Feleklerin  Hareketlerindeki Sırlar

 

Yayınlama Tarihi : 12.01.2016

Bugünkü gökyüzü aleminde dünyamız ve onun içinde bulunduğu güneş sistemi çok küçük bir yer işgal etmektedir. Dünyamız da güneş etrafında dönen bir gezegendir. Dünyanın büyüklüğü evrendeki konumuna göre itibara alınacak bir şey değildir. Bununla beraber evrenin yaratılışında temel dünyamız alınmıştır. Her ne kadar evrenin bütününün resmi bunu tam yansıtmasa da İslam inancına göre bu alemin temeli dünya ve üzerinde yaşayan insandır. Bir Hadis-i Kudsî’ de peygamberimize şöyle söylenmektedir: ‘Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım.’ Bu hadise göre Allah Teâlâ  bütün alemleri peygamberimiz Hz. Muhammed (sav) için yaratmıştır. Peygamberimiz bu dünya üzerinde yaşamıştır ve insanlara peygamber olarak gönderilmiştir. Dolayısıyla evrenin merkezi manevi olarak dünyamızdır.

Ayrıca Kuran-ı Kerim’de, evrenin yaratılışında önce dünya ile gök beraber olduğunu ve bundan sonra göğün dünyadan ayrıldığı ifade edilmektedir. Ayrıca   dünya semasının sonradan kandillerle yani yıldızlarla süslendiği  ifade edilmektedir. Bununla ilgili ayetler şunlardır:

 

 ‘O kafir olanlar, görmediler mi ki, göklerle yer bitişik bir halde iken biz onları ayırdık. Hayatı olan her şeyi sudan yarattık. Hala inanmıyorlar mı?’(Enbiya suresi, ayet 30)

‘ Sonra duman halinde bulunan göğe yöneldi. Ona ve yerküreye ‘İsteyerek veya istemeyerek buyruğuma gelin’ dedi. Her ikisi de ‘İsteyerek geldik’ dediler.’ (Fussilet suresi, ayet 11)

‘Böylece Allah onları iki günde (iki evrede) yedi gök olarak yarattı. Her göğe kendi işini bildirdi. Bize en yakın göğü kandillerle süsledik ve koruduk. İşte bu çok güçlü ve her şeyi bilen Allah’ın takdiridir.’ (Fussilet suresi, ayet 12)

 

Dolayısıyla İslam inancına göre evrenin yaratılışı dünya ile başlamış ve sonra bugünkü haline dönüşmüştür. İnsan da dünya üzerinde yaşayan bir canlı türü olmasına rağmen, bütün evren insanın emrine verilmiştir. Bunu şu ayet açık olarak ifade etmektedir:

 

Görmediniz mi ki, Allah göklerde ve yerde ne varsa hepsini sizin hizmetinize vermiş, gizli ve açık olarak nimetlerini üzerinize yaymıştır. Bununla beraber insanlar içinde kimi de var ki, ne bir ilme, ne bir mürşide ve aydınlatıcı bir kitaba dayanmaksızın Allah hakkında mücadele ediyor.’ (Lokman suresi, ayet 20)

Allah yer yüzünde ne varsa hepsini sizin için yarattı. Sonra göğe yöneldi, onları yedi yedi gök olarak düzenledi. O, her şeyi bilir.’ (Bakara suresi, ayet 29)

 

İnsan bütün alemin özelliklerini kendisinde taşımaktadır. Tasavvuf bu konuları işlemiş ve sırlar ilmi yardımıyla gerek insanın ve gerekse evrenin bugün nasıl çalıştığının resmini ortaya koymuşlardır. Tasavvuf ehli, evrendeki olayların nasıl ve neyle etkilendiklerini yine sırlar ilmi ile ele almış ve ‘felekler’ dediğimiz sistemin nasıl olduğunu ve nasıl çalıştığını izah etmiştir. Tasavvuf ehlinin açıklamaları ile astronomi bilginlerinin tasavvurları arasında büyük bir fark yoktur. Bu konu ile ilgilenen eski astronomi bilginleri aynı zamanda birer sufî olmaları bu bakımdan şaşırtıcı değildir. İbni Sina, Nasireddin et-Tûsî ve Erzurumlu İbrahim Hakkı  gibi İslam alimleri aynı zamanda birer sufî idiler. Tûsî  bugünkü 3 boyutlu trigonometrinin kurucusudur. İnsanlar bugün onun bulduğu matematiksel modellerle uzay hareketlerini hesaplamaktadır. 

Ancak manevi ilimlerle tespit olunanların bir kısmının bugün gözle görülebilmeleri mümkün değildir.  Bununla beraber bu tespitlerin sonuçları bugün gözlenebilmektedir. Örneğin burçların, ayın hareketlerinin insan üzerindeki etkileri bugün tespit edilebilmekte ve böylece eskiden beri ortaya atılan görüşler bugün de teyit edilmektedir.

Bütün bunlara rağmen günümüzün pozitif bilimcileri sırlar ilmini kabul etmediklerinden bu görüşleri dışlamışlardır. Evreni yalnız gözle gördükleri yönünden ve akıl yürütmeyle algılamaya çalışmışlardır. Bu yöntemle de evreni anlama ve açıklama yönünden tutarlı ve kesin bir sistemi ortaya  koyamamışlardır. Bunları detaylı bir şekilde önceki makalelerimizde ele almıştık.

Tasavvuf ehli, evrenin işleyişi konusunu felekler dediğimiz cismani ve ruhani oluşların bir arada bulunmasıyla ortaya çıkan bir yapı ile açıklamaktadır. Tasavvuf ehline göre evrendeki olgular, feleklerin dairesel hareket etmesiyle oluşmaktadır. Allah Teâlâ’nın esmalarının (isimlerinin) hükümlerini feleklere koyması ile bu işlevler yerine getirilmektedir.

 

Feleklerin mahiyeti ve genel özellikleri

İlk cisim olan tümel cisim dairesel bir surette ortaya çıkmıştır. Çünkü Allah Teâlâ onunla boşluğu doldurmak istemiştir. Boşluğun her yerinin dolması ancak dairesel hareketlerle mümkündür. Bunun böyle olmasının nedeni de, eşyanın Allah’tan çıkıp tekrar Allah’a dönmesini temin etmektir. Çünkü bir varlığın Allah’tan çıktığı yoldan tekrar O’na dönmesi mümkün değildir. Bunu anlamak bugünkü fizik bilgileriyle mümkündür. Eğer cisim doğrusal bir hareketle Hak’tan çıksaydı, tekrar O’na geri dönmesi için ters yönde bir kuvvetin cisme etki etmesi gerekirdi. Halbuki dairesel harekette, cisme daima etki eden merkezcil kuvvet sayesinde başlangıç noktasına dönebilir. Bu merkezcil kuvvet, eşyanın yaratılması anından itibaren kendisini varlık aleminde ayakta tutan varlık tecellisidir. Aynı zamanda, kendisine yönelen her şeye  Allah’ın Rahmetinin ulaşmasıdır.

Cismin kabul ettiği ilk şekil olan daireye felek denilmiştir. Felek daire demektir. Bir astronomi terimi olarak felek (çoğulu eflâk), yıldızların döndüğü yer, yani onların yörüngeleri  anlamını taşımaktadır. İslam astronomları güneş ve ayın da dahil edilmesiyle yedi gezegenin hareketini açıklamak üzere içi içe geçmiş yedi saydam daire tasavvur etmişler ve her daireye birer gezegen oturtularak felekler denilen bu dairelerin Allah’ın izniyle döndüğü fikrini benimsemişlerdir. Felekler sistemi burçlar feleği ve nihayet sınırsız olan Atlas feleği ile tamamlanmaktadır.

Kuran’da yer alan ‘Her biri bir felekte yüzer’ (el-Enbiya, ayet 33), (Yasin, ayet 46) mealindeki ayette felek kelimesi ile gök cisimlerin üzerinde döndüğü yer veya yörüngeleri ifade edilmek istenmiştir. İslam filozofları feleğin mahiyeti hakkında çeşitli görüşler ileri sürmüşlerdir. Bazılarına göre felek bir gök cismi değil, gezegenlerin dönüş yeridir. Bir kısmı, feleklerin cismani fakat şeffaf bir dönen varlık olduğunu, gezegenlerin de onların üzerinde bu görülmeyen cisimle birlikte döndüğünü ileri sürmüşlerdir.

Râgıb el-İsfahânî  felek ile fülk (gemi) kelimeleri arasında bir ilişki görmektedir. Çünkü kök harflerinin aynı olması (f,l,k), ikisi arasında etimolojik bir ilişkinin olması gerektiğini düşünmüştür. Ez-Zuhruf suresinin 12. ayetini de dikkate alarak, İsfahânî   fülk’ün  bir binek olduğunu ifade etmiştir. Felek, yıldızların aktığı yer olarak  düşünüldüğünden ve yıldızları taşıyıcı bir bineğe benzediği için bu ismi almıştır.

İbni Sînâ,  eş-Şifa adlı eserinde, feleklerin mahiyetleri hakkında ayrıntılı bir şekilde inceleme yapmıştır. Ona göre felekler, ay feleğinin altındaki dört unsurdan (hava, su, ateş, toprak) meydana gelen cisimlere karşılık, esir denilen beşinci unsurdan meydana gelmiştir. Bu nedenle başladığı ve bittiği noktalar belirsiz, dairevî ve daimi bir hareket halindedir. Feleklere has bir fiilin bir etkilenmesi ve kesintisi yoktur. Ayrıca onlar bir etkilenmenin sonucu sayılabilecek bir iç değişmeye de uğramazlar. Dört unsura nispet edilen ağırlık, hafiflik, sıcaklık ve soğukluk özellikleri de felekler için söz konusu değildir. Onların cevheri, Allah’ın ihtirâ ve ibdâ, yani doğrudan doğruya modelsiz ve yoktan yaratma fiilinin eseridir. Dolayısıyla onların varlığına başka bir cismin tekaddüm (önce gelmesi) etmez. Cihetleri (yönleri) yoktur ve başka cisimlerin cihetleriyle de kuşatılmış değillerdir. Buna mukabil onlar cihetleri kuşatırlar. Oluş ve bozuluşa tabi olmadıkları için varlıkları bozulma suretiyle değil ancak yok edilme sonucu ortadan kalkabilirler. Hareketlerinin kaynağı kuvveden fiile geçiş şeklindeki mekanik bir süreç olmayıp ruhlarının iradesinden ibarettir.

Fahreddin er-Râzî, nefs ve akıl kavramlarından ve gök cisimlerinin Allah’a secde ettiklerini belirten ayetlerden hareketle felek ve yıldızların canlı ve akıllı olması gerektiği sonucuna varmıştır. Bunu ispat için şu delilleri ortaya koymaktadır:

Feleklerin dairevi hareketi tabii ve zorlayıcı bir hareketle açıklanamadığına göre bir iradî hareketten kaynaklanmaktadır.

•  Feleğin cismi hayatiyeti kabul bakımından dört unsurdan daha latif, şeffaf, nurlu ve mutedil olup ilahi ve aydınlatıcı nefeslerin kendisine ilişmesine herhangi bir canlı bedeninden daha layıktır.

• Felekler aşağı alemdeki suret ve arazların ilkesi sıfatıyla, sebebiyet verdikleri şeylerden kemal bakımından daha üstün olmalıdırlar.

• Hayatiyetin kozmolojik ilkesinin cansızlığı, iradesizliği ve şuursuzluğu söz konusu edilemez.

Râzî’ye göre felekler meleklerin menzili ve meskenidir. Melekler de kesif cisimler değil, felek cismini yöneten ruhani suretlerdir.

İbni Arabî’ye göre İlk cisim olan tümel cisim dairesel bir surette ortaya çıkmıştır. Çünkü Allah Teâlâ onunla boşluğu doldurmak istemiştir. Cismin kabul ettiği bu dairesel şekle felek adı verilmiştir. Feleklerin hareketinden cisimler alemi ortaya çıkmıştır. Yıldızların feleklerdeki hareketleri vesilesiyle alemdeki rızıkların yaratılması için rükünlere (temel unsurlara) tesirler ve yağmurlar oluşur. Çünkü Arapçada sema (gök) aynı zamanda yağmur anlamına gelmektedir.

Feleklerin etkin, unsurlar ise zuhur ve tekvinin (yaratılışın) gerçekleştiği yerdir.  Bu itibarla felekler kendilerinde ortaya çıkan türeyenlerin anneleridir. Felek dairesel hareketten başka bir şekilde hareket etseydi, onun hareketiyle boşluk dolmaz, pek çok tabii mekan boşlukta kalırdı. Böyle bir hareketten de iş tamamlanmazdı. Tabii mekanların hareketle dolmasının eksik kaldığı ölçüde işin kendisi de  eksik kalırdı. Bu ise Allah’ın dilemesine ve sebepleri koymasındaki hikmet ile uyuşmazdı.

Alemde devirler ve dönmeler olsa bile, alemde tekrar yoktur. Bütün bunlar yönelme ve gitmekten ibarettir. Geriye dönüş yoktur. Bu yaratılışın genişliği, zenginliği ve sonsuzluğundandır.

Allah insan sayesinde gökleri yok olmaktan korur. Bu nedenle insan evrenin direğidir. İnsan sureti yok olup, yeryüzünde nefes alan bir insan kalmadığında gök parçalanır ve bu şekilde yok olur. Aynı şekilde insanın yok olmasıyla dünya da yok olur. İşte kıyamet budur. Bu ifadelerden şunu anlıyoruz ki, Allah’ın alemdeki gerçek maksadı, gerçek halifesi ve ilahi isimlerinin ortaya çıkma mahalli insandır. Bu nedenle insan, alemin bütün hakikatlerini kendinde toplar.

İbni Arabî Hazretlerine göre, hareketin büyük bir otoritesi vardır. Hareketin hükmü cisimlerde ve onların ayrılmaz özelliklerinde görülürler. Ayrıca anlamlarda ve tanımı bilinmeyen şeylerde ise akledilir olarak bulunur. Buna göre hareket varlıklarda tam olarak yayılmıştır. Allah’ın dışındaki her şeyde, hareketin ilk hükmü, sabit hakikatin ilahi ilimden dışa çıkması ve yokluk halinden varlık haline geçmesidir. Bunu şöylede ifade edebiliriz: Alem ilahi bir hareketle var edilmiştir. Bu hareket, açılış esnasındaki anahtarın hareketidir ki bu da dairesel bir harekettir.

Tasavvufa göre hareket, ilahi emirle bir takım sırları ortaya çıkarmak için doğal-ihtiyari harekettir. İlahi  emir oluş alemine yönelir ve hareket ettirir. Herhangi bir varlığın istikrarda olması mümkün değildir. Yani varlıklar sabit ve değişmez bir durumda kalamazlar. Çünkü istikrar durağanlık, yani hareketsizlik demektir. Halbuki bütün varlıklar sürekli olarak bir durumdan başka bir duruma intikal etmektedir.

Mevlâna Hazretleri Mesnevi’sinde diyor ki : ‘Felek edebi dolayısıyla, nurlu melek te edebi yüzünden masum ve temiz olmuştur.’ Bu mısra bize feleğin canlı olduğunu ve kendisi yaratana karşı edep içinde bulunduğundan masum  ve temiz olduğunu ifade etmektedir. Aynı mısrada meleklerden bahsetmesini de, meleklerin feleklerde bulunduklarını ve burada Hakk’a edep içinde hizmet ettiklerini anlayabiliriz. Buna göre evren bizin gözle gördüğümüz gibi yalnız cisimlerle dolu değildir. Göremediğimiz nice nurani ve temiz varlıkların gök aleminde bulunduğu ve edeple Hakk’a hizmet ettiklerini anlıyoruz. 

Mevlâna Hazretleri  Fîhî Mâfih adlı eserinde feleklerle ilgili olarak şunları ifade etmektedir: ‘Feleğin dönmesi ile kâinat üzerindeki tasarrufu ve bulutların tam vaktinde yağmur yağdırması, yazın ve kışın zamanın değişmesini görüyorsun. Bunların hepsi bir hikmete ve sevaba dayanır. Bu cemâd olan bulut vaktinde yağmur yağdırmanın gerekli olduğunu ne bilir? Bu bitkiyi kabul edip, bir yerine on veren toprağı da görüyorsun. Bunları bir kimse yapıyor. İşte sen asıl onu gör. Bu alem vasıtasıyla, bu işleri yapanı talep et ve ondan yardım iste. İnsanın suretinden onun manasını nasıl anlıyorsan, alemin sureti vasıtasıyla da manasından haberdar ol.’

 

Feleklerin dizilişleri ve hareketleri

Feleklerin hareketleri, dünya merkez olarak alınarak incelenmektedir. Çünkü biz neticede dünyada bulunuyoruz ve buradan gözlem yapıyoruz. Tasavvufa göre evrenin merkezi dünya ve dünyanın merkezi de Mekke’dir. Varlıkların en kamili olan insanın dünyada bulunması dolayısıyla başka türlü düşünmenin bir anlamı yoktur.

Astronomi bilginleri feleklerle dünyadaki işlerin birbirleriyle olan bağlantılarını öğrenmek için evrenin gök küresi üzerinde incelemeler yapmış ve çeşitli dairelerin hareketlerini tespit etmişlerdir. Bu dairesel hareketlere felekler adı verilmiştir.

Erzurumlu İbrahim Hakkı Hazretleri Marifetname adlı eserinde şöyle yazmaktadır: ‘ Allah Teâlâ’nın istemesi ve iradesiyle bütün feleklerle unsurların cisimleri üst üste katlanmış yaprak tabakaları gibi birbirinin içinde ve çok sayıda küreler halinde bir tertip ve düzende, büyüğü küçüğünü kuşatmış, birbirlerine dokunmuş, uymuş ve böylece hepsi bir tek küre şekline girmiş olan bu cisimler alemi Allah’ın kudret ve hikmetiyle bu, düzenlerin en güzel düzeni halinde ilahi bir hikmetle resim olunmuştur ve kurulmuştur.’

Feleklerin, bütün kainatı dolduran ve bütün varlıklara girdiği sanılan akıcı, hafif bir cisim olan esir maddesinden teşekkül ettiği düşünülmektedir. Feleklerin sayısı dokuzdur.  Bütün bu yüksek cisimlerle aşağı unsurların orta  kısmında alemlerin merkezi olan dünya bulunmaktadır.

Bu dokuz feleğin isimleri yukarıdan aşağıya doğru şunlardır:  Atlas feleği, Burçlar feleği, Zuhal feleği, Müşteri feleği, Merih feleği, Güneş feleği, Zühre feleği, Utarit feleği ve Ay feleğidir.  

Bu dokuz feleğin en büyüğü Atlas feleğidir ki, evrenin yönlerini tayin eden, sınırlandıran, zaman vakitlerini belli ettiren odur. Bu felek, diğer felekleri avucunun içine almış, 24 saatte bir kere bütün parlak, ışıldayan yıldızlar, gezegen ve sabitlerle birlikte doğudan batıya doğru devreder (döner) ve bu dönüşten daima doğuş ve batış, gece ve gündüz, aydın gün ve karanlık gece meydana gelir. Bunların hepsi onun hareketine bağlı ve ona dayanmaktadır. Bu dokuz feleğin sonuncusu Ay feleğidir ki, semanın boşluğundaki alemi, var olan ve bozulan varlıkları ve eşyayı her yönden kuşatmıştır. Dört unsurun küreleri bu Ay feleğinin alanında sırasıyla ve bir düzen içinde yerleştirilmiştir.

En büyük feleğin ardında var olduğu söylenen boşluğun, maddeden yoksun olarak var olan ve bir uzaklığa sahip olduğu ileri sürülmüştür.

Bununla beraber, tüm felekler hakkında edinilen bilgiler, göklerin hallerini anlamaya yetmemiş ve bu sebepten yedi gezegende olup biten işler incelenmiştir. Bunun sonucunda bu yıldızlarda bazen istikamet, bazen durgunluk, bazen yavaşlık, bazen sürat, bazen geriye dönüş hareketleri görülmüştür. Bazen de güneşte olduğu gibi, genel bir meyilden ibaret olan iki değişim noktaları arasında gezindikleri tespit edilmiştir. Ayrıca bazen ışıkların arttığı, bazen eksildiği, bazen dünyaya yaklaştıkları, bazen uzaklaştıkları görülmüştür. Bu olaylar üzerinde düşünüldüğünde, tüm felekler içinde, dünyayı çevreleyen veya çevrelemeyen, merkezleri birleşik veya değişik, kalınlıkları eşit olup olmayan nice cüz’i küçük felekler tasarlamaya mecbur kalmışlardır. Bunlar insan vücudunun  organlarına ve onların işleyişlerine benzetip devreden (dönen) ikincil felekler olarak kabul edilmişlerdir. 

Her feleğin belirli bir mıntıkası (yeri) vardır. Felek kendi yerinde bütün cüzleriyle birlikte belirli hareketlerle hareket etmektedir. Bu hareketlerinde hiçbir zaman göz kırpması kadar bile olsa bir durma söz konusu değildir.

İbni Arabî Hazretlerine göre on beş felek vardır. Bu felekler arasında mekan bakımından en yücesi, feleklerin üzerinde  döndüğü  değirmen olan Güneş feleğidir (Felek-i Şems). İdris (as) ın ruhanî makamı oradadır. Güneş feleğinin altında yedi felek, üstünde yedi felek vardır. Güneş feleği on beşinci felektir. Güneş feleğinin üstündeki felekler : Felek-i Ahmer (Kırmızı felek) yani Merih, Felek-i Müşteri, Felek-i Zühal, Felek-i Menazil (Menziller feleği), Felek-i Atlas, Felek-i Büruc ( Burçlar feleği), Felek-i Kürsi, Felek-i Arş bulunur. Güneş feleğinin altındaki felekler: Felek-i Zühre, Felek-i Utarit, Felek-i Kamer, Küre-i Esîr, Küre-i Hava, Küre-i Mâ (Su küresi) ve Küre-i Toprak (Toprak küresi) vardır. Buna göre güneş feleği feleklerin kutbu olması bakımından en yüksek bir mekandadır.

Bütün bunlar mutlak galip olan, her şeyi hakkıyla bilen Allah Teâlâ’nın takdiridir.  Müslümanların feleklerin hareketlerini incelemesi kendilerini Allah’a yaklaştıran bir ibadet demektir. Çünkü Müslüman şu ayeti daima göz önünde bulundurur:

‘Onlar ayaktayken, otururken ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. Ve ‘Ey Rabbimiz! Sen bunları boşuna yaratmadın. Sen bundan pak ve münezzehsin. Bizi ateş azabından koru’ derler.’ (Ali İmran suresi, ayet 191)     )

 

 

                                                                                                          (Makalenin devamını okumak için tıklayınız)