İslamiyetin birinci temel taşı imandır.  İman olmadan  Müslüman olunmaz. ‘İman’  kelimesi  Arapça  ‘âmene’  kökünden türetilmiştir. ‘âmene’  fiili  iki türlü kullanılır:

1) Tek başına geçişli olarak kullanılır:  ‘âmentüh’ ; ‘ona emniyet verdim, onu emniyete aldım’  anlamındadır. Buradan hareketle  Allah Teâlâ’ ya  el-Mü’min denmiştir.

2) Geçişsiz olarak  kullanılır. Bu durumda  ‘emniyete sahip hale geldi, emniyet altına girdi’  anlamına gelir.

Buradan iman sahibi bir insanın emniyette bulunduğu anlaşılmaktadır.

İman sözcüğü  Kur’an-ı Kerim’de çeşitli anlamlarda kullanılmıştır:

1) Hz. Muhammed’in (sav)  getirdiği şeriatın adı olarak kullanılır.  Aşağıdaki ayette bu anlamdadır:

‘ Muhakkak ki iman edenler, Yahudiler, Sâbiîler…’ (Maide suresi, ayet 69)

2) Nefsin onaylayarak  Hakka  boyun eğmesi anlamında kullanılır.  Aşağıdaki  ayette bu anlamdadır:

‘Allah ve Resûlüne iman edenler  var ya, işte  sıddıklar  …   onlardır.’ (Hadid suresi, ayet 19)

3) İtikad, doğru söz ve salih  amellerden  her birisi için ayrı ayrı  iman denir. Aşağıdaki  ayetteki  kullanım  bu şekildedir:

‘Allah imanınızı  zayi edecek  değildir.’ (Bakara suresi, ayet 143)

İmanın  Mahiyeti

İslam alimleri  ‘İman, dil ile ikrar, kalp ile tasdik  ve uzuvlarla amel etmekten ibarettir’  demişlerdir. Bazı alimler ise  ‘İman ikrardan ibarettir’, bazıları da ‘İman bilmekten ibarettir’  demişlerdir.

İman; tasdik, marifet, yakîn, ikrar ve islâmdır. Bunlar birbirinden farklı, fakat hepsi aynı anlama ,  iman manasına gelen kelimelerdir. Allah Teâlâ ‘nın Rab olduğunun ikrarı , tasdiki, kesin inancı ve kesin bilgisidir.  Bütün bunlar, çeşitli sözler olmasına rağmen  manaları birdir.

İnsanlar tasdik konusunda  üç  ayrı durumda bulunurlar. Bir  kısmı  Allah’ı ve Allah’tan gelen şeyleri  kalp ve lisanla  tasdik ederler. Bir kısmı da kalp ile tasdik eder, lisanla yalanlarlar.Bazıları da lisanla tasdik eder ama kalp ile tasdik etmezler.  Allah’ı ve Allah katından gelen şeyleri kalp ve lisanla tasdik edenler,  Allah katında ve insanlar yanında mümindir. Lisanıyla tasdik, kalp ile yalanlayan kimse ,  Allah katında kafir, insanlara göre ise mümindir. Çünkü insanlar onun kalbinde olanı bilmezler. İkrar ve şehadetinden dolayı onu mümin diye isimlendirilmesi gerekir.  Bir kısım kimseler de, Allah katında  mümin, insanların yanında kafirdir. Bu, imanı gizleme  durumunda, lisanı ile küfür izhar etmiş kimsenin halidir. Fakat bu insan Allah  katında mümindir.

Allah, Adem’in neslini, sulbünden insan şeklinde çıkarmış, onlara akıl vermiş, hitap etmiş, imanı emredip, küfrü yasaklamıştır. Onlarda  O’nun Rab olduğunu ikrar etmişlerdir.Bu, onların imanıdır. İşte insanlar bu fıtrat üzerine doğarlar. Bundan sonra  küfre sapan, kendi fiili, Hakkı inkar ve ret etmesi  ve Allah’ın yardımını kesmesi ile küfre sapmıştır. Böylece  fıtratı değiştirip bozmuştur. İman ve tasdik  eden de kendi fiili, ikrarı, tasdiki ve Allah’ın lütfu ve  yardımı ile iman etmiştir.

Allah, kullarını  hiçbir zaman iman ve küfre  zorlamamış, onları mümin veya kafir olarak yaratmamıştır. Fakat onları şahıslar olarak yaratmıştır. İman ve küfür  kulların fiilleriyle ilgilidir. Allah, küfre sapanı küfrü esnasında kafir olarak  bilir. İman etmesi halinde  onu  mümin olarak  bilir.

Bir insanın aynı zamanda  mümin ve kafir olması  mümkün değildir.Mümin gerçekten iman eden, kafir de gerçekten inkar eden kimsedir. İmanda şüphe olmaz. Bunun delilleri şu ayetlerdir:

‘Onlar gerçekten müminlerdir.’  (Enfal suresi, ayet 4)

‘Onlar gerçekten  kafirlerdir.’ (Nisa suresi, ayet 151)

İslamı yaşamak için önce iman sahibi olmak gerekir. İman olmadan insanın hiçbir mükellefiyeti yoktur. Çünkü Allah Teâlâ , müminlere farz olan şeyleri, onların iman edip dini kabul ettikten sonra emretmiştir:

‘İman eden kullarıma söyle, namazı dosdoğru kılsınlar.’ (İbrahim suresi, ayet  31)

‘Ey iman edenler, size kısas farz kılındı.’ (Bakara suresi, ayet 178)

‘Ey iman edenler, Allah’ı çokça anın.’ (Ahzab suresi, ayet 41). 

İman ve Akıl

İslam alimleri  Allah’a  iman etmenin farz olduğunu ,  O’na küfretmenin de haram olduğunda ittifak etmişlerdir. Ancak imanın insan üzerine farz oluşu akıl yoluyla mı tahakkuk ettiği, yoksa  nakil ile mi sabit olduğu noktasında muhtelif görüşler vardır.

Ebu Hanife’nin (ra)  şöyle dediği nakledilir: ‘Göklerin, yerin, kendi vücudunun ve diğer yaratıkların fevkalade yaratılışını müşahede edebilen  her insan için Yaratanın bilinmesinde hiçbir mazeret mevcut değildir.’ ‘Şayet Allah hiçbir peygamber  göndermemiş olsaydı bile, yine de insanların , akıllarını kullanarak Yaratanı bilmeleri gerekli olurdu.’

Eşarriye  şöyle demiştir: ‘Hiçbir şey akıl yoluyla insan üzerine gerekli olmaz. Akıl vasıtasıyla olsa olsa bazı şeylerin iyiliği, diğer bazılarının da kötülüğü anlaşılabilir. Bunun yanı sıra  kainatın hadis, Yüce Yaratıcının kadim  olduğu da bilinebilir.’

Akli melekeleri teşekkül etmiş  çocuk için, istidlale (akıl yürütmeye) muktedir bir durumda  bulunduğu takdirde Yüce Allah’ı tanımak vacib midir (zorunlumudur) ? Üstad Ebu Mansur el-Matüridi (ra)  vacibdir demiştir.

Aklın gerektirici ve sorumluluk  getirici bir husus olduğu şu ayetlerden açıkça anlaşılmaktadır:

‘Kulak, göz ve kalp; bunların her biri yaptıklarından mesuldur.’ (İsra suresi, ayet 36)

Kulak, göz ve kalp idrak ettikleri hususları ancak akıl ile temyiz (ayırt) edebilirler. Dolayısıyla bilgilerin ve vecibelerin hakikatte  dayandığı nesne akıldır.

Peygamberler  ümmetlerine, özellikle akli deliller ileri sürerek tebliğde bulunmuşlardır. Tebliğ ettikleri  bilgileri insanlar akıl yoluyla düşünerek anlamaya çalışırlar. Bu nedenle Kur’an’da, insanlar tefekküre ve akıl yürütmeye teşvik edilmişlerdir:

‘Onlar düşünmezler mi?’ (Araf suresi, ayet 185), (Kaf suresi, ayet 6)

‘Onlar tefekkür etmezler mi?’  (Araf suresi, ayet 184),(Rum suresi, ayet 8)

İman ve İslam

Bu iki kelimenin karşılaştırılması çeşitli şekillerde yapılmaktadır.

1) Bu iki kelimeyi lügat bakımından karşılaştırırsak; iman kelimesi tasdikten ibarettir, İslam kelimesi de teslim, kabul ve içten gelen bağlanma ile kibir ve inadı terk etmekten ibarettir. Tasdikin yeri kalptir. Lisan ise onun tercümesidir. Teslimiyet ise umumiyetle, kalpte, lisanda ve bütün organlarda bulunur. Kalp ile tasdik  aynı zamanda  inkar ve itirazı atarak teslim olmak demektir.

İman yalnız kalp ile olur. İslam; kalp, lisan ve davranış ile olur. Her iman islamdır, fakat her islam iman değildir.

2) Şeriat bakımından, bu iki kelime bazen aynı anlamda bazen de birbirlerinin içlerine dahil edilerek kullanılmıştır. Aynı anlamda kullanılmalarına örnek olarak şu ayeti verebiliriz:

‘Orada bulunan bütün müminleri çıkardık, orada bir tek müslüman evinden başka bulamadık.’ (Zariyat suresi, ayet 35-36)

Burada kastedilen tek ev  Hz.Lut’un (as) evidir. Burada mümin olmak ile müslüman olmak aynı anlamda kullanılmıştır.

Başka  manalarda kullanılmasına dair bir ayet de şudur:

‘Araplar biz iman ettik dediler. Onlara deki: Siz iman etmediniz. müslüman olduk deyin.’ (Hucurat suresi, ayet 14)

Burada iman etmedikleri, içten bağlanmayıp sadece zahiri olarak bağlılık göstermeleri nedeniyle Müslüman oldukları ifade ediliyor.

Farklı anlamda kullanılmaları hakkındaki başka bir örnek de, aşağıda söz konusu edilecek   Cebrail (as) ile Peygamberimiz (sav) arasında geçen konuşmayı nakleden hadiste, Peygamberimizin (sav)  iman ve islam nedir sorularına farklı cevaplar vermesidir.

İmanın artıp eksilmesi

İmanın amel ile artıp eksilmesi konusunda İslam alimleri çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bunları anlayabilmek için  iman ile amelin yerlerini iyice belirlemek gerekir. Aslında iman amelden ayrı bir varlıktır. Kalp melekut aleminden, aza ve ameller ise mülk alemindendir. Bu iki alem arasındaki bağlantı o kadar ince ve latifdir ki bazıları bunların bir olduğunu, bazıları ise yalnız görülen alemin var olduğunu zannettiler.

İman melekut alemine ait bir husus iken, ameller  mülk alemindendir. İki alem arasındaki etkilerin  imanın amelle artıp, eksilmesi şeklinde anlaşılmıştır. Hz.Ali’nin (ra) aşağıdaki ifadesi bu anlamda anlaşılmalıdır: ‘İman (kalpte) parlak bir nokta halinde belirir. Amel ettikçe bu parlaklık bütün kalbi kaplar. Nifak da siyah bir nokta halinde belirir. Kul isyan ede ede bütün kalbi kararır ve o kalp de mühürlenmiş olur.’  Aşağıdaki ayet bunu teyid etmektedir:

‘Hayır, hayır, onların kazandıkları kalpleri üzerinde pas tutmuştur.’(Mutaffifin suresi, ayet 14)

İmam Şafii (ra) salih amelleri imandan saymış ve salih amellerin artmasıyla  imanın artmasına, salih amellerin eksilmesiyle de  imanın  eksileceğine  hükmetmiştir.

‘… imanlarını arttırır …’ (Enfal suresi, ayet 2)  mealindeki ayet ise ,  peygamber zamanında devamlı yeni ayetlerin vahyolunarak, sahabenin imanlarının, bu yeni hükümlere iman ederek artmış olduklarını göstermiş olabilir. Ayrıca daha önce bildiklerinin,  yeni ayetlerle  tekrar edilmesiyle imanlarının  bereket ve tesirinin artması ve nurunun parlaması manasına da gelmesi ihtimal dahilindedir. Aynı şekilde, insanın Kur’an okumakla bilgisi tekrar ettikçe  imanı bereketlenir ve imanının nuru artar.

Taklidi İman

Taklit eden, akli veya nakli bir delil aramaksızın başkasına ait söz veya fiilin doğruluğuna inanan ve ona bağlanan kimse demektir.  Ebu Hanife, Süfyan-ı Servi, Maliki gibi alimler  taklit yoluyla iman eden bir insan için imanı sahihtir , fakat  istidlali (akıl yürütmeyi)  terk etmesi nedeniyle günahkardır demişlerdir. Bazı alimler ise imanın makbul olmasının şartı, mucizelerin yardımıyla  Peygamberin (sav) sözünün doğruluğunu bilmesidir demişlerdir. 

Eşarriye  göre ise bunu aklın yardımıyla bilmesi gerekli olup, dili ile ifade etmesi ve bu konuda münazara etmesi şart değildir.

İmanın  Şartları    

İmanın şartlarının  ne olduğunu  en açık bir şekilde, Cebrail (as) ile  Peygamberimiz (sav)  arasında geçen bir olayı nakleden hadistir. Bu hadise göre Cebrail (as)  sahabilerin önünde insan suretinde Peygamberimize (sav)  gelip kendisine imanın ne olduğunu sorduğunda  Peygamberimiz (sav)  şöyle cevap vermiştir: ‘İman, Allah’ın birliğine, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna, ölümden sonra dirileceğine inanmaktır.’ Bunun üzerine  Cebrail (as)  ‘doğru söyledin’ diye tasdik etmiştir. Cebrail (as)  daha sonra  islamın alametleri nelerdir diye sorduğunda , Peygamberimiz (sav)  ‘Namaz kılmak, zekat vermek, Ramazan orucu tutmak, gücü yeten için hacca gitmektir.’ diye buyurmuştur.Cebrail (as) buna da doğru söyledin demiştir.

Bu hadis-i şerif,  imanın şartlarının ne olduğunu açık bir şekilde ifade etmektedir. Bu şartları aşağıda detaylı bir şekilde açıklamağa çalışacağız.

Allah’ın  birliğine iman:

Allah’a imanın en kısa ifadesi Kelime-i Tevhid’dir: ‘Lâ İlâhe İllallâh’ . Bunun anlamı: ‘Allah’tan başka ilâh  yoktur’. Kainatta  tek gerçek güç ve kudret ancak Allah’tır. Her şey O’nun emri ve hükmü ile gerçekleşir. Müslüman, aklın yardımı ile  Kur’an’a  sarılıp, vahyin hükümleriyle aklın verilerini bir araya toplayarak  iman binasını inşa eder.  Bu iman binasının temelinde, Allah’ın zatının, sıfatlarının ve fiillerinin iyice bilinmesi yatar.

Allah’a imandan maksat O’nun zatına, sıfatlarına ve fiillerine iman etmektir. Aşağıda açıklanan  sıfat ve fiillerin bir tanesine bile iman etmeyen  kişinin imanı eksiktir ve Allah’a iman etmemiş olur.  Bu ise küfürdür.

Allah’ın  Zatı

Allah’ın  zatının  mahiyetini bilmek imkansızdır.  Akıl yoluyla, ancak  O’nun  varlığı bilinebilir. Allah’ın  zatını akıl yoluyla anlamaya çalışmak şeriaten  menedilmiştir.  Çünkü  insan aklının bunu idrak etmesi mümkün değildir.

‘Yer ve gökleri yaratan Allah Teâlâ’nın varlığı hiç şüphe edilir mi? –edilmez.’  (İbrahim suresi, ayet 10)

Allah’ın  Sıfatları:

Allah’ın sıfatları Selbî ve Sübûtî  olmak üzere ikiye ayrılır.

Selbi  Sıfatlar:

Bunlar Allah’ı  noksanlıklardan tenzih eden (olumsuzlayan) sıfatlardır. Bu sıfatlar şunlardır: Vücud, Kıdem, Beka, Vahdaniyet, Hiçbir şeye benzemez, Hiçbir şeye muhtaç değildir.

Vücûd (Varlık)

Allah’ın varlığının zorunlu olduğunu ifade eder. Allah Teâlâ’nın varlığı zatının gereğidir.  Varlığı  zatı ile kaimdir ve zatının zorunlu bir  sıfatıdır. Bu nedenle  Allah için  Vâcibü’l – Vücûd  denilmiştir.

Kıdem(Ezeli oluş)

Allah Teâlâ’nın , kadim ve ezeli  olup, varlığının evveli olmadığını ifade eder. Dolayısıyla yokluk,  Allah için söz konusu değildir. Allah dışındaki her şey sonradan  Allah tarafından yaratılmıştır.

 

Beka (Ebedi oluş)

Allah Teâlâ’ın ezeli olduğu gibi, ebedi olduğunu ve sonu olmayacağını ifade eder. Yani varlığının  başlangıcı olmadığı gibi, sonu da yoktur. ‘Evvel, Âhir, Zâhir ve Bâtın  olan  O’dur.’ (Hadid suresi, ayet 3).  Ezeli olan bir şeyin sonu da olmayacağı  zorunlu ve aşikârdır.

Vahdaniyet(Bir ve Tek olma)

Allah Teâlâ’nın bir olup ortağı ve eşi olmadığını, tek olup dengi bulunmadığını ifade eder. Allah’ın birliği ( tevhid )  inancı, iman esaslarının ve dini inançların temelini oluşturur. Kalbinde tevhid inancı olmayan insanın, Allah yanında hiçbir inancı ve ameli geçerli değildir. Bu nedenle İslamiyet, bütün insanları  Allah’ı birlemeye ve şirkten tenzihe davet etmiştir.  Dolayısıyla, Allah’ın varlığını  tasdik ettikten sonra en önemli gerçek, tevhid inancıdır.

‘De ki Allah  ahad (bir) dir.’ (İhlas suresi, ayet 1)

‘Eğer yer ve göklerde  Allah’tan başka bir ilah olsaydı, bütün kainat fasid olur, hiçbir şey oluşmazdı.’ ( Enbiya suresi, ayet 22)

‘O’nunla birlikte hiçbir ilah yoktur. (Eğer olsaydı) her ilah kendi yarattığını sevk ve idare eder ve mutlaka birisi diğerini galebe ederdi (üstün gelirdi).’ (Mü’minun suresi, ayet 91)

 Hiçbir şeye benzemez

Allah Teâlâ, sonradan  varlık kazanan hiçbir şeye ne zatıyla ne de sıfatlarıyla  benzemez.

‘O’nun benzeri yoktur. O, her şeyi işitici ve görücüdür.’ (Şura suresi, ayet 11)

‘Ve hiçbir şey O’nun dengi değildir.’ (İhlas suresi, ayet 4)

‘Her ne ki senin aklına geliyor, işte Allah  onun gayrısıdır.’ (Hadis-i Şerif)

Hiçbir şeye muhtaç değildir

Allah Teâlâ, başka bir varlığa  muhtaç olmadan zatı ile kaimdir. Allah’ın dışında her şey sonradan meydana gelmiştir. Dolayısıyla bir yaratana muhtaçdır. O, Hâlik’dir, O’ndan başka her şey mahlûktur.

 

 

Sübuti Sıfatlar:

Bu sıfatlar, Allah Teâlâ’nın zatı ile kaim olan ezeli ve hakiki sıfatlarıdır. Bu sıfatlar şunlardır:  Hayat, İlim, İrade, Kudret, Yaratma (Tekvin), Sem’i ve Basar, Kelam.

Hayat

Allah Teâlâ hayat sahibidir, yani  diridir. Bu sıfat,  Allah’ın ilim, irade ve kudret gibi sıfatlarla vasıflanmasını sağlayan ezeli bir sıfattır. Ancak diri olanların ilim, irade ve kudretinden  bahsedilebilir. Bu sıfattın zıddı, ölü olmaktır. Bu ise Allah için muhaldir yani imkansızdır.

İlim

Allah Teâlâ,  bütün  mevcudata  âlim olup ilmi  her şeyi kuşatmıştır.Yerde ve göklerde zerre miktarı kadarda olsa hiçbir şey ilminin dışında değildir.

‘ O her şeyi bilir.’ (Bakara suresi, ayet 29)

‘Yaratan bilmez mi? O’nun ilmi lâtif olduğu için her şeyi bilicidir.’ (Mülk suresi, ayet 14)

İlmin zıddı cehalet, gaflettir. Bunlar Allah için  muhaldir.

İrade

Allah Teâlâ her şeyi dilediği şekilde yaratır, istediği gibi tayin ve tesbit eder. Kâinatta olmuş ve olacak her şey,  Allah’ın dilemesi ve irade etmesiyle olmuştur ve bundan sonra da öyle olacaktır.

‘ Allah dilediğini yaratır. Bir işe hükmederse  ona ancak ‘ol’ der, o da oluverir.’ (Ali İmran suresi, ayet 47)

Kudret

Allah Teâlâ’nın her şeyi yapmaya gücü yetmesi demektir. O’nun sonsuz  kudreti olduğunu ve her şeye kadir olduğunu, bu kâinatın yapısına ve işleyişine  bakarak kolaylıkla anlarız.

Tekvin(Yaratma)

Allah Teâlâ, icat etme ve yaratma sıfatını haizdir. Yok olan bir şeyi ortaya çıkarıp onu var eder. Bununla beraber yaratma ona vâcib (zorunlu) olan bir şey değildir. Dilerse yaratır, dilemezse yaratmaz.

 

Sem’i ve Basar (İşitme ve Görme)

Allah Teâlâ her şeyi işitir ve görür. O’ndan hiçbir şey gizli kalmaz. İçimizden geçenleri, varlıkların her türlü hareketlerini en ince teferruatına kadar işitir ve görür. Bizlerin kalpten yaptığımız  bütün duaları duyar ve onlara hikmetiyle karşılık verir.

Kelam

Allah Teâlâ  harfe ve sese muhtaç olmadan konuşur. Hz. Musa (as)  Allah’ın ses ve harf olmayan  kelamını  duymuştur. Kur’an da Allah kelamıdır. Allah’a bu sebeple Mütekellim denilir. Allah, kelam sıfatıyla  peygamberlere vahiyler , mahlukata ilhamlar  göndermiş ve İlahi kitaplar inzal etmiştir.  Bütün bunlar Allah’ın kelam sıfatının  tecellileridir.

 

Meleklere  İman

Allah’ın görevlendirdiği sayıları bilinemeyecek kadar çok olan  meleğin varlığına iman edilmelidir. Dört büyük melek vardır. Bunlar Cebrail (as), Mikail (as), Azrail (as) ve İsrafil (as) dır. Cebrail (as) peygamberlere vahiy getirmekle görevlidir. Mikail (as) kainatın düzenini Allah’ın tayin ettiği şekilde idare eden melektir. Azrail (as)  insan ve cinlerin ömürleri sona erdiğinde canlarını kabz etmekle görevlidir. İsrafil (as)  kıyametin başladığını bildirecek olan Sur’u üflemekle görevlidir.  Bu meleklere görevlerinden dolayı düşmanlık beslemek doğru değildir. Ayrıca her insanın iki yanında iki yazıcı melek ve ön ve arkasında iki tane koruyucu melekler vardır. Bundan başka, Arşı taşıyan dört melek vardır ki bunların sayısı kıyamette sekize çıkacaktır. Ayrıca  Allah’ı  tespih ve takdis eden ve sayılarının ne olduğu bilinemeyecek  kadar çok olan  melekler vardır.

Kitaplara iman

Allah Teâlâ bazı peygamberlere kitaplar ve bazı peygamberlere de sayfalar göndermiştir. Gönderilen dört büyük kitap vardır. Bunlardan  Zebur  Hz. Davut’a, Tevrat Hz.Musa’ya, İncil Hz.İsa’ya  ve Kur’an  Hz. Muhammed’e gönderilmiştir. Hz. Adem’in oğlu olan Hz.Şît’e 50 sayfa, Hz. İdris’e 30 sayfa  ve Hz. İbrahime 20 sayfa indirilmiştir. Biz bunların hepsine iman ederiz. Kur’an dışındakiler belli kavimlere gönderilmişken, Kur’an bütün insanlara gönderilmiştir. Kur’an – ı Kerim  gönderildikten sonra diğer kitapların hükümleri ortadan kaldırılmıştır. Diğer kitapların asılları bugün mevcut değildir. Ancak bugün ortada bulunan Tevrat ve İncil nüshalarının insan eliyle yazılmış oldukları birer gerçektir. Dolayısıyla bu kitapların içlerinde birçok çelişkiler mevcuttur. Kur’an, Allah tarafından  muhafaza edildiğinden  günümüze kadar hiçbir değişikliğe uğramadan gelmiştir ve içinde hiçbir çelişki yoktur. Kur’an, Peygamberimizin (sav)  en büyük mucizesidir.

Peygamberlere İman

Peygamberlerin gönderilmesinin  muhal olmayıp aklen  caiz  ve şer’an vaki olduğuna inanmaktır. Akıl, kendi başına insana yarayışlı ilaçları bulamadığı gibi, ahrette de insanı kurtaracak  çareleri bulamaz.

Allah Teâlâ, Hıristiyanlık, Yahudilik ve Sabîilik  gibi dinleri nesheden  olarak Hz. Muhammed’i (sav)  son peygamber olarak göndermiştir.Diğer peygamberler, belirli bir kavme tebliğ etmesi için gönderilmişken, Peygamberimiz (sav) bütün insanlara tebliğ için gönderilmiştir. Allah peygamberlerini  mucizeler ve açık alâmetlerle  takviye etmiştir. Son peygamberi Hz.Muhammede de (sav) birçok mucizelerle takviye etmiştir.  Bunlardan bazıları,  ayın ikiye bölünmesi, taşların tespihi, dilsiz hayvanların konuşması ve parmakları arasından suların akmasıdır.

Peygamberimizin (sav)  en büyük mucizesi Kur’an – ı Kerim’dir. Çünkü Kur’an’ın  doğruluk, fesahat ve nazmını bir araya getirmek insan  kudretinin çok üstündedir. Bugüne kadar da Kur’an’ın bir ayetinin benzeri insanlar tarafından  ifade edilememiştir.

İmanın bir parçası olarak, Peygamberimizin (sav)  haber verdiği şeylere inanıp tasdik etmek vaciptir. Bunlardan  bazıları,  Nehir Münker suali, Kabir azabı, Mizan (Terazi), Sırat köprüsü, Cennet ve Cehennemdir.

Biz bütün peygamberlere iman eder ve onları severiz. Ancak onlar bizim peygamberimiz değillerdir. Bizim peygamberimiz Hz.Muhammed (sav) dir. Biz ancak Hz. Muhammedin (sav)  şeriatına tabi oluruz. Diğer peygamberlerin şeriatına tabi olmayız. Bunun aksine uymak insanı küfre götürür.

Hayır ve Şer

Dünya ve ahrette  her türlü hayır ve şerrin Allah’tan olduğuna inanmaktır. O’nun  dilemesi olmadan hiçbir kimseye hayır ve şer  dokunmaz.

Ölümden Sonra Diriliş

Kıyametten sonra insanların kabirlerinden tekrar dirilmelerine inanmaktır. Ahret hayatı dediğimiz hayatın başlangıcı, kabirlerden  tekrar dirilmedir. İnsanlar kabirlerinden  dirilerek kaldırılır ve Allah’ın huzuruna getirilirler.Sonra dünyada yaptığı işlerin hesabı görülerek bir kısmı yaptıkları iyi amellerin karşılığı olarak cennete, bir kısmı da yaptığı kötü amellerin karşılığı olarak cehenneme sek edilirler.

Allah’a şirk koşanlar ve münafıklar cehennemde ebedi olarak kalırlar ve bir daha dışarı  çıkamazlar. Ancak Allah’a şirk koşmamış  müminler, günahlarının  karşılığı olan cezalarını çektikten sonra  cennete girerler. Bir kısım müminler yaptıklarının karşılığı ve Allah’ın lutfu olarak doğrudan cennete girerler. Cennete girenler, Allah’ın  nimet ve ihsanlarına  muhatap olarak  orada ebediyen  kalırlar.

İman bir bütündür. Yukarıda anlatılanların her biri imanın birer parçalarıdır. Herhangi bir parçayı tasdik etmeyen bir insanın imanı tam olmaz. İmanı tam olmayan birisinin  ahretinin kurtuluşu  şüphelidir. Onun için her Müslüman, imanın  bütün parçalarına gönülden inanmalıdır.

 

Makalenin hazırlanmasında kullanılan eserler:

‘İhyâu ulûmi’d-dîn’, İmam Gazali, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1974

‘İmam – Azamın Beş  Eseri’, İFAV, İstanbul, 2010

‘Er – Risale’ ,  İmam Şafii, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara, 2010

‘Kısas – ı Enbiya’, Ahmet Cevdet Paşa, Bedir Yayınevi, İstanbul, 1976

‘Matüridiyye Akaidi’,  Nureddin Es-Sabuni, Diyanet İşleri Başkanlığı Yayınları, Ankara, 2005

 

Yorum  ve Eleştirileriniz için :   yorum@ilimvetasavvuf.com

Ana Sayfa     Makaleler

 

 

 

İmanın  Güzellikleri

Yayım  Tarihi : 14.06.2015