Batıda insanlar Rönesans’la birlikte Tanrı inancından uzaklaşmaya başladılar. Bunun başlıca nedeni Ortaçağdaki Hıristiyan kilise ve din adamlarının yanlış tutumlarıdır. Papazlar dünya çıkarını elde etmek ve insanlar üzerinde otoritelerini devam ettirmek için İncil’in esaslarını değiştirmişler ve kendi akıllarına göre uydurdukları dini kuralları insanlar üzerinde uygulamışlardır. İnsanları aforoz etmişler, engizisyon mahkemelerinde yargılamışlar, cennet anahtarları ve cennetten araziler satmışlardır. Böylece dünya menfaati ve iktidarı için dini ilkeleri saptırarak kendi çıkarları doğrultusunda kullanmışlardır. Kendi dediklerinin doğruluğunu kabul etmeleri için insanların evreni incelemelerine ve evrenin nasıl çalıştığını hakkında akıl yürütmelerini önlemeye çalışmışlardır. Ancak zaman içinde papazların evren hakkında uydurdukları ve hiçbir ilahi vahye dayanmayan fikirlerinin yanlış olduğu ortaya çıktıkça insanların din hakkındaki inanışları sarsılmıştır. Böylece batıda insanlar Tanrı ve din fikrinden uzaklaştılar. Kendilerine yeni düşünce sistemleri oluşturdular. Bu yönelişlerle yeni bilimsel buluşlar ve görüşlerin oluşması sağlandı. Bilimsel buluşlar ve teknoloji gelişti. Bu gelişmeler batı insanının birçok yeni ideolojiler, teoriler oluşturmalarına neden oldu. Bunun sonunda insan her şeyin maddeye bağlı olduğunu düşünerek hayatın manevi tarafını tamamen dışladılar. Toplumsal ilişkiler de bu materyalist görüşler etrafında şekillendi. Devlet yönetimleri, insan ilişkileri hep materyalist düşüncelerle oluşturuldu. Daha sonraki asırlarda batıda, rasyonalizm, materyalizm, pozitivizm, darwinizm gibi akımlar insan zihinlerini esir aldı. Artık insanlar sadece maddesel düşünmeye ve yaşamaya yöneldiler. Felsefe de bu akımlara paralel olarak gelişti. İnsanlar her şeyi madde ile açıklamaya çalıştılar. Ancak bu çalışmalar devamlı çelişkiler ve yanlışlar içermekteydi. Bu çelişki ve yanlışlardan kurtulmak için düşünce sistemlerindeki delikleri maddesel vasıtalarla yamamaya çalıştılar. Fakat düşünme sistemlerini hiçbir zaman tam ve her şeyi kapsayan bir yapıya dönüştüremediler. Bu dönemlerde bilim adamları din diye yalnız tahrif edilmiş Hıristiyan ve Yahudiliği esas aldılar. İslam’ı göz ardı ettiler. Bu aslında batılı otoritelerin propagandalarından başka bir şey değildi. Çünkü İslam’ın batılı iktidarların sömürge politikalarına karşı olduğunu çok iyi biliyorlardı. Bu nedenle batılı devletlerin iktidarını elinde tutanlar materyalist felsefe ve anlayışları desteklediler. Fakat bu tutumları insanları mutluluğa götürmedi. İnsanlar asırlarca birbirlerini öldürmek için savaşlar yaptılar. Birinci ve İkinci Dünya harplerinin tamamen maddi menfaat nedenlerle ortaya çıktığı bilinmektedir. Bu dünya harplerinde milyonlarca insan öldü. Şehirler yakıldı, yıkıldı. Fakat batılı bilim adamları bunlara karşı uyanıp da hatalarını görmediler. İslam dinini gerçek anlamında anlayıp değerlendirmediler. Oysa İslam bilim anlayışı, İslam topluluklarının MS 8. ve 13. asırlar arasında huzur ve refah içinde yaşamalarını sağlamıştır. Bu zenginliklerini gören batılılar bunları ele geçirmek için doğru yolu tutmak yerine haçlı seferleriyle zorla almaya çalıştılar. Bunları sevk eden kişiler de maalesef din adamları ve krallardı. Bunlara karşı bilim adamlarının hiçbir itirazı olmamıştı. Bütün savaşların sonunda batılı insanların eline bir şey geçmedi. Buna mukabil çok fazla kayıplar gördüler. Bütün bu olumsuzluklar sonucunda batılı insanların ufak ufak kıpırdanmaları ve tekrar dini anlayışa yönelmeleri ortaya çıkmaya başladı. Evrenin yaratılış kavramında materyalist teorilerin aksine, evrenin Tanrı tarafından yaratılmış olduğu ve yönetildiği düşünceler ortaya atılmaya başladı. Böylece “Akıllı Tasarım” fikri ortaya çıkmış oldu. “Akıllı Tasarım” teorisi, Time dergisinin 12 Ağustos 2005 sayısının da kapak konusunu oluşturan teori, halen ABD’de ateşli bir tartışmanın odak noktasını oluşturmaktadır. Bilim dünyasında Akıllı Tasarımı kabul edenlerin sayısı artarken, bazı eyaletler de teoriyi ders kitaplarına Darwinizm’in alternatifi olarak koymayı tartışıyorlar. Batıda Akıllı Tasarım düşüncesinin en eski ve ilk savunucusu olan William Paley (1740,1805), İngiliz ahlâk felsefecisi ve teoloğudur. Paley çalışmasında teistik inancın sağlam temellere dayandığını ve aklın, kuşkuculuğun ötesine götürebilecek kapasitede olduğunu göstermeye çalışmıştır. Paley’in en meşhur eseri “Doğal Teoloji” adlı kitabıdır. Bu kitap teleolojik (her şeyin temelinde bir amaç bulunması) delilin en klasik örneklerden birisidir. Eserinde doğadaki düzen ve amaçla birlikte, meşhur “saat analojisi” ne dayanarak kozmik bir düzen ve amaç koyucu olarak Tanrının varlığı ispatlanmaya çalışılmaktadır. Paley bu kitabında, tabiatta görülen olgulardan Tanrının varlığına dair ispatların ortaya çıkmasına çalışmıştır. Paley bunun için bir saat örneği vermektedir. Ona göre insan bir fundalıkta yürürken taşa çarptığı zaman, orada o taşın bulunma sebebine dair bir şey bilmese de, o taşın sürekli orada bulunduğuna dair mantıklı bir cevap verebileceğini belirtir. Fakat yine aynı yerde gezerken bir saate rastladığında, daha önce taş için söylediklerinin saat için söylenemeyeceğini ifade eder. Bunun sebebi saat ile taşın amaçlarının farklı olmasıdır. Saatin özel bir amaç için, bir güç tarafından tasarlandığı muhakkaktır. Saat bir güç tarafından belli şartlara göre tasarlanmış ve kendisine bir görev verilmiştir. Saatin içerisinde bulunan parçalar eksik olursa ya da bir parçası farklı şekilde yerleştirilmiş olursa, saatin görevini yerine getiremeyeceği açıktır. Paley’e göre, rastgele bir zamanda herhangi bir yerde ihtiyacımızı karşılayan ne varsa, onu bir amaç için yapan ve bizim kullanımımıza sunan bir güç vardır. Muhakkak ki her şeyin bir tasarımcısı ve bir sanatkarı olduğu açıktır. Ancak Paley’in Doğal Teoloji yaklaşımı, Darwin’in Evrim Teorisiyle birlikte terk edilmeye başlanmış ve eleştirilmiştir. Evrim Teorisinden sonra evrendeki tasarım, evrenin kendi içerisinde var olan süreçlere atfedilmeye başlanmıştır. Darwin’in 1859’da yayınlanan Türlerin Kökeni adlı kitabından bu yana, biyolojideki temel kuram, canlıların doğal seleksiyonun ürünü olduklarını öngören evrim kuramı oldu. 20. yüzyılda Darwinizm’e yeni bir yorum, doğal seleksiyona bir de mutasyon mekanizmasını ekledi. Ancak bu iki mekanizmanın, yani doğal seleksiyon ve mutasyonun, canlılığın tek kaynağı olduğu yönündeki geleneksel anlayış, son yıllarda önemli eleştirilere sebep olmaktadır. Pek çok bilim adamı, canlılığın sadece bu gibi amaçsız ve bilinçsiz faktörlerin ürünü olamayacağını, hayatın kökeninde “tasarlayıcı bir aklın” olduğunu savunuyorlar. Darwinizm canlıların kökenini iki bilinçsiz doğa mekanizması ile açıklamaya çalışıyor: Doğal seleksiyon ve rastlantısal değişiklikler (yani mutasyonlar). Darwinist teoriye göre, bu iki mekanizma, canlı hücresinin kompleks yapısını, kompleks canlıların vücut sistemlerini, gözleri, kulakları, kanatları, akciğerleri ve daha milyonlarca karmaşık tasarımlı sistemi meydana getirmektedir. Ancak son derece kompleks yapılara sahip olan bu sistemler, nasıl olur da iki bilinçsiz doğal etkenin ürünü sayılabilir? İşte bu noktada Darwinizm’in başvurduğu kavram, “indirgenebilirlik” kavramı olmaktadır. Teori, söz konusu sistemlerin çok daha basit hâle indirgenebileceklerini ve sonra da kademe kademe gelişmiş olabileceklerini iddia ediyor. Paley, bir tasarımın tasarımcıya ihtiyacı varsa, bir tasarım tasarımcısı olmadan var olamayacağı gibi, doğanın düzeninde de saat gibi işleyen bir düzenin mevcut olduğu ve onu bir tasarlamanın sonucu olduğunu ifade etmektedir. Bu tasarımcı mutlak zeki bir tasarımcı olmak zorundadır. Bu zeki tasarımcı doğanın ve evrenin her anında içkin ve etkindir. Paley, tasarım argümanı ile Tanrının varlığını kabul etmekten ve tabiatın bir tasarım ürünü olduğunu düşünmekten başka bir seçeneğin olmadığını ileri sürmüştür. Akıllı Tasarım savunucularından günümüzdeki öncülerden birisi de William A. Dembski’dir. Dembski, Chicago Üniversitesi’nde matematik dalında ve İllinois Üniversitesi’nde felsefe dalında doktora yapmıştır. Yayınladığı Akıllı Tasarım (Intelligent Design) adlı kitabı ve “Tasarım Çıkarımı” (The Design Inference) adlı kitabı bu konuda yayınladığı eserlerdir. Kendisi Baylor Üniversitesi’ndeki Michael Polanyi Merkezinin yöneticisi ve Discovery Enstitüsü’nün de akademik üyesidir. Dembski’e göre, insan doğru akıl yürütürse, zeki faillerin bırakmış oldukları izlerden faillere ulaşabilir. O, insanların ortaya koyduğu eserlerde ve insanların yaşadığı olayların kökeninde zekanın rol oynadığını çeşitli örneklerle açıklamıştır. Dembski yaptığı çalışmalarda ihtimal dışı karmaşık olayların tasarım çıkarımlarında zekanın etkinliğini saptama hususunda bilimsel bir yöntem geliştirmektedir. Karmaşık olaylar gözlemlendiği zaman mantıklı açıklamaları olan tasarım çıkarımları ortaya çıkmaktadır. O yaptığı bu çalışmalarda, bu zeki tasarımcıyı ortaya çıkartmaya çalışmaktadır. Dembski olayların meydana gelmesinde akıllı bir failin etkisini araştırmaktadır. Ona göre bilimin dışında birçok yerde tasarım saptanırken bilimde neden tasarıma yer verilmediği sorgulanmalıdır. O, tasarım ile tasarım olmayan arasında ayrım yapmak için bir ölçüt olmadığını belirtmektedir. Bu ise bir kaygılı husustur. Dembski, kendisinin karmaşıklık belirginleştirme olarak ifade ettiği açıklama filtresiyle, bu konudaki kaygıyı ortadan kaldırmaya çalışmaktadır. Ona göre bu yöntem, akıllı nedenleri olan nesneleri akıl dışı nedenleri olanlardan ayıran kesin bir ölçüttür. Dembski, bu metodu günlük hayatta kullanılan bir form ve net/kesin bir ölçüt halinde teori olarak ifade etmektedir. Akıllı Tasarım düşüncesinde çalışan diğer bir şahıs Stephen C. Meyer’dir. Meyer tarih ve bilim felsefesi dallarında Cambrige Üniversitesi’nde doktora yapmıştır. Tarihsel bilimlerin metodolojisi ve yaşamın kökenine dair çalışmalar yapmış eski bir jeofizikçi ve üniversite profesörü olan Meyer, Discovery Enstitüsü’nün Bilim ve Kültür Merkezini yönetmektedir. Yazdığı bir kitabın adı “Darwin’in Şüphesi: Hayvan Hayatının Patlayıcı Kökeni ve Akıllı Tasarım Örneği” dir. Bu kitap 2013 te yayınlanmış ve en çok satan kitaplar listesinde yer almıştır. Meyer, 2009 yılında yayınladığı “Hücredeki İmza: DNA ve Akıllı Tasarım İçin Kanıt” eseriyle ödüller kazanmıştır. Kendisi, evrim düşüncesine karşı olan birçok esere imza atmıştır. Ona göre, bilim adamları 150 yıllık geçmişte şans ve zorunluluğu bir arada kullanmaktadırlar ve onlar şans ve zorunluluğun evrenin kökenini açıklama noktasında yettiğini zannetmektedirler. Aynı şekilde materyalist düşüncenin, şans ve zorunluluğa bağlı kalarak yaşamın dayandığı biyomakromoleküllerin karmaşıklığını ve özelliklerini açıklamaya çalıştığı görülmektedir. Ancak Meyer’e göre, akıl ve materyalist görüşün onayından geçen bilimsel akıl yürütmeler zeki faillerin nedensel faaliyetlerini benimsememizi gerektirmektedir. Teknolojinin var olduğu her alanda, zihinlerin planladığı ve tasarladığı faaliyetler, bizlere kabul etmemiz gereken halleri ve karmaşık olan sistemleri göstermektedir. Meyer’e göre, biyoloji ve fizikten elde edilen kanıtların salt maddeden ziyade zihnin, evrenin ve yaşamın kökeninde önemli bir rol üstlenmiş olduğunu ispat etmektedir. Akıllı Tasarım düşüncesinde çalışan diğer bir öncü kişi Phillip E. Johnson’dır. Johnson, Berkeley Hall Üniversitesi Hukuk Fakültesinden emekli olmuştur. Kendisi çağdaş dönemdeki akıllı tasarım delilinin vaftiz babası olarak anılmaktadır. Johnson, Darwinizm tartışmasında, onun bütün boyutlarını açıklayan eserler ve makaleler yayınlamıştır. O, dinin kendisinin evrimle ilgili şikayetini körüklediğini kabul etmektedir. Çünkü Johnson’a göre, evrim teorisinde, bilimle algılanamayan yaşam gücüne dair bilgiye yer yoktur. Johnson vermiş olduğu bir röportajda, evrim teorisinin tahminlerinin gerçekleşmediğinden dolayı Marksizm tarzında sürekli yeniden geliştirdiğini ifade etmektedir. Ona göre evrim teorisinden vazgeçilmesi gereklidir. Ona göre, bilim adamlarının türlerin kökenlerinin doğaüstü süreçlere başvurulmadan açıklanamayacağını kabul etmeleri gereklidir. Johnson aslında bir bilim adamı olmayıp bir avukattır. Bu nedenle evrim teoriciler onun bu durumunu bahane ederek, teori kanıt ve kanun terimlerinin bilim adamları ve avukatlar için farklı anlamlar taşıdığını ileri sürmektedirler. Onlar Johnson’ın kitaplarının insanların aklını karıştıracağını iddia etmektedirler. Johnson 1991 de yayınladığı “Darwin’in İzinde” adlı kitabı ile birçok düşünürü neo-Darwinist evrimin bilimsel kanıtlardan ziyade natüralist felsefeyle desteklendiğine ikna etti. Johnson’ın çalışmalarının biyoloji, kimya, fizik, felsefe, teoloji ve hukuk gibi alanları etkilediği görülmektedir. İndirgenemez Karmaşıklık, biyokimyasal sistemde yer alan karmaşıklıkların Darwinci bir zihniyetle açıklanamayacağını savunan bir düşünce şeklini ortaya koymuştur. Michael J. Behe, bu düşünceyi ortaya atarak, Darwinizmin biyokimyasal deneyleri açıklamakta yetersiz olduğunu, vermiş olduğu birçok örnekte ileri sürmektedir. Biyokimyasal deneyleri açıklamakta zorlanan ya da bu hususta açıklama yapmayı tercih etmeyen Darwinistlere karşı Behe İndirgenemez Karmaşıklık teorisini ileri sürmüştür. Bu konuda Behe’nin evrime karşı biyokimyasal bir zafer olarak ilan ettiği “Darwin’in Kara Kutusu” adlı eseri başat konumdadır. Yapılan çalışmalar ve araştırmalar evrim teorisinin günümüzde haklı bir yanının olmadığını göstermektedir. Bunu da Behe’nin yapmış olduğu araştırmalarda evrime karşı verilen cevaplarda görmekteyiz. Behe’ye göre, canlılardaki kompleks sistemlerin doğal seleksiyon ve mutasyonla, yani bilinçsiz mekanizmalarla ortaya çıkması imkânsızdır. Bu durum bize hücrenin “bilinçli bir şekilde tasarlandığını” göstermektedir. Fransız felsefe profesörü Peter van Inwogen, bu kitabın önemini şöyle vurgulamaktaydı: “Eğer Darwinistler bilimsel gerçeklerle dolu bu kitabı, önemsemeyerek, yanlış anlayarak veya ona gülüp geçerek karşılarlarsa, bu durum bugün Darwinizm’in bilimsel bir teori olmaktan çok bir ideoloji olduğu yönündeki gitgide yayılan şüpheler için önemli bir kanıt olacaktır.” Bu konuda Darwinistler, Behe’ye tatminkâr bir cevap veremediler. Böylece Akıllı Tasarım düşüncesi giderek daha fazla bilim adamı tarafından savunulmaya başlandı. Darwin, “eğer birbirini takip eden çok sayıda küçük değişiklikle kompleks bir organın oluşmasının imkânsız olduğu gösterilse, teorim kesinlikle yıkılmış olacaktır.” demişti. Akıllı Tasarım teorisyenleri, işte bu noktayı vurguluyorlar ve 20. yüzyıl biliminin, Darwin zamanında yeterince bilinmeyen pek çok “indirgenemez kompleks” yapı ortaya çıkardığını belirtiyorlar. Akıllı Tasarım delili, bizlere evrenin yaratılışında ve her şeyde bir tasarım ve tasarlayıcının olduğunu göstermektedir. Yapılan eleştirilerde ve verilen örneklerde, akıllı tasarım delilini savunanların, evrimci düşünceye karşılık daha sağlam ve kesin sonuçlar içeren bilgileri ileri sürdükleri görülmektedir. Bununla beraber evrimci yaklaşım, akıllı tasarıma karşı olarak ön yargılarla dolu bir şekilde ilerlemeye çalışmaktadır. Buna karşılık akıllı tasarımcılar, insanın kendisinden örnekler getirmekte ve bu örneklerin her birini bilimsel metodun şartlarına uygun hale getirerek çalışmalar yapmaktadırlar. Akıllı tasarıma karşı yapılan eleştirileri incelediğimizde, bunların önyargılı olarak yapıldığı görülmektedir. Bu eleştirileri yapanların savundukları teoriye baktığımız zaman eleştirdikleri durumun kendilerinde var olduğunu görmemeleri gerçekten tuhaftır. Bilimin açıklayamadığı durumlarda, açıklamayı bir tasarımcıya, yaratıcıya bağlanıyor olmak, insanı Tanrının varlığına yönlendirmektedir. İnsanların bilemeyeceği, cevap bulamayacağı ve gizemini koruyan sorular daima akıllarda vardır. Bu soruların cevabı da Tanrının kendisinde saklıdır. Tanrı’yı görmüyor olsak da, O’nun hayatımızın her anında bizimle olduğunu bilmekte ve bir yerlere daima dokunduğunu hissetmekteyiz. Sonuç olarak her şeyi tasarlayan bir güç vardır. Bu tasarımcı indirgenemez karmaşıklık içerisindeki uyumu sağlamakta ve sistemin işleyebilmesi için gerekli tasarımları sürekli yapmaktadır. Göremediğimiz bu güç, tasarlayıcının da kendisi olan Tanrıdır. Akıllı Tasarım teorisinin en önemli mesajı, tüm doğayı “planlanmamış, amaçlanmamış bir rastlantılar yığını” olarak gören ortodoks biyoloji anlayışının geçersiz olduğunu savunması. Behe, bu yeni anlayışın bilim dünyası tarafından kabullenilmesinin kolay olmadığını belirtiyor: “Hayatın üstün bir akıl tarafından tasarlanmış olduğu anlayışı, hayatı basit doğa kanunlarının bir sonucu olarak algılamaya alışkın bizlerde bir şok etkisi yaratmış durumda. Ama diğer yüzyıllar da benzer şokları yaşamışlardı ve şoklardan kaçmak için bir neden de yok.” Müslümanlar açısından evrim teorisinin bütün yanlışlıklarını ortaya koymak ve onların materyalist anlayışlarına karşı çıkmak bir görevdir. Bu İslam inancının bizlere yüklediği bir vazifedir (Bkz. Evrim Teorisi Batıl Bir Felsefedir). Bunun için akıllı tasarım fikirlerine sahip çıkmak ve bu tasarımın İslam ilmiyle değerlendirmek bizlerin görevi olmalıdır. Bu konuda ileride daha detaylı bilgiler tarafımızdan verilecektir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : oryanmh@gmail.com |
Akıllı Tasarım |
Yayınlama Tarihi: 06.11.2023 |