Seküler yaşam tarzı, bireylerin dini inançlardan bağımsız olarak, geleneklere bağlı kalmadan, bilimsel ve rasyonel değerlere dayalı bir yaşam sürdürmelerini ifade eder. Latincede ”devir, nesil, mekân” gibi anlamlar taşıyan sekülerizm kavramı “saeculum” kelimesinden gelmektedir. Zamanla “dünya” manasında da kullanılmıştır. Zaman şimdiye, mekân ise içinde yaşanılan bu dünyaya ait olmayı vurgulamaktadır. Türk Dil Kurumu ise kelimeyi “dinden bağımsız olan, dünyacılık” olarak tanımlamaktadır. Sekülerizm kavramına geçen yüzyıllar içinde farklı manalar yüklenerek sosyal bilimler açısından karmaşık bir hal almış olsa da tüm tanımlamaların ortak noktası “dine karşı olma, kutsalı saf dışı bırakma” olmuştur. Nihayetinde sekülerizm dini kurum, sembol ve normların önemini yitirerek doğaüstü inançların itibar kaybetmesi; dünya hayatının aklın yoluyla yorumlanması ve modern bir hayat tarzının benimsenmesidir. Seküler hayattan maksat dünya hayatı ise, bunun sorgulanması gerekir. İslam’a göre, insanlar hem dünya hem ahiret hayatı için çalışmalıdır. Yok eğer seküler hayattan maksat, dinin içinde yer almadığı bir dünyevileşmek ise, bu tamamen dinsizlik anlamına gelir. İnsanın dünyada ve ahirette mutlu ve kazançlı bir hayatı barış içinde sürdürebilmesi için, her şeyi bilen, her iki dünyanın kanunlarını vazeden ve insanları yaratan Allah’ın emir ve yasaklarına uyması gerekir. Ahirete endeksli, Kur’an’ın çizdiği yolu takip eden, Allah’ın rızasını amaçlayan bütün işler, bir nevi ibadettir, sekülerlik özelliklerini kaybeder ve ahirette kazanç olarak karşımıza çıkar. Maddesel tatminler aslında geçicidir. Bunu bilmek insanların en büyük mutsuzluğudur. Çünkü insan aldığı hazların geçici olduğunu düşünürse, bu onu rahatsız eder. O zaman kalıcı ve her zaman geçerli olacak mutluluğu arar. “Dinde zorlama yoktur. Doğru yol sapıklıktan, hak batıldan ayrılıp belli olmuştur. Artık kim tağutu reddedip Allah’a iman ederse, işte o, kopması mümkün olmayan en sağlam tutamağa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir, bilir.” (Bakara, 2/256)
Sekülerizmin Ortaya Çıkması Sekülerleşme Avrupa’nın Aydınlanma Hareketi ile ortaya çıkmıştır. Bilim ve modernitenin ilerlemesiyle beraber yeryüzünde kutsalın herhangi bir değerinin kalmayacağını, dinin değersizleşerek günlük hayattan ihraç olacağını, tanrının sahneden ineceğini ve yerine aklın geçeceğini iddia etmektedir. Bu düşüncelerle insanlar akıl ve bilimi ilahlaştırmışlardır. Aslında bu insanın kendisini ilah yapmasıdır. Çünkü akıl insandadır ve bilim de insanın ürettiğidir. Rönesans ve reform hareketlerinin yanı sıra bilimsel gelişmelerle birlikte doğa olayları kısmen anlaşılmaya başlanmıştır. Metafizik yorumlar yerine insanlar artık teknik gelişmeleri konuşmaya başlamıştır. Kapitalizmin yayılması neticesinde daha fazla kar elde etme kaygısı, rekabet, serbest piyasa ekonomisi gibi durumlar geleneksel toplum yapısı ile uyuşmadığından çözülmeler yaşanmıştır. Dini tecrübelerin azalmasına, maneviyatla ilişkiye mesafe konmasına sebep olmuştur. Kentleşme ile beraber insanların geleneksel ahlaki tutumları değişmiş ve bireysel yaşam ön plana çıkmıştır. Modernite ile beraber sorunlara dini referans alan çözümler üretmekten uzaklaşılmıştır. Dini kurumlar, semboller, ritüeller gündelik hayatın dışına itilmiştir. Özellikle Rönesans ile birlikte insanlar, klasik inanç merkezli dünya görüşüne ve evren anlayışına şüphe ile bakmaya başladı ve inanç merkezlerini eleştirdi. Akılcı düşünme ile insanlar, din adamlarının vaat ettiklerinin gerçekliğinden şüphe duymaya başladılar. Din adamlarına karşı duyulan güven sarsıldı. Modernizmin yarattığı değişim ile birleşince sekülerizmin gelişimi ve meşrulaşması da beraberinde geldi. İnanların ihtiyaç kavramında meydana gelen değişimler, toplumların dini ve toplumsal yaşam önceliklerini etkiledi. Ancak modernizmin getirdiği “bireycilik” anlayışı ile birlikte ibadet ve inanç özgürlüğü de kişisel haklar arasında söz konusu edildi. Seküler zihniyet, modernleşme ve bireyselleşme ile birlikte düşünce tarzının da yaşamın dünyevi faaliyetlere dönmesini gerektirmiştir. Bilimsel çalışmalar, sanatsal etkinlikler, turizm ve seyahatler de bu bağlamda din temelli olmaktan çıkmıştır. İnsanların ilahi ve manevi yönleri kendini reel dünyanın hazlarına ve zevklerine bırakmıştır. Sekülerizmin, sanayi toplumlarının ve modern kültürün yükselişinin bir sonucu olarak ortaya çıkmıştır. Başta reform hareketleri olmak üzere, rasyonel düşünmenin yayılımı, bilim ve teknolojilerin gelişimi ile birlikte, insanlar dinde sorgulamalar yapmaya başlamıştır. Sorgulamalar, bazı din adamları ve kurumlara karşı duyulan güvenin yıkılmasına sebep olmuştur. Modernizmin hakimiyeti ile birlikte toplumsal dönüşüm ve bireysel ihtiyaç kavramında yaşanan değişiklikler, dinin kişi ve Tanrı arasında sınırlı kalmasına sebep olmuştur. Kapitalizmle sömürgecilik iç içedir ve ilâhî olana kayıtsız kalan insanın egemenlik iradesini kutsallaştırır. Hikmetten (bilgelikten) koparılan bilim, insanları tabiat ve toplum üzerinde hâkimiyet kurmaya yönlendirmiştir. Böylece dünyevileşme, ya da dindışılık olarak da ifade edilebilecek olan sekülerlik, dini düşüncenin alternatifi olan bir dünya görüşü olarak ortaya çıkmıştır. Rönesans ve Reform ile başlayıp çeşitli aşamalar geçiren ve hala etkinliğini sürdüren modernleşme düşünce olarak sekülerliğe dayanmaktadır. Sekülerlik, yozlaşan, istismar ve çıkar aracı haline getirilmiş olan Hıristiyanlığa duyulan tepki sonucunda, Tanrı’yı inkara ve insanı belirleyici konuma çıkaran bir düşünce felsefesi veya bir ideoloji olmuştur. Sekülerlik süreci, dini düşünce, uygulama, inanç ve kuralların toplumsal anlam ve önemini yitirmesi sürecidir. Sanayi toplumunun gerçekleşme sürecinde ortaya çıkan toplumsal değişmelerin sonucudur. Bu süreç, toplumun modernleşmesinin doğurduğu bir süreçtir. Sunduğu yaşam tarzı ve eylem anlayışında, Tanrı düşüncesine, ölümsüzlük fikrine ya da öte dünya kavramına başvurmadığı, dini hiçbir şekilde işe karıştırmadığı için dinden bağımsız olan bir hareketi ifade eder. Sekülerizm, dinin ürettiği tüm kurum, kural ve kavramları kabul etmez. Ona göre bu kurallar belirleyici değildir. Genel olarak dini konuların zihinsel kurgulardan ibaret olduğu, gerçekle ilişkisi olmadığını iddia eder. Allah, vahiy, peygamberlik, ahiret, yaratılış, cennet, cehennem, kutsal, metafizik, helal, haram, ibadetler, ritüeller, mucize ve benzerlerini anlamsız, gerçek dışı ve ilkel zihnin üretimi olarak kabul eder. Bilimin dinle hiçbir ilişkisi olmadığını iddia eder. Bu nedenle dinin, toplumun yönetilmesi, sosyal hayatın şekillenmesi, ekonominin işletilmesi, sanat, felsefe gibi alanlardan tümüyle uzaklaştırılmasını hedeflemiştir. Seküler düşünceye göre, yaratıcının varlığı söz konusu değildir. Bu, insanın zihninde oluşturduğu bir tasavvurdur. Onlara göre aslında, bütün duygu, düşünce ve eylemlerin kaynağı insandır. Mutluluk dâhil bütün arzuların gerçekleşeceği ve yaşanacağı dünyadan başka bir yer yoktur. Dinlerin sözünü ettiği ölümden sonra diriliş, yani ahiret gerçek değildir. Hesaba çekilme söz konusu olmadığından, dinde olduğu gibi hem toplumsal hem kişisel alanda insanı sorumlu tutan manevi bir otorite yoktur. Bu nedenle insan, içgüdüleri ve aklı tarafından yönlendirilen arzu ve çıkarlarına göre hareket etmesi tabiidir. Seküler düşünce, arzular ve çıkarlar doğrultusunda zevk ve mutluluk içinde yaşamayı gaye edinir. Bu da insanı, varlık aleminde her türlü ürün ve imkânı elde edip refahı içinde yaşamaya sevk eder. Seküler düşüncenin bu amacı gerçekleştirmek için modern dönemde bulduğu sihirli kavram “Refah Toplumu” dur. “Refah Toplumu” nu sağlamak için, yeryüzündeki yer altı ve yer üstü kaynaklarına ve beşerî sermayesine hükmetmek gerektiği, yani yeryüzünün tamamını kontrol altına almanın gerekliliği ortaya çıkmıştır. Bu temin için Batı, her yola başvurarak küresel egemenliği sağlayan bir sömürü düzeni kurmuştur. Beyaz ırkın üstünlüğü teorisine göre bunu kendine ait bir hak kabul etmiştir. Sanayileşmenin hammadde ihtiyacının ortaya çıkması ile bu hakkın kullanılmasına cevaz verilmiştir. Böylece, zaten Coğrafi Keşiflerle başlamış olan Sömürgecilik yeni ve sistematik bir boyut kazanarak daha ileri bir süreç olan Emperyalizme dönüşmüştür. Batılı güçler, ülkeleri ve doğal kaynaklarını kendi egemenlikleri altına almak için büyük askeri vasıtaların yanı sıra, siyasal, kültürel, dini, ekonomik, bilimsel ve benzeri her imkânı sömürü için kullanmıştır. Bu çok yönlü saldırı ve işgalleri “uygarlaştırma” bahanesi ile kamufle etmiştir. Sadece ihtiyaç duydukları hammaddeye el koymakla yetinmemiş; taşınması, işlenmesi ve diğer ağır işlerde kullanılacak işgücünü de aynı ülkelerden insanlık dışı uygulamalarla Avrupa ve Amerika’ya taşımıştır. Bunun yanında, “Beyaz Irkın Üstünlüğü” varsayımını temel alarak, sömürüye dayalı küresel egemenliğin felsefi ve bilimsel altyapısını güçlendirmiştir. Sömürgeciliği bilimsel bir zorunluluk ve kaçınılmaz bir gelişme olarak yorumlayan bilim dalları oluşturmuşlardır. Yaşanmış olaylara dayanan Tarihi bile gerçeklerden, tarafsızlıktan, dinî yaklaşım ve öğelerden arındırıp seküler yaklaşımla yeniden yorumlamışlardır. Bunun sonunda, toplumların yapısı ve yaşamı ile ilgili yorum ve bakış açıları temelden değişmiştir. Materyalist karaktere sahip Hümanizm, Rasyonalizm ve Pozitivizmin egemen olduğu düşünce sistemi topluma hakim olmuştur. Din ve metafizik tümüyle dışlanmıştır. Yeni kurulan sosyal bilimler; Comte, Durkheim, Marks gibi kurucu materyalist filozofların düşünce ve inançlarına göre şekillenmiştir. Böylece yaratılışın yerine maddenin ezeli olduğu ve doğal ortamda güçsüzün elenip güçlünün ayakta kaldığı iddiasına dayanan evrimci görüş kabul edilmiştir. Bunun sonucu olarak sosyal bilimler, akıl, deney veya gözlem yoluyla seküler ideolojik yaklaşımın bilimsel kesinlik ve doğruluk ifade ettiğine insanları inandırmaya çalışılmıştır. Pozitivist bilimin ulaştığı sonuçlar, deneysel ve matematiksel yollarla elde edilmesinden ötürü evrensel ve zorunlu bilgi sayılmıştır. Onlara göre, hakikatin kaynağı bilimdir. Bilimin dışında bir gerçek yoktur. “Kâfirlere dünya hayatı süslü gösterildi; bu yüzden iman edenlerle eğlenirler. Halbuki Allah’a karşı gelmekten sakınanlar, kıyamet günü öbürlerinin üstündedir. Allah dilediğine hesapsız nimetler verir.” (Bakara, 2/212)
Sekülerizm ve İslam İslam dini insanlara hiçbir devirde dünyevileşmeyi hayatın amacı olarak göstermemiştir. “Asıl hayat ahiret hayatıdır” diyerek uhrevi olana, sonsuzluğa teşvik etmiştir. Ancak ısrarla ahiret vurgusu yapan İslam, bir o kadar da bu dünyaya ait olmayı önemsemektedir. Bir farkla ki, bu durum sekülerizmde olduğu gibi salt dünya hayatını öne çıkarmak değil ahiretle zorunlu bir denge kurmaktır. “Dünya hayatı, bir oyun ve eğlenceden ibarettir. Müttakî olanlar için ahiret yurdu muhakkak ki daha hayırlıdır. Hala akıl erdiremiyor musunuz?” (Enam, 6/32) “Zâhid olmak (dünyaya rağbet etmemek), kişinin helal olan şeyleri kendisine haram kılması veya malını dağıtıp tüketmesi değildir.” (Hadis) İslam bize, “Dünya ahiretin tarlasıdır.” (Hadis) diyerek dünyanın bir sermaye olduğunu söylemektedir. “Sakın dünya hayatı sizi aldatmasın.” (Fatır, 35/5) ayeti ile ikazda bulunulmaktadır. Ayrıca “oyun ve eğlence” den ibaret olana dalıp gitmeyin uyarısında bulunmuştur. Bu nedenle biz ipimizi sağlam yere bağlayalım ve Allah’ın koyduğu ölçüler dahilinde yaşayalım. Dini aidiyetlerimizden uzaklaşmayalım, uzaklaştırılmaya müsaade etmeyelim. Gündelik hayatımızı O’nun çizdiği hududa riayet ederek yeniden düzenleyelim. Batı toplumlarında seküler hayat denilen dünyevileşme hastalığı insanları uçuruma götürmektedir. Çünkü, Allah’ı ve âhireti inkâr eden böyle insanlar ölümü inkâr edememekte ve ona karşı bir çare de bulamadıklarından, ölüm korkusu onların hayatlarını zindana çevirmektedir. Ne kadar çok mala sahipse ızdırabı daha da artmaktadır. Çünkü zenginliklerini terk etme duygusu onlar için ölüm korkusu gibidir. Bunları hissetmemek için ya eğlencelerle kendilerini avutmakta, ya madde bağımlısı haline gelmekte veyahut dayanamayıp intihar yolunu tercih etmektedirler. Batı toplumlarında bu acı manzara maalesef had safhadadır. Onların durumu Kur’an’da şu ayette anlatılmaktadır: “Onlar, o kimsedirler ki, dünya hayatını ahirete tercih ederler, insanları Allah’ın yolundan çevirirler ve onun eğrilmesini isterler. İşte bunlar, çok büyük ve derin bir sapıklık içindedirler.” (İbrahim, 14/3) İman sahibi olan insanlar sekülerizmin saptırmasına karşı durmalı ve dünyayı ahirete tercih etmemelidir. İnsanların İslam dinin hayatından çıkarması demek insanlığı, vicdanı, vefayı, fedakârlığı, diğerkâmlığı, huzuru, iyiye güzele dair ne varsa hepsini hayattan çıkarmak demektir. En acısı ise ebedi saadeti elinin tersi ile itmektir. Bu nedenle Müslümanlar uyanık olmalı ve batının seküler propagandalarına karşı duyarlı olarak mücadele etmelidir. “Ey müminler! İçinizden hayra çağıran, iyiliği yayıp kötülükleri önleyen bir topluluk bulunsun. İşte selâmet ve felâhı bulanlar bunlar olacaklardır.” (Âl-i İmran, 3/104)
Ülkemizdeki Sekülerleşmenin Sonuçları Türkiye’de Tanzimat’tan önce ayak sesleri duyulan sekülerleşme Cumhuriyetle beraber maalesef devlet politikası haline gelmiştir. Bununla beraber Türkiye’de laik ve seküler devlet nizamının en koyu zamanlarında bile toplumun küçük bir kısmı seküler hayat tarzını benimsemiştir. Sekülerizm tepeden inme kanunlarla toplumun derinliklerine nüfuz edememiştir. Çünkü toplumumuzda genelde İslam inancı hakimdir. Günümüz Türkiye’sinde ise toplumun çeşitli kesimlerinde farklı düzeylerde sekülerleşme söz konusudur. Yani Türkiye toplumu için ne doğrudan seküler denilebilir ne de tamamen dindar. Yapılan araştırmalar neticesinde, dindar bir hayat sürmeyenlerin seküler hayat tarzını benimsemekte oldukları ve alenen yaşadıkları tespit edilmiştir. Buna karşı dini bir hayatı rehber edinenlerin gündelik hayatlarındaki pratiklerde sekülerizmin izleri görülmektedir. Ancak kendilerini İslam’ın emri üzerine yönlendiren ve ona göre yaşayan insanlar da mevcut olup bunların sayıları da önemli bir miktarı göstermektedir. Toplumun genel sekülerleşme eğiliminin doğal bir sonucu olarak aile kurumu da sekülerleşmektedir. Ailede sekülerleşme eş seçimi, nikâh şekli, düğün-ölüm merasimi, çocuklara isim verme, sosyalleşme vb. alanlarda kendisini göstermektedir. Gündelik hayat uygulamalarında bazı aileler tercihleri dinin emir ya da tavsiye ettiklerinden yana olurken, bazıları da batı toplumlarını taklit ederek alafranga yaşantıyı kopyalamaktadır. Burada kopya tabiri önemlidir. Çünkü ülkemizdeki sekülerler kendi tarzlarını belirlemek yerine batıyı aynen taklit etmeyi tercih etmektedirler. Bugün ülkemizin içinde bulunduğu toplumsal kriz ortamı, uzun ve yavaş gelişen tarihsel süreçlerin bileşiminin sonucudur. Bu süreçler, tarih sahnesindeki çeşitli aktörlerin irili ufaklı katkılarıyla şekillenmiştir. Yani mevcut durum, geçmiş dönemlerin birikimidir, bir yansımasıdır. Bir millet olarak ulus kimliğimizi şekillendiren de bu sosyo-kültürel birikimdir. Dönemlerin karakterini belirleyen unsurlar ise yer, zaman ve koşullardır. Toplumumuz çeşitli dönemlerde laik ve seküler anlayış farklı yöneticiler tarafından farklı olarak uygulanmıştır. Özellikle Cumhuriyetin kuruluş döneminde, dine karşı açılan yıpratıcı savaş toplumda, geri dönüşü mümkün olmayan sonuçlar yaratmıştır. Çocuklara bira içirilmeye çalışılması alkol tüketiminin yayılması ile sonuçlanmıştır. İçki içmeyi batılılaşma ve medeniyet zanneden bazı yöneticiler bu hatalarıyla topluma birçok zarar vermişlerdir. Gerçek din adamlarına yapılan zulümlerle dinin ortadan kalkacağını zannedenler, toplumundaki din anlayışına zarar vermiştir. O dönemde insanların bir kısmının imanlarının bozulmasına neden olmuştur. Arapçaya olan düşmanlık ezanın Türkçe okunmasına neden olmuştur. Bütün bu eylemler insanların dinden soğumasına neden olmuştur. Yöneticilerine güvenen insanlar bunları ilericilik ve batılılaşma zannetmişlerdir. Buna karşı İslam dinini gericilik ve yobazlıkla suçlamışlardır. Ancak bu dönem çok uzun sürmemiş, toplum asırlarca süren İslam dinine bağlılığını tekrar diriltmiştir. Böylece dini haklar tekrar elde edilmiştir. İnsanlar bu dönemde İslam dininin gericilik olmadığını, bilakis insanlar için en hayırlı sistemin İslam’da olduğunu anlamışlardır. Tekrar eski dinsizlik propagandalarının artık ülkemizde yapılamayacağını ümit ediyoruz. Çünkü artık İslam bütün dünyada tanınmakta ve onu kabul eden insanların sayıları da gün geçtikçe artmaktadır. Bu yönelişe karşı çok rahatlıkla söyleyebiliriz ki “İstikbal İslam’dadır”.
Sekülerizm İnsanların Mutluluğunu Yok Etmiştir Sekülerizm zannedildiği gibi insanları mutlu edememiştir. Yapılan propagandalar insanları bu konuda yanıltmaktadır. İnsanların maddeye, refaha ve hazza bağlanmaları onların ruhsal hayatlarını tatmin etmemiştir. Çünkü sekülerizm insanın nefsi arzularını körüklemiş ve onları tatmin için çalışmıştır. Oysa biliyoruz ki insan nefsi hiçbir zaman doymaz (Hadis). Neyi elde etse onun bir mislini daha ister. Bu da insanın manevi dengesini alt üst eder. Çünkü nefsin arzularının, isteklerinin sonu yoktur. Böyle bir hayat yaşamak mutsuzluk getirir. Çünkü bu insanın yaratılış amacına aykırıdır. Tabii ki bu İslam dinine inanan insanlar için geçerlidir. Eğer dine, yaratılışa inanmayan kişi için tek mutluluk kaynağı maddesel zevk ve hazlardır. İnanmayan insanlar bu şekilde ömürlerini bu tatminsizlik ortamında tüketirler. Bu da onlar için ahiret hayatını azap içinde geçireceklerinin bir habercisidir. “Bazı kimseler: 'Ey Yüce Rabbimiz, bize vereceğini bu dünyada ver!' derler. Bunların âhirette nasipleri yoktur. Bazıları da 'Ey bizim (Yüce) Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver, âhirette de iyilik ve güzellik ver ve bizi cehennem ateşinden koru!' derler. İşte bunlar kazandıkları şeylerin hayır ve bereketlerini fazlasıyla görürler. Allah hesabı çok çabuk görür.”(Bakara, 2/200-202) Bu dengesiz yaşamı Batı toplumlarda yakından görmekteyiz. Batı’da ne yazık ki babasız çocuklar, yalnız anneler olarak ifade edilen perişan, mutsuz, kimsesiz, karamsar, ümitsiz insan tiplerinin amaçsız ve anlamsız yaşantılarını görüyoruz. Türkiye’de durum henüz batı toplumlarındaki kadar kötü değil. Ancak bu korkunç tabloyu fark etmeyerek dünyevileşmenin aileye dolayısıyla topluma felaketten başka bir şey getirmeyeceğini görmezsek acı son ile yüzleşmeye hazır olmak zorunda kalırız. Zira ailenin sekülerleşmesi demek aynı zamanda bütün manevi değerlerinin bozulması demektir. Çünkü dünyevi hazlar bir süre tatmin edilse bile sonuçta ebediyete olan susuzluğunu dindirmeyecektir. Oysa bugün geldiğimiz noktada, sekülerleşme süreçleri, hem insanı ve toplumu yok etti, hem hayatı anlamsızlaştırdı; hem de insanı hazlar dünyasına hapsederek dünyanın sorunlarına yabancılaştırdı, hakikatten uzaklaştırdı. Maddesel gücü ve onu üreten araçların putlaştırılmasına yol açarak, gücü ellerinde bulunduran kişilerin zalim olmalarına ve vicdansızlaşmalarına sebep oldu. Ve böylece dünyayı yaşanılamayacak bir yer haline dönüştüren küresel, postmodern yeni-sömürgeciliğin sebebi oldu. Seküler anlayış, tarihin son üç yüz yılında maneviyattan, dinden uzak olan bir dünya ortaya çıkardı. Dinden böylesine uzaklaşmış bir dünyada hâliyle çıkar çatışmaları, kavgalar, silahlanma çılgınlığı, savaşlar yaşandı. Dinlerdeki şefkat ve merhamet dünyaya yön vermeyince, daha çok vahşet, daha çok hesaplaşmalar ortaya çıktı. İki büyük dünya savaşında sekülerliğin ne kadar büyük rol oynadığını anlamak hiç te zor değildir. İnsanların dünya menfaati için milyonlarca insanın ölümüne neden olması seküler anlayışın bir sonucudur. Sekülerizm alkol, uyuşturucu kullanımı, kumar ve ahlâk erozyonunu dünyanın en ücra köşelerine kadar yaydı. Böylesine seküler bir kültür atmosferinde yaşayanlar, başı her sıkıştıkça ya içki içti, ya uyuşturucu kullandı veya kumar oynadı. İnsanlar kumar masalarında maddî-manevî bütün sermayelerini yitirdi. Bu eylemlerle bazı insanlar büyük kazançlar elde etti. Bu kişiler kazançlarını kaybetmemek için insanları seküler yaşamın içine daha da itti. Dini ret eden bu hayat felsefesi, aileleri parçaladı, boşanma oranlarını artırdı. Eşler huzuru ailede değil, dışarda aradı. Ailenin sofra duaları, şükür, kanaat eşliğinde, bir çatı altında, her akşam manevî bir iklimde buluşması sona erdi. Anne, baba ve çocuklar aileden koptu. Herkes ya alışveriş merkezlerinde, ya eğlence merkezlerinde veya magazin kültürü içinde mutluluk aradı. Ama mutlu olamadılar. Çünkü bu yaşam tarzı onların fıtratlarına aykırıydı. Seküler hayat anlayışları, insanlarda maddi hırsları kamçıladı. Milyonlarca kişi tüketim çılgınlığına kapıldı. Herkes daha çok tüketti, daha çok harcadı. Böylece israf artarken, ortaya tüketim kültürü denilen ve aslında insanı tüketip bitiren yeni bir kültür ortaya çıktı. Moda diye gereksiz alışverişler yapıldı. Ellerindekiler eskimeden yeni satın almalar onlara keyif verdi. Ama bu ekonomik dengeleri alt üst etti. Manevi hayattan uzak bir hayat tarzı, faizi, borsayı, sanal finansı tetikledi. Her şey gerçek mal ve hizmet üretimine değil; bilerek karmaşıklaştırılmış sanal ekonomilere dönüştü. Piyasaların dengesi bozuldu. Gerçek ekonomik dengeler yerini borsa endeksleri, pariteler, hisse senetleri, faiz oranları gibi kavramlara bıraktı. Bunların insanlığa maliyeti çok ağır oldu. Bu durum hala devam etmektedir. Bu durum toplumlardaki sosyal entropiyi arttırdı. Bunun sonunun Entropi yasasına göre bir çöküş olacağı bilinmektedir. Ancak bu çöküşün ne zaman olacağını tahmin etmek zordur. Beklenen 3. Dünya Savaşı bu çöküşü noktalayacağı tahmin edilmektedir. 3. Dünya Savaşı, insanların seküler anlayışın sürüklediği çıkar elde etme hırsının bir sonucu olacağı aşikardır Aslında bu savaş küresel çıkar peşinde koşan küresel emperyalistlere de bir fayda getirmeyecektir. Onlar da bu sürecin sonunda büyük yıkımlara uğrayacaktır. Ama artık ok yaydan çıkmış ve küresel güçler hırslarının esiri olarak dünyayı böyle bir büyük savaşa sürüklemektedirler. İnsan, daima manevî arayışlar içinde olan bir yapıya sahiptir. Oysa seküler anlayış bu manevî gerçeği ısrarla görmezlikten gelmektedir. Bu nedenle sekülerizmin insana vereceği hiçbir şey yoktur. Bu nedenle yaşadığımız maddi ve manevi yıkımların görünmeyen sorumlusu, bir bakıma, seküler olan ve dini dışlayan kültürdür. Manevi değerlerden uzak olan bu kültür son asırlarda insanlığın yaşadığı bunalımların, krizlerin ve savaşların sorumlusudur. Çağımızın insanı cenneti bu dünyada yaşamak arzusundadır. Bu nedenle “mutluluk” kavramı etrafında dolaşır ve diğer duygulara yer kalmaz. Ya da diğer duygular bir ceza, bir yoksunluk gibi kalır. Acı çekmek, öfkelenmek, özlemek, kızgınlık, kırgınlık, hayal kırıklığı, çile çekmek, bedel ödemek, tahammül etmek, sabretmek vb. gibi duygular da hayatımızın bir parçasıdır. Bu duygular insanı olgunlaştırır, bazı erdemlerin kaynağı olur. Bu erdemler insanların yaşanılabilir toplumlar kurmasına imkân sağlar. Mutluluk da ancak bu duygularla birlikte var olduğunda anlamlı ve değerlidir. Hayatı yalnızca mutluluk dili ile ifade etmeye çalışırsak, herkes “sıkılan, bunalan, tat almayan, hayatı anlamsız bulan, depresif ve sonuç olarak mutsuz” insanlara dönüşür. Sürekli “mutluluk” propagandasına maruz kalarak büyümüş ve buna ikna olmuş kalabalıklar, sıkıntıya düştüğünde , bedel ödemek zorunda kalınca “hak edilmiş mutluluğa sahip olamadığı” için daha büyük bir mutsuzluğa düşer. Böylece yoğun mutluluk dili aslında mutsuzluk üretir. İnançlı bir insan için dünya hayatı “mutlu olunması gereken yer” değildir. Dünya hayatı, tüm duyguları yaşayacağımız, çeşitli hadiselerle, varlıkla yoklukla sınanacağımız bir imtihan sürecidir. Bu hayatı doğru biçimde yaşayıp sınavdan başarılı çıkmak zorunludur. Bu bağlamda yalnız mutluluk dili ile üretilmiş bir ortam inanan insan için sorunludur. İnanan bir kişi tüm duyguları yaşar, buna mutluluk da dahildir. “Mutluluk herkesin hakkı, mutlu olmak için dünyaya geldik, mutluluk için çabalamak” gibi sloganlar maalesef ne dindar ne de seküler insanlar için reel ve rasyonel ifadelerdir. Bu sloganlar küresel güç sahibi olanlar tarafından insanları tüketime sevk edip kendi ceplerini para ile doldurmak için kullanılmaktadır. Bunun sonunda mutluluk arayışı mutsuzluk üreten bir duruma döner. Bu vehme sahip insan sorunu çözemediğinde, mutluluğa ulaşamadığında ağır hayal kırıklığı yaşar. Bunun sonu depresyon, travma vs. dir. Halbuki hayatın içinde çözemediğiniz problemler olabilir, o vakit sabır, tahammül, tevekkül gerekir. Bu kavramların yerini mutluluk kavramı alırsa derin bir mutsuzluk kaçınılmaz olur. Toplumumuzdaki aileler çocuklarının mutlu olmalarını hedeflerler. Onun için onların her istediklerini temin ederek, onların böylece mutlu olacağını düşünürler. Oysa bu çocukların büyüyünce, her istediklerini elde edemeyince dengesizlik ve depresyona düşmelerine neden olabilir. Bu nedenle çocuklarımızı seküler kültürün mutlu olma amacına yönelik değil gerçek bir Müslüman olmaya yönelik yetiştirmeliyiz. Onlara İslam dininin esaslarını ve dünya hayatının geçici bir imtihan olduğunu, gerçek ve ebedi hayatın ahiret hayatı olduğunu öğretilmeliyiz. İslam'ın emir ve yasaklarına bilerek uyan insanların dünya ve ahiret hayatlarını en güzel bir biçimde yaşayacakları muhakkaktır. Ailelerin amacı da bu hususu çocuklarına öğretmek olmalıdır. Çağımızın insanı küresel sömürünün amacına hizmet ettiği için, hızlı yaşam, konfor, haz ve mutluluk kavramlarıyla kuşatıldı. Bilim, teknoloji, sanayi, gelişme ve benzeri şeylerin “insanın” mutluluğu için olmazsa olmaz olduğu iddiası yerleşik bir kanaat oldu. Oysa hayatın içinde mutluluk duygusu da diğer duygu ve olgular gibi az bir yer kaplar. İnsan her duruma ve duyguya hazır olmak ve hepsiyle baş etmek ve uyum sağlamak zorunda kalabilir. Bu duygu ve durumlardan birini baskın hale getirecek bir söylem insanın hem maddi hem manevi dünyasını bozabilir ve ciddi sorunlara sebep olabilir. Bütün bu olumsuzlukları bertaraf etmek için insanlar, seküler anlayışı terk etmelidir. İnsanın yaratılışındaki asıl amaca yönelik, İslam dininin öğretileri ile kendisini donatmalı ve ona göre yaşamalıdır. İşte gerçek mutluluk budur.
Sekülerizmin Sonu Sosyal Bilimlerin kurucularına göre 19. yüzyılda dinin zamanla yok olacağı düşünülüyordu. 20. yüzyılda ise onlara göre, ilkel devirlerden kalan din olgusunun artık ölüm vakti gelmişti. Teknoloji ilerledikçe modernite hayata hâkim olacak ve sonuçta din ortadan kalkacaktı. Fakat öyle olmadı. Çünkü insanlar dünyaya düşkün olmakla nasıl bir açmazın içine düştüklerini, insanları ve toplumları birbirine düşüren krizleri ve harpleri yaşadıkça anladılar. Bu nedenle bütün ileri ülkelerde bile tekrar dini inançlara ve yaratılış fikrine dönüş olmaktadır. Sosyal Bilimciler arasında şeksiz şüphesiz kabul gören sekülerizm anlayışı 20. yy sonlarında bazı sosyologlar tarafından yargılanmaya başlandı. Onlara göre din marjinalleşerek yeryüzünden kaybolmuyordu. Bu sosyologlar tarafından savunulan görüşe göre, kiliseye gitme oranı düşse de insanların çoğu ölümden sonraki hayata ve ilahi adalete inanıyordu. Sekülerleşme tezi temelsiz fikirlerden ibarettir ve “teori” olmaktan öte bir inanış haline getirilmiştir. Bugün dini coşku ve heyecan hâlâ devam etmektedir. İddia edildiğinin aksine toplumlar modernleştikçe dinsizleşmemiştir. Bilimin ilerlemesiyle beraber kutsalın etkisi azalmamış, artmıştır. Çünkü doğada görülenler Allah’ın gücünü ve sanatını ispat etmektedir. Bu husus aşağıdaki ayette ifade edilmektedir: “Biz onlara hem ufuklarda ve hem kendi nefislerinde delillerimizi göstereceğiz ki, Kur’an’ın hak olduğu kendilerine açıkça belli olsun. Senin Rabbinin her şeye şahit olması kafi değil mi?” (Fussilet, 41/53) Buna göre kutsal değerler ne kayboldu ne de geri döndü. Onlar her zaman vardı. Sadece insanların onları görme oranları değişti. Sonuçta kimsenin gücü Allah’ın dinini ortadan kaldırmaya yetmez. Allah’ın dini baki kalacaktır. “Hiç şüphe yok ki o zikri, Kur’an’ı Biz indirdik, onu koruyacak olan da Biziz.” (Hicr, 15/9) “Bu din daima ayakta duracak, kıyamet kopuncaya kadar müminlerden bir grup onun yolunda cihad edip savaşmaktan asla vazgeçmeyecektir.” (Hadis) Önümüzdeki yıllar, seküler kültürün her açıdan sorgulanacağı ve büyük bir ihtimalle de tarihe gömüleceği bir dönem olacaktır. Çünkü insanlar artık maddenin kendilerini mutlu edemeyeceğini, mutluluğun ancak Allah’ın rızasını kazanmakta olduğunu biliyorlar. Bu anlayış sonuçta insanları kutsal olanlara yöneltiyor. Bu da sekülerizmin sonunun gelmesi demektir. Hak gelip batılın zail olması kesindir. Bu Allah Teâlâ’nın bir sünnetidir. “De ki: “Hak geldi, batıl ortadan kalkmaya mahkumdur.” Kur’an’dan inananlara rahmet ve şifa olan şeyler indiriyoruz. O, zalimlerin ise sadece kaybını artırır.” (İsra, 17/81,82)
Yorum ve Eleştirileriniz için: oryanmh@gmail.com
|
Seküler Hayat Mutluluk Vermez |
Yayınlanma Tarihi: 05.06.2025 |