kabul eder, istemezse kabul etmez. Bu gerçek bütün Müslümanlar tarafından böyle değerlendirilir.

Bugün toplum hayatında insanlar, işlerinin görülmesi için nüfus sahibi ve hatırı sayılır kişileri aracı yapmaktadırlar. Evliyadan dua istemek de bunun gibidir. Evliya Allah yanında sevilen kişiler olduklarından dualarının kabul edilmesi ümit edilir. Bu nedenle Müslümanların bu düşünce ile birbirlerinden ve Allah dostlarından dua istemelerinde bir sakınca yoktur. Asr-ı Saadette de insanlar Peygamberimize (sav) gelip bazı sıkıntıları için dua istemişlerdir. Allah Resulü bunların çoğuna istedikleri şekilde Allah'a dua etmiştir.  Hatta bazı ayetlerde Allah Resulü'nün Müslümanlar için istiğfar etmesi emredilmektedir:

Ey Muhammed! Bil ki, Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. Hem kendi günahın için, hem de mümin erkekler ve mümine kadınlar için Allah'tan bağışlanma dile…” (Muhammed suresi, ayet 19)

Bu gerçekler karşısında, evliyadan dua istemenin şirk olduğunu iddia etmek ya cahilce bir davranıştır veya kasıtlı bir şekilde insanları İslam'dan uzaklaştırma çabasıdır. Bu düşüncelere Müslümanların itibar etmemeleri gerekir. Kur'an ve sünnete sadık kalarak İslami yaşayışlarını devam etmelidirler.

Türbeleri ziyaret etmek şirk değildir

Türbeler Allah dostlarının kabirleridir. İnsan vefat edince ruhu bedenini terk eder ve insanın toprağa verildiği kabrinde kıyamete kadar bekler. Ahiretini kazanmış olan ruhlar kabirlerinden ayrılarak istedikleri yerlere giderler ve diğer ruhlarla görüşebilirler. Onlar Allah tarafından yaptıkları güzel amellerin karşılığı olarak güzelliklerle rızıklandırılırlar. Ruhlar tıpkı dünyadaki gibi görürler, duyarlar ve konuşurlar. Ancak biz onları görmeyiz ve konuşmalarını duymayız. Türbelerdeki evliyayı ziyaret ettiğimiz zaman onlara selam veririz. Onlar da selamımızı alırlar ve mukabele ederler. Biz onların ruhuna Kur'an okuyup hediye ederiz, onlar da buna mukabil bize hayır dua ederler. Bu kişilerden herhangi bir ihtiyacımız için Allah'a dua etmesini isteyebiliriz. Bu ziyaret ve dua isteme şirk değildir.

Kabirde bulunan ruh, bizim ondan talep ettiğimiz duayı isterse yapar istemezse yapmaz. Bu oradaki ruhun tasarrufundadır. Ancak eğer o ruh bizim hacetimizin giderilmesi için Allah'a dua ederse, bu duanın kabul edilme ihtimali yüksektir. Çünkü bu kişi Allah'ın sevdiği ve razı olduğu birisidir. Son karar verme makamı Allah Teâlâ’dır. Duayı isterse kabul eder, isterse etmez. Bu konuda hiçbir kimse bir şart ve kısıtlama ileri süremez.

Allah dostları için şu ayet vardır:

Haberiniz olsun ki, Allah'ın dostları üzerine ne korku vardır, ne de onlar mahzun olurlar.” (Yunus suresi, ayet 62)

Dolayısıyla Allah dostlarının türbelerini ziyaret etmek, onlara Kur'an okuyup hediye etmek ve onlardan dua istemek İslam dini açısından sakıncası olmayan davranışlardır. Ayrıca oraları ziyaret etmek Allah'ın razı olduğu  bir davranıştır. İnsanlar türbeleri ziyaret ederek, bir taraftan da sevap kazanırlar. Bazılarının bu eylemlere karşı çıkmalarının nedeni ya cahil oluşlarından ve yukarıda anlattıklarımızdan haberleri olmayışlarındandır veya Müslümanları bu manevi kapıdan uzaklaştırma çabası içindedirler.

Hazreti Hızır'ın yaşadığına inanmak şirk değildir

Hazreti Hızır bugün yaşamaktadır. Onun yaşadığı İslam mutasavvıfları tarafından teyit edilmektedir. Birçok tasavvuf ehli bugün ve geçmişte kendisi ile görüşmüşlerdir. Herkesin Hz. Hızır'ın yaşadığına inanması farz değildir. Ama onun yaşadığına inanmak ta şirk değildir. Müslümanlar İbni Arabi, Mevlana gibi gerçek tasavvuf ehillerinin sözlerine inanırlar. Bu kişiler Hz Hızır'ın yaşadığını kitaplarında anlatmaktadırlar. Dolayısıyla Müslümanlar Hz Hızır'ın yaşadığını, onun Müslümanlara zor durumlarda yardım ettiğini ve ilim öğrettiğini kabul ederler. İbni Arabi'nin söylediğine göre Hz. Hızır ab-ı hayatı, yani hayat suyunu içmiş ve böylece uzun bir yaşam sürecine kavuşmuştur. Bu Allah'ın kendisine bir lütfudur. Bu Allah için zor ve imkansız bir şey değildir. Hazreti Hızır'ın yaşadığına inanmayanlar ve ona inanmayı şirk sayanlar İslam'ın manevi tarafını göremeyen ve bu manevi hayatı yaşayamayan insanlardır. Bu insanlar kendilerinin yanlış düşünce ve eylemleri nedeniyle anlayamadıkları ve yaşayamadıkları bu manevi dünyayı yok saymakta ve buna inananları da şirk ve küfürle itham etmektedirler. Bu apaçık bir iftiradır. Bu insanlar etraflarında cereyan eden manevi olayları fark etselerdi, hayret ve korkudan yerlere yüz üstü düşerlerdi. Fakat ne yazık ki büyük bir inkar ve suçlama ile tasavvuf ehlinin karşısına dikilmektedirler.

Ey Müslüman kardeş! Dünya yalnız beş duyu ile algılanandan ibaret değildir. İnsanın manevi dünyayı algılaması ancak tasavvuf eğitimi ile mümkündür. Bu eğitim için insanın her bakımdan yetenekli olması ve çalışması gerekir. Bu çetin bir yoldur, herkes kolaylıkla başaramaz. Ama bu yolun tadını alan birisi bir daha bu yoldan vazgeçmez. Bu nedenle maneviyata karşı olanların aldatmalarına aldırma ve onlardan uzak dur. Belki bir gün sen de bu manevi dünyayı tanır ve yaşarsın. Allah'tan ümit kesilmez.

Şefaate inanmak şirk değildir

Şefaat olayı, Kur'an'da birçok ayette zikredilmektedir. Örneğin:

O gün Rahman olan Allah'ın katında ahd almış olan kimseden başkaları şefaat etme hakkına sahip olamayacaklardır.” (Meryem suresi, ayet 87)

O gün, Rahman'ın kendisine izin verdiği ve sözünden hoşnut olduğu kimselerden başkasının şefaati fayda vermez.” (Taha suresi, ayet 109)

“Allah'ın huzurunda şefaat da fayda vermez. Ancak izin verdiği kimsenin ki müstesna…” (Sebe suresi, ayet 23)

Bu ayetlere göre, Allah Teâlâ yarın mahşerde, başta Peygamberler olmak üzere sevdiği ve razı olduğu kimselere şefaat hakkı verecektir. Şefaat hakkı verilenler cehennemlik olan sevdiklerine, akrabalarına ve dostlarına şefaat ederek onların cehennemden çıkarılmalarına vesile olacaktır.

Bu konuda Allah Resulü bir hadisinde şöyle söylemektedir:

Her peygamberin kabul olunacak bir duası vardır. Ben bu dua hakkımı, yarın mahşerde cehennemlik olan ümmetimin cehennemden kurtulması için şefaat etmek suretiyle kullanacağım.”

Peygamberlerin yanı sıra Allah'ın dilediği kuluna şefaat izni vereceği yukarıdaki ayetlerde dile getirilmiştir. Şefaat izni verilecek olanların şehitler, evliya, sıddıklar gibi Allah'ın rızasını kazanmış olan kişiler olacağı ümit edilmektedir. Dolayısıyla insanın başta Peygamberimiz (sav) olmak üzere, yarın ahirette kendisine şefaat edilmesini istemesinde islam dini açısından bir sakıncası yoktur. Bu davranış şirk değildir. Bu konuda son kabul yeri her şeyde olduğu gibi Allah Teâlâ’dır. Şefaat isteyen de, şefaat eden de bu bilince sahiplerdir. Bütün bunlar Allah'ın kullarına karşı olan rahmetinin vesileleridir.  Bu nedenle, böyle bir rahmet kapısını kapamak isteyenler, yani insanların şefaat istemelerine mani olmak isteyenler yarın ahirette nasıl zor bir duruma düşeceklerini düşünsünler ve yaptıklarına tövbe ederek İslam'ın rahmet çizgisine gelsinler. Aksi halde bu davranışlarının sorumluluğu kendilerini yarın geri dönüşü olmayan bir felakete götürebilir.

Mevlid okutmak şirk değildir

Mevlid, Süleyman Çelebi tarafından Miladi 1409 yılında yazılmış ve Peygamberimizi (sav) anlatan bir kasidedir. Bu kaside Türkçe yazılmıştır. Süleyman Çelebi'nin yazdığı bu kasidenin asıl adı  “Vesiletün Necat” (Kurtuluş Vesilesi) dir. Süleyman Çelebi Bursa'daki Ulu Cami de imamlık yaparken, camiye gelip vaiz veren bir şii hocanın, peygamberlerin hepsinin aynı derecede olduklarını ifade etmesi üzerine, kendisiyle tartışmış ve bizim Peygamberimizin (sav) bütün peygamberlerden üstün olduğunu söylemiştir. Bu tartışmanın verdiği maneviyat ile Süleyman Çelebi “Mevlid-i Şerif” dediğimiz kasideyi yazmıştır. Bu kasidede Allah Resulü'nün doğumunu, mucizelerini ve üstünlüklerini dile getirmiştir. Süleyman Çelebi’den önce de sonra da Peygamberimizi öven çok kaside yazılmıştır. Ancak halk tarafından en çok beğenilen Süleyman Çelebi'nin yazdığı kaside olmuştur. Müslümanlar önemli dini günlerinde Mevlid-i Şerif'i okutmayı bir gelenek haline getirmişlerdir. Mevlid-i Şerif'in yanı sıra Kur'an tilavet edilmekte, salavat ve ilahiler söylenmekte ve dualar edilmektedir.  Böylece Müslümanlar Allah'ı ve O’nun Resulü Hazreti Muhammed’i (sav)  hatırlayarak imanlarını arttırmaktadır. Bu vesile ile sevap kazanılmaktadır. Bu sevaplar ölmüş olan yakınlarına ve diğer Müslümanlara hediye edilerek, onların da nasiplenmesine vesile olunmaktadır. Bu davranışta İslam dinine aykırı hiçbir şey yoktur. Dolayısıyla burada şirk söz konusu değildir.

Aşure pişirmek ve dağıtmak şirk değildir

Aşure, hicri takvime göre Muharrem Ayı'nın 10. günü yapılan tatlıdır. İslam inancına göre, Muharrem Ayı'nın 10. günü Hz. Nuh (as) büyük tufandan sonra karaya ayak bastığında, ellerinde kalan son malzemelerle yemek yapmıştır. Bu yemeğin içinde çeşitli tahıllar, baklagiller vesairenin olduğu tahmin edilmektedir. Müslümanlar bu kurtuluş gününde yapılan yemeği sembolize ederek Muharrem Ayı'nın 10. günü aşure tatlısı yaparlar ve insanlara dağıtırlar. Böylece Müslümanlar hem Hz. Nuh (as) ve beraberindekilerin kurtuluşunu hatırlamış olurlar, hem de birbirlerine aşure ikram ederek sevap kazanırlar. Çünkü yemek ikram etmek İslam'da övülen bir davranıştır.

Bu davranışta herhangi bir şirk yoktur.  Çünkü bu eylemde Allah Teâlâ'ya herhangi bir ortak koşulmaz. Aşure pişirip dağıtılması Peygamberimizin (sav) sağlığında belki yapılmamıştır. Çünkü o zamanlarda kısmen de olsa fakirlik hakimdir. Fakat daha sonraları Müslümanlar zenginleşmiş ve bu zenginlik yemeklerine ve ikramlarına da yansımıştır. Müslümanlar önemsedikleri olayları hatırlamak için bazı adetler oluşturmuşlardır. Aşure pişirilip dağıtılmasını da bu bağlamda anlamak gerekir. Bu davranışta İslam'a aykırı bir düşünce ve eylem yoktur. Bu nedenle burada şirkten söz edilemez.

Sonuç

İslam dininde şirk önemli bir konudur. Neyin şirk olduğunu, neyin şirk olmadığını Müslümanların iyice bilmeleri gerekir. Toplumumuzda şirk konusunda devamlı yayınlar yapılarak, insanların kafaları karıştırılmak istenmektedir. Konuya tam vakıf olmayanlar, bu yayınların etkisinde kalarak yanlış yola sapabilirler. Bu nedenle şirk konusunun her Müslüman tarafından iyice incelenmesi gerekir.

Biz bu makalede ehl-i sünnet çizgisinde, neyin şirk olduğu ve neyin şirk olmadığını açıkladık. Müslüman kardeşlerimizin bu yazıyı dikkatlice incelemelerini tavsiye ederiz. Allah Teâlâ'nın Müslümanları şirk batağından kurtarmasını dua ve niyaz ederiz.

 

Kaynaklar

Fütûhât- ı Mekkiyye”, İbnî Arabî, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008

Hadislerle Kur’an-ı Kerîm Tefsîri”,  İbn Kesir, Çağrı Yayınları, İstanbul, 2005

İlmin Güzellikleri”, Mehmet H. Oryan, www.ilimvetasavvuf.com

Kur’ân-ı Mecîd ve Tefsîrli Meâl-i Âlîsi”, Mahmud Ustaosmanoğlu,YasinYayınevi, İstanbul, 2009

Sahîh-i Buharî Muhtasarı”, İmam Buhârî, Polen Yayınları, İstanbul, 2008

Tasavvuf ve Tarikatlar”, Selçuk Eraydın, Marifet Yayınları, İstanbul, 1981

Zamanın Daha Kısa Tarihi”, Stephen Hawking, Doğan Kitap, İstanbul, 2005

 

 

Ana Sayfa         Makaleler

 

Yorum ve Eleştirileriniz için :    yorum@ilimvetasavvuf.com

İslam Düşüncesinde

Şirk Anlayışı

Yayınlama Tarihi :   09.10.2018

 

sonbahar yaprak resmi ile ilgili görsel sonucu