Faiz olgusu, bilinen insanlık tarihi kadar eski bir olgu olup hemen hemen bütün medeniyetlerde tartışma konusu olmuştur. Semavi ve kültürel dinlerde açıkça yasaklanmıştır. Faize tarih boyunca toplumlarda bazı yasal sınırlamalar yapılsa da, faizin olumsuz etkileri her zaman toplumların ekonomisinde tespit edilmiştir. Çünkü faiz ihtiyaç sahiplerini daha kötü koşullara itmiştir. Faiz,  sermayenin belirli ellerde toplanarak gelir dağılımındaki eşitsizliğe neden olmuştur.  Çaba harcamaksızın  gelir elde edilmesine imkan tanıması, hiçbir risk ve emeğe maruz kalmaksızın, başkalarının katlanmak zorunda kaldığı risk ve emek üzerinden kesin bir gelir sunması, meşru bir alışverişin dışında toplumsal servetin el değiştirmesine neden olmuştur. Bu gibi olumsuzluklar bütün toplumlarda insanları faiz konusu üzerinde düşünmeye ve tedbirler almaya zorlamıştır.

 

İnsanlık tarihinde faiz olgusu tamamen kaldırılmasa da belirli sınırlamalarla ondan etkilenen insanları bir dereceye kadar korunmasına çalışılmıştır. Faiz uygulaması MÖ 2000 li yıllarda Hindistan'da alçaltıcı bir günah olarak değerlendirilmiş ve din adamları ile askerlerin bu türlü işlemlere ulaşmaları yasaklanmıştır. Hammurabi Kanunları'nda da faiz oranlarının belirli sınırlar dışına çıkılması halinde ağır cezalar öngörülmüştür. Aynı dönemde Mısır'da, Asyalı kavimlerde de faizin az da olsa uygulandığını görüyoruz.

 

Faizin en yaygın uygulaması cahiliye dönemi Arap Yarımadası'nda görülmüştür. Faiz kazancı o günün Mekkeli zenginlerinin temel gelirleri olmuştur. Öyle ki Kureyş tefecilerinin eline düşen ihtiyaç sahiplerinin kurtulması hemen hemen imkansız görülmekteydi.

 

Avrupa'da ise 2000 yıllık bir maceraya konu olan faiz olgusunun dramatik gelişimine şahit olunmaktadır. Bu macera dört ana dönemde evrilerek, faiz gayrimeşru kabul eden bir nitelikten meşru olarak kabul edilen bir niteliğe dönüşmüştür.

 

Birinci dönem Antik Yunan dönemidir. Bu dönemde faiz düşünsel olarak olumsuzlanmış ve insan ruhunu ve toplumsal yapıyı bozan çirkin ve istenmeyen bir uygulama olarak değerlendirilmiştir. Eflatun ve Aristo gibi filozoflar faize karşı çıkmışlardır. Onların bu karşı çıkışları dini bir gerekçeden daha çok, içinde bulundukları Kent Devleti'nin birliği ve ekonomik olarak otarşik yapının devam ettirilmesi gerektiğinden, insanın servet ve para hırsı gibi olumsuz düşüncelere sahip olmamalarının gerektiği açısındandır. Ancak bu düşünülenler pratikte faizle işlem yapma geleneğini önlemeye tam olarak başaramadılar.

 

İkinci dönem, Hıristiyanlığın ortaya çıkması ile, buna Eski Ahit'in hükümlerinin eklenmesiyle, kilisenin ileri gelenlerinin bu hükümleri yorumlamalarında faize karşı duruşları ile geçer. 500 lü yıllara kadar süren dönemdir. Bu dönemde toplanan konsillerde faiz, din adamları için kesin bir dille yasaklanırken, laik bireyler için dini bir yasak söz konusu olmuyor, ancak faizin onlar için utanç dolu bir günah olduğu vurgulanıyordu. Bu dönemde Eski Ahit'in hükümleri uyarınca faiz bütün kilise ileri gelenleri tarafından lanetlenirken, Yeni Ahit ve Hazreti İsa'nın faizin olumsuzlanmasında bir referans olarak gündeme getirilmektedir.

 

Üçüncü dönem  500 ile 1500 yılları arasındaki on yüzyıla işaret eden dönemdir. Bu dönemde faiz hem din adamları hem de laik bireyler için kesin bir dille yasaklanmıştır. Bu yasaklara uymayanlar aforoz edilmekte, hatta işkenceye maruz kalmakdaydı. Bu dönemde Eski Ahit'in yanı sıra Yeni Ahit ve Hz. İsa da faizin yasaklanmasında referans olarak alındı. Bu dönemin sonuna doğru ortaya çıkan Reform hareketi, Hristiyanlık dininin o tarihe kadar olan bütün yorumlarını reddetti. Hatta daha da ileri gidilerek, dinin kendisine, hüküm mesajlarına ve Tanrı’ya yönelik reddiyeler ifade edildi. Bu nedenle 1500 lü yıllar, faizin meşru sayılıp sayılmayacağı sorusunun netlik kazanmaya başladığı ve bununla faizin açık bir şekilde bazı gerekçeler ileri sürülerek kabul edildiği yıllardır.

 

Dördüncü dönemde 1500 den bugüne gelene dek, faizin meşru olup olmaması göz ardı edilerek başka tartışmalara odaklanılmıştır. Faiz bir yandan meşru görülerek, faiz oranlarının nasıl olması gerektiği, faizin ekonomik yapıdaki rolü ve ne olması gerektiği, devletin buradaki rolünün ne olması gerektiği gibi teknik konular tartışılmaya başlandı. Bu tartışmalara aydınlanma ve pozitif felsefenin temel öğeleri eşlik etti. Böylece Avrupa toplumu din dışı bir yapılanma ile faiz olgusunu tamamen benimsedi.

 

Avrupa toplumu Reform, Rönesans, coğrafi keşifler, feodalizmin çözülerek ulusal devletlerin oluşması, sermaye hareketlerinin genişlemesi, ticaretin uluslararası yapılması ve teknolojik yeniliklerin ekonomik hayatı etkilemesi ile bambaşka bir yapıya büründü. Bu yapıda bazı iktisadi ekoller oluştu. Bu ekoller faizin meşru olup olmadığını bırakarak, faizin tıpkı diğer fizik olayları gibi tabii bir olay olduğu fikrini kabul ettiler. Böylece teolojik bir yorumlama olmadan faiz de ekonominin dinamikleri tarafından belirlenen bir oran olarak yorumlandı. Böylece faiz 1500 yıllık bir süreç ile gayri meşru oluştan meşru bir niteliğe evrilmiş oldu.

 

Faiz düşüncesinin gayrimeşru nitelikten meşru niteliğe dönüşmesindeki temel dinamiklerinden biri de kilisenin Hristiyanlık ile ilişkisindeki problemli unsurlardır. Kilise 8. yüzyılda gücünü pekiştirmiş olmasından sonra eski ahit ile bağlarını kesmiş, Kitab-ı Mukaddes’in ilkelerine olan bağlılıklarda zafiyetler göstermiştir. Kilise Tanrı’nın mahkemesi olarak, dine ve kendisine karşı işlenen suçlarda yargı mercii olarak görev yapmıştır. Bunu yaparken de varlığını devam ettirebilmek için üretimden pay almaya ve laik lordlar gibi davranmaya başlamıştır. Ancak kendilerini çok fazla kayırmışlardır. Bu dönemde kilise Avrupa kıtasındaki servetin yaklaşık %35'ine sahip olmuştur. Haçlı seferlerinden sonra birçok din adamı sınırsız zenginlik sahibiydi. Onlar da ticarete katılıyor, paralarını faizli olarak bankalara yatırıyor ve servet peşinde koşuyorlardı. Böyle bir kilisenin faizin gayrimeşru olduğu görüşünde düşünmesinin  mümkün olmadığı açıktır.

 

Kuran’da Riba (Faiz)

Kuran'da ve Sünnet’te riba ayrıntılı olarak ortaya konulmuştur. Kuran’da riba sadaka, zekat, karz (kredi) ve özellikle bey’ (ticaret) ile mukayeseli şekilde ele alınır ve ribanın yapı itibariyle varlık transfer yöntemlerinden farklı olduğu vurgulanır.

 

Riba vahyin ilk döneminden itibaren yasaklanmıştır. Ribanın ancak bileşik /mürekkep olanının yasak, basit nitelikte olanının serbest olduğu şeklindeki görüşler ilmi ve mantıkî dayanaktan yoksundur. Klasik kaynaklarda riba genelde “muamelede şart koşulan karşılıksız fazlalık” yahut “karşılıksız fazlalığın şart konulduğu akit” olarak tanımlanmıştır. Her iki tanımda da ribanın eylemsel tarafı değil, hâsılat, fazlalık, nihai sonuç tarafına vurgu yapılmıştır. Bu türlü yaklaşımlar batılı kaynaklarda da benzer şekildedir. Ancak ribanın sadece fazlalığa odaklı olarak tanımlanması, onun eylemsel tarafının gözden kaçmasına neden olmuştur. Bu nedenle geçmişte ve günümüzdeki birçok işlem türünde riba olmasına rağmen, farklı ve masum adlarla uygulanması durumu ve böylece insanların kandırılması ortaya çıkmıştır.

 

Ribayı hem fazlalık ve hem de eylem türü olarak tanımlamalıyız. Ribanın eylem olarak tanımlanmasını şöyle verebiliriz:

˃ “Riba kendisinde karşılığı bulunmayan fazlalığın şart koşulduğu işlemdir.”

˃ “Riba, cins veya tür olarak nitelikleri aynı olan iki malın farklı miktarlarda değiştirilmesi işlemidir.”

 

Riba fazlalık olarak şöyle tanımlanabilir:

˃ “Riba, cins veya tür olarak nitelikleri aynı olan iki malın farklı miktarlarda değiştirilmesinden ortaya çıkan farktır”

 

Riba kelimesi sözlükte “artma, çoğalma, fazlalaşma, gelişme” anlamlarına gelir. Kuran'da ise riba kelimesi farklı kalıplarda kullanılmaktadır. Riba tanımlanırken bu farklı kullanışların dikkate alınması gerekir.

 

Ribanın geçtiği ayetler:

İnsanların malları içinde artması için (faizli işleme konu ederek) verdiği mal Allah katında artmaz. Allah'ın rızasını isteyerek verdiğiniz zekata gelince, işte asıl onlardır (mallarını ve sevaplarını) kat kat artıranlar.” (Rum,30/39)

Ey iman edenler! Kat kat katlanıp artma mahiyetine sahip olan faizi yemeyin. Allah'tan sakının ki kurtuluşa eresiniz.” (Al-i İmran,3/130)

“(O Yahudiler) Kendilerine yasak edildiği halde faiz alırlar ve böylece insanların mallarını batıl yollarla yerler.…Onların kafir olanlarına acıklı bir azap hazırlanmıştır.” (Nisa,4/161)

Faiz yiyenler, şeytanın aklını çeldiği kimsenin tavrından farklı tavır göstermezler. Bu tavır onların “alım-satım işlemi tıpkı faizli işlem gibidir” demeleridir. Allah, alım-satım işlemini helal, faiz işlemini haram kılmıştır. Kime Rabbinden bir öğüt ulaşır da, faizli işlemi terk ederse önceden yaptıkları kendine kalır. Onun işi Allah'a aittir. Kim de bunu yapmaya devam ederse, onlar cehennem ahalisindendir, orada süresiz olarak kalacaklardır.” (Bakara,2/275)

Allah faizi eritir, mahveder. Sadakaları ise artırır, bereketlendirir. Allah ayetlerini görmezlik eden suçluların hiçbirini sevmez.” (Bakara,2/276)

Ey iman edenler! Allah'tan korkun! O’na gerçekten iman ediyorsanız kalan faiz alacaklarından vazgeçin.” (Bakara, 2/278)

Eğer vazgeçmezseniz, Allah ve Elçisi ile savaşmakta olduğunuzu bilin. Eğer tevbe ederseniz ana mallarınız sizindir. Böylece ne haksızlık edersiniz ne de haksızlığa uğrarsanız.” (Bakara,2/279)

Borçlu darlık içinde ise, rahata çıkıncaya kadar beklemek gerekir. Alacağınızı sadakaya, zekata saymanız sizin için daha hayırlıdır. Bunu bir bilseydiniz.” (Bakara,2/280)

 

Faizin yasaklanması Kuran'da tedricen yapılmıştır. Önce çoğaltma peşinde koşmama emri (Müddessir,74/6), sonra insanların yanında artan şeyin Allah katında atmayacağının açıklanması (Rum,30/39), sonra ribayı kat kat yeme yasağı (Al-i İmran,3/130) ve son aşamada ribanın tamamen haram kılınması (Bakara,2/ 275). Kuran'da haksız fazlalık yanında fiil tarafı da yasaklanarak sadece haksız fazlalığı almak değil, aynı zamanda bu fazla sebep olan işlemler de yasaklanmıştır.

 

31.10. 2002 de dönemin Mısır baş müftüsü Tantavi başkanlığındaki Mısır İslam Araştırmalar Kurulu banka faizinin helal olduğuna dair fetva yayınlamıştır. Benzer görüşlere son yıllarda bazı akademisyenlerin açıklamalarında da rastlanmaktadır. Sonuçta Allah bir eylemi yasaklamışken, insanların dikkatini eyleme değil, onunla ilgili detay konulara yönlendirilmiş,  kelime oyunları ile toplumların zihinleri meşgul edilerek bu sayede faiz yoluyla sömürü asırlardan beri devam etmiştir. Bu davranışlar insanı İslam dairesinin dışına iter ve insanın ahiret hayatının mahvolmasına neden olur. Çünkü birçok ayette şöyle buyurulmaktadır:

İnkâr edip ayetlerimizi yalanlayanlara gelince, onlar cehennem ehli olarak ebediyyen orada kalacaklardır.” (Bakara, 2/39)

Ayetlerimizi inkâr eden kâfirleri şüphesiz ateşe atacağız.” (Nisa, 4/56)

İnkâr eden ve ayetlerimizi yalanlayanlara gelince işte onlar cehennemliktirler.” (Maide, 5/10)

 

Riba Konusu Mallar

Riba konusu olan malların belirlenmesinde farklı mezheplerin farklı görüşleri olmuştur. Şafii ve Malikilere göre parasal nitelikli olan altın gümüşle gıda maddesi cinsinden mallar, Hanefilere göre miktarı tartı ve hacim ölçüsü birimi ile belirlenen malların kendi cinsleri ile değiştirilmesi durumunda riba cereyan eder. Hanbeliler Hanefilerle paralellik arz eder.

 

Ancak tarih boyunca bazı İslam alimleri konuyu daha iyi tanıtıcı tanımlar ileri sürmüşlerdir. Örneğin bunlara göre:

˃“Menfaat birlikteliği ve (hatta) yakınlığı bulunan bütün mallarda faiz söz konusu olabilir.”

˃“Asıl olan cinsteki birliktir; malın türü önemli değildir.”

˃“Riba zekata konu olanlar için söz konusudur.”

˃“Mali ve iktisadi değeri olan bütün mallarda kurala aykırı davranılması durumunda faiz gerçekleşebilir.”

 

Riba ve Sadaka /Zekat

(Bakara, 2/ 276)  ve  (Rum,30/39) ayetlerinde açıkça belirtildiği üzere ribaya verilen maldan elde edilen gelirin mahvedileceği, sadakaların ise bereketlendirileceği belirtilmiştir. Faize verilerek artan malın Allah katında atmayacağı, fakat Allah rızası için verilen sadakanın ise kat kat artacağı ifade edilmiştir. Bu nedenle riba ile ilgili ayetlerden önce sadakanın önemini vurgulayan, teşvik eden ayetler ifade edilmiştir. Bu açıdan, ribaya konu olabilen malların sadaka ve zekata da konu olduğu anlaşılmaktadır.

 

Riba ve Karz (Kredi/Ödünç verme)

Ayetlerde riba ile karz arasında ilgi ifade edilmiştir. Karz sözlükte “mislini geri almak üzere malı başkasına vermek, yol almak” anlamlarına gelir. Ayrıca karz “bir kimseye faydalanmak ve mislini iade etmek üzere bir malı verme” işlemine denir. Ödünç işlemi tarihte daha çok altın ve gümüş gibi paralar ile buğday, arpa, hurma ve tuz gibi mallar üzerinde gerçekleştirilmiştir.

 

Karz, iyilik, yardımlaşma ve dayanışma amaçlı bedelsiz bir akittir. Bu nedenle Kuran'da karz tavsiye ve teşvik edilmiştir. (Müddessir, 74/ 6)' da “Fazlasını geri alma beklentisiyle başkasına ikram ve minnette bulunma” ayeti, karzın meşru kılınış amacından uzaklaştırıp kazanç amaçlı hale sokmak ve gelir elde etmeğe alet etmenin İslam'da meşru görülmediğini ifade etmektedir.

 

Riba ile karzın ayrıştığı nokta menfaattir. Eğer karz kazanç aracı haline getirilirse işlem ribaya dönüşür. Çünkü ribada da karz gibi misli ve tüketilir nitelikli mallar başkasının mülkiyetine geçirilmekte, risk karşı tarafa yüklenmekte, vade geldiğinde başta verilen malın bir benzeri ve - karztan farklı olarak - belli oranda fazlası geri talep edilmektedir. Dolayısıyla karzda  verilen mala ek olarak bir farkın talep edilmesi işlemin “karz” olmaktan çıkarıp  “riba” karakterine sokar.

 

Riba ve Bey’ (Ticaret)

“Bey’” kelimesi sözlükte “bir şeyi başka bir şey ile değiştirmek, bir şeyi satmak veya satın almak, sözleşme yapmak, taahhütte bulunmak” anlamlarına gelir.  Riba da bey' de menfaat amaçlı işlemlerdir. Bey’ bir fıkıh terimi olarak “mülkiyet nakli gerçekleşmek üzere bir malı başka mal ile değiştirmek” şeklinde ticari kazanç amaçlı bir işlem olarak tanımlanır. Bey’ in tarifinde nahiv kuralı gereği birbirinden farklı mallar ifade edilir. Bu nedenle değişime konu olan şeylerin en azından kalite düzeyinde de olsa farklıdır. Bir işlemin ticaret kabul edilebilmesi için farklı iki malın değişimi gerekir.

 

Riba ile bey' in ayrıştıkları temel nokta, bey’ in iki farklı malın değişimi ile, ribanın ise sadece zimmette sabit olabilen misli ve (kalite açısından farklı olsa bile) aynı cins veya türden iki malın farklı miktarlarda değişimi ile gerçekleşiyor olmasıdır. Kuran'da alışveriş helal, faizin haram kılındığı bildirilirken bunların aslında birer mal mübadele eylemi olduğu ret edilmemiş, ancak faiz işlemi ile alışverişin teknik açıdan farklı şeyler olduğu vurgulanmıştır. Bu nedenle faizin, ticari amaçlı bey’ kapsamında değerlendirilmemesi gerektiğine işaret edilmiştir.

 

Ribanın Basit veya Bileşik (Mürekkep) olması

Şu soru insanları hep meşgul etmiştir: Kuran'da yasaklanan riba basit faiz mi, yoksa kat kat artan nitelikli bileşik faizi mi kapsamaktadır? Bazı ayetler hasılat olarak azının da çoğunda da yasaklandığını gösterir. Örneğin

“… ribadan kalanı terkedin…” (Bakara,2/278)

Eğer ribadan tevbe ederseniz ana paranız sizindir.” (Bakara,2/279)

ayetlerinde her türlü hasılat miktarının yasaklandığı görülmektedir. Ancak

“…katlanarak artan ribayı yemeyin.” (Al-i İmran,3/130)

mealindeki ayete dayanarak bazı kimseler burada bileşik faizin söz konusu edildiğini, basit faizin söz konusu edilmediğini iddia etmişlerdir. Ancak bu iddianın ilmi ve mantıklı bir dayanağı yoktur. Müfessirlerin hemen tümü bahsedilen ayetteki “katlanarak artan faizi yemeğin” emri ile olaya ve olayın vehametine işaret edildiğini ifade etmişlerdir. Onlara göre bu ayetten tek kat faizin helal, katlanarak artan bileşik faizin haram olduğu sonucu çıkmaz.

 

Sünnet’te Riba (Faiz)

Hadis kitaplarında ribadan  bahseden oldukça fazla rivayet vardır. Bu hadisler üç gruba ayrılır:

 

Birinci gruptakilerde riba kelimesi haram mal, haksız kazanç anlamında kullanılmıştır:

Alım, satımda fiyatı belirleme yetkisini karşıdakine bırakana, gabinde (hileci olan) bulunanın aldığı mal ribadır.”

“Müşteri kızıştıran riba yiyici ve haindir.”

“Ribanın en büyüğü Müslümanın haysiyeti ile oynamaktır.”

 

İkinci grup ribanın yasak olduğunu bildiren ve faizcileri kınayan hadislerdir:

Cahiliye faizi kaldırılmıştır.”

“Faiz şirk, sihir, haksız yere adam öldürme, yetim malı yeme, savaştan kaçma ve namuslu kadına iftira etme gibi mahvedici yedi büyük günahtan biridir.”

“Faiz yiyen, yediren, şahitlik ve katiplik eden Allah'ın rahmetinden uzaklaşır.”

“Faizcilik ile zenginleşen kişinin sonu mutlaka fakirliktir.”

 

Üçüncü grup ise ribanın mahiyeti hakkında bilgi veren ve onu tanımlayan hadislerdir:

Dikkat ediniz! Cahiliye devrinden kalma faizin hepsi kaldırılmıştır. Sadece ana parayı alacaksınız. Böylece ne zulmetmiş ne de zulme uğramış olursunuz.”

“Peşin satışlarda faiz  cereyan etmez.”

“Faiz ancak ertelemede olur.”

“Faiz yalnızca borçta olur.”

“Bir dinarı iki dinara, bir dirhemi iki dirheme, bir sa’ı iki sa’a satmayınız. Çünkü faize girmenizden korkuyorum.”

“Altın altınla, gümüş gümüşle, buğday buğday ile, arpa arpa ile, hurma hurma ile ve tuz tuz ile birbirine eşit ve peşin olarak takas edilebilir. Ama bunların cinsleri ayrı olursa peşin olmak şartıyla istediğiniz gibi satış yapınız.”

“Hurma hurma ile, buğday buğday ile, arpa arpa ile, tuz tuz ile eşit miktarda ve peşin olarak mübadele edilir. Kim miktarı artırır yahut fazlalık isterse, faize girmiş olur. Ancak cinslerin değişmesi hali müstesnadır.”

 

Ribayı yasaklayan hadisler Kuran'daki ilgili ayetlerin açıklaması niteliğindedir. Ribanın mahiyetini açıklayan hadisler de iki sınıfa ayrılır. Birincisinde faizin “peşin işlemlerde değil”, “vadeli işlemlerden” ibaret olan borç sözleşmelerinde cereyan edeceğini belirten hadislerdir. Bu tür hadisler ribanın aynı nitelikteki iki malın vadeli olarak farklı miktarlarda değişiminden ibaret olan riba türünü ifade eder. Bu durum ribanın bey’ ve diğer mülkiyet nakli yöntemlerinden ayrıldığını gösterir. Faizin mahiyetinden bahseden diğer ikinci hadis grubunda, genel hatlarıyla borca konu olan mislî mallardan altısı (altın, gümüş, buğday, arpa, hurma ve tuz) zikredilerek bu tür malların değişimi ile ilgili kuralları belirler ve bu mallardan bir kısmı aracı kılınarak sahabe döneminde gerçekleştirilen ribalı muamele örneklerini içerir.

 

Altı mal hadisinde para niteliğindeki altın ve gümüş ayrı, temel gıda maddesi niteliğine sahip buğday, arpa, hurma ve tuz ayrı değerlendirilmiştir. Altın ve gümüşün diğer mallarla değişiminde ribaya düşme tehlikesi görülmediğinden işlem için peşinlik ve eşitlik şartı konulmamıştır. Altını altınla, gümüşü gümüşle değişiminde ise iki temel şart vardır. Bunlar (1) işlemler peşin (2) bedeller eşit olmalıdır. Altın ile gümüş'ün birbirleriyle değişiminde ise eşitlik şartı yoktur. Ancak işlemin peşin olması, aksi durumda, yani işlem vadeli olması durumunda ise, mübadele gününün kuru üzerinden yapılması kuralı getirilmiştir. Buğday, arpa, hurma ve tuzdan oluşan diğer dört malda ise, bunların kendi cinsleri veya yakın cinsleri (türleri) ile değişiminde işlemde peşinlik,  bedellerde eşitlik şart koşulmuştur.

 

Bu kuralların faydaları şu şekilde özetlenebilir:

1) Altın ile gümüşün vadeli değişiminin yasaklanmasındaki maksadın, faiz farkının kura yansıtılıp işlemin faize alet edilmesinin önlenmesidir.

2) Altı malın kendi cinsleri arasındaki değişimlerinde peşinlik ve eşitlik şartının koşulmasında ise, insanların iktisadi yararı olmayan bu tür bir işlemle uğraşmaktan men edilmesi, takas ekonomisinden paralı ekonomiye geçişin temini ve faize götürebilecek hileli yahut değer belirleme zorluğu sebebiyle haksız kazanca götürücü yolların kapatılması olabilir.

3) Kaliteli hurmanın kalitesiz hurma ile farklı miktarlardaki takasının faiz gerekçesiyle yasaklandığına dair örnek ise, hem faize götürücü hileli yolların kapatılması hem de mübadele konusu malların kıymetinin adil şekilde belirlenememesinden kaynaklanacak haksız kazanç yollarının kapatılması hedeflendiği anlaşılır. Çünkü ribanın anlamlarından biri de karşılığı olmayan haksız kazançtır.

 

Altı   malla ilgili hadislerde esas itibariyle aynı nitelikli iki malın farklı miktarlarda vadeli olarak değişiminden ibaret borcun gelir amaçlı kullanımının yasaklandığı, kısaca kredi işlemlerinin düzenlendiği anlaşılır. Bedellilerdeki eşitlik ve peşinlik kuralının getirilmesinin, bu tür işlemlerin tümünün faizli olduğunu belirtmek için değil, hukukun arka kapısından dolanılarak bu tür işlemlerin faizciliğe ve haksız kazanca alet edilebileceği endişesinden kaynaklandığı söylenebilir. Nitekim bir hadiste “faize düşmenizden korkuyorum” ifadesi vardır.

 

Bazı alimlere göre Kuran'da asıl haram kılınan ribanın cahiliye Arapları tarafından bilinen ve uygulanan açık riba olup, hadislerde yasaklanan riba ise, açık ribaya götürecek yolların kapatılması için yasaklanan kapalı riba olduğudur.

 

Ribanın mahiyetinin belirlenmesi ve dolayısıyla tanımının yapılması konusunda fıkıh kaynaklarında farklı yaklaşımlar vardır. Bazıları şunlardır:

˃ Sayılan veya tartılan mallardaki kesin yahut varsayılan fazlalık ve vade/ erteleme faiz türlerindendir.

˃ Riba alışverişte şart koşulan karşılıksız fazlalıktır.

˃ Bir alım, satım akdinde aynı cins malda şer’î ölçüler üzerinden şart koşulan karşılıksız fazlalıktır.

˃  Mübadeleli akitlerde taraflardan birisinin hakkı kabul edilen ve akit sırasında şart koşulan karşılıksız fazlalıktır.

˃ Riba, sözleşme esnasında şer’î ölçüler açısından aynı miktarda (mümasil) olup olmadıkları bilinmeksizin özel bir bedel üzerine yahut bedellerden her ikisi veya birisinin vadeli olması üzerine yapılan akittir.

 

Bu tanımlardan ribanın mahiyetinin fukahaca nasıl tasavvur edildiğini net olarak çıkarmak oldukça güçtür. Çünkü kimisi işlem sonucu meydana gelen hasılatı, kimisi ise sözleşmeyi, akdi merkeze alarak tanım yapmışlardır.

 

Riba yasağının illet ve hikmeti, zayıf durumda olan borçluyu korumak ve haksız kazanca engel olmaktır. Hadislerdeki söz konusu edilen maddelerdeki ribanın iletinin (sebebinin) ne olduğuna dair İslam alimleri tarafından şu görüşler ileri sürülmüştür:

1) Cins birliği. Aynı cinsten olan bütün malların karşılıklı değişiminde fazlalık ribadır. Toprakla toprağın değişiminde bile riba söz konusudur.

2) Cinsteki menfaat. Aynı cinsten olan ve aralarında değer farkı bulunan iki malın değişiminde ribâ söz konusu olabilir. Buna göre değeri bir dinar olan bir elbiseyi değeri bir dinar olan iki elbise karşılığında satmak caiz olduğu halde, değeri bir dinar olan bir elbiseyi değeri iki dinar olan bir elbise karşılığında satmak caiz değildir.

3) Cinslerdeki menfaatlerin yakın olması. Buğday ile arpanın menfaatleri birbirine yakın olduğundan bunların birbiriyle değişimindeki fazlalık ribadır. Yine bakla ile nohutun, darı ile mısırın değişiminde fazlalık ribadır.  Çünkü bunların cinsleri farklı da olsa menfaatleri birbirine yakındır.

4) Zekâtın farz olduğu mal cinsinden olmak.  Riba zekâtın farz olduğu hayvanlar ve ekinlerde de söz konusu olur. Zekâtın farz olmadığı mallarda riba söz konusu olmaz.

5) Aynı cinsten olup saklanabilen temel gıda maddesi olmak. Saklanabilen temel gıda maddelerinde de ribâ söz konusudur. Et gibi temel gıda maddesi olsa da, saklanamayan şeylerde faiz söz konusu olmaz.

6) Buğday gibi mallarda ribanın illeti, aynı cinsten olup hacim ölçüsü ile ölçülebilir olmaktır. Kireç, alçı gibi yenilebilir olmasa da hacim ölçümü ile ölçülen şeylerde riba söz konusudur.

7) Aynı cinsten olup hacim ve ağırlık ölçüsü ile ölçülebilen, yenilebilir mallardan olmak. Yenilebilir ve içilebilir şeyler içinde hacim veya ağırlık ölçüsü ile ölçülebilen malların kendi cinsi ile değişimindeki fazlalık ribadır.  Hacim ve ağırlık ölçüsü ile ölçülmeyen mallarda, yenilebilir ve içilebilir de olsa, riba söz konusu değildir.

8) Aynı cinsten yenilebilir olmak.

 

Ribanın haram kılınmasının temel gerekçesi haksızlığın önlenmesi ve  insanların mallarının korunmasıdır. Fıkıh mezheplerinin ortaya koyduğu illetler de son tahlilde bu amacı gerçekleştirmeye yöneliktir.

 

Mezheplerin belirlediği illetler içinde Hanefilerin faiz tanımı kapsamlı, sağlam ve faiz yasağının ruhuna uygun bir tanımdır. Hanefiler/Hanbelilerin illeti en geniş uygulama alanına sahiptir. Şayet ribanın haram kılınma hikmeti, insanların birbirine haksızlık etmeleri engellemek, sömürüye son vermek ise bu amacı olabildiğince çok muameleye yansıtmak elbette huzur ve refahın sağlanmasına doğrudan katkı sunacaktır. Bununla beraber Hanefilerin illeti belirlemede cins birliği ile birlikte sadece ölçü ve tartı özelliklerini ileri sürmeleri kısıtlayıcı bir yaklaşımdır. Bunun yerine “ölçülebilir olma” şeklinde daha genel bir ifade kullanılabilir.

 

Katılım Bankaları

Dünya ekonomilerini son yıllarda etkileyen küresel krizlerden çıkış yolu olarak görülen alternatif sistemlerin en önemlilerinden birisi “İslamî Finans” tır. İslami Finans Ortadoğu ve Asya'nın önemli kısmında 1980'li yıllarda popüler olduktan sonra hızla Avrupa ve Amerika'ya da yayılmıştır. Yaklaşık 50 yıllık bir geçmişe sahip olan faizsiz bankacılık nispeten düşük risk modeli ile dikkat çekmektedir. Dünyadaki Müslüman nüfusun da artması beklendiğine göre, İslamî Finansın bütün ülkeler için önemli ve hayati olacağını ifade edebiliriz.

 

İslamî Finans her türlü finansal faaliyet ve işlemlerin İslamî kurallar çerçevesinde uygulandığı bir finans sistemidir. İslami finansman yöntemlerinin tümü, faizli işlemlerin yasak olması ve İslam dininin ticaret ahlakının korunması ilkeleri üzerine dayanmaktadır. Bunun için gerekli finansman ve risk yönetimi modelleri geliştirilmektedir. Faizsiz finans sistemine ait ürünler dünyada 1970'ten beri kullanılmaktadır. Bu ürünler fon temini, varlık dağılımı, ödeme ve döviz işlemleri, risk yönetimi ve riskten korunma gibi çok çeşitli hizmetleri kapsamaktadır. Risk paylaşımı, kâr / zarar ortaklığı gibi geleneksel finansal ürünlerin yanında Sukuk (İslamî tahvil / Kira sertifikası), DJIM (Dow Jones Islamic Market) ve GIIS (Global Islamic Index Series)  gibi yeni finansal ürünler de geliştirilmiştir. Ayrıca İslamî yatırım fonları da faizsiz finansın gelişmesine katkıda bulunmaktadır.

 

İslamî Finansman Yöntemleri

İslamî Finans esas olarak finansal bir faaliyet olmayıp, bir ticaret faaliyetidir. Bu faaliyetler iki sınıfa ayrılır.

1) Ortaklık yoluyla doğrudan finansman sağlama yöntemleri (müşâreke ve mudârebe),

2) Kiralama (icâre) veya satış sözleşmeleri (murâbaha, selem) yoluyla dolaylı finansman sağlama yöntemleri.

Bu ürünlerde ortak olan nokta müşterilere fon kullandırılabilmesi için bankanın müşterinin bu fonu nerede kullanacağı konusunda bilgi sahibi olması ve bazı ürünlerde sözleşmeye konu olan ticari faaliyetin içinde doğrudan bulunmasını gerektirmesidir.

 

Mudârebe

Emek ve sermaye ortaklığıdır. Banka yatırım için gerekli olan parasal kaynağın tamamını sağlarken, müşteri emeğini koyar. Yapılan işlemden oluşan kâr başlangıçta anlaşılan oranlarda banka ve müşteri arasında paylaşılır.  Zarar olması durumunda, eğer müşterinin herhangi bir kusuru yoksa, banka bütün zararı yüklenir. Bu sistem genellikle ticaret finansmanında kullanılır.

 

Müşâreke

Bu ortaklık sisteminde Katılım Bankası gerekli sermayenin bir kısmını karşılar. Müşteri de sermayeye bir miktar katılımda bulunur. Elde edilen kâr başlangıçta anlaşılan oranlarda paylaşılır. Bu oran sermaye payları ile aynı olmak zorunda değildir. Müşteri emekte kattığı için daha yüksek oranda kardan pay alabilir. Zarar oluşması halinde ortaklar payları oranında zarardan etkilenirler.  Bu yöntem genellikle sanayi finansmanında kullanılmaktadır.

 

Murâbaha

Murâbaha kavramı sözlükte “artma, kâr, ticari kazanç” anlamına gelen  “ribh” kökünden türemiş ve kazandırma, kar hakkı tanıma manasına gelir. Bu ürün en sık kullanılandır. Bu ürün İslam hukukunda, fiyatı “maliyet +  kâr marjı”  formülü ile hesaplayan bir spot satış sözleşmesidir. Bu yöntemde banka, müşterisinin talep ettiği malı satın alıp belirlenen oranlarla vade farkını ekleyerek müşterisine satar. Bu sistemde müşteri malın peşin fiyatı ve bankaya ödeyeceği kâr payı konusunda bilgi sahibidir. Bu yöntem ev halkına, işletmelere kısa ve orta vadeli ticari kredi kullanma imkanı sunmakta, bu nedenle de mikro ve küçük ölçekli işletmelerin finansmanında önemli bir rol oynamaktadır.

Murâbaha işleminin caiz olması için söz konusu olan malın mülkiyetinin bankanın mülkiyetine geçmiş ve şer'an kabz tamamlanmış olmalıdır. Ayrıca banka mal müşteriye teslim edilmeden önce telef olma, tesliminden sonra ise gizli ayıp vb iade sonuçlarından kaynaklanan yükümlülükleri üstlenmelidir.

 

Kiralama (icâre, leasing)

Murâbahadan sonra icâre katılım bankalarının ikinci önemli finansman sağlama yöntemidir. Bu sistem normal bankalarla benzer şekilde çalışmaktadır. Bu yöntemde gayrimenkul, makine gibi reel varlıkların finansmanı için parasal kaynak sağlanmaktadır. Bu yöntemin en yaygın türü kira sözleşmesinin mülkiyetin devri ile sona ermesi halidir. Bu ürünün caiz olabilmesi için satım akdinin daha sonra gerçekleştirilmesi şartı ile birbirinden tamamen müstakil iki akit yapılmalıdır. Gerçek ve fiili bir kiralama bulunmak ve yapılan işlem satım akdini gizlemek amacıyla yapılmamış olmalıdır.

 

Selem ve İstisna

Selem belirli bir malın veya hizmetin bedelinin tamamının peşin olarak ödenip ileri bir vadede satın alınmasıdır. Banka peşin ödeme yaparak gelecekte üretilecek olan malı satın alır. Fakat bu malı satmak için vadesini beklemek zorundadır. İslam hukukuna göre para, altın, gümüş ve para benzeri varlıkların bu yöntemle satışı, elde edilen gelir faiz olarak değerlendirildiğinden kesinlikle yasaktır.

İstisna, halihazırda var olmayan ve gelecekte üretilecek bir malın satılması işlemidir. Bu sistem genellikle tarım ve inşaat projelerinde uygulanmaktadır. Müşteri belirli bir peşinat ödendikten sonra kalan tutarı taksitler halinde bankaya geri öder.

 

Sukuk

Son yıllarda önemi ve popülaritesi giderek artan bir finansal araçtır. Bu araçla, katılım bankalarına, finansal kurum ve kuruluşlara, işletmelere ve ülke hazinelerine finansal piyasalardan İslam hukuku ile uyumlu kaynak sağlama imkanı elde edilir.

Sukuk İslamî Finans bağlamında, menkul kıymetleştirmenin fiilen onaylanması anlamına gelir. Burada temel kural senetlerin fiziki varlıklara dayalı olmasıdır. Bununla beraber İslam Hukuku açısından menkul kıymetleştirmeye konu olabilecek varlıkların kapsamı dardır. İslami Finans Kuruluşları Muhasebe ve Denetim Örgütü’nün tanımına göre 14 farklı sukuk bulunmaktadır. Bunların başlıcaları leasinge dayalı sukuk, müşâreke ve mudârabaya dayalı sukuk, murâbahaya dayalı sukuk ve seleme dayalı sukukdur. Bu sisteme göre ana firma sukuk işlemine konu olan malları özel amaçla kurulmuş şirkete devreder. Bu şirket varlıkları menkul kıymetleştirerek yatırımcılara satar.

 

Dünyada ve Türkiye’de İslamî Finans

Dünyada İslamî Finans kurumları ile ilgili çalışmalar ilk olarak 1960'lı yıllarda başlamıştır. İlk İslamî Banka 1963 yılında Mısır'da kurulmuştur. Bugün İslamî Finans kurumları başta Türkiye, Malezya, İran, Körfez ülkeleri, Hong Kong ve İngiltere olmak üzere dünyada yaygın olarak faaliyet göstermektedir. İslamî Finans son yıllarda küresel anlamda konvansiyonel bankacılıktan daha hızlı büyümektedir.

 

Ülkemizde İslamî Finans ilk olarak 1980'li yıllarda ortaya çıkmıştır. Önceleri Özel Finans Kurumu olarak adlandırılmış, 2005'ten itibaren Katılım Bankası adını almışlardır. Hazine tarafından 2012 yılında sukuk ihaleleri yapılarak sukuk ihracı gerçekleştirilmiştir.

 

Günümüzde ülkemizde beş  Katılım Bankası faaliyettedir. Bu bankalar 5411 sayılı bankacılık kanuna tabidir. Bu bankalardaki hesaplar TMSF güvencesi altına alınmıştır.  Ülkemizdeki katılım bankalarının Mart 2019 itibari ile aktif toplamı 229,2 milyar TL ve kullandırdıkları krediler 123,7 milyar TL olup, sektör içindeki payı % 4,6 dır. Ülkemizdeki katılım bankaları cari ve katılım hesabı adı altında mevduat toplayabilmekte ve katılım hesabı sahipleri bankanın işlemlerinden doğacak kâr ve zarara ortak olmaktadır.

 

5411 sayılı kanun katılım bankalarının işlemleri ile ilgili temel bazı standartlar getirmek ile beraber katılım bankalarının faaliyetlerinde İslamî açıdan uygunluk konusunda ayrıntılı bilgiler içermemektedir. Bu nedenle katılım bankaları yaptıkları finansal işlemlerin İslamî esaslara uygunluğunu incelemek ve onaylamak amacıyla konu hakkında uzman kişilerden yardım almaktadırlar. Bir kısmı yaptıkları işlemlerle ilgili İslamî onay konusunda kendi bünyelerinde kurdukları danışma kurulunun onayı ile hareket etmektedir. Diğer kısmı da bu konuda uzman bazı akademisyenlerden destek almaktadır. Bu durum katılım bankalarının faaliyetlerinde ufak farklılıkların oluşmasına neden olmaktadır.

 

Bugün İslamî Finans'ın ülkemizdeki uygulanması ile ilgili birçok önemli eksiklikler bulunmaktadır. 5411 sayılı kanun katılım bankacılığı işlemlerini İslam fıkhı açısından ele almamaktadır. Bu nedenle işlemlerin İslam fıkhına uygun olup olmadığını denetleyecek bir Fıkhî Denetleme Kurulu oluşturulmalıdır. Dünyada bu konuda örnekler vardır. İslam Fıkıh Akademisi gibi kuruluşlarla ortak çalışmalar yapılmalı ve katılım bankacılığının eksiklik ve yanlışlıkları giderilmelidir.  Bu olmadığı takdirde insanlardaki faiz anlayışı ile katılım bankacılığının vadeli işlem anlayışı örtüşür. Böylece İslam'ın olaydaki ağırlığı kaybolur. Bu sebeple uygulamaların İslam fıkhına uygunluğu delillerle açıklamalı ve halk bu konuda bilinçlendirilmelidir. Bu da ancak resmi bir organizasyonla mümkündür.

 

Faiz ve Entropi

Fiziksel dünyada zaman geçtikçe kapalı bir sistemin toplam enerjisi sabit kalır. Ancak bu enerjinin sistem içindeki dağılımı gittikçe daha dengeli bir duruma dönüşür. Buna entropi süreci denir. Bu süreç içinde sistemin iş görme kabiliyeti azalır. Çünkü enerji bazı değişik formlara (işe yaramayan) dönüşmüştür. Bu sistemin bozulmaya doğru gitmesi olarak algılanır ve bu sistemin entropisinin artması olarak değerlendirilir. Kapalı bir sistemde entropi geleceğe doğru sürekli artmak zorundadır. Bu bozulmayı temsil eden geri döndürülemeyen bir niteliksel süreçtir.

 

Günümüzdeki kapitalist finansal sistemin yapısı entropi sürecinin doğasına aykırıdır. Çağın egemen olan tutkusu, serveti gelecekte sürekli gelir elde etmek için borca dönüştürmektir. Yani bankalara borç vererek, serveti dayanıklı, çürümeyen, maliyeti olmayan ve sürekli faiz getiren borç halinde bir servete dönüştürmektir. Bileşik faizli  bir borç para sürekli gelir getirecek ve yeni servetler doğuracaktır. Böyle bir düzenin  mümkün olmadığını entropi ilkesi haber vermektedir. Çünkü termodinamik yasalarına göre yıpranmaz bir sermaye stokundan sürekli servet yaratmak imkânsızdır.

 

Fiziki dünya kendi haline bırakıldığında sıfıra doğru artan oranda bir azalma seyri göstermekte ancak tam olarak sıfır noktasına da ulaşamamaktadır.  Buna mukabil faiz isteyen borçlarda, çoğunlukla artı sonsuza doğru artan oranda bir yükselme gösterecek şekilde bir yapılanma söz konusudur. Yani faiz ile entropi karşılaştırıldığında faiz kuralları ile doğa kuralları arasında zıtlık vardır. Dolayısıyla günümüzdeki finansal sistemin yapısı entropi sürecinin doğasına aykırıdır.

 

İnsan ekmekle borçlanarak bileşik faiz sistemi ile belli bir süre sonra daha fazla dilim ekmek elde eder. Ama para borç vermesi halinde durum farklı olur. Çünkü ekmek çürüyecektir, ama faizli borç çürümeyecektir. Bu garip olgu çevre için çok tehlikeli bir  uyuşmazlıktır. Bunun nedeni faiz sisteminin kullandığı matematiğin fiziki dünyanın gerçekleri ile çelişmesidir.

 

Faizle borç verilen 100 liralık para, tahakkuk eden faizi karşılamak için paranın satın alacağı 100 lira değerindeki bir fiziki varlıkla aynı kanuna tabi değildir. Bileşik faiz uygulaması ile parasal değer sonsuza doğru bir geometrik artışla artar. Fiziki servet ise tam tersine, artan entropi nedeniyle sıfıra doğru giden fakat tam sıfıra varmayan artan ivmeli bir azalış gösterir.

 

Faiz oranı arttıkça geri ödeme için gerekli olan ekmek miktarı da artar. Dolayısıyla faiz arttıkça aynı zamanda entropinin de artma eğiliminde olacağını söyleyebiliriz. Faiz ne kadar yüksek olursa doğal çevreye yüklenecek maliyet de o kadar yüksek olacaktır.

 

İnsanın fiziki sistemde iyileşme sağlayabilmesi için dışarıdan bir enerji girdisi sağlanmalıdır ki entropinin artma süreci tersine dönsün. Yağmur, gübre, tohum, güneş ısısı ve insan çabası doğru bir şekilde birleşerek daha gelişmiş bir güzel ekmek şeklinde tezahür eder. Entropideki bu azalma, ancak fiziki sistemin bir başka parçasındaki entropi artışı pahasına olur. Ekmeği üreten aletler yıpranacak, arazi verimsizleşecek, sonuçta toplum düzeni entropi kuralı gereğince bozulacaktır.

 

Ekonomik faaliyetlerimizin kapalı bir sistemde yer almadığını kabul etmeliyiz. Küresel ölçekte bile, her gün güneşten düşük entropili ve bedava enerji alırız. Bu gerçek, toprağımızı değerli ve verimli kılar ve insanın yaşamasına imkan tanır. Fakat bu gerçek ekonometrik modellerde pek karşımıza çıkmaz. Ekonomistler mekanik olarak düşünerek sistemin değişiminin geri döndürülebilir olduğunu kabul ederler. Oysa bu yanlıştır. Bu nedenle ekonomistler biyoloji bilimine de yönelmelidirler.

 

Modern insanın çevreye ilişkin karşılaştığı tercih sorununun aslı, düşük entropili kaynaklarının insanın ekonomik faaliyetleri sonucu yüksek entropi israfına ve hayattan alınan hazza dönüşmesidir. Güneş enerjisi bedavadır ve insanın hayatının devamı için gereklidir. İnsan hayatta daha fazla haz almak isterken geçmişe göre daha fazla güneş enerjisi kullanmak zorundadır. Böylece entropi artacaktır, fakat bu artışın etkileri farklı yerlerde görülecektir.

 

Yapılan tespitlere göre doğal kaynakların tüketilmesi ile uluslararası borçlar için ödenen faiz arasında açık bir bağlantı vardır. Faiz oranı arttıkça yüksek yoğunluklu üretimin özendiriciliği ve dolayısıyla çölleşme durumu da artmaktadır.

 

1977-79 yıllarında dramatik ölçüde artan ve o günden beri yerini koruyan faiz oranları, aileleri, işletmeleri ve hükümetleri doğal kaynakları hemen tüketmelerine ve bunun sonuçlarını ihmal etmeleri yönünde özendirmiştir. Kaynakları ve sübvansiyonları doğayı korumak için kullanmak isteyen 3. dünya hükümetleri, artan faiz oranları nedeniyle bunu yapamaz hale gelmişlerdir. 1972 de petrol üreticisi olmayan gelişmiş ülke hükümetlerinin yurtiçi ve yurtdışı faiz ödemelerinin net borç dahil harcamaların %5,6 sına karşı gelmekteydi. Bu oran 1988'de % 18,7 ye ulaştı. Bu nedenle, uluslararası çevre toplantılarında, çok yakında olması beklenen açlık ve kıtlık konusunda uyarılarda bulunulmaktadır. Yani, faiz oranı, bizim uyuyan canavarımızdır.

 

Faiz sisteminin bugünkü faaliyetleri uzaktaki sonuçlara hiç değer vermez. Sorunlar, oluşumlarında hiçbir sorumlulukları olmayan gelecek nesle çölleşme, nükleer kirlilik, canlı türlerinin neslinin yok edilmesi gibi geri dönecektir. Oysa istikrarlı bir ekonomide her nesil kendisinden sonraki nesillerin değişmeyen bir hayat standardında yaşamalarına imkan tanımak zorundadır. Bunun için sermayenin işgücüne oranı nesilden nesile sabit kalmalıdır.

 

Fiziki dünyadaki üretim faiz sisteminin matematiğine göre hesaplandığı zaman içinde gittikçe daha büyük oranda entropi artışı teşvik edilmektedir. Enerji tüketimi arttıkça, dünya entropisi de artmaktadır. Yani doğadaki düzensizlik çoğalmaktadır.

 

Evrende her şey hareket halindedir. Bu nedenle paranın da bir yerde durmaması gerekir. Üretim ve ticaret paranın dolaşımı demektir. Çünkü hareket halinde olan şeyler entropiyi azaltır, duran şeyler entropiyi arttırır. Entropinin azalması dünyadaki kaosun, düzensizliğin azalması demektir. Bu nedenle paranın da durmaması ve yeni olumlu oluşumlara yatırılarak hareket etmesi gerekir. Bu durum aşağıdaki ayette ifade edilmektedir:

 

Biz bazınıza zenginliği verdik ki, devlet (zenginlik) aralarında dolaşsın diye.”

 

Zenginliğin insanlar arasında dolaşması olumlu yönde bir harekettir. Bu da entropiyi azaltır, yani kaos azalır, refah ve huzur artar.

 

Ancak bankaların faizle kredi vermesi bu olumlu dolaşıma zarar vermektedir. Krediyi alan borçlu, faizi ödeyebilmek için uzun vadede çevreyi bozmadan iş yapmayı terk ederek, borcunu geri kazanmak için çevreyi dikkate almadan üretim yapmaktadır. Bu baskı faizin baskısıdır. Sonuçta kaos ortaya çıkıyor. İşte savaşlar ve terörün sebepleri bunlardır. Çünkü kişi fakirleşirse, diğer tarafa kin ve nefret besliyor. Bu da kaosun artması demektir.

 

Faizin Zararları

Devletlerin kendileri faizsiz olarak para üretebildikleri halde neden bankalar tarafından üretilen faizli parayı borç almak istemelerini günümüzde bir türlü cevaplanamayan gizemli sorulardan biridir. Bu dünyanın bir çok ülkesinde uygulanmaktadır.

 

Her gelişmiş ülkenin sürekli bir ulusal borcu var. Bu ülkelerden her birinin yüksek miktarda borçlu olan bir özel sektöre sahiptir. Burada ticaretin faiz üzerinden işlemesi büyük sermaye sahibi olan kişi ve kuruluşlara yüksek miktarda faiz geliri temin etmektedir. Bu nedenle bu sistem muhafaza edilmektedir. Ancak yeni borç yaratılması sonunda oluşan para arzındaki artış, genel fiyat enflasyonunu artırmaktadır. Dünyadaki bankaların büyük bir kısmı kâr ortaklığı şeklindeki yatırımlardan kaçınmakta ve bunun yerine faize dayalı teminatlı kredilere yönelmektedirler.

 

“El Kazibi  Habiballah” ( Allah kazancı sever). Bu kazanç insanın eliyle ve emeği ile kazandığı şeydir. Faiz kazanılan bir emek ürünü değildir. Üretim olarak bir karşılığı yoktur.

 

Allah'ın emirlerinin dinlenilmediği bir yerde olumsuzluklar oluşur ve huzur bozulur. Bu huzurun bozulması bir yerde fiziksel dünya için entropinin artması olarak yorumlanabilir.

 

Faiz de böyledir. Faiz Allah Teâlâ'nın haram kıldığı bir husustur. Dolayısıyla faiz uygulanan yerlerde olumsuzluk oluşur. Bu da orada manevi huzurun bozulması demektir. Çünkü faizin olduğu yerler karanlık içinde kalır. Bu da o yerin Allah'ın nurundan ve rahmetinden mahrum kalması demektir. Fakat bu dünya hayatının düzgün ve olumlu olarak devam edebilmesi bakımından önemlidir. Nerede Allah'ın emirleri uygulanmazsa, orada karanlık ve bereketsizlik hakim olur. Allah'ın emir ve yasakları aslında varlıklar için rahmet kaynağıdır. Bu emir ve yasakların amacı insanların dünya ve ahirette rahat etmeleridir. Allah Teâlâ kendi sistemini kurmuş ve insanlara bu sistemi anlatmıştır. Bu sistem değişmez. Bu sistemden en iyi şekilde yararlanmak insanın kendi menfaatidir. Bu nedenle her türlü itaat ve ibadet insanın kendisine fayda getirir. Allah insanların heva ve heveslerine göre bir sistem kurmamıştır. Bu sistem mutlak doğru ve iyiliktir. Ondan yararlanmak insanın bileceği bir iştir. Faiz problemine de bu açıdan bakmak gerekir.

 

Faizin insanlara ve dünyaya verdiği zararların bir kısmını aşağıdaki şekilde sıralayabiliriz:

˃ Faiz insanlar arasındaki yardımlaşma ve dayanışma duygusunu ortadan kaldırır. Zengin ve fakir arasındaki kin ve nefreti artırır.

˃ Faizin haram edilmesi sosyal hayatta intizam ve asayişi temin eden bir köprüdür.

˃ Faiz zulüm ve sömürüyü tetikler. Onun için toplumda kavga çıkmasını önlemek için faiz haram kılınmıştır.

˃ Faiz  sanat, ticaret ve ziraat gibi helal kazanç yollarına mani olur. Çalışma şevkini kırar, insanlığı tembelliğe sevk eder. Çünkü parası olan faizle borç verip zahmetsizce para kazanmak ister.

˃ Faiz başkasının malını karşılıksız almaktır.

˃ Faiz ekonomik krizlerin sebebidir. Üreticinin ekonomik gücünü zayıflatır ve sonuçta sermayeye mahkum eder.

˃ Bir toplumda faizin meşruiyetine çare aranmaya başlandı mı, orada alçalma ve cahiliye devrine dönüş başlamıştır.

˃ Bugün hayat pahalılığında çektiğimiz sıkıntının temelinde faiz vardır. Fiyatlarının artmasının nedeni faiz ile alınan kredilerin üreticinin maliyetini artırmasıdır. Bunun sonucunda tüketici daha çok zarara girer.

˃ Faiz sermayenin zenginlerin elinde toplanmasına neden olmaktadır.

˃ Dünya hayatında huzur ve sükun isteyenler faizle mücadele etmelidir.

˃ Faiz canavarı tabiata savaş açmıştır. Tabiatın enerjisini kendisine çekiyor ve tabiatın normal çürüme hızını arttırıyor ve kendi bu enerji ile palazlanıyor.

˃ Faiz tabiatın enerjisini emen bir karadelik gibidir.

˃ Faiz evrenin doğal düzenine aykırı bir olgudur.

˃ Faizin piyasa disiplinini bozucu ve etkinliğini azaltıcı etkisi vardır.

˃ Faiz ile kredi alanlar riske girmiş olurlar. İleride krizlerin olacağı bilinmez. Krizlerde tüccarlar iflas edebilir. Çünkü faizle büyük bir borç altında kalmaktadırlar.

˃ Tarım kredisi kullanan çiftçiler, tabii şartlar kötü giderse, borcunu ödeyemez ve elindeki her şeyini yitirir. Daha da fakirleşmiş olur.

˃ Bugün dünyada büyük zenginlerin hükmetmesinin nedeni nedir? Ellerindeki sermayenin gücü ile her şeyi istedikleri gibi yönlendirebilmeleridir. Faizle borç vererek büyük kârlar elde ederler. Bu kârlar faiz kârlarıdır. Bu da toplumun diğer fertlerinin yaşam koşullarının zorlaştırır ve hayatı pahalı yaşarlar.

˃ Dünyadaki ekonomik krizler borç batağındaki insanların sayısının artması nedeniyle olmaktadır. Çünkü arz ve talep dengesi bozulmuş olmaktadır. Bu da diğer dinamikleri bozar.

˃ Para piyasaları spekülasyon yapılmasına çok müsaittir.

 

Sonuç

İnsanlar paralarının değer kaybetmemesi için bankaya faizle yatırırlar. Amaçları paralarının hem değerini kaybetmemesi hem de kâr etmeleridir. Ancak bankaların vereceği faizler vergiler düştükten sonra hiçbir zaman enflasyonu karşılamaz. Parasını yatıran daima zarardadır. Ancak parası çok miktarda olanlara banka tatmin edici bir faiz oranı uygular. Banka bu parayı alır kredi olarak başkalarına verir. Kredilerin faiz oranları genelde mûdiye ödenen faiz oranından çok yüksektir. Aradaki fark bankanın kârıdır. Krediyi alan borçlu, ödeyeceği yüksek faizi ürettiği malın maliyetini ekler. Böylece üretilen malların satış fiyatı artar. Sonuçta bankaya faiz karşılığı para yatıranlar daha yüksek fiyatlardaki ürünleri satın almak zorunda kalırlar. Aslında burada küçük yatırımcı kârda değildir, bankalar kârdadır. Dolayısıyla büyük paraları ellerinde bulunduran kuruluşlar bu para ticaretinde en çok kâr edenler olmaktadır. Bir ayette belirtildiği üzere

 

Riba serveti arttırmaz, Ticaret serveti arttırır.”

 

Dolayısıyla bankaya para yatıranların faizle paraları artmaz, bilakis zarardadır.  Buna mukabil para yatıran elindeki parayla ticaret veya üretimde bulunsaydı daha karlı olacaktı. Böylece ekonomi canlanmış ve herkese iş imkanı ortaya çıkmış olurdu.

 

Kişinin elindeki para az ise, o zaman bu paraların birikeceği bir fon ile ticaret ve üretim yapıldığında herkes bundan pay alabilirdi. Böylece küçük tasarruflar ekonomiye doğrudan katılmış olur.

 

Paranın banka kredileri vasıtasıyla ekonomiye katılması yerine, İslamiyet dürüst ticareti tavsiye etmektedir. Ancak dürüst ticaretle paranın değeri artabilir. Bu nedenle elinde parası olanlar ya bizzat kendileri üretime, ticarete girmeleri veya paralarını dürüst üretim ve ticaret yapacak kurumlara vererek onların kârlarına katılmalıdır.

 

Bankalar vasıtasıyla ekonomiye faiz karşılığı kredi olarak aktarılan para, faizi maliyetlere ve hizmetlere yansıtmaktadır. Bunun sonunda çevre daha da fazla sömürülmektedir. Bu, çevredeki toplam entropinin artması demektir. Böylece kişi gelirini kısa zamanda arttırmak için çevreyi bozmayı göze almaktadır. Çevre bozulmaları uzun vadede insanlara zarar olarak geri döner. Çölleşme, kuraklık, susuzluk, savaşlar gibi etkiler uzun vadede refah seviyesine zarar verir. Bugün tatlı kâr edenlerin çocukları ve torunları bu zararları yaşayacaklardır. Bu zararların giderilmesi için bugün kazanılandan daha fazla harcama gerekecektir. Bu da faizin serveti toplamda arttırmaması demektir.

 

Hayatı yalnız günlük görmemek gerekiyor. Bugün ektiklerimizi yarınki nesil biçecektir. Onların biçtikleri zarar olarak ortaya çıkacaktır. Bunun nedeni faiz sistemidir. Müslüman bu faiz sistemi karşısında bir imtihandadır. Bu imtihanda başarılı olmak onun hem dünya hem de ahiret hayatında mutlu olmasını temin edecektir.

 

Kaynaklar

 

Faiz Sorunu”, Tarek el Diwany, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011

İktisadi Hayatta ve İslam’da Faiz”, Kuran Araştırmalar Vakfı (KURAV), Ensar Neşriyat, İstanbul, 2018

İslam Devletinde Mali Yapı”, S.A. Sıddıkî, Fikir Yayınları, İstanbul, 1968

İslam Ekonomisinde Tasarruf ve Ekonomik Gelişme”, M. Sabri Erdoğdu, MÜ İlahiyat Fakültesi Yayınları, İstanbul, 1992

İslam ve Ekonomik Hayat”, Ahmet Tabakoğlu, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 1996

İslamî Finans”, Sermaye Piyasası Araştırma ve Uygulama Merkezi (SERPAM), İstanbul, 2013

İslam, İman, Ekonomi”, Sabahattin Zaim, Yeni Asya Yayınları, İstanbul, 1992

 

 

Yorum ve Eleştirileriniz için:   yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Ana Sayfa             Makaleler

 

 

İslâm’da Riba (Faiz) Olgusu

Yayınlama Tarihi: 15.10.2019