Hicri 5. yüzyılda İslam memleketlerinde bir şaşkınlık hüküm sürüyordu. Bir taraftan bazı dini fırkalara mensup olanlar, Batıniler, Şiiler, Muteziler gibi, halkın zihnini karıştırıyor, diğer taraftan felsefe ile uğraşanlar İslam inancına aykırı bazı fikirler yayıyorlardı. Ehl-i sünnet mezhebinden olan alimler bu akımlarla mücadele ettiler. Bu mücadelenin ön safında bulunanlardan biri de İslam alimi İmam Gazali olmuştur. İmam Gazali'nin Hayatı İmam Gazali h. 450 (m. 1058) de Horasan'da, bugün adı Meşhed olan Tus şehri civarında Gazali köyünde doğdu. Tus ve Nişabur’da birçok alimlerden ders okudu. Bağdat'taki Nizamiye Medresesinde baş müderris olarak görev yaptı. Yazdığı kitaplar ve verdiği derslerle büyük şöhret kazandı. Ancak bir süre sonra kazandığı makam ve şöhret onu tatmin etmedi. Bir düşünce krizi yaşıyordu, inzivaya çekildi. 1095 yılında Bağdat'ı terk ederek Şam'a gitti. Buradan Mekke'ye geçti. 10 seneye yakın bir zaman uzlet ve halvete devam etti. Bu süre içinde manevi eğitimini tamamlayarak tekrar memleketi Tus’a döndü. Tekrar Nişabur’da dersler vermeye başladı. Bu tedvin dönemi 4 yıl sürdü. 1109 yılında tekrar anayurdu Tus’a döndü ve evinin yanında bir tekke ile bir medrese yaptırdı. Burada hem ilmi hem de tasavvufi irşatda bulundu. Burada 1111 yılında vefat etti. Gazali telif hayatı son derece zengin olan birisidir. Ömrünün her gününe 40 sayfalık telifi düşmektedir. Yazdığı eserlerin başlıcaları: İhya ü Ulum-d-din, Tehâfüt el-Felâsife, El-Munkızu min-ad Dalâl, Mi’yâr el-İlim, Kavâid el-Akâid, Maârif el-Akliyye, Mekâsıd el-Felâsife, Mihakk el-Nazar fi İlm’il Mantık. İmam Gazali Nübüvvete, yani Peygamberliğe bağlıdır. Her hakikatin onun ile aydınlanacağına kanidir. Akli muhakeme ile hakikatlere ulaşmayı imkansız olarak görür. Dolayısıyla hakikati dinde arar. Bu nedenle bir meseleyi çözmek için akli deliller düzenlemede insanı hayrete düşüren İbn Sina’yı tenkit etmiştir. Onun düşüncelerine karşı Tehâfüt el-Felâsife kitabını yazmıştır. Bununla beraber İbn Sina ve Farabi’nin felsefedeki güçlerinin hiçbir filozofta bulamadığını ifade etmiştir.
İmam Gazali'nin Görüşleri İmam Gazali “El-Munkizu min-ad-Dalâl” adlı kitabında şöyle demektedir: “Benim maksadım işlerin hakikatlerini anlamak ve bilmektir. O halde evvela bilgi nedir? Bunun hakikatlerini araştırmak icap eder. Nihayet anladım ki yakin derecesine varan bilgilerle, bilinen şeyin asla şek götürmeyecek derecede anlaşılmış olması gerekir. Bunda yanılmış olmak, vehme kapılmak ihtimali söz konusu olmaz. Kalp böyle bir ihtimale imkan vermez.” Gazali'ye göre “Zaruriyet” denilen bilgiler kabule şayan ve güvenilirdir. Ancak bu güven delil tertip ve tanzim etmek sureti ile oluşmuş değildir. Bu, Cenab-ı Hakk'ın insanın kalbine attığı bir nur sayesinde olmuştur. Bu nur, birçok bilgilerin anahtarıdır. Gazali'ye göre, hakikatleri ulaşmanın ancak delil ile olur zannedenler Allah'ın geniş ve sonsuz rahmetini daraltmış olurlar. Çünkü bu şekilde O’nun gücünü ve kudretini sınırlamış olurlar. Gazali bu görüşünü teyit için şu ayet ve hadisi ifade etmektedir: “Tanrı bir kimseyi hidayete eriştirmek istediği zaman, İslam dinini kabul etmesi için göğsünü şerh eder.” (Ayet) Bu ayetteki “şerh” ten maksat: “Şerh Tanrı’nın kalbe attığı bir nurdur.” (Hadis) Bu nur olan şerhin alameti nedir? “Gurur yeri olan dünyadan uzaklaşmak, ebediyet diyarı olan ahirete bağlanmak, sığınmaktır.” (Hadis) “Allah halkı karanlık içinde (nefsin hükmü altında) yarattı. Sonra onların üzerine kendi nurundan serpti (hidayet etti).” (Hadis) Gazali duyulara itimat edilemeyeceğini söylüyor. Bunun için gölge örneğini veriyor. Gölgenin hareket etmesi çok küçük miktarlarda olur, ama zerre miktarındaki bu hareketler gözle görülmez. Bu nedenle duyulara güvenmek yanlıştır. Duyuları bırakan Gazali akla yöneliyor. Ancak akılla tevehhüm (sanma) edilen her şeyin hayal olduğunu ve asılsız bulunduğunu anladığını söylüyor. Bu anlayışın Sufilerin kendilerinde bulunduklarını iddia ettikleri halin insana arz olduğu zaman gerçekleşeceğini ifade ediyor. Çünkü bu hal esnasında insan dünyanın etkisinden kurtuluyor, yani uykudan uyanıyor ve gerçeği görüyor. Gazali dünya hayatının ahirete göre uyku sayıldığını şu ayet ve hadisle açıklıyor: “İnsanlara ölünce şöyle denir: “Üzerinden örtünü (bedenini) kaldırdık. Bugün gözler daha keskindir.” (Ayet) “İnsanlar uykudadırlar. Öldükleri zaman uyanırlar.” (Hadis)
Hakikati Araştıranlar İmamı Gazali hakikati araştıranların dört sınıf olduğunu belirtmekte ve bu sınıfları aşağıdaki şekilde açıklamaktadır: 1) İlmi Kelam: Bunlar rey ve istidlal sahibidir. 2) Batıniyye: Hakikatleri “imam-ı masum” dan öğrenirler. 3) Felsefeciler: Mantık ve burhan (delil) erbabı olduklarını iddia ederler. 4) Mutasavvıflar: Müşahede ve keşif ashabı olduklarını iddia ederler. İlmi Kelam Bu ilme kendi gayesini temin etmesi kâfi geliyor. İlmi Kelam’ın gayesi Ehl-i Sünnet’in akidesini (inancını) muhafaza etmek, onu bidat erbabının karıştırmasından korumaktır. Mütekellimler sünneti müdafaa ederken eşyanın hakikatlerini anlatmaya özendiler. Cevherden, arazdan ve bunların hükümlerinden bahsetmeye başladılar. Fakat ilmi kelamdan maksat bu değildir. Bu nedenle asıl gayelerini temin edemediler. Batıniyye Bunlara “Talimiye” mezhebi de denir. Onların “biz her şeyin manasını hakkı öğretmeye memur masum bir imamdan öğrenmişiz” tarzındaki iddiaları halk arasında yayılmıştır. Bu mezhebin esası ve sözlerinin kıymeti yoktur. Ancak “Talim ve muallime ihtiyaç vardır” sözleri doğrudur. Fakat bizim masum muallimimiz Hz. Muhammed (sav) dir. Onların mezhebinde halkı bu mezhebe davet edene daî denir. Daîler (davetçiler) in sözlerini incelediğinizde, daîlerin yaptığının cahil halkı, aklı zayıf olanları muallime ihtiyaç bulunduğuna inandırmak olduğunu görürsünüz. Eğer onlara kimden öğrendiğini anlat dense duraklar ve bir açıklama yapamazlar. Çünkü onların masum muallimi kayıptır. Kayıp olan imamları hakkında da açık bir bilgiye sahip değillerdir. Felsefeciler Gazali'ye göre felsefeciler üç kısma ayrılırlar: Dehriler, Tabiiler, İlahiler. Dehriler: Kainatın tedbirli, alim ve muktedir bir yaratıcısının bulunduğunu inkar ettiler. Alemin ezeli olduğunu düşündüler. Bunlar zındıktırlar. Tabiiler: Tabiat aleminden, hayvanlar ve bitkilerin acayipliklerinden bahsederler. İşlerin gayelerine vakıf, kadir ve hakim bir Hâlik’in varlığını itirafa mecbur kaldılar. Nefis ölür, bir daha dönmez dediler. Ahiret yoktur dediler. Başıboş yaşadılar. Hayvanlar gibi şehvete daldılar. Bunlar da zındıktır. Çünkü imanın esası Allah'a ve ahirete inanmaktır. Bunlar Allah'a ve sıfatlarına inandılar ama ahireti inkar ettiler. İlahiler: Bunlar daha sonra yetişen felsefecilerdir. Bunlar Sokrat, Eflatun, Aristo’ dur. Mantık ilmini tertip eden, felsefi ilimleri telhis (özetleme) edip kolayca istifade edilir hale getiren Aristo olmuştur. Bunlar dehrileri, tabiileri reddettiler. Aristo bütün diğerlerini reddetti. Ayrı kaldı, fakat onların küfür ve bidat sayılan bazı fikirlerini kabul etti. Bu sebeple gerek bunları, gerek İbn Sina, Farabi ve başkaları gibi onlara uyan İslam felsefecilerini tekfir etmek vacip oldu. Ancak hiçbir Müslüman filozof, İbn Sina ve Farabi kadar Aristo'nun ilmini bize layıkıyla nakletmeye muvaffak olamamıştır. Bu anlatılanlara göre Aristo'nun bizce malum olan bütün felsefesi üç kısma ayrılır: Bir kısmı küfre gider, bir kısmı bidat sayılır, bir kısmının da asla inkarı icap etmez. Mutasavvıflar Mutasavvıflar Allah'a inanan bir zümredir. Allah'ın zikrine devam, nefsin arzularına muhalefet ederler. Dünyadan yüz çevirerek Allah'a giden yolda yürürler. Bu suretle vuku bulan mücahedelerinde nefsin ahlak, kayıplar, hareketlerinin kötü tarafları kendilerine malum olur. Bunları açık olarak anlatmışlar, felsefeciler de alıp kendi sözlerine karıştırmışlardır. Maksatları sözlerini hoşa gidecek bir şekle sokarak batıl fikirlerini kabul ettirmektir. Her asırda bu gibi Allah adamlarından bir cemaat bulunmuştur. Cenab-ı Hakk dünyayı onlarsız bırakmaz. Onlar yeryüzünün manevi büyüklerinin temel taşları sayılırlar. Onların bereketiyle yeryüzündeki halka rahmet yağar. Bir hadiste, “Bunların yüzü suyu hürmetine insanlara yağmur yağar, rızık ihsan olunur. Ashabı Kehf bunlardan bir cemaat idi.” buyurulmaktadır. Sofiler, Kuran'ın beyanına göre eski zamanlarda da yaşamışlardır.
Felsefenin Kısımları İmam Gazali'ye göre felsefe ilmi altı kısımdan oluşmaktadır. Bu kısımlar şunlardır: Riyaziye, Mantık, Tabii ilimler, İlahi ilimler, Siyaset, Ahlak. Riyaziye Riyaziye hesap (aritmetik), hendese (geometri) ve heyet ilimleri (astronomi) den ibarettir. Bunların hiçbirinde ne müspet ne de menfi cihetten dine taallûk eden bir cihet yoktur. Bunlar akli delillerle ispat olunan şeylerdir. Anlaşıldıktan sonra inkara mahal kalmaz. Ancak bunun iki mahsuru vardır : Birincisi: Bu ilimleri mütalâ eden kimse oradaki incelikleri ve delilleri hayret ve taaccüp ile karşılar. Bu yüzden felsefecilere karşı içinde takdir hissi uyanır. Zanneder ki felsefecilerin bütün ilimleri açık olmak ve kuvvetli delillere dayanmak hususunda bu ilim gibidir. Sonra felsefecilerin Allah'ı inkar ettiklerini, maneviyata kıymet vermedikleri şundan bundan işitip sırf onları taklit etmek sebebiyle kafir olur. Kendi kendine, “Din hak bir şey olsaydı riyaziyeyi bu kadar incelemiş olan bu büyük adamlarca malum olurdu, gizli kalmazdı” der. Onların küfrünü ve inkarını işitince dini inkar etmenin doğru olduğuna kanaat getirir. Ancak, “Bunların riyazata ait söyledikleri sözler delile dayanır. Fakat ilahiyatta tahminidir.” denilse kabul etmez. Nefsinin galebesi, tembellik arzuları, kendini akıllı göstermekten hoşlanması gibi haller onu bütün ilimlerde felsefecileri iyi gözle bakmakta ısrar etmeye sevk eder. Bu büyük bir afettir. Böylece felsefecilerin fenalığı okuyana sirayet eder. Bununla fazla uğraşanların dinden çıkma ihtimali büyüktür. İkincisi: İslam dininin cahil kısmından gelmiştir. Bunlar felsefecilere ait bütün ilimleri inkar etmeyi dine hizmet ve yardım saydılar. Onların ay ve gümüş tutulması hakkındaki sözlerini kabul etmediler. Bunu işiten bir insan, kendi delilinde şüpheye düşmez, ama İslam dinini cehalet üzerine kurulduğunu, kati burhanları tanımadığına hükmeder, felsefeye karşı sevgisi artar. İslam dininden yüz çevirir. Bu şekilde büyük bir cinayet işlenmiş olur. Bu ilimlerde din işlerine dokunacak cihetler yoktur. “Güneş ile ay, Allah'ın ayetlerinden (alametlerinden) iki ayettir. Bir kimsenin ne ölümüne ne de yaşaması için tutulmazlar. Böyle bir şey gördüğünüz vakit Allah'ı anmaya ve namaza koşunuz.” (Hadis). Bu hadiste güneş ile ayın seyrini, onların belli durumlarda içtima ettiklerini yahut karşılaştıklarını tarif eden hesap ilmini inkâra sebep olacak bir şey yoktur. Mantık Mantıkta ne müspet, ne de menfi cihetten dine taallûk eden bir şey yoktur. Bunlarda inkar edilmesi gereken bir cihet te yoktur. Bunlar mütekellimin ve ilim erbabının delil ile ilgili ürettikleri şeyler cinsindendir. Ancak mantıkçılarda ve bu ilimde bazı fenalıklar görülmektedir. Bunlar “burhan” için birtakım şartları ortaya koymuşlardır. Bu şartlarla (burhan) şüphesiz yakin ifade eder. Fakat dini meseleleri tetkik esnasında bu şartlara tamamı ile riayet edememişler, çok müsamahakar davranmışlardır. Çok kere mantığı tetkik eden bir kimse onu beğenir, çok açık ve kesin bulur. Sanır ki mantıkçılar kendilerinden rivayet olunan ve küfre varan meseleleri bu gibi buhranlar ile ispat etmişlerdir. Dini ilimlerde o meseleler hakkında yapılan tahkikata iyice vakıf olmadan o yanlış fikirleri kabul ederek küfre düşer. Bu afet de mantığa arız olmaktadır. Tabii İlimler Alemdeki cisimleri ve onların hareketlerini inceler. Din tıp ilmini inkar etmediği gibi tabii bilimleri de inkar etmez. Ancak tabii bilimciler bazı meseleleri reddederler ki bunlar din açısından yanlıştır. Dinin tabiat ile ilgili görüşü şudur: Tabiat Allah'ın emri altındadır. Kendiliğinden bir şey yapamaz. Hâliki onu yaptırır. Güneş, ay ve yıldızlar ve diğer eşya Allah'ın emrine tabidirler. Hiçbiri kendiliğinden bir iş yapacak durumda değildir. Tabii ilimlerle uğraşanlar bu görüşlerin bir kısmına katılmazlar. Bir kısmı tabiattaki olayların tesadüfen oluştuğunu söylerken, bir kısmı da gerçek gücün tabiatta olduğunu ileri sürerler. İlahi İlimler Felsefecilerin en çok yanıldıklarını meseleler bu kısımdadır. Mantık için kabul ettikleri şartlara bu konuda layıkıyla riayet etmediler. Bu nedenle aralarında çok ihtilaf oldu. İbn Sina ve Farabi'nin anlattıklarına nazaran Aristo ilahiyatta mezhebini İslam'ın mezheplerine yaklaştırmıştır. Ancak felsefecilerin ilahiyat konusunda yaptıkları hatalar yirmi esasa dayanır. Üçü küfre varır, on yedisi İslam dinine nazaran bidat sayılır. Küfre varan üç meselede Müslümanlara muhalefet etmişlerdir. Bu üç mesele şunlardır: 1) İnsan öldükten sonra cesedi tekrar dirilmez. Sevap ve azap gören ruhlardır. Azaplar ruhanidir, cismani değildir. Ruhun azap duyacağını kabul etmelerinde isabet etmişlerdir. Ancak cesedin dirilmesini inkar ekmekle de hata etmişlerdir. 2) Cenab-ı Hakk külliyatı bilir, fakat cüziyatı bilmez dediler. Bu söz Kuran'a aşikar olarak aykırıdır ve şeriat nazarında açık bir küfürdür. 3) Felsefeciler alemin kadim ve ezeli olduğuna inanmışlardır. Ancak bu İslam'a göre yanlıştır. “Allah Zat’ı ile bilir, ayrıca bir ilim sıfatı yoktur” tarzındaki iddiaları da İslam'a aykırıdır. Siyaset Felsefecilerin bu husustaki bütün sözleri “dünya işlerine ait saltanat tarafından maslahata binaen kabul olunan tedbirler” diye özetlenebilir. Bu konudaki bilgileri Allah tarafından Peygamberlere gönderilen kitaplardan ve geçmişte yaşamış velilerden nakil olunan hikmetlerden almışlardır. Ahlak Felsefecilerin bu konudaki bütün sözleri de “nefsim sıfatlarını saymak, ahlakını beyan etmek, bunların cins ve nevilerini anlatmak, fena olanların düzeltilmesi için lazım gelen tedbirleri almak ve mücahedede bulunmak” tarzında hülasa edilebilir. Bu bilgileri mutasavvıfların sözlerinden almışlardır. Felsefecilerin Peygamberlerin ve tasavvuf erbabının sözlerini kendi kitaplarına derç etmeleri yüzünden iki fenalık meydana geldi. Biri, o sözleri kabul edenler diğeri de reddedenler hakkındadır. O sözleri reddedenler hakkındaki fenalık daha büyüktür. Çünkü bilgisi zayıf olan bir zümre zannettiler ki o sözler onların kitaplarında yazılı ve onların batıl fikirleri ile karışmış olduğu için terk edilmek, okunmamak icap eder. Hatta onları anlatanlara itiraz etmelidir dediler. O sözleri ilk önce felsefecilerden işittikleri için batıl olduğu zayıf akıllarına yerleşti. Çünkü söyleyen, sözleri batıl bir insandır. İnsanların çoğu hakkı batıldan, doğru yolu eğri yoldan ayırt etmek hususunda kendilerini maharetli ve çok akıllı sanırlar. Bu sebeple mümkün olduğu kadar hepsini sapıtmış olanların kitaplarını okumaktan men etmek, kapıyı kapamak vacip olmuştur. Bir söz onların büyük tanıdığı bir adama isnat etse ve batıl dahi olsa hemen kabul ederler. Fena, değersiz bildikleri bir kimseye isnat etse doğru da olsa reddederler. Daima hakkı adamla ölçerler. Adamı haktan tanımazlar. Bu da çok büyük delâlettir. İkinci afet, felsefe kitapları okumayı kabul edenlere taallûk eder. Felsefeye ait İhvanussafa vesaire gibi kitapları okuyan kimse, içinde Peygamberlerin sözlerinden alınmış hikmetleri, mutasavvıfların fikirlerini görür. Çoğu o kitapları beğenir ve kabul eder ve onlara karşı sevgi besler. Okuduğu ve beğendiği sözlere verdiği iyi zan sebebiyle ona karıştırılmış olan batıl fikirleri de hemen kabul eder. İşte bu, bir nevi batıl fikirleri telkin demektir. Bu afetten dolayı o kitapların okunması men edilmelidir. Halkı bu kitapları okumaktan korumak gerekir. Hak ile batıl arasında yakınlık olması, yani bir ilim içinde karışık olarak zikredilmiş olması, batılı hak yapamaz. İşte felsefenin afeti ve zararları bunlardır. Ancak felsefe ilminin tenkit edilmesi gereken yerlerin tenkit edilmesinden sonra da maksat tam temin edilmez. Çünkü akıl bütün meseleleri, davaları kavramakta müstakil değildir. Bütün karışık meseleler üzerinden anlaşılmazlık perdesini kaldıramaz.
Filozofların Tutarsızlığı İmam Gazali filozofların tutarsızlığını göstermek için “Tehâfüt el-Felâsife” adlı kitabını yazdı. Gazali bu kitabında filozofların ilahiyat ve tabiiyat konusundaki görüşlerini yirmi başlık altında eleştirmektedir. Bu eleştirilerini başlıca iki esaslı noktada toplayabiliriz: 1) Filozofların ilahiyat ve tabiiyat konusundaki görüşlerinin bir kısmı kesinlikle İslam'a aykırıdır. Peygamberleri yalanlar şeklinde olduğundan dolayı onların tekfir edilmesi (kafir sayılması) gerekir. Bunlar alemin kadim olması, Allah'ın cüzileri bilmemesi, bedenin cismani olarak haşrını reddeden görüşlerdir. 2) Geriye kalan on yedi mesele ise filozoflardan daha önce bazı Müslüman fırkalar tarafından da bahis mevzu edildiği için, bu konularda o fırkaları tekfir edenlere göre filozofların da tekfir edilmesi gerekir. Onları tekfir etmeyenlere göre filozofların da tekfir edilmemesi gerekir. İmam Gazali'ye göre küfrün tanımı şöyledir: “Resulullah'ın getirdiği şeylerden herhangi birisinde onu yalanlamaktır. İman ise onun getirdiği şeylerin bütününde onu doğrulamaktadır.” Felsefecilerin görüşleri kendi aralarında bile düzenlenmiş ve tespit edilmiş değildir. Onlar kesin bilgiye ve araştırmaya dayanmayan zan ve tahminlerle hüküm vermişlerdir. Onlar, ilahi ilimlerin doğruluğunu hesap ve mantığa dair bilimlerinin ortaya koyduğu neticeler ile delil getirmeye ve böylece aklı zayıf olanları yavaş yavaş yoldan çıkarmaya çalışmaktadırlar. Eğer ilahi bilgileri - hesaba ait bilimler gibi - burhanlarla düzenlenmiş tahminlerden uzak olsaydı hesapta nasıl ayrılığa düşmedilerse bu ilahi ilimlerde de ayrılığa düşmezlerdi. Filozofların istidrac yolundaki en büyük hilelerinden birisi de - halbuki bu hileleri onlara delil sadedinde problem çıkarmıştır - şöyle demeleridir: “İlahi ilimler, kapalı ve gizlidir ve keskin anlayışlara en zor gelen ilimlerdir. Bu problemlere cevap verebilmeye ancak riyazi ve mantıki ilimlerinin öne alınması ile ulaşılabilir.” Oysa riyazi bilimlere gelince - ki bu hesap ilmidir - ilahiyatın onunla hiçbir ilgisi yoktur. “İlahiyatı anlamak için ona ihtiyaç vardır” diyenin sözü saçmadır. Bu tıpkı “Hesap tıbba muhtaçtır” diyenin sözü gibidir. İlahi ilimlere nazar konusunda hesabın zorunlu olduğunu söylemek, narın hadis olduğunu tanelerin sayısı bilinmeden bilinmez diyenin sözü gibidir. Bu ise akıllı herkesin abes kabul edeceği çirkin bir sözdür. Onların “mantık bilimlerinin hükümleri muhakkak lazımdır” sözleri doğrudur. Ancak mantık sadece onlara mahsus bir bilim değildir. Bu kelam ilminde de “kitap el-nazar” denilen kaidenin kendisidir. Ona bazen “kitap el cedel” de deriz. Onlar ise bunu mantık şeklinde ifade ettiler. Ne var ki güçsüz ve akıllı görünmek isteyen kişiler mantık ismini duyunca bunun, kelamcıların bilmediği yabancı bir sanat olduğunu ve filozoflardan başka kimsenin bu sanattan haberdar olmadığını zannederler. Tehâfüt el Felâsife adlı kitabında, İmamı Gazali yirmi temel konuda felsefecileri eleştirmiştir. Bu temel konular kitabında aşağıdaki şekilde tasnif edilmiştir: Birinci mesele: Filozofların alemin ezeli oluşu konusundaki görüşlerinin iptaline dairdir. İkinci mesele: Filozofların alemin ebedi oluşu konusundaki mezheplerinin iptaline dairdir. Üçüncü mesele: Filozofların, “Allah, alemin sâni’idir ve alem Allah'ın sun’u (yapısı) dır” sözlerindeki aldatmacanın beyanına dairdir. Dördüncü mesele: Filozofların sâni’i ispattan aciz bırakılmalarına dairdir. Beşinci mesele: Filozofların iki Tanrı’nın varlığının müstahil (imkansız) oluşu konusunda delil getirmekten aciz bırakılmalarına dairdir. Altıncı mesele: Filozofların, sıfatların reddi konusundaki mezheplerinin iptaline dairdir. Yedinci mesele: Filozofların, “Evvelin zatı cins ve fasıl diye bölümlenmez” sözlerinin iptaline dairdir. Sekizinci mesele: Filozofların, “Evvel mahiyetsiz ve basit bir varlıktır” sözlerinin iptaline dairdir. Dokuzuncu mesele: Filozofların, Evvel’in cisim olmadığını açıklamaktan aciz bırakılmalarına dairdir. Onuncu mesele: Filozoflara dehr ve sâni’in reddini söylemenin lazım olduğunun açıklanmasına dairdir. On birinci mesele: Filozofların, “Evvel, gayrini bilmez” sözlerinde aciz bırakılmalarına dairdir. On ikinci mesele: Filozofların, “Evvel, zatını bilmez” sözlerinin iptaline dairdir. On üçüncü mesele: Filozofların, “Evvel, cüz’ileri bilmez.”sözlerinin iptaline dairdir. On dördüncü mesele: Filozofların, “gök, irade ile hareket eden bir canlıdır.” sözlerine dairdir. On beşinci mesele: Filozofların, göğü hareket ettiren maksat konusunda zikrettiklerinin iptaline dairdir. On altıncı mesele: Filozofların, Gökleri ruhlarının bütün cüz’ileri bildiği hususundaki sözlerinin iptaline dairdir. On yedinci mesele: Filozofların âdetlerin yırtılmasının müstahil olduğu konusundaki sözlerinin iptaline dairdir. On sekizinci mesele: Filozofların, “İnsan nefsi kendiliğinden kaim bir cevherdir, cisim ve araz değildir” sözlerine dairdir. On dokuzuncu mesele: Filozofların, beşer ruhlarının yok olmasının müstahil olduğu konusundaki sözlerinin iptaline dairdir. Yirminci mesele: Filozofların, cesetlerin haşrını, cennet ve cehennemde cismani zevkler ve acılar duymayı inkar etmelerinin iptaline dairdir. İmam Gazali bu kitabını şu ifadelerle sonuçlandırmaktadır: Bir kişi derse ki “bunların mezheplerini (görüşlerini) açıkladınız, acaba tekfir edilmeleri (kafir sayılmaları) konusunda kesin söz söylüyor musunuz?” Deriz ki, filozofların üç meselede muhakkak olarak tekfiri gerekir: Birincisi, alemin kadim olması meselesidir. Ve onların “bütün cevherler kadimdir” sözleridir. İkincisi, onların, “Allah şahıslardan ayrı olarak yenilenen cüzileri bilgisi ile kuşatamaz” sözleridir. Üçüncüsü, cesetlerin dirilişini ve haşrini inkar etmeleridir. Bu üç meseledeki görüşleri hiçbir şekilde İslam ile uyuşmaz. Buna inananlar Peygamberlerin yalan söylediklerine inananlar gibidir. Peygamberlerin zikrettikleri hususların hepsini, halkın anlayabilmesi için temsili mahiyette ve maslahat gayesi ile zikrettiklerine inanmak gibidir. Bu ise Müslümanlardan hiçbir fırkanın inanmamış olduğu apaçık küfürdür. Bu üç meselenin dışında kalan ilahi sıfatlardaki tasarruflarına ve tevhid konusundaki inançlarına gelince, bu konudaki görüşleri mutezilenin görüşlerine yakındır. Tabii sebeplerin zorunluluğu konusundaki görüşleri mutezilenin doğum konusunda zikrettiğinin aynısıdır. Onlardan naklettiğimiz diğer meselelerin hepsi de böyledir. Aynı meseleleri İslam fırkalarından herhangi bir fırka söylemiştir. Ancak o üç esas müstesnadır. İslam fırkalarından bidat ehlinin tekfir edilmesini gerekli bulanlar, onları da bu yüzden tekfir ederler. Bidat ehlini tekfirden geri duranlar ise onları tekfir etmeyi sadece bu üç meseleye hasrederler. Biz ise şimdi bidat ehlinin tekfiri ve bunun sahih olup olmayacağı konusuna dalmayı tercih etmiyoruz. Ta ki söz kitabın kastettiğinin dışına çıkmış olmasın. Doğruya muvaffak kılan ise Allah Teâlâ’dır.
Gazali’nin Eleştirilerinin Bugünkü Yansımaları Günümüzde Gazali'nin felsefeyi eleştirmesi yadırganmakta ve bu eleştirilerin bugün için geçerli olamayacağı iddia edilmektedir. Bu konuda iki husus ileri sürülmektedir: 1) Onlara göre felsefeye karşı olanlar çoğu kez Gazali'nin eleştirilerini tekrarlanmaktadır. Ne var ki Aristo felsefesinin temel kavramlarının Rönesans ile birlikte geçerliliğini kaybettiği ileri sürülerek, Rönesans’tan sonraki ilmi ve fikri gelişmeler muvacehesinde ve özellikle 19. ve 20. asırlardaki felsefi cereyanlar karşısında artık Tehafüt el-Felasife’ nin Aristo felsefesine yönelik tenkitlerin tüm felsefeye genellemenin verimli olmadığı savunulmaktadır. 2) Kimi araştırmacılara göre Gazali, İslam dünyasındaki fikri durgunluğun en büyük amili olmuş, Aristocu İslam felsefe akımı olan Meşşailiğin ve daha sonra da tüm felsefe hareketinin yıkılmasına neden olmuştur. Bu hüküm biraz abartmalı olsa da İslam dünyasındaki felsefi etkinliğini yitirmesinde Gazali'nin filozofları yönettiği bu ağır eleştirilerin önemli rol oynadığı muhakkaktır. Ancak bu görüşlerin doğru olmadığı ve günümüzde de Gazalinin eleştirilerinin esaslarının bugün de geçerli olduğu aşikârdır. Bunu aşağıda ele alıyoruz. Gazali’nin filozoflarla kavgası aslında şu temele dayanmaktadır. Akıl ve duyularla varlığın mutlak hakikatine ulaşılabilir mi? Bu sorunun cevabı “felsefi yöntemlerle, yani akıl ve duyularla mutlak hakikate ulaşılamaz” dır. Çünkü mutlak hakikatin ilahi bir tarafı vardır. Onları ancak manevi ilimlerle kavranabilir. Bu da İslam dininin üç güzelliği olan İman, İlim, Tasavvuf’tan tasavvuf yolunu takip edilmesiyle mümkündür. Tabii ki bugünkü filozoflar İslam dinini dışladıkları için onlar için tasavvuf zaten söz konusu değildir. Onu hiçbir zaman anlayamazlar. Dolayısıyla problem tekrar dolaşıp Gazali dönemindeki restleşmelere gitmektedir. Yani Gazali döneminde İslam dininin felsefe ile çatışması neyse bugün de aynıdır. Yalnız şu farkla ki, felsefe bu uzun asırlar boyunca daima renkten renge geçmiş, bir sistemini bozup başka sistemlere geçilmiştir. Fakat İslam dini için değişen hiçbir şey yoktur. O günkü manevi ilimler, yani tasavvufi ilimler neyse bugün de aynıdır. Çünkü İslam tarihi boyunca bütün mutasavvıfların söyledikleri aynıdır, birbirinden farklı değildir. Tasavvuf hakkında Gazali şunları söylemektedir: “Şüphe götürmeyecek surette anladım ki mutasavvıflar Allah yolunu tutan kimselerdir. Onların gidişi gidişlerin en iyisidir, yolları yolların en doğrusudur, ahlakları ahlakların en temizidir. Dünyadaki bütün akıllı insanların aklı, hakimlerin hikmeti, şeriatın esrarına vakıf olan alimlerin ilmi onların gidişlerinden, ahlaklarından bir kısmını değiştirmek, daha iyi bir hale getirmek için bir araya gelse buna imkan bulamazlar. Onların dışlarındaki ve içlerindeki bütün hareketleri ve durgunlukları hep Nübüvvet kandilinin ışığından alınmıştır. Yeryüzünde nübüvvet ışığından başka aydınlanacak bir nur yoktur. Elhasıl bir tarikat ki, ilk şartı olan temizliği, kalbi tamamiyle masivadan temizlemekten, namazdaki iftitah tekbiri mesabesinde olan anahtarı kalbin tamamıyla Tanrı’yı anmakla meşgul olmasından, sonu tamamıyla nefsi Allah'ın varlığında yok etmekten ibarettir, bunun hakkında başka ne denebilir?” Bu gerçek din ile felsefe arasındaki farkı izah etmeye yeterlidir. Bu durum gelecek asırlarda da devam edecektir. Bu nedenle insanlar Gazali'nin kitaplarındaki felsefe eleştirilerini okumaları daima gerekli olacaktır. Bütün bunlar Gazali’nin fen bilimleri, ahlak konusunda ki eleştirileri için de geçerlidir. Gazali'nin felsefeyi eleştirmesi, “İslam düşünce dünyasını geriletmiştir” ifadesi tamamen yanlıştır. Çünkü İslam düşüncesi denilince ne anlaşılır? Eğer batıl düşünceler anlaşılırsa zaten onların gerilemesi insanlar için rahmettir. Çünkü bu türlü düşünceler Gazali'nin dediği gibi insanları dinden uzaklaştırıp küfre yani dini inanışları reddetmeye yöneltmektedir. Bu nedenle onların gerilemeleri zaten istenilendir. Batı’da üretilen düşünceler o insanlara ne kazandırmıştır. Herkes diyor ki Batı bu modern düşüncelerle zengin oldu, İslam ülkeleri ise fakirleşti. Bunun yanlış olduğunu insanlara defalarca ispat edilmiştir. İnsanları sömürerek elde edilen zenginlik İslam'a göre haramdır. Dolayısıyla İslam hiçbir zaman batının sömürü yöntemlerini kullanarak zengin olmaya müsaade etmez. İslam'ın insanlara tanımladığı zenginlik kavramı çok farklıdır. Bunları öğrenmek ve bunlar üzerinde düşünmek her Müslümanın ve hem de bütün insanların görevidir. Çünkü İslam dini bütün insanlara, hem dünyada hem de ahirette mutlu olmalarını temin etmeyi amaçlar. Bu nedenle de sömürüyü reddeder. İslam karşıtı olanlar, devamlı müspet bilimdeki başarıyı ve gelişmeleri kendi yöntemlerinin bir ispatı olarak ileri sürmektedirler. Onlara göre matematik kesin bir ilimdir. Dolayısıyla bu ilme akıl ile varıldığı için her gerçeğe bu yöntemle varılabilir diye düşünülmektedir. Fakat matematik ilmi ile uğraşanlar bilirler ki, matematik kesin bir ilim değildir. Çünkü matematik olarak inşa edilen bilim 7-8 tane aksiyom üzerine kurulmuştur. Bu aksiyomlar birer kabuldür. Bunların ispatı yoktur. Hatta bunların ispat edilemeyecekleri 1934 de, Kurt Gödel tarafından ispat edilmiştir. Dolayısıyla matematik insanlara yanlış anlatılmaktadır. Okullarda matematiğin kesin bir ilim olduğu, dolayısıyla matematiğe aykırı ilimlerin hurafe olacağı söylenmektedir. İslam dini matematiğe ve onun sonuçlarına karşı değildir. Ancak onu doğru bir yere oturtur, onunla her hakikate varılabileceğini düşünmez. Yani matematik amaç değildir bir araçtır, ihtiyacınıza göre kullanırsınız. Fakat onunla mutlak gerçeğe varamazsınız. Aynı durum fen bilimleri için de geçerlidir. Bugünkü fen bilimleri akıl, duyular ve deney yardımıyla birçok fiziksel yapıların mevcut olduğunu ispat etmişlerdir. Ancak bu fiziksel yapılar yine de mutlak bir gerçeği ifade etmezler. Ancak bazı şartlar altında bazı kısmı gerçekleri ifade ederler. Hatta bunlar kendi aralarında bile çelişirler. Çünkü aslında insanlar evrendeki yapının ve olayların ancak % 4’ünü bilebilmektedirler. Evrenin % 96’sı hakkında hiçbir bilgileri yoktur. Bunlar kara maddeler, kara enerji ve kara deliklerdir. Dolayısıyla evrenin % 4’üne dayanarak oluşturulan bilgi sistemleri nasıl bütün evrene genişletilip mutlak gerçekler olarak kabul edebiliriz. Aslında birçok müspet bilimci bu gerçeği biliyor, ama halk bilmiyor. Gazali'nin dediği gibi, halk bu ilim adamlarının tespitlerine hayranlık duyduklarından bunların bütün diğer düşüncelerinin de doğru olduğunu kabul ediyorlar. Bazı bilim adamları ileride her şeyin tam hakikatini bulacağız diyorlar. Halk buna inanıyor. Onlar bunlar için Tanrı’ya gerek yok diyorlar, halk bunlara inanıyor ve böylece küfre yöneliyorlar. Gazali bunları bin yıl önce söylemiş, ama bugün de bu tespitler doğru. İşte bu, İmam Gazali'nin gerçekten büyük bir alim olduğunun göstergesidir.
Yorum ve Eleştirileriniz için : yorum@ilimvetasavvuf.com
|
İmam Gazali’nin Felsefeye Eleştirileri Ve Bugünkü Yansımaları |
Yayınlama Tarihi : 11.01.2020 |