Makalenin 1. Bölümünü okumak için tıklayınız

 

1917 Bolşevik Devrimi

Birinci Dünya Savaşı 1914 senesinde patlak verdiğinde, Almanya'nın düşmanların direnişini kırmakta bel bağladığı organizasyon Enternasyonel Sosyalizm idi. Her yerde ihtiyatlı bir çalışma yürütülmüştü. İlk enternasyonelin kurulmasından bu yana, İngiltere'de çevrilen Alman entrikaları, sonraki sosyalist organizasyonlarda her zaman lider bir rol üstlenmiştir. Öte yandan bu organizasyonlardan her biri pan-German çıkarları doğrultusunda esas süreçten sapmalar göstermişti.

Karl Marks’ın, hayatı süresince İngiliz işçileri arasında hemen hemen hiçbir etkisi olmamışsa da, Marksçı gelenek, meslektaşı Friedrich Engels ve bu ülkedeki sosyalist birlikleri kuran orta sınıf İngiliz talebeleri tarafından devam ettirilmiştir. Dolayısıyla 1882 yılında kurulan İkinci Enternasyonel 1893 senesine gelindiğinde Almanlaşmış bir yapıdaydı. Bu halini savaşın patlak vermesine kadar muhafaza etmiş, bu dönemde askıya alınmış ve 1920 Cenevre Kongresi'ne kadar yeniden yapılanmaya gitmemişti.

Fransız ve Rus ihtilalleri arasında fevkalâde bir benzerlik olduğu gibi, Rus hareketi üzerinde çalışmalar yapan herkesin bileceği üzere, Bolşevik İhtilali Kasım 1917'den bu yana Fransız İhtilali'nin doğrudan bir uzantısı olmuştur. Bu durum, ilk Fransız İhtilali'nin her yönüyle kopya edilmesi gerektiğini sürekli dile getiren ve başlangıçtan itibaren Robespierre’i kendilerine model alan Bolşeviklerin bizzat kendileri tarafından kabul edilmiştir.

Rusya'daki ihtilalin ilk safhalarına bakıldığında tümüyle Enternasyonel bir karakterde olmadığı görülür. Mart 1917 ayaklanmasını gerçekleştiren sosyal devrimciler arasında ise birkaç milli grup mevcuttu; aynı şekilde Menşevikler de, Plechanov’un liderlik ettiği ulusal bir parti olma özelliği taşıyordu. İhtilalin samimiyetle uluslararası bir hal alması, Bolşevik'lerin iktidarın dizginlerini ele geçirmesine dek gerçekleşmemişti. Öyle ki, Rus halkının Fransızlara kıyasla yurtseverliklerinin daha düşük olması ve ayrıca Fransa Jakobenleri yurt dışından gelebilecek herhangi bir desteye bel bağlamazken, Bolşevik'lerin neredeyse tamamen dış kaynaklı işbirliğine güveniyor ve bütün umutlarını gerçekleştirecek bir Dünya Devrimi ihtimaline bağlıyor olmaları, söz konusu duruma zemin hazırlayan gerçekler arasında yer alıyordu.

Sınıf mücadelesi mevzusunda, Rus Bolşevikler Fransız ihtilalcilerle tamamen aynı süreçten geçmiştir. Mağdur duruma düşen ilk kesim her iki ülkede de Monarşi ve Aristokrasi olmuştur. Her ikisinde de burjuvaziye daha sonra sıra gelmiştir. Bolşevikler, Mart 1917 devriminin başlangıç safhalarında diğer çeşitli ihtilalci gruplar arasında tamamıyla azınlık konumundaydı, ki bu gerçek Boşleviklerin bizzat kendileri tarafından da dürüstçe kabul edilmiştir.

Bolşevizm dediğimiz şey, bir Sendikalizm değildir. Bolşevizm, devlet sosyalizmidir, marksizmdir, komünizmdir. Dolayısıyla, Bolşevizm’in şu an ki en irticai düşünüş şekli olduğunu söylersek, bunu mecazen söylemiş olmayız. Çünkü 1848 veya 1871'in geleneklerini dahi sürdürmezken, son yüzyıldan bir öncekine gerilediğini görüyoruz. 1917 Bolşevik İhtilali, Fransız İhtilali'nin 1797 senesinde bıraktığı yerden devam etmiştir. Bundan daha çağdışı bir durumdan bahsetmek mümkün müdür?

Bolşevikler Din konusunda tasarılarını tümüyle gerçekleştirebilmiş değildir. Çünkü, kiliseler saygısızlığa uğramış ve tahrip edilmişse de, dini resimler parçalanıp üzerlerine tükürülmüşse de ve onca rahip katledilmişse de, dini ibadetler Fransız Korku Krallığı döneminde olduğu gibi resmi olarak yasaklanmamıştır.

Nesta Webster, “İlluminati’nin Dünya Devrimleri” adlı kitabında şunları yazmaktadır:

“Ön yargısız bir gözlemci için Rusya'daki Bolşevizm bütünüyle bir Yahudi hareketi olarak görünebilir. Yahudiler, söz konusu ihtilalden evvel uzun yıllar boyunca bu ülkedeki yıkıcı güçler arasında öncü bir rol oynamıştır. 1905 senesinde Odesa'da bulunan The Times gazetesi muhabiri, fabrikalarda çalışan heyecanlı Yahudi kızlarının kırmızı gömlekler giyip kurdeleler takıp, sonra bunları göz göre göre Kazaklar’ın yüzlerine fırlattıkları zaman, yani, Ekim ayının sonlarına doğru yaşanmış olan gösterileri ayrıntılarıyla açıklamıştır. 430.000 kişilik nüfusun üçte birinden fazlasını Yahudiler oluşturuyordu ve yaklaşık 15.000'i çıkan gösterilerde yer almıştı. Bu göstericilerin çoğu öğrenci ve Yahudilerden meydana geliyordu. Heyecana kapılmış Yahudiler yüzleri kızarmadan cumhuriyetçi amblemler sergiliyordu. Kırmızı bayraklar açılıyor, üzerindeki kırmızı şerit çıkarılarak Rus ulusal bayrağı onursuzlaştırılıyordu. İmparatorun portresi ise tahrip ediliyordu. Çıkan savaşta ise, 400'ün üzerinde Yahudi ve 500'den fazla Hristiyan can vermişti. Söz konusu gösterinin genel merkezlerde organize edildiğini de ortaya konulmuştur. Diğer sosyalist birlikler arasından İsviçre'de bulunan ve Merkez olma özelliğini taşıyan Yahudi birliği Varşova ve Polonya'da bulunan şubelerinden Odesa'ya gizli ajanlar göndermiştir.

Bolşevist hareketinin esas düzeneğini oluşturan 20-30 kişilik bir Komiser veya Lider grubunun %75'i Yahudilerden meydana gelmektedir. Hareketin beyni Lenin ise, Yahudiler de ikinci birer kaptan konumundadır.”

12 Nisan 1919 tarihli “Komünist” gazetesinde M. Cohan şunları yazmaktadır: “…Mübalağasız, büyük Rus sosyal ihtilalinin, Yahudiler aracılığı ile başarıya kavuştuğu söylenebilir… Yahudiler’in er olarak Kızıl Ordu'da yer almadığı doğru, ancak birer Komiser olarak komitelerde ve Sovyet kuruluşlarında, Rus proleterlerden oluşan kitleleri cesurca zafere taşımaktadır…Yüzyıllardır kapitalizme karşı mücadele veren Yahudi halkının sembolü aynı zamanda Rus proleteryasının da bir simgesi haline gelmiştir. Öyle ki, bu durum, önceki zamanlarda, bilindiği üzere, Siyonizm ve Yahudi halkının bir sembolü olan beş noktalı kırmızı yıldızın benimsenmiş olduğu gerçeğinde de görülebilir. (Bertrand Russell, The Practice and Theory of Bolshevism (Allen&Unwin yayınevi, 1920, s. 69)

Bolşevist propaganda, tüm dünyada Almanlar tarafından gerçekleştirilen bir düzenleme ile yürütülmüş ve Yahudi altınlarının yanı sıra Almanlar tarafından da para yardımında bulunulmuştur. O halde Lenin ne bir demagog ne de bir olağanüstü adamdır. Lenin, dünyaya hükmetmeyi umut eden o büyük Alman- Yahudi topluluğuna hizmet eden bir ajandan başka bir şey değildir.

Pek çok insanı ihtilal kamplarına çeken bir diğer sebep de, şüphesiz ki korkudur. Bu ülkede bir ihtilal yaşanacaksa eğer, tahribat yaratacak olan partinin kaderine ortak olarak güvenliklerini garanti altına almaları gerektiğini düşünürler. Bir İlluminati üyesi olan Mirabeau, taraftarlarına şunları söylerken tam olarak bu politikadan bahsetmiştir: “Aristokratlardan korkmanızı gerektirecek hiçbir şey yok; bu insanlar yağmalamaz, yakıp yıkmaz, adam öldürmez - size ne tür bir zarar verebilirler ki?” Dolayısıyla, habis bir tanrının gönlünü alma politikasıyla, pek çok çekingen kişi, “o büyük yangın günü” geldiğinde bütün bu söylenenlerin dürüstlük adına kendileri için değerli olacağını düşünerek birer Bolşevizm taraftarı haline gelir. Devrimci şiddet, bu etkiyi gerçekleştirmek adına dikkatlice tasarlanmıştır. Çünkü söz konusu komplo taraftarından benimsenen yöntem, yüz kırk sene önce neyse bugün de odur – “ iftira, yozlaşma ve korku”.

Kardinal Manning, Gizli Topluluklar tehlikesine karşı kendi kuşağını sürekli olarak uyarmıştır. Bay Dillon ise, bu emelin gerçekleşmesini sağlayacak olan o tüyler ürpertici tarikatın nasıl bir tabiatta olduğunu ve ardındaki gizli gücü çok daha açık bir dille ifade etmiştir:

“Kendisinden uzak durabilmek adına kötülük nasıl bir şeydir bilmek istiyoruz… kötü ve din ile alakası olmayan maksatları olan bütün gizli topluluklar, İlluminati tarikatı bünyesindeki o amansız masonluktan başka bir şey değildir. İsimleri ne olursa olsun bu topluluklar, insanların canını okumak ve İsa'nın egemenliğine bir son vermek adına şeytanın icat edip yeryüzüne indirdiği bu devrimci sahtekarlık sisteminin birer parçasıdır.”

Nesta Webster kitabında şöyle diyor:

“İngiltere'de Bolşevizm başarılı olamamıştır. Bunun nedeni İngiliz çalışanlarının düşüncelerini İncil'i temel alarak şekillendirdiğidir. Bu Lenin tarafından da ifade edilmiştir. İngiliz halkı yabancı yozlaşmış teşebbüslere rağmen hala Hristiyan uygarlığının kalesi olarak kalmaya devam etmiştir. Dolayısıyla söz konusu komplo İngiltere'ye saldıracak bir fırsat bulamamıştır. Eğer İngiltere taarruza geçerse, bütün dünya İngiltere'nin yanında yer alacağını biliyorlar. Bu gerçeği Karl Marx şöyle ifade etmekteydi: “İngiltere’yi kapsamayan her ihtilal, bir çay bardağında çıkan fırtına misalidir.” Bunun yanı sıra çaresizlik feryatları eden yine Marx'tı: “İngiltere, ihtilal dalgalarının çarpıp yok olduğu bir kaya!” Peki bu kaya en sonunda alt edildi mi? Hayır.

İlluminizm, ülkemizde büyük bir saldırı gerçekleştirmek adına bütün güçlerini bir araya getirmekle meşgul şu anda. Ancak bu, özünde ayakları yere basan sağlam bir halk ve kendini savunmaya kararlı. Peki şu küçük adamızın, Dünya Devrimi’nden doğan dalgaların en sonunda önüne geçip, kendinin yanı sıra bütün bir Hristiyan uygarlığını bu tehlikeden kurtarması mümkün mü?”

 

Birinci Dünya Savaşı ve İlluminati

Birinci Dünya Savaşı'nın çıkarılma sebeplerinden biri de Osmanlı Devleti'nin çökertilmesi ve Filistin'de siyonist bir devletin yaratılmasıydı. Turgut Gürsan, “İlluminati”  adlı kitabında şöyle yazmaktadır:

“İlluminati, Osmanlı Devleti'ni içten çürüterek yıkmak istiyordu. Türkiye'de bu amaçla Cemalettin Afgani'nin masonik siyasi yapılanmasına benzer ve “Carbonari”yi  model alan İttihat ve Terakki Cemiyetini kurdu. On dokuzuncu yüzyılın ortalarından başlayarak, İngilizler Türkiye'nin önde gelen Sufi tarikatları (Bektaşiler ve Nakşibendiler gibi) ile Afgani'nin İskoç Riti Masonluğu arasında bir ittifak kurmaya çalıştılar. İngilizlerin sponsorluğunda yürütülen bu faaliyetlerin sonunda “Genç Osmanlılar” (Jön Türkler) hareketi ortaya çıktı. Jön Türkler ekonomik ve siyasi açıdan zaten çökmüş olan II. Abdülhamit rejimini zorlayarak, 1908'de meşruti bir hükümet kurdular. Bu hükümet, Birinci Dünya Savaşı'nın sonuna kadar (1918) iş başında kaldı.

Osmanlı Devletine karşı başlatılan ilk saldırı harekâtını (Çanakkale Savaşı'nı) Churchill yönetiyordu. İngiltere, Osmanlı Devleti’ne karşı ikinci darbeyi Mekke Şerif'i Hüseyin vasıtasıyla vurdu. Şerif Hüseyin aslında Osmanlıların ve Almanların müttefikiydi. Fakat jön Türklerin Araplara karşı ırkçı ve ayrımcı tutumu onu saf değiştirmeye zorlamıştı. İngilizler ona, kurulacak Arap İmparatorluğu'nda önemli bir mevki vaat etmişlerdi. Hüseyin, İngiliz dış politikasının nasıl bir iki yüzlülükle yürütüldüğünü bilmiyordu. İngilizler, kullanmak istedikleri adamlara hayallerini süsleyen vaatlerde bulunuyorlardı.

Ünlü İngiliz ajanı Lawrence'ın kışkırtmalarının sonucunda, Hüseyin oğlu Faysal Osmanlı'ya karşı ayaklanan Arap ihtilalcilerinin lideri oldu. Faysal 1918'de Şam'ı ele geçirdi. Şam'ın düşmesinden beş gün sonra, Osmanlı Devleti ile Faysal arasındaki Ateşkes Anlaşması yürürlüğe girdi. Osmanlı Devleti artık etkinliğini yitirmişti ve çöküyordu. Devlet, savaşı kazanan batılı güçler arasında paylaşılmak üzereydi. Fransa ve İngiltere Orta Doğu'yu ele geçirirken, İtalya ve Yunanistan gözlerini Anadolu'ya dikmişlerdi.”

Türk halkı bu düzenlemeyi kabul etmedi ve müttefik işgaline karşı direnmeye başladı. Kısa bir süre sonra yeniden kurulan Türk ordusu, işgalci Yunan ve İtalyan güçlerini Anadolu'dan kovmayı başardı.

Müttefik güçlerin Osmanlı’ya karşı kazandıkları zafer Birinci Dünya Savaşı'nın da sonunu getirdi. 11 Kasım 1918'de müttefikler ve merkezi güçler arasında bir Ateşkes Anlaşması imzalandı. Savaş sonunda Faysal, başladığı askeri harekata devam ederek, bugün Ürdün olarak bilinen toprakları, Arap Yarımadası’nı ve Suriye'nin güney kısımlarını işgal etti. Hüseyin'in bilmediği şey, İngilizlerin Sykes-Picot Anlaşması ile -  Rothschildlerin istediği gibi - Orta Doğu haritasını yeniden çizmiş olmalarıydı. Örneğin, Suriye ve Lübnan Fransız “protektoraları” olmuştu. Hüseyin fena halde yine ihanete uğramış ve yalnız Irak’ın yönetimi ona bırakılmıştı. İngiltere  Ürdün, Kuveyt ve Filistin'in yönetimini kendisi üstlenmişti.

 

Nazizim ve İlluminati

Naziler İlluminati stratejisini yürüten temel güçlerden biriydi. Nazilerin görevi İkinci Dünya Savaşı'nı çıkartmaktı. Nazi partisi okült bir organizasyondu. Naziler, Crowley’in  O.T.O.’sunun Alman Thule Cemiyeti ile birleşmesinin ürünüdür. Bu grubunun baş mimarı Bektaşi ve Derviş tarikatlarıyla içli dışlı olan ve sufizm ile ilgilenen Baron Rudolf von Sebottendorf’tur. Thule tarikatının doktrinleri “Atlantisli Aryan Irk” teorisine dayanmaktadır.

1919'da Thule Cemiyeti, Alman İşçi Partisi’ni kurdu. Bu parti sonradan Alman Nasyonal-Sosyalist İşçi Partisi adını aldı. Thule cemiyetinin üyeleri içinde en popüler isim, “kara büyücü” ve SS'lerin lideri Heinrich Himmler’di. SS iki runik sembolden oluşmuştu ve Aryan atalarının kayıp bilgeliğini sembolize ediyordu.

Hitler 8 Kasım 1923'te, Münih'te kötü organize edilmiş bir karşı darbeye katılmıştı. Darbe başarısız olmuşsa da Hitler'in adını bütün dünyaya duyurmayı başarmıştı. Hitler hem Almanya'da hem de yurt dışında tanımış bir adam oldu.  Bütün dünya basını ön sayfalarda ondan bahsediyordu.

Darbe teşebbüsü yüzünden yargılanan Hitler, bu davayı bir propaganda aracı haline getirdi. Mahkeme sonunda 5 yıla mahkum edilen Hitler, 9 ay hapis yattıktan sonra serbest bırakıldı. Hitler hapiste ünlü manifestosu “Mein Kampf” (Kavgam) adlı kitabını yazdı. Hitler bu kitabını yazarken Henry Ford’un “Beynelmilel Yahudi” adlı kitabından alıntılar yapmıştır. Kavgam kitabı defalarca basılarak Hitler’e bir milyon marklık bir gelir getirdi. Bu kitap 1928 yılında Sovyetler Birliğinde de basıldı. Stalin, Hitler’e hayrandı ve iktidara doğru yürüyen Hitler’i destekliyordu.

Masonik bankerler, Hitler’e ekonomik yardım teklifinde bulunmuşlardı. Buna karşılık tek bir istekleri vardı. O da, Almanya'nın saldırgan bir dış politika izlemesi ve Fransa'ya karşı sert bir tavır almasıydı. Bankerler Fransa'nın Alman tehdidine karşı İngiltere ve ABD ile işbirliği yapacağını biliyordu.

Hitler, Almanya'daki Yahudi kapitalistlerden de yardım almıştı. Bunlar, Almanya'da bulunmakla birlikte, uluslararası Masonluk ve Siyonizm ile yakından ilgiliydi. Örneğin, IG Farben şirketini yöneten Warburg ailesi, Rothschildlerin Almanya'daki temsilcisiydi.

1938'de New York Times'ın kendisiyle yaptığı bir röportajda ünlü sanayici ve mason Henry Ford şunları söylüyordu: “Bir zamanlar ulusun kaderine 60 ailenin belirlediği söylenirdi. Aslında ulusun finansal varlıklarını kontrol eden 25 kişi dünyadaki savaşların kaderini belirlemektedir.” Henry Ford'un Hitler'in savaş endüstrisine yardımcı olduğu gibi,  Hitlerin asıl finansörleri Standart Oil (Rockefeller), General Motors, General Elektric, ITT, J.P. Morgan’s Bank ve ünlü siyonist dolar milyarderi Bernard Baruch’tur.

Yahudi tarih profesörü  Dietrich Bronder,  “Bevor Hitler Kam” (Hitler Gelmeden Önce) adlı kitabında, Yahudilerin Hitler’i finanse ettiğinden ve onun iktidara gelmesine yardımcı olduklarından bahseder. Bu, neden birçok Yahudi’ye “Aryan Belgesi” verildiğini çok iyi açıklamaktadır. Bronder kitabında birçok nazi liderinin Yahudi veya yarı Yahudi olduğunu ispatlamıştır.

Turgut Gürsan “İlluminati” adlı kitabında şunları yazmaktadır:

“Nasyonel Sosyalist ideoloji, Germanenorden adlı Masonik loca ile Thule örgütünün idealleri üzerine inşa edilmiştir. Tarikatın ana locası Münih'teydi ve Thule Derneği adını taşıyordu. Münih'teki derneğin başkanı astrolog Baron Rudolf von Sebottendorf’tu. Dernek üyeleri kayıp kıta Thule hakkında araştırmalar yapıyorlardı. Sebottendorf aynı zamanda bir Bektaşi’ydi ve İslam tasavvufu konusunda bilgiydi. O,  sufi tradisyonu, Gül-Haç ve Simya bilgeliği ve Ortaçağ Masonik geleneklerinin bir sentezini yapmıştı.

1917'de Sebottendorf, Türkiye'den Almanya'ya döndü. Türkiye'deyken sabataycı bir Yahudi Ailesi olan Termudilerden Kabala öğretisinin temellerini almıştı. Termudi ailesinin babası, Türkiye'deki Fransız Memfis Riti’ne bağlı bir Mason locasına üyeydi. Termudi vasıtasıyla, Sebottendorf aynı locaya inisiye edildi.”

Hem komünizm hem de Nazizm, gizli İlluminati hareketinin yarattığı ideolojilerdir. Bu iki ideoloji de aynı sosyal doktrinin iki farklı görüntüsüdür. Hitler iktidara geldiğinde, 1 Mayıs'ın kutlanmasını emretmişti. İlluminati tarikatı 1 Mayıs 1776'da kurulmuştu. Hem komünizm hem de faşizm vasıtasıyla toplumun geleneksel manevi dünyası yıkılmış, onun yerine maddeci değerler ikame edilmişti. Nazi Partisi ideoloğu Alfred Rosenberg, Nazi ideolojisinde masonik değerleri kullanan biriydi.

1933 ilkbaharında, Almanya İçişleri Bakanlığı, İlluminati’ye önemli bir mektup yollayarak Almanya'daki İlluminati çıkarlarının korunması için gizli temasları sürdürmeye gerek kalmadığını bildirmiştir. Naziler iş başına geçince, İlluminati’nin hedefleri artık devletin hedefleri olmuştu. Bu nedenle İlluminati’nin Almanya'da faaliyetlerini sürdürmesine gerek kalmamıştı. Gönderilen mektup, Nazilerin ve İlluminati’nin ortak bir hedefi olduğunu gösteriyordu. Bu hedef te Yeni Dünya Düzeni’ni kurmaktı.

 

Sovyet Rusya’nın Yıkılışı

Sovyet Rusya’nın çökertilmesi için Amerika’nın yaptığı planları Turgut Gürsan kitabında şöyle anlatmaktadır:

“CIA'nın 60'lı ve 80'li yıllarda kullandığı “Etki Ajanları” programı, 1920'li yıllarda Mason Allen Dulles (CIA direktörü) tarafından geliştirilmiştir. ABD Başkan Yardımcısı ve Mason olan Truman,  Yahudi ve Mason olan Maliye Bakanı Morgenthau ve ünlü siyonist Yahudi  B. Baruch’un katıldığı gizli masonik bir toplantıda Dulles şöyle demişti:

“Amerika, halkı aldatmak için bütün gücünü ve parasını kullanacaktır. İnsan beyni değişimden çabuk etkilenir. Bizler halkın beynine “kaos”u yerleştireceğiz ve gerçek değerleri sahteleriyle değiştireceğiz. Rusya'da kendimize yeni müttefikler bulacağız.

Adım adım, yavaş yavaş, şimdiye kadar var olmuş en isyancı ulusun yok oluşuna şahit olacağız. Sinema, tiyatro ve edebiyat burada en aşağı insan duygularına hitap edecek seviyeye düşürülecektir. Seks, şiddet ve ihaneti halkın zihnine yerleştireceğiz. Bütün hükümetleri bozacağız. Ahlak ve şerefi ayaklar altına alacağız. Zulmü, yalanı, uyuşturucu ve alkol bağımlılığını hayatın vazgeçilmez unsurları haline getireceğiz. Nesilden nesile onları zayıflatacağız. Gençlik bizim aletimiz olacaktır. Biz onları yolsuzluklarla çökerteceğiz.” Yukarıda anlatılanlar Soğuk Savaş yıllarının başında kararlaştırılmış ve resmi ABD belgelerinin içine girmiştir.”

1960'lı ve 70'li yıllarda etki ajanları Sovyet hükümetini kuşatmış durumdaydı. Fizikçi A. Sakharov ve karısı Yahudi E. Bonner, soğuk savaştaki en etkili ajanların başında gelmekteydi. Dünyayı yöneten elitler Rusya'nın dünya çapında artan etkisinden ve yeniden güçlenmesinden korkmuşlardı.

1972'de İlluminati, batıdaki doğal kaynakların azalmaya başlamasından endişelenmeye başlamıştı. Bu elitler mutlak gücü yeniden ellerine geçirmek için eski “Yeni Dünya Düzeni” projesini yeniden hayata geçirmeye başladılar. Gücü ellerine geçirmede tek engel Sovyetler Birliği idi. Çünkü o tarihlerde dünyanın doğal enerjisi kaynaklarının büyük bir kısmı SSCB sınırları içindeydi. İlluminati dıştan uygulanacak bir baskıyla Sovyet sistemini çökertmeye karar vermişti. Bu amaçla Rusya'da ki karşıt güçleri kışkırtmak için bir milyar dolarlık bir fon ayrıldı.

Geleceğin tarihçileri komünist ideologların ve liderlerin, uluslararası Masonluğun önde gelen eylemcileri olarak Rusya'ya nasıl ihanet ettiklerini açıklayacaklardır. Rusya'daki rüşvet ve yolsuzluk olaylarının ne kadar yaygın olduğu, vicdansız, ahlaksız ve para hırsı gözlerini karartmış insanların oldukça çok olduğu göz önüne alındığında Rus liderlerinin rüşvet ve şantaj ile ne kadar kolay ikna edilebildiklerini anlayabiliriz.

Rüşvet ve şantaj mekanizması, Komünist Parti yönetim sistemi ile bütünleşmişti. Parti, Masonik prensiplere göre yönetilen topyekün kontrol ve etkileme gücüne sahip gizli bir yapılanmanın ürünüydü. Komünist parti sistemi, tamamen halktan kopuk ve ona karşı bir gücün iktidarı üzerine kurulmuştu. Yetmiş yıllık Sovyet yönetimi toplumun marjinal kesimlerinden gelen elit bir tabakayı devamlı iktidara taşımıştı. Bu insanlar normal insani yasalara göre yaşamaya alışmamışlardı, onları ilgilendiren tek şey şahsi çıkarlarıydı. Perestroika döneminde komünist yönetim sistemi bir anda yok olmadı. Tam tersine, mutasyona uğrayarak uluslararası Mason ve mafya yapılanmasına kapılarını açtı. Bu Masonik mafya sistemi tamamıyla Rusya'nın kontrolünü ele geçirdi.

ABD Başkanı Bush’un ve Gorbaçov’un yayınlanan fotoğraflarda tipik Mason işaretleri yaptıkları görülüyordu. Gorbaçov’un Masonik “Dünya Hükümeti” ile bağlantısını sağlayan büyük finans spekülatörü ve İsrail istihbarat ajanı Yahudi George Soros'tu. Soros, 1987'de Moskova'da “Soros Fonu”nu kurdu. Bu fon vasıtasıyla 1990'da Sovyet ekonomisini çökerten “500 Gün” projesinin sponsorluğunu yaptı.

Rus halkının zihnine “Batı kültürünün üstün bir kültür olduğu” düşüncesi yerleştirilmek istendi. Geleneksel Batı kültürü adı altında Rus halkına seks, şiddet, para hırsı ve sefahat düşkünlüğü empoze ediliyordu.

Sovyetler Birliği'nin yıkılmasından sonra Rusya Federasyonu'nun ilk Başbakanı Boris Yeltsin'in asıl adı Elias Baruh’tur. Karısı da bir Yahudidir. ABD Başkanı Mason Bush, Rusya'daki darbeden sonra “Yeltsin’in zaferi bizim zaferimizdir” demişti. Boris Yeltsin, aslında bir CIA kuklasından başka bir şey değildi.

90'lı yılların sonunda Masonlar açıkça Yeni Dünya Düzeni’nin başlandığını ilan ettiler. Onlar 2000'li yıllarda bir “Dünya Hükümeti”nin kurulacağına ve dünyadaki tüm insanları kontrol edebilecek bir güce ulaştıklarına inanıyorlardı. Rusya'nın yeni dünya düzenindeki rolü, Avrasya'daki doğal enerji kaynaklarına bekçilik yapmaktı. Kurulacak bir Dünya Hükümeti’ni Rus halkının geleceği hiç ilgilendirmiyordu. Onlar için, Rus halkı ne kadar azalırsa Batı için o kadar cazip bir hale gelecekti.

Masonların tek endişesi yalnızca Rus halkı değildi. Onlar dünya üzerindeki bütün milli hükümetlerin yıkılmasını ve yerlerine Yahudi ve masonların egemen olduğu rejimlerin kurulmasını istiyorlardı. Bu nedenle geçtiğimiz 150 yıl içinde Batı Avrupa'nın bütün ülkelerinde milli hükümetler devrilmiş ve yerlerine Yahudi- Masonik kozmopolit rejimler kurulmuştur. Avrupa'yı yöneten Yahudi-Masonik elitlerin istekleri ve çıkarları sıradan Alman, Fransız veya İngiliz vatandaşından çok farklıdır. Bu ülkelerde yapılan sözde demokratik göstermelik seçimler, dünyayı yöneten “Gizli Dünya Hükümeti” ve “Uluslararası Yahudi Sermayesi”nin egemenliklerini örtbas etmek amacını güdüyordu.

Bu durum yalnız Avrupa ülkelerinde değil, diğer coğrafyadaki ülkelere de genişletilmesi İlluminati’nin hedefidir. Bu çalışmalar için birçok faaliyetler yapılmakta ve büyük paralar harcanmaktadır. Geri kalmış ve üçüncü dünya ülkelerinde kendilerine bağlı hükümetler ve rejimler oluşturulmaktadır. Bütün bunlar demokrasi adı altında insanlara yutturulmaya çalışılmaktadır. Bu ülkelerin milli kültürleri ve değerleri yozlaştırılmakta ve yok edilmektedir. Milli servetleri batılı emperyalistler tarafından yağmalanmaktadır. Bunun için bu ülkelerde iç savaşlar çıkarılmakta, gerekirse birbirleriyle savaştırılmaktadır. Arap baharını ve Afgan savaşını bu bağlamda anlamak gerekir.

 

İlluminati’nin Sembolleri

Minerva Kuşu:  Minerve adı Antik Roma'da bilgelik tanrıçasından gelmektedir.

Her Şeyi Gören Göz: Üçgen içinde bir göze benzeyen bir sembol olan “Her Şeyi Gören Göz”, dünyanın birçok yerinde kiliselerde, Mason binalarında ve ABD dolarının üzerinde vardır. Bu sembol her ne kadar Masonluk ile ilgili görünse de, çoğu zaman dünyayı kontrol ve gözetleme sembolü olarak İlluminati ile de ilişkilendirebilir. Hristiyanlıkta bu tanrının gözü ile vasıflandırılır.

Bu sembol, 1789 Fransız Devriminin ardından, Kurucu Mecliste kabul edilen İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirisi’nin Jean-Jacques-François Le Barbier tarafından yapılan görsel tasvirinde de yer almaktadır. Bu aslında Fransız İhtilali'nin Masonlar tarafından tertiplendiğinin bir kanıtıdır.

Baphomet:  Baphomet Tapınak Şövalyelerinin Tanrısı olduğu söylenir. Bu sembol de İlluminati sembollerinden birisidir. Keçi kafalı, kanatlı, üst kısmı kadın, alt kısmı ise erkek olan figürün Pagan inanışındaki Pan’ları andırıyor.

666: Bu işaret Deccal'in sembolü olup, şeytan ve satanizmin işareti anlamlarını taşımaktadır. Bu son sembol de İlluminati simgeleri arasındadır. Ünlülerin baş ve işaret parmağını birleştirip elleriyle tek göz işareti yapması 666'ya gönderme yapmaları anlamına gelmektedir.

Damalı Yüzey:  Siyah ve beyaz renklerle oluşturulmuş damalı zemin, varsayımlara göre doğaüstü varlıklarla iletişimi kolaylaştırmaktadır. Bu sembol de İlluminati’nin simgeleri arasındadır.

Pentagram: Birleşik beş köşeli yıldız demektir. Normal beş köşeli yıldızlardan farklı olarak çizgiler içeriden birleşiktir. Bu sembol İlluminati’nin bir simgesi olarak kullanılmaktadır. Bu sembol aynı zamanda satanizmin de sembolüdür. Bu sembol tarihte pek çok farklı yerde kullanılmıştır. Bazı kaynaklara göre bu sembolün en üst köşesi ruhu, diğer köşeleri ise hava, su, ateş ve toprağı simgelediği ileri sürülmektedir.

 

İlluminati İslam Düşmanıdır

İlluminati ideolojisinin hedefi bütün dünyaya hakim olmaktır. Ancak bu hakim olma sevdası karşısında tek güç olarak İslam'ı görmektedir. Bunun için Müslümanların zihinlerinin çeşitli yanlış algılamalarla, yanlış sembollerle doldurarak onları gerçek İslam düşüncelerinin önüne geçilmeye çalışılmaktadır. Son asırda inşa edilen Ilımlı İslam ve Dinler Arası Diyalog, bu amaç için batılı emperyalist ülkeler tarafından Müslümanlara empoze edilmektedir. Bu türlü düşüncelerle İslam inancı yozlaştırılmak ve İslam dinini saptırmak istemektedirler. Bu iş için paralar harcıyorlar. Kendilerine itaat edecek bilim adamı, ilahiyatçılar ve yazarları menfaat karşılığı satın alarak kendilerinin istediği yönde kullanmaktadırlar. Buna bugün için her İslam ülkesinde birçok örnek vermek mümkündür.

İlluminati’nin arkasındaki güçler, Tek Dünya İdaresi’ni kurabilmek ve bütün dünyayı kendi çıkarına hizmet etmeyi sağlamak için 1776'da Adam Weishaupt tarafından ortaya attığı ilkeler doğrultusunda yoluna devam etmektedir. Ülkelerde çıkardıkları iç savaşlar, karışıklıklar ve sebep oldukları cinayetler bu tarihten beri devam etmektedir. Kendi çıkarlarına ters düşen politikacı, bilim adamı, yazar gibi insanları acımasız bir şekilde yok etmektedirler. ABD Başkanı Kennedy'nin ve onun kardeşinin öldürülmesi bu konudaki en önemli örneklerden biridir. Türkiye'de Muhsin Yazıcıoğlu'nun bir helikopter kazası ile ölmesinin de bir komplo olduğu düşünülmektedir. Muhsin Yazıcıoğlu katıksız bir Müslüman ve satın alınamaz bir siyasetçi olduğundan, ileride başlarına dert olmaması için yok edilmesi daha uygun olarak düşünüldüğü aşikardır.

İlluminati’nin temel prensipleri toplumda korku yaratmak ve kendisinin gizli kalmasıdır. Müslüman ülkelerindeki terör, anarşi, faili meçhul cinayetlerin yapılış şekline bakarsak, İlluminati’nin bu iki prensibine uygun olduğu görülür. Yani İslam ülkelerinde sıkça görülen terör, anarşi ve faili meçhul cinayetler toplumda korku yaratmakta ve failleri gizli kalmaktadır.

İlluminati örgütü İslam'ı düşman ilan etmiştir. İslam ülkelerinde oluşturdukları El Kaide, İŞİD gibi terör örgütleriyle dünyaya İslam dininin terörist din olarak algılatmaya çalışmışlardır. Bu terörist örgütlerin yaptıkları insanlık dış eylemlerinin İslam diniyle hiçbir ilgisi yoktur ve İslam dinine tamamen aykırıdır. Ama medyayı ellerinde tutan küresel sermaye, olayları istedikleri yönde yorumlayarak dünya kamuoyunu aldatmaktadırlar.

Arap Baharı adı altında İslam ülkelerinde çıkartılan iç savaşlar, İlluminati tarafından düzenlendiği aşikardır. Çünkü İslam ülkelerinin zayıflatılması ve tabii zenginliklerinin küresel sermaye tarafından el konulması bu yolla mümkün olmuştur.

İlluminati’nin hedefinde Üçüncü Dünya Harbi vardır. Böylece insanların büyük bir kısmını yok edecekler ve geriye kalan az sayıda insan da kendilerine boyun eğecektir. Bu planlarına uygun olarak Rus - Ukrayna Savaşı çıkarılmıştır. Bu savaşın yaygınlaştırılmasına çalışılmaktadır. Acaba İlluminati’nin bu planları onların istedikleri hedeflere varmalarını mümkün kılacak mı? Bu konuda kesin olarak galip geleceklerini söylemek mümkün değildir. Çünkü ülkelerin birbirleri ile savaşması esnasında daha önce tahmin edilemeyen faktörler ortaya çıkabilir. Evdeki hesap çarşıya uymayabilir. Böyle bir savaşta kendilerinin de güç kaybedecekleri muhakkaktır. Bu savaşlar sonunda küresel sermaye sahiplerinin kurtulacağına ve kârlı çıkacağına dair hiçbir şey öngörülemez.

Biz Müslümanlar olarak şuna inanıyoruz ki, Yüce Allah küresel sermaye sahiplerine, bir süre için bir oyun alanı vermiş ve onların faaliyetlerine bir süre müsaade etmektedir. Evrende Allah'ın izin vermediği hiçbir şey gerçekleşemez. Fakat biliyoruz ki Yüce Allah'ın bir ilahi sünneti vardır. Zalimlerin bir gün yıkılacağına dair birçok ayet Kur'an'da zikredilmekte ve Peygamberimizin (sav)’in hadislerinde haber verilmektedir. 

“…O zulmedenler azabı görecekleri zaman, bütün kuvvetin Allah'a ait olduğunu ve Allah'ın azabının gerçekten çok şiddetli bulunduğunu keşke anlasalardı.” (Bakara, 2/165)

“…Allah zalimler topluluğunu doğru yola iletmez.” (Bakara, 2/258)

“Rabbimiz Sen kimi cehennem ateşine sokarsan, onu rezil etmişsindir. Zalimlerin hiç yardımcıları yoktur.” (Ali İmran, 3/192)

“Muhakkak, Allah inkar edenleri ve zulmedenleri ne bağışlar ne de doğru bir yola eriştirir.” (Nisa, 4/168)

“Zulümden sakınıp kaçınınız. Çünkü zulüm kıyamet gününde zalimin zifiri karanlığı olacaktır.” (Hadis)

Kim bir karış miktarı bir yeri haksız olarak zulümle sahip olursa, o yerin yedi katı boynuna geçirilir.” (Hadis)

Hiç şüphesiz, Allah zalime mühlet verir. Onu yakalayınca da kaçmasına fırsat vermez.” (Hadis)

Muhakkak ki sonunda galip olan Yüce Allah, O’nun Peygamberi ve Müminler olacaktır.

“Kim Allah'ı, O’nun Resulünü ve Müminleri dost edinirse, iyi bilsin ki Allah'ın taraftarları galip gelecektir.” (Maide, 5/56)
Bu nedenle Müslümanların bu geçici dönemde zalimlerle işbirliği yapmamaları ve onları desteklememeleri gerekir. Bu Müslümanlar için bir kurtuluş vesilesi olacaktır. Çünkü her birey yaptıklarının hesabını yarın ahirette verecektir. İnşallah, bugünkü zalimlerin bir gün kökünün kazınacağına ve dürüst insanların dünyaya hakim olacağına güveniyoruz. Çünkü iktidarın insanlar arasında devir devir dolaştığı Kur'an'da bildirilmektedir. 

“…O günler ki Biz onları insanlar arasında döndürür dururuz. Bu da Allah'ın sizden iman edenleri ayırt etmesi ve sizden şahitler edinmesi içindir. Allah zalimleri sevmez.” (Ali İmran, 3/140)
Dolayısıyla bugünleri dürüst ve imanlı bir Müslüman olarak yaşayarak gelecekteki kurtuluş günleri için kendimizi iman, ibadet ve ilim bakımından hazırlamamız gerekmektedir. Düşmanın sahip olduğu silahlara - ilim ve teknoloji gibi -Müslümanlar da sahip olarak hazırlanmalıdır. Bu davranışın Müslümanların  ahiret hayatlarını kurtarması için bir vesile olacağını ümit ve niyaz ediyoruz.

 

Sonuç

İlluminati, 1 Mayıs 1776'da Adam Weishaupt tarafından kurulduktan sonra, görüşlerinden dolayı insanların tepkilerini kendilerine çekmelerine rağmen, gelişmiş ve bugüne kadar gizlenerek devam etmiştir. Nihai amacı bütün dünya egemenliğini ele geçirmek olan bu teşkilat, tarihteki büyük devrimlerden suikastlara kadar birçok olayın arkasında bulunduğu düşünülmektedir. Bununla beraber bu iddia edilen konular kesin olarak kanıtlanabilir değildir. Ancak örgüt içindeki bazı insanların yazdıkları ve konuştukları şeyler, insanları bu yönde düşüncelere sevk etmektedir. Bu nedenle İlluminati tamamen hayali bir teşkilat değildir. Birçok olay özellikle İlluminati ilkeleri ve uygulamaları ile örtüşmektedir.

İlluminati uygulamalarında en önemli iki husus, kendisini gizleyebilmeleri ve etrafa korku yaymalarıdır. Bu iki özellik bugün için de varlığını sürdürmektedir. Bu nedenle insanlar İlluminati ideolojisinin bugün de devam ettiği konusunda hemfikir olmaktadırlar. Bugün İlluminati sembolleri kullanarak propaganda yapan meşhur kimseler vardır. Özellikle sanat dünyasından olan bu kişiler, İlluminati sembolleri kullanarak medyada boy göstermektedirler. Bu sanatçılar eserlerinde ve basın toplantılarında elleriyle üçgen ve içindeki tek gözü işaretiyle poz vermektedirler. Bu şahıslar böyle pozlar verdikten sonra kariyerlerinde hızlı ilerlemeler göstermektedirler. Bu da bize İlluminati’nin halen aktif ve etkili bir sistem olarak devam ettiğini düşündürmektedir. İlluminati taraftarı olmayı kabul etmeyen ünlülerin de öldürüldüğü konusunda kamuoyunda bir kanaat vardır. Komplo teorisyenlerine göre İlluminati’ye karşı çıkan ve bu yönde beyanat veren meşhur kişiler öldürülmektedir. Bu ölümlere genellikle intihar süsü verilmektedir. Siyasetçilerden tutunda pek çok ünlü isme varana kadar bir dizi önemli kişinin gizemli ölümlerinin arkasında bu gizli örgütün olduğu düşünülüyor.

Bu türlü komplo teorileri bugün toplumda korku yaratmaktadır. Bu komplo teorilerin korku yaratmak için toplumda kasıtlı olarak da çıkarılmış olabilir. Aynı bağlamda birçok tanınmış kişi ve bilim adamının Mason ve Yahudi olduğu iddiaları da yayılmaktadır. Bu da Yahudiliğin bütün dünyaya hakim oluşunun yakın olduğu imajını yaratmaktadır. Bu türlü uygulamalar İlluminati örgütünün ilk çıkışında açıkladıkları ilkelerle aynıdır. Bu nedenle bu örgütün bugün de hâlâ faaliyette olduğu insanlar tarafından düşünülmektedir.

Her hâlükârda insanların dünya hakimi olmayı amaç edinmelerinde yanlış bir şey yoktur. Ancak bunun için kullanılan yöntemin doğruluğu sorgulanmalıdır. Yanlış veya haksız yöntemlerle uzun vadede başarılı olunması mümkün değildir. Çünkü Yüce Allah buna müsaade etmez. Yüce Allah insanların yaptıklarının her türlü yanlış ve haksız davranışlarına bir süre müsaade edebilir. Fakat sonunda bu haksızlık ve zulmü yapanların cezalandırılacağı Kur'an'da haber verilmektedir. Buna örnek olarak Hitler’i verebiliriz. Ne kadar destekli ve güçlü olarak ortaya çıksa da sonunda yenilmiş ve yok edilmiştir.

“Yol ancak insanlara zulmedenler ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenler aleyhinedir. İşte onlar için acı bir azap vardır.” (Şura, 42/42)
Biz Müslümanlar olarak daima doğru olanın yanındayız. Kim tarafından yapılırsa yapılsın haksızlık ve zulme karşıyız. Bu karşı olmak Müslümanın bir görevidir. Çünkü İslam'a göre zalimlerle beraber olanlar da zalimdirler.

“Zulüm yapanlara yakınlık göstermeyin ki, size de ateş dokunmasın. Allah'tan başka yardımcılarınız da yoktur. Sonra yardım da göremezsiniz.” (Hud, 11/113)

“Bir zalime yardım edene, Allah Teâlâ o zalimi musallat eder.” (Hadis)

Bu nedenle İlluminati örgütünün kıyamete kadar başarılı olup onun arkasındaki güçlerin  dünyaya ebedi olarak hakim olacakları düşüncesi yanlıştır. Bir gün onlar da İlahi sünnet gereği, yaptıkları haksızlık ve zulümden dolayı cezalandırılacak ve yok olacaklardır.

 

Kaynaklar

İlluminati”, Turgut Gürsan, Pegasus Yayınları, İstanbul, 2017

İlluminati, Aydınlığın ve Karanlığın Savaşı”, Kursad Berkkan, Etfalya Kitap, İstanbul, 2017

İlluminati Deşifresi”, Hakan Yılmaz Çebi, Çınaraltı Yayınları, İstanbul, 2020

 “İlluminati'nin Dünya Devrimleri”, Nesta Webster, Bilgi Karınca, İstanbul, 2015

İlluminati Entrika Çemberi”, Texe Marrs, Timaş Yayınları, İstanbul, 2020

İlluminati, Kozmik Sırlar”, Ali Kuzu, Etfalya Kitap, İstanbul, 2020

 “İlluminati Türkiye Bağlantıları”, Faik Kurtulan, Ozan Yayınları, İstanbul, 2018

Kaos”, Mustafa Güldağı, Lopus Yayınevi, Ankara 2019

“Rûhu’l Beyân Tefsiri”, İsmail Hakkı Bursevi, Damla Yayınevi, İstanbul, 2010

“Sahih-i Muslim”, İmam Muslim, İrfan Yayınevi, İstanbul, 1972

Üst Akıl İlluminati”, Cihangir Gener, Hermes Yayınları, İstanbul, 2021

 

Yorum ve Eleştiriler için : oryanmh@gmail.com

Ana Sayfa         Makaleler

 

İlluminati (2.Bölüm)

Yayınlanma Tarihi: 29.05.2023