İlim’  kelimesi, Arapça  bilmek anlamına  gelen  ‘alime’ kökünden türetilmiştir.  İlim kelimesinin buna göre anlamı,  bir şeyi hakikatiyle idrak etmek  demektir. Bu idrak iki türlü olur:

1) Bir şeyin zatını idrak etmek,

2) Bir şeyle ilgili, kendisinde mevcut olan bir şeyin, kendisinde mevcut  olduğuna  hükmetmek ya da kendisinde olmayan bir şeyin  kendisinde olmadığına  hükmetmek.

İlim  kelimesi bugün kullanılan  bilim ve bilgi  kelimeleri ile  eş anlamlıdır. 

İlim  sahibine  alim denir. Kur’an’da ilim ve alimler hakkında birçok ayetler vardır.

De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ (Zümer suresi, ayet 9)

‘ Allah içinizden iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş olanları ise , kat kat derecelerle yükseltir.’ (Mücadele suresi, ayet 11)

‘Kullar arasında  Allah Teâlâ’dan - en çok – korkanlar alimlerdir.’ (Fatır suresi, ayet 28)

‘ Her ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır.’  (Yusuf suresi, ayet 76)

İlim ve alimler hakkında  Peygamberimizin (sav) bir çok hadisi vardır:

Alimler, peygamberlerin varisleridir.’ (Ebû Dâvud, Tirmizi)

‘Kıyamet gününde  alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanı ile tartılır.’  (Ebûd-Derdâ)

‘Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat eder. Bunlar da peygamberler, sonra alimler ve sonra da şehitlerdir.’ (İbn Mâce)

İbn Arabi (ra),  Marifet ve Hikmet  adlı eserinde ilmi şu şekilde tasnif etmiştir:

İlimler  üç mertebe üzeredir.  Birincisi Akıl İlmi,  ikincisi  Haller İlmi  ve üçüncüsü  Sırlar İlmi dir.

Bazı âlimlere göre ise ilim iki çeşittir: Zahiri ilimler, Batını ilimler. Zahiri ilimler Akıl ilimleri içine,  Batını ilimler ise  Haller ve Sırlar ilmi içine girer.

Haller İlmi, Sırlar İlmi ve Batını İlimler  Tasavvufun  konusudur.

Akli  ve Nazari (teorik) İlimler

Bu ilimler kategorisine  bugünkü fizik, kimya, biyoloji, matematik, felsefe, mantık, sosyoloji ve psikoloji gibi  ilimler girer. Bu ilimlerin  konusu  tabiatta, insan  ve toplum hayatında ve insan zihninde  meydana gelen olgulardır. Bu ilimler, bu olguları bir kavram sistemi içinde  ifade etmeye çalışırlar. Bu kavram sistemine teori  (kuram) denir. Teorilerin oluşması için çeşitli  yöntemler kullanılır.  Bu yöntemler  deney, gözlem, ölçme ve  hesaplamaya dayanırlar.

Teori adı verilen kavram sistemi içinde bir takım  temel kabuller  ve hipotezler vardır. Temel kabuller  aşikar olarak  doğru kabul edilirler, fakat bunlar  ispat edilemezler.

Örneğin , Matematik ilmi, belirli sayıda aksiyom üzerine inşa edilmiştir. Aksiyomlar, matematiğin temel kabulleridir. Doğru olarak kabul edilirler, fakat doğrulukları ispat edilemez.  Eğer bu aksiyomlardan birini çıkarırsanız bugün kullanılan matematik ortadan kalkar.  Bununla beraber  bu aksiyom sistemi yardımıyla elde edilen matematiksel sonuçlar  tabiatta işe yarar.  Binalar, köprüler bu matematiğin yardımıyla  inşa edilirler. Uzay araçları  bu matematiğin kullanılmasıyla  yörüngelerinde  hareket ederler.  Ancak, matematik ilmi, her ne kadar insanlar aksini düşünseler de,  mutlak kesin bir ilim değildir. Yani sonuçları için mutlak doğrudur diyemeyiz; sadece kabul ettiğimiz  aksiyom sistemine göre doğrudur diyebiliriz.

Akli ilimlerin temel sorunu,  geliştirilen teorilerin tabiattaki gerçek yapıyı ne derecede  doğru ifade edebildiğidir. Diğer bir deyimle, teori mutlak gerçeği ne kadar  yansıtabilmektedir.Bu sorunun cevabı,  kadim Yunan filozoflarının  (M.Ö. 4 – 5. asır) zamanından beri  aranmakta,  fakat  günümüze kadar  hala tam cevaplanmış  değildir. Akli  bilimlerle uğraşan  bilim adamları, eski yunanlılardan beri  mutlak gerçeği  formüle edebilmek  için çeşitli  teoriler, görüşler  ve modeller ileri sürmüşler, fakat  bunların hepsi  mutlak bir başarıyla söz konusu olan soruya cevap verememişlerdir. Bu çalışmalar,  problemin çözümüne  uzay ve zaman bakımından kısmi, parçalı ve sınırlı olarak  katkılar sağlamışlar ama hiçbir zaman aranılan mutlak çözüm elde edilememiştir. 

Batıda geliştirilen bilim felsefesi kendisini varlık ve bilgi kavramı etrafında şekillendirmiştir. Ancak, müspet bilimlerin  doğanın mutlak gerçeğini tam olarak  ifade etmekten  uzak kaldığını görenler, yönlerini değiştirip kendilerine  daha pragmatik  bir hedef seçmişlerdir. Bu hedefe göre,  bilimsel teorilerin mutlak gerçeği ifade  edip etmemeleri  önemli değildir. Önemli olan, teori ile  elde edilen  verilerin  gözlem  ve deney ile elde edilen sonuçlarla uyumlu olmasıdır. Bu düşüncelerinin asıl sebebi,  doğanın mutlak yapısını  açıklayabilecek bir teoriyi  inşa edememelerindendir. Günümüzde,  üzerinde en çok çalışılan ve birçok  gizemi  içinde bulunduran Kuantum Teorisi, İzafiyet Teorisi ve Parçacıklar Teorisi  gibi  konular,  bugünkü  müspet  bilim adamının  yukarıdaki  tespit  ettiği hedefleri  teyit eder mahiyettedir. Yani , bu fiziksel teorilerde eksiklik ve tutarsızlıklar kaçınılmazdır,  ancak lokal ve kısmi olarak  gözlem ve deney sonuçları  ile teoriler  uyumludur.

Akli ilimlerin yukarıda açıklanan durumunu en iyi anlatan bir husus, Kurt Gödel’in  1931 yılında kanıtlayıp  yayınladığı   eksiklik  kuramıdır. Gödel, bu kuramında,  bütün doğru hesaplamaların  doğruluğunun  kanıtlanamayacağını  kanıtlamıştır.   Gödel’in bu teorisi, tıpkı  Heisenberg’in  Belirsizlik İlkesi  gibi, kainatı anlama ve  onun mutlak gerçeğini,  akıl ilimleriyle   tam olarak  ifade etme konusunda  bir sınırlama getirmiştir.

Bu konuda, günümüzün bazı  meşhur bilim adamlarının da çeşitli itirafları vardır. Örneğin, Stepfen Hawking, Zamanın Daha Kısa  Tarihi  adlı  kitabında şunları yazıyor:  ‘Fiziksel Kuramlar, birer  varsayım olmaları bakımından daima geçicidir, asla kanıtlayamazsınız. Deneylerin sonuçları, kuramla ne kadar uyumlu çıkarsa çıksın, bir sonraki sonucun, kuramla çelişmeyeceğinden emin olamazsınız.’(sayfa 18).  Bununla beraber , Hawking  aynı  kitapta özlemini şu cümlelerle ifade  ediyor: ‘Dünyanın temelinde yatan düzeni anlamayı çok istiyoruz. Bugün bile  neden burada olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilmeye can atıyoruz.’(sayfa 21).

Hawking’e ve aynı  özlem içinde bulunan diğer  müspet bilim adamlarına, kainatın temelinde yatan  düzenin ne olduğunu,  İslam Tasavvufu yardımıyla, bu web sitesinde  yayınlayacağımız makalelerde  açıklamaya  gayret edeceğiz. Gayret  bizden, Tevfik Yüce Allah’tandır.

Müspet  bilim adamlarının hepsinin ortak kanaati, kainatın  mükemmel bir sisteme  göre  çalıştığıdır. Kainattaki bu mükemmel çalışan sistem,  evrendeki hayatın ve düzenin  devam etmesini mümkün kılacak şekilde  titizlikle  ayarlanmıştır. Örneğin, bir elektronun  elektrik yükü sadece birazcık farklı olsaydı, yıldızların elektromagnetik ve kütleçekim kuvvetleri bozulur,  ne hidrojen ve helyum yakabilir ne de patlayabilirlerdi.  Bütün canlıların temel taşını oluşturan hücrelerin  çalışma sistemleri  bir mucizedir.  Onlardaki en ufak bir  sapma  yaşamı  imkansız hale getirmeye neden olacaktı.

Bu ilimler insanlara faydalı olan bir çok  sonuçları  onların istifadesine sunmaktadır. Fakat, bu ilimlerle elde edilen sonuçların hepsinin insanlara fayda getirdiğini söyleyemeyiz.  Çünkü, insan egosunun  hakimiyeti altında olduklarından, kolaylıkla maddi çıkar uğruna  yanlış kullanılmaları mümkündür. Buna iki örnek verelim:  1) İlaç sanayi insanlara ne kadar faydalıdır. Burada  para kazanma hırsı birçok yanlış uygulamalara neden olmaktadır. Salgın hastalık  korkusu yayarak insanlara gereksiz aşılar yapılmaktadır. Bitkisel ilaçların gelişmesi yasalarla engellenerek,  insanlar bir çok yan etkili ilaçları kullanmaya zorlanmaktadır. 2) Savaş  sanayi,  egemen güçlerin iktidarlarını güçlendirme ve devam ettirmek için kullanılmaktadır. Bunun sonucunda milyonlarca insanın haksız yere ölmesi kimsenin umurunda değildir.  2. dünya harbindeki  nükleer silahların tahribatı  hala devam etmekte, ama nükleer silah yarışı hala devam etmektedir.  Bu yarışın asıl kahramanları bilim adamlarıdır.  Onlar bütün bilimsel  gayretlerini bu yönde yoğunlaştırarak  bu sonuçlara hizmet etmektedir. Burada ilmin  etik tarafı  tartışmaya  konudur. Bu gibi  olumsuzluklardan ancak ve ancak  İslami ilim anlayışıyla  kurtulmak mümkündür. Bu konuda  İslami İlim Anlayışı adlı makalemizi  okuyabilirsiniz. (Makale No: 2)

Haller  İlmi

Haller ilmi, ancak  zevkle  ulaşılabilecek  bir ilimdir.  Akıllı biri, akılla  o ilmin sınırlarını çizemez ve delillerle onu  tanımayı başaramaz.  Bu tıpkı balın tatlılığı, sabrın acılığı ve cinsel ilişkinin ve  buna benzerlerin zevki  gibidir. Bu ilimleri tanımak ancak onlarla  sıfatlanmış olanlara ve onları tadanlara mahsustur.  Bunların  dışındaki  kimselerin , bunları tanımaları muhaldir, mümkün değildir.

Haller ilmi, sırlar ilmiyle  akıl ilmi arasında olan orta ilimlerdir. Hal ilminin, sırlar ilmine yakınlığı, akli ilimlere olan yakınlığından daha fazladır. Hal ilmine inananların  çoğu, tecrübe ehli olan insanlardır.  Hal ilmi, onu müşahede eden nezdinde  zaruridir. Dolayısıyla,  zaruri akli  ilim sınıfına  yakındır, belki de o, odur.

Haller ilmi, sırlar ilmine bir geçiş noktasıdır.  Haller ilmine sahip olmadan  sırlar ilmine vakıf olunmaz. 

Sırlar İlmi

Sırlar ilmi, akıl sınırı ötesinde olan ilimdir. Bu ilim peygamberlere ve velilere mahsustur. Bu ilim, Ruhü’l – Kudûs  vasıtasıyla  kalbe ilham edilir.  Bu ilim de iki çeşittir. Birincisi, akılla idrak edilebilir. Ancak bunu idrak eden alim için bir görüş hasıl olmaz. İkinci kısım ise haber ilimlerinin başıdır.

Bilesin ki, sırlar ilmi  senin nezdinde güzel olursa ve sen onu kabul edersen ve ona  inanırsan,  o zaman sana ne mutlu!  Hiç kuşku yok ki sen  mutlaka o ilimden  bir keşif üzerindesin hatta bunu farkında bile değilsindir.Başka bir şey değil sadece  buna bir yol, bir imkan vardır;  çünkü kalp ancak  doğru olduğuna  güvendiği  bir şeyle  mutmain olur.  Burada akıl için bir giriş yoktur, çünkü  bu ilim aklın kavrayacağı  türden  ilim değildir.  Ancak masum biri  (peygamber) bu ilmi  sana anlatacak olursa, işte o zaman akıllı insanın  kalbi  mutmain olur, sakinleşir.  Fakat masum olmayan biri bunu anlatacak olursa, o zaman onun sözünden ancak  zevk sahibi olan birisi  tat alır.

Sırlar ilmine sahip olan  alim,  bütün ilimleri bilir.  Bu ilim bütün ilimlerin hepsini kapsar.  Öteki ilimleri bilenler  böyle değildir. Bu nedenle, her şeyi kuşatan, bütün bilgileri ihtiva eden  bu ilimden daha  şerefli bir ilim yoktur.

Bu ilimin varlığı konusunda  bir çok deliller vardır. Bunlardan bazılarını aşağıda veriyoruz:

Ebu Hureyre (ra)  bir ifadesinde şöyle buyurmaktadır :  ‘Allah’ın Resulü’nden (sav)  iki dağarcık dolusu  ilim öğrendim. Onlardan birisini dağıttım, ötekine gelince, eğer onu da dağıtsaydım,  benim şu boynum kesilirdi.’ Bu hadis Sahih-i Buhari’de  mevcuttur. Buradaki ikinci dağarcıktaki ilim sırlar ilmidir. Ancak insanların  bunu idrak edemeyeceklerinden korktuğundan,  bu ilimi herkese açıklamamıştır.   

Aynı şekilde, İbn Abbas (ra)  Talak suresi, 12. ayeti hakkında şöyle söylemiştir: ‘Eğer ben bu ayetin  tefsirini  söyleseydim, mutlaka beni recm ederdiniz, taşa tutup öldürürdünüz, (veya başka bir nakilde), kesinlikle benim kafir olduğumu söylerdiniz.’

Hz. Ali bin i Talib’in (ra)  şu sözü de bu anlamdadır:

Nice ilim cevheri vardır ki eğer ben onu açıklasaydım,

Kuşkusuz bana ‘Sen putlara tapanlardansın’ denilirdi;

Ve Müslüman adamlar helal sayarlardı benim kanımı;

Yaptıkları bu en çirkin işi de güzel sayarlardı.

Bu hakikati kuşkusuz çoğu insan inkar eder, kabul etmez. Arif olan akıllı insan ise, onların inkarı konusunda aleyhte  bir tutuma girmemelidir.

Hz. Musa (ra) ve  Hızır (as)  arasında  Kur’an’da anlatılan  öyküde de bu husus açıkça  dile gelmiştir.  Bizzat bu öyküyü bile, inkarcılara karşı bu konuda delil olarak  kullanabiliriz. Bununla beraber, inkar edenlere karşı herhangi bir  kızgınlık ve düşmanlık beslemeyiz.  Sadece, Kehf suresi, 78. ayette denildiği gibi, ‘İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır’  deriz.

Sırlar ilmi, insanın varlıklara bakış açısını ,  akli ilimlere  göre çok farklı  yönlere çevirir.  Bu ilmin kazandırdığı bilginin mahiyetini  bu makalede ve diğer makalelerimizde   dile getireceğiz.  Sırlar ilmi ile elde edilen gerçekler  aslında  bütün ilim alemine çok yeni görüşler  getirecektir. Böylece bugün müspet ilimlerin açıklayamadığı hususlarda,tam ve çelişkisiz yorumlar kazandıracaktır.

Akıl İlmiyle Sırlar İlminin Karşılaştırılması

►  Akılcı ilim adamı,  fikrinin  otoritesi altında bağlanmıştır. Çünkü insandaki  her gücün,  serbestçe  dolaşabileceği  fakat  dışına çıkamayacağı bir  alanı vardır. Bir güç kendi hüküm sürdüğü alanın  dışına çıkarsa  hata eder ve yanılgıya düşer. Bu da onun doğru yoldan sapmasıdır. Akıl gücü de aynı şekildedir.  Aklında hüküm sürdüğü bir alanı vardır ve bu alanın dışına çıkarsa hata yapar.

Fikir araştırmasıyla  kesin doğru ile kesin yanlışı ayırt etmek imkansızdır.  Bu konuda  insan Allah’a muhtaçtır.  Dolayısıyla, fikir araştırmasının  doğrusuyla yanlışını ayırt edip hüküm verirken başvuru kaynağımız Allah’tır.  Sırlar ilminde ise,  fikir gücünü kullanmadan,  öğrenilmesi amaçlanan  bilgileri  elde etmek için işin başında Allah’a dönülür. Sufiler bu görüşü benimseyerek, Allah’ın verdiği bilgiye dayanarak davranmışlardır.

Her ilim  cümlelerle  ifade edildiği zaman güzel olur ve manası anlaşılır. Akli ilimler  böyledir. Ancak  Sırlar ilmine gelince , cümleler onu anlattığı  zaman, insan onu  anlamakta , idrak etmede  zorlanır,  güçlükle karşılaşır; dahası  mutaassıp  zayıf akıllar  belki önu dışlar, reddeder.  Çünkü zayıf akıllar , Allah’ın  o sırlar içine  koyduğu görüşlerin ve düşüncelerin  hakikatini  kavrayabilecek  kapasitede  değillerdir. İşte bu nedenle,  sırlar ilmine sahip olan kişiler  çoğu zaman  hakikatleri şiirlerde  örnekler vererek  anlatırlar.

Sırlar ilmine göre, Allah’tan alınan bilginin dışında gerçek bilgi yoktur.  Yalnız  Allah bilen ve öğretendir. Bilgisini Allah’tan  öğrenen birisinin bilgisine  kuşku girmez.  Dolayısıyla sırlar alimi, Allah’ı taklit edenlerdir. 

Eşyayı zatı ile bilmediği sürece  kimse adına bilgi gerçekleşmez.  Akıl yoluyla eşyanın zatını anlamak imkansızdır. Ancak keşif yoluyla  anlaşılabilir. Bu da sırlar ilminin  yöntemidir.

İlahi keşif olmaksızın,  kainatın  olgularını incelemek  insanı mutlak gerçeğe ulaştırmaz.  Akli yöntemi kullananlar zorunlu olarak görüş ayrılığına düşerler.  Bu nedenle , Ruhu’l-kudûs ile desteklenmiş  mutlu grup, düşüncelerinden soyutlanma, güçlerinin sınırlanmasından kurtulmaya  ve en büyük nur ile bütünleşmeye kendilerini  adamıştır.  Bu durumda gerçeği olduğu hal üzere müşahede ederler. Bunu  teyid eden ayetler şunlardır:

Allah ona ‘Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir’ der.’ (Kaf suresi, ayet 22)

‘Şüphesiz ki bunda kalbi olan  ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette  bir öğüt vardır.’  (Kaf suresi, ayet 37)

Fikir gücü, karıştırmaya ve güvenilir olmayan bilgiye yol açar.  Dolayısıyla  fikirle ilgilenmek sırlar ilminde bir perde  olur.

Sırlar aliminden doğru bilgi gelir ve bu delil sahibine   şöyle der: Teorik  düşüncenin  verdiği yorum, onu söyleyenin kendi kastı olduğu ve dolayısıyla  doğru  bilgiden yoksunluğunun ta kendisidir.  Bu şekilde bir bilgiye  tesadüf etsen bile, bu bilginin mutlak bilgi olduğuna inanman iman açısından sakıncalıdır.  Doğru bilgi, kendisiyle birlikte imanın kalacağı bilgidir. Mutluluk ise, imanla  ve doğru  bilgiyle irtibatlıdır.

Hakk, herkesin kendisi hakkındaki inancının ve bilgisinin  kendisidir.  O bilgiler, Hakk’a delil oldukları bağlamda insanları perdelerler. Böyle bilgilere misal olarak,  matematik, mantık  ve doğa bilimlerini verebiliriz. Bu alanlardaki herhangi bir bilimde  Allah’ı bilmeye götüren bir yol ve delil vardır. Fakat insanların çoğu,  söz konusu bilime Allah’ı  gösteren yönü aramak için  eğilmez. Bu durumda  bilim eleştirilir ve onun Hakka  delil olduğu yön görülmez olur.

İnsanı keşif bilgisine ulaştıracak yegane yol, bütün bilinenlerin ve bütün kainatı  zihninden uzaklaştırarak, boş bir kalple  Allah karşısında huzur  murakabe ve dingillik halinde  oturmasıdır.Kalbiyle Allah ismini zikreder ve kendisine  Allah’ı bilmeye ulaştıracak delil aramaz. Bu itibarla, kapıya bağlanıp zikrederek kapıyı çalması Allah katında  ona verdiği bir rahmettir.

Görülen ve bilinen her şey mukayyetdir,  yani kayıtlı, şartlı ve sınırlıdır.  Dolayısıyla mutlaklığın yalınlığından aşağıdadır.  Arzu edilen Hak Teâlâ  ise, bütün kayıtlardan azadedir.  O halde O’nu  görüntü ve bilgi sahasının ötesinde aramak gerekir. Bu ise aklın  idrakinin ötesindedir.  Çünkü akıl, görülen ve bilinen şeylerin ötesini araştırmayı imkansız sayar.

Dünyevi ilimlerin ilâhi âleme ait  yüksek ilimlere  bir araya gelmesi,  zıtların bir araya gelmesi  türündendir ve imkansızdır.

Kesin bilgi  kalbin işidir. Hak Teâlâ tarafından ilham yoluyla vasıtasız olarak verilmiştir.  Kalbin duyular vasıtasıyla  Güneş’in varlığına inanması  ilme’l-yakin türündendir.Kalbin ilham ile bilmesi  ise ayne’l-yakin  yerindedir. Aralarında  büyük fark vardır.

Bütün şer’i hükümler  ve nübüvvet kandilinden alınmış olan ilimler, manaları açık olarak  doğruluğun tam merkezindedir. Onlara aykırı olan bilgi ve görüşler  ise,  te’vil (yorum)  ve keşif ile elde edilmiş olsa bile yanlış ve eğridir.

Şeriat, ölümden sonraki tehlikeleri açıklıyor.  Akıl da ileride olacak olan  bu şeylerin  mümkün olduğunu anlar, doğa da zararlı şeylerden kaçınmayı teşvik eder.

Hanefi mezhebine göre, Allah’ı marifet (bilmek) aklen vaciptir (zorunludur). Hatta  hiç peygamber görmeyen, din namına bir şey duymayan bir insan – mademki vardır- aklı ile  bu  kainatın bir yaratıcısı olduğunu bulmakla  mükelleftir ve bundan mesuldur.  Fakat ibadet kısmı  aklen bulunamaz.  Bunun için nakil bilgisi  gereklidir.

Sırlar  İlminde  Objektiflik

Bazı insanlar, sırlar ilminde keşif yoluyla elde edilen bilgileri kabul etmezler ve  bu bilgilerin kendilerini  bağlamadığını ileri sürerler.  Tabii ki insanlara,   keşif bilgilerini mutlaka kabul etmelidirler diye bir dayatma söz konusu değildir. Ancak bu bilgilerin muhtevası ve  elde ediliş yöntemi,  hemen baştan ret edilecek bir  husus değildir.  Çünkü, sırlar ilmi, herkesin onu  elde etmesine açıktır. Bununla beraber bazı koşullarda söz konusudur. Birincisi, kişi  buna kabiliyetli olmalıdırlar.  İkincisi, kendisine bunu öğretecek bir kamil  mürşidin nezdinde sıkı bir eğitime tabi olmalıdır. İnsan  bu şartları sağladıktan sonra  sırlar ilmine  vakıf olabilir. Fakat  birçok insan, fazla uğraşmadan  keşif  bilgilerine ulaşmak isterler. Bunun ise imkansız olduğu açıktır. Ayrıca sırlar ilmine sahip olan ve birbirleriyle gerek zaman bakımından gerekse mekan bakımından  tamamen  farklı konumlarda bulunan insanların  açıkladıkları keşif bilgileri,  birbirlerine tamamen uygun olup aralarında bir çelişki yoktur. Bu nedenle sırlar ilmi objektif bir ilimdir. 

Aynı durum  diğer akli ilimlerde de vardır. İyi bir  fizik alimi olmak için, insanın, iyi bir bilim merkezinde gayet zor bir eğitim geçirmesi zorunludur.  Ayrıca böyle bir eğitim için de  kabiliyetinin bulunması  gerekir. Bu demektir ki, önüne gelenin iyi bir bilim adamı olması  mümkün değildir. Fakat nedense insanlar fizikçilerin araştırma sonuçlarını, anlamasalar da itiraz etmeden kabul ederler, ama sırlar ilmine sahip alimin keşif bilgilerine  hemen itiraz ederler. Bu, ilim kavramının ne olduğunun, insanlar tarafından iyice bilinmemesinden ve kendilerindeki İslam inancının  yeterli derecede oluşmamasından kaynaklanmaktadır. 

Sonuç

İlim, Allah tarafından insanlara bahşedilen bir güzelliktir.  İlimle uğraşmak, bu nedenle, güzel bir davranıştır. Ancak, ilmin hedefi insanları  Allah'a götürmek olmalıdır.  Öğrenilen her  konuda,  Allah’a ait delillerin bulunduğunu görmeye çalışmak  gerekir. Bu yapılmazsa, insan  öğrendiği  ilimle  imanı arasına  bir perde çekmiş olur. Bu ise  İslam açısından sakıncalıdır.  İlim, ancak  iman ile  beraber  olunca güzelleşir.  İçinde iman olmayan ilim, insana sadece  dünyevi  menfaat  kazandırır.  Fakat ahret ile  ilgili bir getirisi  olmaz. Halbuki, iman ile beraber olan ilim, insana hem dünyada  menfaat ve hem de ahrette  saadet sağlar.

Müslümanlar, imansız ilim anlayışından  Allah’a  sığınmalıdır.  Allah Teâlâ ‘ya, herkese imanlı ilim anlayışını nasip etmesi için dua edelim.

 

Bu makalenin hazırlanmasında faydanılan eserler:

Fizik ve Gerçeklik’, Şakir Kocabaş, Küre Yayınları, İstanbul, 2005

‘Fütûhât-ı Mekkiyye’, İbn Arabi, Litera  Yayıncılık, İstanbul, 2008

‘Gödel's incompleteness theorems’, From Wikipedia, the free encyclopedia

 

‘Marifet ve Hikmet’, İbn Arabî, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011

‘Müfredat’, Râgıb el – İsfahani, Pınar Yayınları, İstanbul

‘Rabbânî  İlhamlar’, İmam Rabbani, Sufi Yayınları, İstanbul, 2011

‘Zamanın Daha Kısa Tarihi’, Stephen Hawking,  Doğan Kitap, İstanbul, 2006

 

Makale ile ilgili yorumlarınız için :    yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Anasayfa      Makaleler

 

İlmin  Güzellikleri

Yayım  Tarihi :  28.06.2015

eski kitap resimleri ile ilgili görsel sonucu