‘İlim’ kelimesi, Arapça bilmek anlamına gelen ‘alime’ kökünden türetilmiştir. İlim kelimesinin buna göre anlamı, bir şeyi hakikatiyle idrak etmek demektir. Bu idrak iki türlü olur: 1) Bir şeyin zatını idrak etmek, 2) Bir şeyle ilgili, kendisinde mevcut olan bir şeyin, kendisinde mevcut olduğuna hükmetmek ya da kendisinde olmayan bir şeyin kendisinde olmadığına hükmetmek. İlim kelimesi bugün kullanılan bilim ve bilgi kelimeleri ile eş anlamlıdır. İlim sahibine alim denir. Kur’an’da ilim ve alimler hakkında birçok ayetler vardır. ‘De ki, hiç bilenlerle bilmeyenler bir olur mu?’ (Zümer suresi, ayet 9) ‘ Allah içinizden iman edenleri yüceltir; kendilerine ilim verilmiş olanları ise , kat kat derecelerle yükseltir.’ (Mücadele suresi, ayet 11) ‘Kullar arasında Allah Teâlâ’dan - en çok – korkanlar alimlerdir.’ (Fatır suresi, ayet 28) ‘ Her ilim sahibinin üstünde bir bilen vardır.’ (Yusuf suresi, ayet 76) İlim ve alimler hakkında Peygamberimizin (sav) bir çok hadisi vardır: ‘Alimler, peygamberlerin varisleridir.’ (Ebû Dâvud, Tirmizi) ‘Kıyamet gününde alimlerin mürekkebi, şehitlerin kanı ile tartılır.’ (Ebûd-Derdâ) ‘Kıyamet gününde üç sınıf insan şefaat eder. Bunlar da peygamberler, sonra alimler ve sonra da şehitlerdir.’ (İbn Mâce) İbn Arabi (ra), Marifet ve Hikmet adlı eserinde ilmi şu şekilde tasnif etmiştir: İlimler üç mertebe üzeredir. Birincisi Akıl İlmi, ikincisi Haller İlmi ve üçüncüsü Sırlar İlmi dir. Bazı âlimlere göre ise ilim iki çeşittir: Zahiri ilimler, Batını ilimler. Zahiri ilimler Akıl ilimleri içine, Batını ilimler ise Haller ve Sırlar ilmi içine girer. Haller İlmi, Sırlar İlmi ve Batını İlimler Tasavvufun konusudur. Akli ve Nazari (teorik) İlimler Bu ilimler kategorisine bugünkü fizik, kimya, biyoloji, matematik, felsefe, mantık, sosyoloji ve psikoloji gibi ilimler girer. Bu ilimlerin konusu tabiatta, insan ve toplum hayatında ve insan zihninde meydana gelen olgulardır. Bu ilimler, bu olguları bir kavram sistemi içinde ifade etmeye çalışırlar. Bu kavram sistemine teori (kuram) denir. Teorilerin oluşması için çeşitli yöntemler kullanılır. Bu yöntemler deney, gözlem, ölçme ve hesaplamaya dayanırlar. Teori adı verilen kavram sistemi içinde bir takım temel kabuller ve hipotezler vardır. Temel kabuller aşikar olarak doğru kabul edilirler, fakat bunlar ispat edilemezler. Örneğin , Matematik ilmi, belirli sayıda aksiyom üzerine inşa edilmiştir. Aksiyomlar, matematiğin temel kabulleridir. Doğru olarak kabul edilirler, fakat doğrulukları ispat edilemez. Eğer bu aksiyomlardan birini çıkarırsanız bugün kullanılan matematik ortadan kalkar. Bununla beraber bu aksiyom sistemi yardımıyla elde edilen matematiksel sonuçlar tabiatta işe yarar. Binalar, köprüler bu matematiğin yardımıyla inşa edilirler. Uzay araçları bu matematiğin kullanılmasıyla yörüngelerinde hareket ederler. Ancak, matematik ilmi, her ne kadar insanlar aksini düşünseler de, mutlak kesin bir ilim değildir. Yani sonuçları için mutlak doğrudur diyemeyiz; sadece kabul ettiğimiz aksiyom sistemine göre doğrudur diyebiliriz. Akli ilimlerin temel sorunu, geliştirilen teorilerin tabiattaki gerçek yapıyı ne derecede doğru ifade edebildiğidir. Diğer bir deyimle, teori mutlak gerçeği ne kadar yansıtabilmektedir.Bu sorunun cevabı, kadim Yunan filozoflarının (M.Ö. 4 – 5. asır) zamanından beri aranmakta, fakat günümüze kadar hala tam cevaplanmış değildir. Akli bilimlerle uğraşan bilim adamları, eski yunanlılardan beri mutlak gerçeği formüle edebilmek için çeşitli teoriler, görüşler ve modeller ileri sürmüşler, fakat bunların hepsi mutlak bir başarıyla söz konusu olan soruya cevap verememişlerdir. Bu çalışmalar, problemin çözümüne uzay ve zaman bakımından kısmi, parçalı ve sınırlı olarak katkılar sağlamışlar ama hiçbir zaman aranılan mutlak çözüm elde edilememiştir. Batıda geliştirilen bilim felsefesi kendisini varlık ve bilgi kavramı etrafında şekillendirmiştir. Ancak, müspet bilimlerin doğanın mutlak gerçeğini tam olarak ifade etmekten uzak kaldığını görenler, yönlerini değiştirip kendilerine daha pragmatik bir hedef seçmişlerdir. Bu hedefe göre, bilimsel teorilerin mutlak gerçeği ifade edip etmemeleri önemli değildir. Önemli olan, teori ile elde edilen verilerin gözlem ve deney ile elde edilen sonuçlarla uyumlu olmasıdır. Bu düşüncelerinin asıl sebebi, doğanın mutlak yapısını açıklayabilecek bir teoriyi inşa edememelerindendir. Günümüzde, üzerinde en çok çalışılan ve birçok gizemi içinde bulunduran Kuantum Teorisi, İzafiyet Teorisi ve Parçacıklar Teorisi gibi konular, bugünkü müspet bilim adamının yukarıdaki tespit ettiği hedefleri teyit eder mahiyettedir. Yani , bu fiziksel teorilerde eksiklik ve tutarsızlıklar kaçınılmazdır, ancak lokal ve kısmi olarak gözlem ve deney sonuçları ile teoriler uyumludur. Akli ilimlerin yukarıda açıklanan durumunu en iyi anlatan bir husus, Kurt Gödel’in 1931 yılında kanıtlayıp yayınladığı eksiklik kuramıdır. Gödel, bu kuramında, bütün doğru hesaplamaların doğruluğunun kanıtlanamayacağını kanıtlamıştır. Gödel’in bu teorisi, tıpkı Heisenberg’in Belirsizlik İlkesi gibi, kainatı anlama ve onun mutlak gerçeğini, akıl ilimleriyle tam olarak ifade etme konusunda bir sınırlama getirmiştir. Bu konuda, günümüzün bazı meşhur bilim adamlarının da çeşitli itirafları vardır. Örneğin, Stepfen Hawking, Zamanın Daha Kısa Tarihi adlı kitabında şunları yazıyor: ‘Fiziksel Kuramlar, birer varsayım olmaları bakımından daima geçicidir, asla kanıtlayamazsınız. Deneylerin sonuçları, kuramla ne kadar uyumlu çıkarsa çıksın, bir sonraki sonucun, kuramla çelişmeyeceğinden emin olamazsınız.’(sayfa 18). Bununla beraber , Hawking aynı kitapta özlemini şu cümlelerle ifade ediyor: ‘Dünyanın temelinde yatan düzeni anlamayı çok istiyoruz. Bugün bile neden burada olduğumuzu ve nereden geldiğimizi bilmeye can atıyoruz.’(sayfa 21). Hawking’e ve aynı özlem içinde bulunan diğer müspet bilim adamlarına, kainatın temelinde yatan düzenin ne olduğunu, İslam Tasavvufu yardımıyla, bu web sitesinde yayınlayacağımız makalelerde açıklamaya gayret edeceğiz. Gayret bizden, Tevfik Yüce Allah’tandır. Müspet bilim adamlarının hepsinin ortak kanaati, kainatın mükemmel bir sisteme göre çalıştığıdır. Kainattaki bu mükemmel çalışan sistem, evrendeki hayatın ve düzenin devam etmesini mümkün kılacak şekilde titizlikle ayarlanmıştır. Örneğin, bir elektronun elektrik yükü sadece birazcık farklı olsaydı, yıldızların elektromagnetik ve kütleçekim kuvvetleri bozulur, ne hidrojen ve helyum yakabilir ne de patlayabilirlerdi. Bütün canlıların temel taşını oluşturan hücrelerin çalışma sistemleri bir mucizedir. Onlardaki en ufak bir sapma yaşamı imkansız hale getirmeye neden olacaktı. Bu ilimler insanlara faydalı olan bir çok sonuçları onların istifadesine sunmaktadır. Fakat, bu ilimlerle elde edilen sonuçların hepsinin insanlara fayda getirdiğini söyleyemeyiz. Çünkü, insan egosunun hakimiyeti altında olduklarından, kolaylıkla maddi çıkar uğruna yanlış kullanılmaları mümkündür. Buna iki örnek verelim: 1) İlaç sanayi insanlara ne kadar faydalıdır. Burada para kazanma hırsı birçok yanlış uygulamalara neden olmaktadır. Salgın hastalık korkusu yayarak insanlara gereksiz aşılar yapılmaktadır. Bitkisel ilaçların gelişmesi yasalarla engellenerek, insanlar bir çok yan etkili ilaçları kullanmaya zorlanmaktadır. 2) Savaş sanayi, egemen güçlerin iktidarlarını güçlendirme ve devam ettirmek için kullanılmaktadır. Bunun sonucunda milyonlarca insanın haksız yere ölmesi kimsenin umurunda değildir. 2. dünya harbindeki nükleer silahların tahribatı hala devam etmekte, ama nükleer silah yarışı hala devam etmektedir. Bu yarışın asıl kahramanları bilim adamlarıdır. Onlar bütün bilimsel gayretlerini bu yönde yoğunlaştırarak bu sonuçlara hizmet etmektedir. Burada ilmin etik tarafı tartışmaya konudur. Bu gibi olumsuzluklardan ancak ve ancak İslami ilim anlayışıyla kurtulmak mümkündür. Bu konuda İslami İlim Anlayışı adlı makalemizi okuyabilirsiniz. (Makale No: 2) Haller İlmi Haller ilmi, ancak zevkle ulaşılabilecek bir ilimdir. Akıllı biri, akılla o ilmin sınırlarını çizemez ve delillerle onu tanımayı başaramaz. Bu tıpkı balın tatlılığı, sabrın acılığı ve cinsel ilişkinin ve buna benzerlerin zevki gibidir. Bu ilimleri tanımak ancak onlarla sıfatlanmış olanlara ve onları tadanlara mahsustur. Bunların dışındaki kimselerin , bunları tanımaları muhaldir, mümkün değildir. Haller ilmi, sırlar ilmiyle akıl ilmi arasında olan orta ilimlerdir. Hal ilminin, sırlar ilmine yakınlığı, akli ilimlere olan yakınlığından daha fazladır. Hal ilmine inananların çoğu, tecrübe ehli olan insanlardır. Hal ilmi, onu müşahede eden nezdinde zaruridir. Dolayısıyla, zaruri akli ilim sınıfına yakındır, belki de o, odur. Haller ilmi, sırlar ilmine bir geçiş noktasıdır. Haller ilmine sahip olmadan sırlar ilmine vakıf olunmaz. Sırlar İlmi Sırlar ilmi, akıl sınırı ötesinde olan ilimdir. Bu ilim peygamberlere ve velilere mahsustur. Bu ilim, Ruhü’l – Kudûs vasıtasıyla kalbe ilham edilir. Bu ilim de iki çeşittir. Birincisi, akılla idrak edilebilir. Ancak bunu idrak eden alim için bir görüş hasıl olmaz. İkinci kısım ise haber ilimlerinin başıdır. Bilesin ki, sırlar ilmi senin nezdinde güzel olursa ve sen onu kabul edersen ve ona inanırsan, o zaman sana ne mutlu! Hiç kuşku yok ki sen mutlaka o ilimden bir keşif üzerindesin hatta bunu farkında bile değilsindir.Başka bir şey değil sadece buna bir yol, bir imkan vardır; çünkü kalp ancak doğru olduğuna güvendiği bir şeyle mutmain olur. Burada akıl için bir giriş yoktur, çünkü bu ilim aklın kavrayacağı türden ilim değildir. Ancak masum biri (peygamber) bu ilmi sana anlatacak olursa, işte o zaman akıllı insanın kalbi mutmain olur, sakinleşir. Fakat masum olmayan biri bunu anlatacak olursa, o zaman onun sözünden ancak zevk sahibi olan birisi tat alır. Sırlar ilmine sahip olan alim, bütün ilimleri bilir. Bu ilim bütün ilimlerin hepsini kapsar. Öteki ilimleri bilenler böyle değildir. Bu nedenle, her şeyi kuşatan, bütün bilgileri ihtiva eden bu ilimden daha şerefli bir ilim yoktur. Bu ilimin varlığı konusunda bir çok deliller vardır. Bunlardan bazılarını aşağıda veriyoruz: ► Ebu Hureyre (ra) bir ifadesinde şöyle buyurmaktadır : ‘Allah’ın Resulü’nden (sav) iki dağarcık dolusu ilim öğrendim. Onlardan birisini dağıttım, ötekine gelince, eğer onu da dağıtsaydım, benim şu boynum kesilirdi.’ Bu hadis Sahih-i Buhari’de mevcuttur. Buradaki ikinci dağarcıktaki ilim sırlar ilmidir. Ancak insanların bunu idrak edemeyeceklerinden korktuğundan, bu ilimi herkese açıklamamıştır. ► Aynı şekilde, İbn Abbas (ra) Talak suresi, 12. ayeti hakkında şöyle söylemiştir: ‘Eğer ben bu ayetin tefsirini söyleseydim, mutlaka beni recm ederdiniz, taşa tutup öldürürdünüz, (veya başka bir nakilde), kesinlikle benim kafir olduğumu söylerdiniz.’ ► Hz. Ali bin i Talib’in (ra) şu sözü de bu anlamdadır: Nice ilim cevheri vardır ki eğer ben onu açıklasaydım, Kuşkusuz bana ‘Sen putlara tapanlardansın’ denilirdi; Ve Müslüman adamlar helal sayarlardı benim kanımı; Yaptıkları bu en çirkin işi de güzel sayarlardı. Bu hakikati kuşkusuz çoğu insan inkar eder, kabul etmez. Arif olan akıllı insan ise, onların inkarı konusunda aleyhte bir tutuma girmemelidir. Hz. Musa (ra) ve Hızır (as) arasında Kur’an’da anlatılan öyküde de bu husus açıkça dile gelmiştir. Bizzat bu öyküyü bile, inkarcılara karşı bu konuda delil olarak kullanabiliriz. Bununla beraber, inkar edenlere karşı herhangi bir kızgınlık ve düşmanlık beslemeyiz. Sadece, Kehf suresi, 78. ayette denildiği gibi, ‘İşte bu, benimle senin aramızın ayrılmasıdır’ deriz. Sırlar ilmi, insanın varlıklara bakış açısını , akli ilimlere göre çok farklı yönlere çevirir. Bu ilmin kazandırdığı bilginin mahiyetini bu makalede ve diğer makalelerimizde dile getireceğiz. Sırlar ilmi ile elde edilen gerçekler aslında bütün ilim alemine çok yeni görüşler getirecektir. Böylece bugün müspet ilimlerin açıklayamadığı hususlarda,tam ve çelişkisiz yorumlar kazandıracaktır. Akıl İlmiyle Sırlar İlminin Karşılaştırılması ► Akılcı ilim adamı, fikrinin otoritesi altında bağlanmıştır. Çünkü insandaki her gücün, serbestçe dolaşabileceği fakat dışına çıkamayacağı bir alanı vardır. Bir güç kendi hüküm sürdüğü alanın dışına çıkarsa hata eder ve yanılgıya düşer. Bu da onun doğru yoldan sapmasıdır. Akıl gücü de aynı şekildedir. Aklında hüküm sürdüğü bir alanı vardır ve bu alanın dışına çıkarsa hata yapar. ► Fikir araştırmasıyla kesin doğru ile kesin yanlışı ayırt etmek imkansızdır. Bu konuda insan Allah’a muhtaçtır. Dolayısıyla, fikir araştırmasının doğrusuyla yanlışını ayırt edip hüküm verirken başvuru kaynağımız Allah’tır. Sırlar ilminde ise, fikir gücünü kullanmadan, öğrenilmesi amaçlanan bilgileri elde etmek için işin başında Allah’a dönülür. Sufiler bu görüşü benimseyerek, Allah’ın verdiği bilgiye dayanarak davranmışlardır. ► Her ilim cümlelerle ifade edildiği zaman güzel olur ve manası anlaşılır. Akli ilimler böyledir. Ancak Sırlar ilmine gelince , cümleler onu anlattığı zaman, insan onu anlamakta , idrak etmede zorlanır, güçlükle karşılaşır; dahası mutaassıp zayıf akıllar belki önu dışlar, reddeder. Çünkü zayıf akıllar , Allah’ın o sırlar içine koyduğu görüşlerin ve düşüncelerin hakikatini kavrayabilecek kapasitede değillerdir. İşte bu nedenle, sırlar ilmine sahip olan kişiler çoğu zaman hakikatleri şiirlerde örnekler vererek anlatırlar. ► Sırlar ilmine göre, Allah’tan alınan bilginin dışında gerçek bilgi yoktur. Yalnız Allah bilen ve öğretendir. Bilgisini Allah’tan öğrenen birisinin bilgisine kuşku girmez. Dolayısıyla sırlar alimi, Allah’ı taklit edenlerdir. ► Eşyayı zatı ile bilmediği sürece kimse adına bilgi gerçekleşmez. Akıl yoluyla eşyanın zatını anlamak imkansızdır. Ancak keşif yoluyla anlaşılabilir. Bu da sırlar ilminin yöntemidir. ► İlahi keşif olmaksızın, kainatın olgularını incelemek insanı mutlak gerçeğe ulaştırmaz. Akli yöntemi kullananlar zorunlu olarak görüş ayrılığına düşerler. Bu nedenle , Ruhu’l-kudûs ile desteklenmiş mutlu grup, düşüncelerinden soyutlanma, güçlerinin sınırlanmasından kurtulmaya ve en büyük nur ile bütünleşmeye kendilerini adamıştır. Bu durumda gerçeği olduğu hal üzere müşahede ederler. Bunu teyid eden ayetler şunlardır: ‘Allah ona ‘Andolsun sen bundan gaflet içinde idin. Şimdi senden gaflet perdesini kaldırdık. Bugün artık gözün keskindir’ der.’ (Kaf suresi, ayet 22) ‘Şüphesiz ki bunda kalbi olan ve hazır bulunup kulak veren kimse için elbette bir öğüt vardır.’ (Kaf suresi, ayet 37) ► Fikir gücü, karıştırmaya ve güvenilir olmayan bilgiye yol açar. Dolayısıyla fikirle ilgilenmek sırlar ilminde bir perde olur. ► Sırlar aliminden doğru bilgi gelir ve bu delil sahibine şöyle der: Teorik düşüncenin verdiği yorum, onu söyleyenin kendi kastı olduğu ve dolayısıyla doğru bilgiden yoksunluğunun ta kendisidir. Bu şekilde bir bilgiye tesadüf etsen bile, bu bilginin mutlak bilgi olduğuna inanman iman açısından sakıncalıdır. Doğru bilgi, kendisiyle birlikte imanın kalacağı bilgidir. Mutluluk ise, imanla ve doğru bilgiyle irtibatlıdır. ► Hakk, herkesin kendisi hakkındaki inancının ve bilgisinin kendisidir. O bilgiler, Hakk’a delil oldukları bağlamda insanları perdelerler. Böyle bilgilere misal olarak, matematik, mantık ve doğa bilimlerini verebiliriz. Bu alanlardaki herhangi bir bilimde Allah’ı bilmeye götüren bir yol ve delil vardır. Fakat insanların çoğu, söz konusu bilime Allah’ı gösteren yönü aramak için eğilmez. Bu durumda bilim eleştirilir ve onun Hakka delil olduğu yön görülmez olur. ► İnsanı keşif bilgisine ulaştıracak yegane yol, bütün bilinenlerin ve bütün kainatı zihninden uzaklaştırarak, boş bir kalple Allah karşısında huzur murakabe ve dingillik halinde oturmasıdır.Kalbiyle Allah ismini zikreder ve kendisine Allah’ı bilmeye ulaştıracak delil aramaz. Bu itibarla, kapıya bağlanıp zikrederek kapıyı çalması Allah katında ona verdiği bir rahmettir. ► Görülen ve bilinen her şey mukayyetdir, yani kayıtlı, şartlı ve sınırlıdır. Dolayısıyla mutlaklığın yalınlığından aşağıdadır. Arzu edilen Hak Teâlâ ise, bütün kayıtlardan azadedir. O halde O’nu görüntü ve bilgi sahasının ötesinde aramak gerekir. Bu ise aklın idrakinin ötesindedir. Çünkü akıl, görülen ve bilinen şeylerin ötesini araştırmayı imkansız sayar. ► Dünyevi ilimlerin ilâhi âleme ait yüksek ilimlere bir araya gelmesi, zıtların bir araya gelmesi türündendir ve imkansızdır. ► Kesin bilgi kalbin işidir. Hak Teâlâ tarafından ilham yoluyla vasıtasız olarak verilmiştir. Kalbin duyular vasıtasıyla Güneş’in varlığına inanması ilme’l-yakin türündendir.Kalbin ilham ile bilmesi ise ayne’l-yakin yerindedir. Aralarında büyük fark vardır. ► Bütün şer’i hükümler ve nübüvvet kandilinden alınmış olan ilimler, manaları açık olarak doğruluğun tam merkezindedir. Onlara aykırı olan bilgi ve görüşler ise, te’vil (yorum) ve keşif ile elde edilmiş olsa bile yanlış ve eğridir. ► Şeriat, ölümden sonraki tehlikeleri açıklıyor. Akıl da ileride olacak olan bu şeylerin mümkün olduğunu anlar, doğa da zararlı şeylerden kaçınmayı teşvik eder. ► Hanefi mezhebine göre, Allah’ı marifet (bilmek) aklen vaciptir (zorunludur). Hatta hiç peygamber görmeyen, din namına bir şey duymayan bir insan – mademki vardır- aklı ile bu kainatın bir yaratıcısı olduğunu bulmakla mükelleftir ve bundan mesuldur. Fakat ibadet kısmı aklen bulunamaz. Bunun için nakil bilgisi gereklidir. Sırlar İlminde Objektiflik Bazı insanlar, sırlar ilminde keşif yoluyla elde edilen bilgileri kabul etmezler ve bu bilgilerin kendilerini bağlamadığını ileri sürerler. Tabii ki insanlara, keşif bilgilerini mutlaka kabul etmelidirler diye bir dayatma söz konusu değildir. Ancak bu bilgilerin muhtevası ve elde ediliş yöntemi, hemen baştan ret edilecek bir husus değildir. Çünkü, sırlar ilmi, herkesin onu elde etmesine açıktır. Bununla beraber bazı koşullarda söz konusudur. Birincisi, kişi buna kabiliyetli olmalıdırlar. İkincisi, kendisine bunu öğretecek bir kamil mürşidin nezdinde sıkı bir eğitime tabi olmalıdır. İnsan bu şartları sağladıktan sonra sırlar ilmine vakıf olabilir. Fakat birçok insan, fazla uğraşmadan keşif bilgilerine ulaşmak isterler. Bunun ise imkansız olduğu açıktır. Ayrıca sırlar ilmine sahip olan ve birbirleriyle gerek zaman bakımından gerekse mekan bakımından tamamen farklı konumlarda bulunan insanların açıkladıkları keşif bilgileri, birbirlerine tamamen uygun olup aralarında bir çelişki yoktur. Bu nedenle sırlar ilmi objektif bir ilimdir. Aynı durum diğer akli ilimlerde de vardır. İyi bir fizik alimi olmak için, insanın, iyi bir bilim merkezinde gayet zor bir eğitim geçirmesi zorunludur. Ayrıca böyle bir eğitim için de kabiliyetinin bulunması gerekir. Bu demektir ki, önüne gelenin iyi bir bilim adamı olması mümkün değildir. Fakat nedense insanlar fizikçilerin araştırma sonuçlarını, anlamasalar da itiraz etmeden kabul ederler, ama sırlar ilmine sahip alimin keşif bilgilerine hemen itiraz ederler. Bu, ilim kavramının ne olduğunun, insanlar tarafından iyice bilinmemesinden ve kendilerindeki İslam inancının yeterli derecede oluşmamasından kaynaklanmaktadır. Sonuç İlim, Allah tarafından insanlara bahşedilen bir güzelliktir. İlimle uğraşmak, bu nedenle, güzel bir davranıştır. Ancak, ilmin hedefi insanları Allah'a götürmek olmalıdır. Öğrenilen her konuda, Allah’a ait delillerin bulunduğunu görmeye çalışmak gerekir. Bu yapılmazsa, insan öğrendiği ilimle imanı arasına bir perde çekmiş olur. Bu ise İslam açısından sakıncalıdır. İlim, ancak iman ile beraber olunca güzelleşir. İçinde iman olmayan ilim, insana sadece dünyevi menfaat kazandırır. Fakat ahret ile ilgili bir getirisi olmaz. Halbuki, iman ile beraber olan ilim, insana hem dünyada menfaat ve hem de ahrette saadet sağlar. Müslümanlar, imansız ilim anlayışından Allah’a sığınmalıdır. Allah Teâlâ ‘ya, herkese imanlı ilim anlayışını nasip etmesi için dua edelim.
Bu makalenin hazırlanmasında faydanılan eserler: ‘Fizik ve Gerçeklik’, Şakir Kocabaş, Küre Yayınları, İstanbul, 2005 ‘Fütûhât-ı Mekkiyye’, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008 ‘Gödel's incompleteness theorems’, From Wikipedia, the free encyclopedia
‘Marifet ve Hikmet’, İbn Arabî, İz Yayıncılık, İstanbul, 2011 ‘Müfredat’, Râgıb el – İsfahani, Pınar Yayınları, İstanbul ‘Rabbânî İlhamlar’, İmam Rabbani, Sufi Yayınları, İstanbul, 2011 ‘Zamanın Daha Kısa Tarihi’, Stephen Hawking, Doğan Kitap, İstanbul, 2006
Makale ile ilgili yorumlarınız için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|
İlmin Güzellikleri |
Yayım Tarihi : 28.06.2015 |