Günümüzdeki gençlik, çevre ve aldıkları eğitimin etkisiyle çok değişik itikatlara (inanışlara) sahip oluyorlar. Kimisi ateist oluyor, kimisi ilime tapıyor ve kimileri de din inancı taşıyorlar. İslam dinine inanan gençler de var. Ancak bunların bir kısmı gerçek İslam itikadını tamamen kavrayabilmiş değillerdir.  İnsanın gençlik yılları, kendisinde oluşacak itikat ilkelerinin temelleşmesi zamanıdır. Eğer bu itikat ilkeleri yanlış temeller üzerine kurulursa, kişinin geleceği İslam açısından tehlikeye girebilir. İtikat ilkelerinin en birincisi Allah (c.c.) inancıdır. Bu nedenle gençlerin Allah inancı, sağlam temeller üzerine dayanması gerekir. Allah’a inanan gençler de, Allah’a inanmayan gençler de, neden inandıklarının veya neden inanmadıklarının nedenini düşünmezler ve bununla ilgili düşüncelerini temellendirmezler. Bu makalenin amacı, Müslüman gençlerin Allah inancına doğru bir şekilde vakıf olmalarını sağlamaktır. Bu konuda maneviyat, gençlere İhlas suresinin manasını ve sırlarını öğretmeyi tavsiye etmektedir. Biz de bu tavsiyeye uyarak, bu makalemizde İhlas suresinin manasını ve sırlarını anlatmaya gayret göstereceğiz. 

 

İhlas suresinin indirilme sebebi ve faziletleri

İhlas suresinin indirilme sebebi olarak aşağıdaki hadisleri zikredebiliriz:

Übey İbn Ka’b’tan naklediliyor ki, müşrikler Resulallah’a (sav) : “Ey Muhammed, bize Rabbinin soyundan sopundan bahset demişler”. Bunun üzerine Allah Teâlâ İhlas suresini inzal buyurmuştur. Bu anlamda başka bir hadiste Cabir’den nakledilerek: “Bir bedevi Resulallah’a gelip, bize Rabbinin soyundan bahset deyince, Allah (c.c.) İhlas suresini indirmiştir.

Bu hadislere göre İhlas suresi Allah Teâlâ’yı anlatan bir suredir. Allah’ı en iyi şekilde bilmek ve tanımak için bu surenin anlamını çok iyi bilmelidir.

Ebu Hüreyre’den nakledildiğine göre, Resulallah (sav) şöyle buyurmuştur: “Her şeyin nispet edildiği bir şey vardır. Allah’ın nispet edildiği de : “De ki, O Allah bir tekdir.” kavlidir.”

Buhari’nin tevhid kitabında, Hz. Aişe (ra) dan nakledilen bir rivayette şöyle denilmektedir: “Resulallah (sav) bir kişiyi bir serriye ile birlikte göndermiş. O arkadaşları ile namaz kılarken hep ihlas suresi ile namaza son veriyormuş. Serriye döndüğünde bu durumu Hz. Peygambere anlatmışlar. Resulallah (sav) demiş ki: Ona sorun neden dolayı böyle yapıyor? Sorduklarında, çünkü bu Rahman’ın sıfatıdır ve ben onu okumayı çok seviyorum, demiş. Bunun üzerine Resulallah (sav)  da: Ona bildirin ki, Allah Teâlâ’da onu seviyor, demiş.” 

Tirmizi’de bildirildiğine göre, Enes İbn Malik’ten nakledilen bir rivayete göre adamın birisi: “Ey Allah’ın Resulü, ben bu ihlas suresini çok seviyorum” demiş. Bunun üzerine Resulallah (sav): “Senin onu sevmen seni cennete girdirir” buyurmuştur.

Bir çok hadiste, ihlas suresinin Kur’an’ın üçte birine denk olduğu rivayet edilmektedir. Örneğin, Buhari’de Ebu Saîd’den nakledilen bir rivayete göre, Adamın birisi, bir başkasının devamlı ihlas suresini okuduğunu duydu. Ertesi günü Resulallah’a (sav) gelip durumu anlattı. Adamın halini küçümsüyordu. Resulallah (sav) dedi ki : “Nefsim kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, ihlas suresi Kur’an’ın üçte birisine denktir.”  

Buhari’de Ebu Saîd’den nakledilen başka bir rivayete göre, Resulallah (sav) ashabına şöyle demiş: “Sizden biriniz bir gecede Kur’an’ın üçte birinin okumaktan bitkin düşer mi?” Bu durum onlara ağır geldi de, “Ey Allah’ın Resulü, buna hangimizin gücü yeter?” dediler. Resulallah (sav) buyurdu ki: “Allah bir tekdir, Samed’dir” kavli Kur’an’ın üçte biridir.”

İmam Ahmet ibn Hanbel, Ebu Eyyûb el-Ansârî’den naklettiği bir hadiste, Resulallah(sav) şöyle buyurmuş: “Sizden biriniz bir gecede, Kur’an’ın üçte birini okumaya güç yetirebilir mi? Kim, bir gece ihlas suresini okusa, o gece Kur’an’ın üçte birini okumuş olur.”

Ebu Hureyre’den nakledilen bir rivayette, “Bir gün Resulallah (sav) ile birlikte geldik. O, bir kişinin ihlas suresini okuduğunu işitti de, buyurdu ki: “Ona vacib oldu.” Ben, “Ne vacip oldu ?” dedim de “Cennet” dedi.”

İmam Ahmet ibn Hanbel, Sehl ibn Muâz’dan nakletti ki, babası, Resulallah (sav) ın şöyle buyurduğunu bildirmiş: “Kim, ihlas suresini tamamıyla on kere okursa, Allah Teâlâ ona cennette bir köşk yapar.”  Hz. Ömer (ra) dedi ki: ”Öyleyse bunu çokça yapalım ey Allah’ın Resulü.” Resuallah (sav) buyurdu ki: “O zaman Allah daha çok ve daha güzelini verir.”

Câbir ibn Abdullah’tan nakledildi ki, Resulallah (sav) şöyle buyurmuş: “ Üç şey vardır ki, imanla birlikte bir kimse bunlara sahip olarak gelirse, cennetin dilediği kapısından girer ve dilediği kadar hurilerle evlendirilir: Katilini affeden, gizlice borcunu ödeyen ve her namazdan sonra on kez ihlas suresini  okuyan.” Hz. Ebubekir (ra), “Ya bunlardan birisi ile gelirse ?” deyince, Resulallah (sav): “Veya bunlardan birisi ile gelirse.” demiş.

Buhari’de, Hz. Aişe’den (ra) nakledilen bir rivayete göre, Resulallah (sav) yatağına uzandığında her gece avuçlarını toplar, sonra onlara üfürür ve ihlas, felak ve nas surelerini okur, sonra onunla önce başından ve yüzünden başlamak üzere vücudunun diğer taraflarına gücü yettiğince sürermiş. Bunu üç kez yaparmış.

 

İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri, Rûhu’l-Beyân adlı tefsirinde şöyle buyurmaktadır:

“Kısa olmasına rağmen bu surenin bütün ilahiyat konularını kapsaması ve bu konuları inkar edenlere cevap vermesinden ötürüdür ki, Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: “İhlas suresi Kur’an’ın üçte birine denktir.” Çünkü Kur’an’ın konuları akaid, ahkâm ve kıssaları içermektedir. Bu sure de akaid yönünü ele almıştır ki, akaid İslamın en önemli esasıdır. İşte bundan dolayı bu sure, sevap yönünden Kur’an’ın üçte birini teşkil etmektedir.

Bu surenin ihlas diye adlandırılması, Allah’ı şirkten halis kıldığı veya azaptan halas ettiği içindir. İmam Gazali şöyle dedi:

Rabbimin affı, kurtuluş vesikamdır.

İhlas suresi ise, sığınağımdır.

Veya içinde dünya ve ahiretle ilgili bir şey olmadığı ve sırf Allah’tan bahsettiği için bu sureye ihlas denilmiştir.

Denildi ki: “İhlas suresi, okuyucusunu ahiretin sıkıntılarından, ölüm sarhoşluğundan, kabir karanlıklarından ve kıyamet korkularından halas eder, kurtarır.”

 

İhlas suresinin tefsiri

İhlas suresi 4 ayetten ibarettir:

      1)  Kul hüvallâhü ehad

      (De ki: “O Allah bir tektir.)

2) Allâhüs samed

     (Allah hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O’na muhtaçtır.)

 3) Lem yelid ve lem yûled

     (O, doğurmamış ve doğmamıştır.)

 4) Ve lem yekül lehû küfüven ehad

      (Hiçbir şey O’na denk değildir.)

 

Ayetleri aşağıdaki gibi tefsir edebiliriz:

1) De ki “O Allah bir tektir.”

“Allah” kelimesi, hakiki mabuda delalet eden bir özel isimdir. Tam anlamıyla ilahi zatın adıdır. “El-Ahad”, kendisine zatında hiçbir şeyin ortak olmayan kimse için bir isimdir. Aynı şekilde, “vâhid” de, kendisine sıfatlarında kimsenin ortak olmadığı varlığın adıdır.

 

İbnüş Şeyh,  Havaşî adlı eserinde birinci ayeti şu şekilde tefsir etmektedir:

“Hüvallahü ahad” cümlesi, üç kelimeden ibarettir ve her biri, Allah’a gidenlerin makamlarından bir makama işaret etmektedir:

Birinci makam, mukarreblerin makamıdır ki, bunlar varlıkların mahiyetleri ve hakikatlerine olduğu gibi bakanlardır. Şüphesiz bunlar Allah’tan başka hiçbir varlık görmezler. Çünkü Hak, Vacib’ül-Vücud  (olması zorunlu) olandır. Başkasının varlığı ise şart değil mümkündür. “Hüve” kelimesi, her ne kadar mutlak anlamda işaret içinse de, kastedilen manaya göre değişik anlam ifade eder. Mukarrebler akıllarının gözüyle sadece biri görürler. Bundan dolayı “hüve” kelimesi tam bir bilginin gelmesi için onlara yeterlidir.

İkinci makam ise, Ashab’ül-Yemin’in  (sağ taraftakilerin) makamıdır ki bu, birinciye göre daha aşağıdadır. Çünkü bunlar Hakk’ı da yaratıkları da var olarak görürler. Böylelikle varlıklar aleminde kesret (çoklullar) meydana gelir. Bu takdirde hüve kelimesi, Hakk’a işaret için kafi gelmez. Hakk’ı halktan ayıracak başka bir şeye ihtiyaç duyulur. İşte bunlar, yani ashab’ül- yemin, hüve zamirinin yanına  “Allah” sözünün getirilmesine muhtaçtırlar. “Hüvallâhü” bunlar için söylenmiştir. Çünkü Allah sözü, bütün varlıkların kendisine muhtaç olduğu ama kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayanın adıdır.

Üçüncü makam ise, ashab-ı şimal (sol taraftakiler) in makamıdır ki, en düşük olanı da budur. Bunlar Vâcibü’l- Vücud’un birden fazla olmasını caiz görenlerdir. İşte bunları ret ve sözlerini iptal için “hüvallahü” yanında bir de “ahad” kelimesi ilave edildi.   

 

2) Allah Samed’dir, yani Allah hiçbir şeye muhtaç değil, her şey O’na muhtaçtır.

O, ihtiyaçlar içinde kendisine müracaat edilen hakimdir. Ken kendine yeterlidir. Başkaları, ise her cihetten ona muhtaçtır. Varlık aleminde Alah’tan başka samed yoktur.

Samediyet mertebesi iltica ve dayanma mertebesi demektir. Başka bir ifadeyle muhtaç olan her şeyin belirli bir şeye dayandığı mertebedir. Dayanmanın sebebi, muhtaç olan şeyin muhtaç olduğu varlığın bu mertebede olduğu bilinmesidir.

Hakk her şeyin, O’nun katında bulunması itibariyle es-Samed’dir. Bütün hazineler Allah’ın elinde ve O’nun katındadır. Allah bütün işlerin kendisine döndüğü ve dayandığı es-Samed’dir.

Bu mertebeyle birlikte tevekkül edenler tevekkül vaktinde itimat ettikleri şeye bağlanırlar. Bir kısmı Allah’a tevekkül ederken, bir kısmı sebeplere bağlanır. Bununla birlikte, sebepler kendilerine itimat edenlere hainlik edebilirken, Allah kendine tevekkül edip işini havale edeni yarı yolda koymaz.     

3) O, doğurmamış ve doğmamıştır.

Melekler ve Hz. İsa hakkında iftira edenlerin iddialarını çürütmek için açıkça bu ifade kullanılmıştır. Yani kendisinden herhangi bir çocuk meydana gelmemiştir. Çünkü O, hiçbir şeyin cinsinden değildir ki, kendi cinsinden bir eşi olsun da çocuk meydana gelsin.

Doğurmak ve doğmak ancak benzerlik ve denklikle olur. Çocuk mutlaka babaya benzer. Allah’ın zaruri olan varlığı ile bizin mümkün olan varlığımız arasında ise, herhangi bir benzerlik yoktur.

Baklî, bu ayeti şöyle tefsir etmiştir:

“Allah’ın konumu ayrıdır, yaratıkların konumu ayrıdır. Doğurmamıştır sözü, doğmamıştır manasını da içermiş olmasına rağmen ‘doğmamıştır’ ifadesinin açıkça söylenmesi, bu iki şeyin birbirinden ayrılmazlığına işaret etmek içindir. Bilinen odur ki, doğuran da bir başkasından doğmuş demektir. Aksi mümkün olmaz. Cenab-ı Hakk’ın doğmamış olduğunu söylemek aynı zamanda doğurmamış olduğunu da itiraf etmek demektir.”

4)Hiçbir şey O’na denk değildir.

‘Küfüv’ denklik demektir. Maksat Cenab-ı Hakk’ın zatında denkliği kaldırmaktır. Yani O’na hiçbir şey denk değildir, benzer değildir, eşit değildir. Ne varlığın hakikati itibariyla, ne hakiki fail olarak, ne de zati sıfatlarından herhangi birisi bakımından. Aksine O, denk sanılanların yaratıcısıdır.

Burada, iki tanrının bulunduğunu, birisinin hayır ilahı olduğunu diğerinin ise şer tanrısı olduğunu kabul eden, şer tanrısı ile hayır tanrısının birbirine karşı çıktığını ve böylece yeryüzünde fesadın yaygınlaştığını ileri süren ikili bir ilah inancını da ret etmektedir. İkili tanrı inancının en meşhuru, İranlıların aydınlık ve karanlık tanrısı olarak kabul ettikleri ve Arap yarımadasının güney kesimlerinde bilinen Zerdüşt inancıdır. Zira o kesimde İran devletinin hakimiyeti mevcut idi. 

 

Faydalanılan eserler

“Fîzılâl-il-Kur’an”, Seyyid Kutup, Hikmet Yayınları, İstanbul, 1978

“Fütûhat-ı Mekkiyye”, İbn Arabi, Litera Yayıncılık, İstanbul, 2008

“Hadislerle Kur’an’ı Kerim Tefsîri”, İbn Kesir, Çağrı Yayınları, 1994

“Rûhu’l-Beyân Tefsîri”, İsmail Hakkı Bursevî, Damla Yayınevi, İstanbul, 2010

 

Yorumlarınız için:   yorum@ilimvetasavvuf.com

 

Anasayfa      Makaleler

 

İhlas Suresinin Sırları

Yayımlama Tarihi : 16.04.2016